Kırk Yaşım

Son güncelleme: 21.04.2011 16:08


  • noimage


    Keskin bir viraj. Sağı, dik bir yar, solu dağ yamacı.Ara ara, korkuluklar korkutmuyor beni.Karanlığı zorlayan kedi gözleri sadece nostalji.

    Kırk yaşım, hayatı alabildiğine kavramaya ve kendimi yaşamın içinde bir yerde oturtmaya çalıştığım, biraz ergene benzeyen tuhaf yıllarım olacak sanırım, hayatımın varsa önümde ki yıllarımda.

    Bir şeyler olabilme çabasıyla geçen ilk gençlikten sonra, telaşeyle geçen orta yaşlarımı farketmeden tükettim.Evliliğin sorumluluğu, çocuklarımın ilk yaşları, okulları, diplomaları, günlük koşuşturmacalar derken, ''ben nerdeyim?'' sorusunu sormaya hiç vaktim olmadı. Ben tabi ki her anın içindeydim ama sanki süregelen bir tekrarı yaşar gibi yaşadığım için olacak ''bir daha yaşasam farklı yaşardım'' lafı saplandı kaldı beynimde.

    Ailem için var olan ben kendim için ne kadar vardım? Ya da ''ben'' için olmalımıydım? Geleneksel olarak ben ailemin herşeyi olmalıyım, kendimi , ikinci hatta üçüncü ve hatta çokuncu plana atmalıyım. Anne ailesi için vardı çünkü.Anne, sevdiği ve sevmediği şeyleri ailesine göre seçer, erteler yaşar. Annemin gerçekten nelerden hoşlandığını hiç bilmedim ben. Sadece gördüklerimi bildim. Bizimle gülen, bizim için üzülen bir kadın. Gerçek korkuları nelerdi, nelerden mutlu olurdu yapabilseydi? Erken kalkan, evi çeviren, günün, günlerin kaygısıyla sürekli koşturan, koşturdukça kırışıklıkları artan ve saçları beyazlayan bir kadın. Ertelediği hayalleri olmuştu mutlaka. Çocuklar büyüsün yaparım dediği...Çocuklarla beraber kendininde büyüyeceğini hesaplamadan.

    Yaşını almış insanların nasıl donuk gözlerle baktıklarını gördüm pek çok kez. Ertelenmiş yaşamların pişmanlıklarını gördüm sanki. Bir kuş uçumu geçen yıllar arkasında kanat izi bile bırakmaz.

    Gözümün görmek, kulağımın duymak istediği yerler sesler var. Ayaklarım arnavut kaldırımlı dar sokaklarda işlemeli taşları olan cumbalı evlerin sokaklarında oralıymışcasına yürümeye aç. Ya da, dingin bir göl kıyısında, sırtımı ağaca verip, gölün yanağına düşmüş aksinde kaybolma isteği. Sessiz, durağan. Sadece yaprağın rüzgardaki hışırtısı, kuş sesleri ve hatta börtü böcek gürültüsü.

    Ve ya da, aylak adımlarla soluduğum şehrin, soluk alan tüm sokaklarında duvar yazılarını okuyarak, mahalle sohpetlerine şöyle bir ilişerek ve az da olsa, sokaklarda oyun oynayan çocukların toplarına, iplerine bir el atarak gülümsemek...

    Sayılı adımlara hapsolmuş kısır geçen günlerin içinde daralan ruhum, çok mu şey istiyor bilmiyorum. Gündelik koşuşturmacalar içinde adımlarımın gittikçe yavaş ve isteksiz atmaya başlaması eşyanın yer değiştirmesiyle geçmiyor. Tencerelerde değişen yemek günüme tat katmıyor. Yinelenen tembihler, asılıp toplanan, ütülenen çamaşırlar arındırmıyor ruhumu.

    Ve çelişkiler.

    Bu aileme haksızlık mı?

    Ben iyi ibir anne değil miyim?

    Çocuklarımın mutluluğu beni de mutlu ediyor tabiki.Ama, atılmamış adımların huzursuzluğu içimde kol gezerken kafesinde bir aslan gibi bir o yana bir bu yana çırpınıyor bir şeyler. İçten içe körelen bir bıçak gibi paslanmayı bekliyorum sanıyorum. Üzülüyorum. Kendime darılıyorum. Bazen kızıyorum da.

    Hayatı bilinen gibi yaşamayı kabul etmiş olsaydım bu çelişkilere düşmezdim belkide. Az soru= az cevap= mutluluk. Çok soru= Çok merak= Doyumsuzluk.

    Her şeye yetişebilen sonsuz bir yüreğimin ve ellerimin, ayaklarımın olmasını isterdim...



    Alıntı
#21.04.2011 16:08 0 0 0