Dostluk Üzerine - Anlamlı Yazılar

Son güncelleme: 30.01.2011 16:17
  • iyi gün dostu - kötü gün dostu - dostluk hakkında makale yazısıİyi gün dostu da lazım..

    Her konuda bir fikri olan eskilerin en azından bir sözü doğru galiba: İnsanın kötü gününde dost bulması zordur.

    İşler kötüye giderken bir üşüme gelir üstümüze. Sanki birisi üstümüzden yorganı çekip almıştır. Bir yerde yalnızlıktır bizi üşüten. Dünyaya karşı çıplak ve savunmasız olduğumuzu hisseder, bunun bilinciyle tir tir titreriz.

    Basit şeylerdir istediğimiz: Annemizin ameliyattan çıkmasını beklerken telefonumuz çalsın, haciz memurları gittikten sonra bir el omzumuzu sıksın, sevgilimiz terk ettiği zaman dost bir ses hatırımızı sorsun isteriz.

    Bunları istemek hakkımızdır bizim.

    Çünkü insanızdır. Etten, kemikten, evrenin sonsuzluğunda 'kıymet-i harbiyesi' olmayan el kadar bir varlık.

    Bu yüzden unutmayız kötü gün dostlarımızı. Onlara gönlümüzde özel bir yer açar, isimlerini kişisel tarihimize altın harflerle işleriz. 'Gönül borcu' dediğimiz şey, genellikle bundan doğar. Kötü gün dostlarının bizim için birer mitolojik kahramana dönüşmesinin haklı nedeni de budur.

    Tabii insan zihninde her şey karşıtıyla var olduğu için, 'iyi gün dostu' kavramı da bunu tamamlayan bir özellik taşır. Hemen tanımlarız iyi gün dostlarını: İşler tıkırındayken yanımızda olup sonra kayıplara karışan birtakım hayırsız kişiler.

    Ama tamı tamına böyle midir?

    İyi günlerimizin de dosta ihtiyacı yok mudur? Dahası, iyi gün dostu olmak da özel bir terbiye, birtakım insani meziyetler gerektirmez mi?

    Aslında cevabın 'evet' olması biraz korkutuyor beni. Dostlarıma iyi günlerinde eşlik etmekte zaman zaman zorlandığımı düşünüyorum çünkü. Buna genellikle sıradan şeyler neden oluyor: Onun o sırada bana ihtiyaç duymadığını düşünüyorum mesela, ya da her zamanki hayırsızlığım tutmuş oluyor, elim telefona gitmiyor bir türlü.

    Yanlış tabii; insanın iyi gününde de dosta ihtiyacı oluyor. Son yıllarda hem iyi hem de kötü günlerden bol bol nasibini almış biri olarak şunu söyleyebilirim: Ufacık bir şey başarsak bile o an paylaşacağımız bir yakınımız olsun istiyoruz yanımızda. İstiyoruz ki bizimle beraber gülsün, sevinsin ve karşılıklı kadeh kaldıralım; evren için üç kuruşluk değer taşımayan ama hayatımızı biraz olsun çekilir hale getirmiş başarımıza.

    Ne var ki söylemek kolay, yapmak güç.

    Şahsen iyi günündeki bir arkadaşımı görmek, bazen sinirlerimi bozuyor çünkü. Onun durmadan gülen yüzüne baktıkça, kendi dertlerime bir kez daha lanet okuyor, gözlerinde kıpraşan sevinçten dünyamı karartacak bulutlar çıkartıyorum. Ben keyifsizken başkalarının kelebekler gibi sektiğini görmekte içimi acıtan tuhaf bir şey var.

    İyi gün dostu olamıyorum bu yüzden.

    Terfi almış arkadaşımı gönül rahatlığıyla arayamıyorum. Şarkıları dillere düşen müzisyen dostumu gördüğümde dudaklarımda beliren tebessüm biraz sahtekârca oluyor. Sonunda ev almayı başarmış iş arkadaşıma 'hayırlı olsun' ziyareti yapmayı nedense erteliyorum. Bazen düpedüz kıskançlık neden oluyor buna, bazen de onun sevincinin ışığıyla dertlerimin daha da aydınlanacağından, kendimi işe yaramaz ve aptal hissedeceğimden korkuyorum.

    Bahaneler buluyorum ben de: Başarının insanı değiştirdiğine karar veriyorum hemen. Dostlarımın davranışlarında bu müthiş varsayımımı doğrulayacak kanıtlar arıyorum sonra. Aslında başarı dediğimiz halenin insanı büsbütün yalnızlaştıracağını bile bile.

    Bile bile; hayatın sonunda ölüme yenik düşecek dev bir fiyasko olduğunu ve 'iyi günlerin' genellikle birer 'istisna' sayılacağını.

    Kocatepe'den Afyon ovasına bakan Mustafa Kemal'in yalnızlığıyla Cannes'da 'Altın Palmiye' ödülünü havaya kaldıran Yımaz Güney'in yüz ifadesi arasında sanki ortak bir şey var.

    Tıpkı, yıllarca yoksulluk çektikten sonra altılıyı tutturan çocukluk arkadaşımla, eserleri dünyaca ilgi gören mimar arasında tuhaf bir ortaklık olduğu gibi.

    İyi günlerinde ikisi de.. Ve dosta ihtiyaçları var.

    Belki biraz kendilerine dönükler şu anda; yaşadıkları sevinç başka şeyleri görmelerini engelleyecek kadar büyük. Hatta biraz bencil, bizim dertlerimize karşı biraz meraksız, kendilerinden asap bozucu derecede memnun da olabilirler. Ama bu yalnız kalmak istedikleri anlamına gelmez.

    Paylaşılmadığı zaman ne anlamı var bunların?

    Ve biz değilsek, o sevinci onlarla kim paylaşacak?

    Kim onları iyi günlerinde kutlayacak, gülen yanaklarından insanca zaafların ötesine sıçrayarak kim öpecek? Kim yıllarca verdikleri emeğin karşılıksız olmadığını, iyi günleri hak ettiklerini, bunun için utanmalarına zerre kadar gerek olmadığını fısıldayacak kulaklarına? Kim yarın nasılsa yeni dertlerle üşüyecek yüreklerine eşlik edip geleceğin dertleriyle şimdiden dopdolu yazgılarına birer nazar boncuğu iliştirecek?

    "En koyu yalnızlık bile bir tanığa ihtiyaç duyar" demiş Cemal Süreya, günlüğünde.

    Peki yıllarca beklemiş bir kahkahanın, nice dertlerden sonra ferahlamış bir kalbin, çalışa çalışa nasır tutmuş sevinçli parmakların da birer tanığa ihtiyacı yok mu?

    Yoksa kıskançlık ve dalavere bizim için daha mı önemli? Yüzü gülen birini gördük mü, içimizdeki zehir kabarıyor ve sokmak için fırsat mı kolluyoruz? Mutluluğa eşlik etmek bize zor mu geliyor? Ya da şöyle soralım: Sadece ve sadece 'kötü gün dostu' olmakta biraz da dostlarımızın acılarına tanıklık etmenin verdiği karanlık bir lezzet mi var?


    Tuna Kiremitçi

    alıntı
#30.01.2011 14:45 0 0 0
  • Bir-Dost!!!
    Ellerinize sağlık...
    Dostu olmayan insan kurumuş vadi'ye benzer...
    Az olsun ama öz olsun...

#30.01.2011 16:10 0 0 0
  • Teşekkürler
#30.01.2011 16:17 0 0 0