Kış Güneşi Altında

Son güncelleme: 17.11.2006 22:24
  • Sadece kimsesiz ge­milerle miskin ke­dileri barındıran ıssız bir sahil kasa­basında çakırkeyif bir yılbaşı ertesi... Kış güneşi, yanlış za­manda açmış bir bahar çiçeği gibi sıcak gülüm­seyip ısıtıyor tenimizi...

    Kimsesiz gemiler, bu­runlarını açık denizlere dikmiş yalpalıyorlar sahil boyunca... Miskin kedi­ler toprakla güneş arasında mahmur...

    Dostlarla paylaşılan salaş bir meyhanenin ah­şap masasında, 25 yılını denize vermiş Hasan Kaptan, kocaman kırmızı yanaklar ve ışıltılı göz­lerle hayatı özetliyor: "Deniz, balık, güzel kadın, sağlıklı çocuklar...Hepsi bu...!"

    Zamanın sakin ve telaşsız aktığı bu dalga boyun­da saat sorulursa bozuluyor kaptan: "O yok işte bu­rada" diyor kızgın, "Burada gündoğumu var, günbatımı var, balık vakti var, ama saat yok..."

    Metropol telaşlarından hayli uzakta bir başka hayat, midye kabuğunun arasından ışıldayan bir inci tanesi gibi gülümsüyor.

    Neredeyse unutmaya yüz tuttuğumuz bir hu­zur, bizi yeni bir yılın ilk adımlarında güneşle top­rak arasında yakalayıp kollarına alıyor. Tabanları­mızda topraktan yayılan ısı, kulaklarımızda deni­zin tuzlu sesi ve göz kapaklarımızda kış güneşinin busesi...

    Bir koca yılı henüz eskitmişken ve yeni bir yılı, içinde ne olduğunu kestiremediğimiz, el değme­miş bir yılbaşı hediyesi gibi paketinden çıkarmaya hazırlanırken bütün bir yaşamıyla hesaplaşmak istiyor insan...

    Yüzyıllık bir savaşın, sadece yılbaşlarında mola veren yorgun askerleri gibi, akrep ve yelkovanın durduğu bir su başında bilançoya oturmak isti­yorsunuz.

    Acaba ne kadar yara aldık savaşta? Ne kadarı­nı gösteriyor, ne kadarını gizliyoruz?

    Ne kadarı açık yaralarımız, ne kadarı iç kana­malarımız?

    Zaferler çıkarabildik mi mağlubiyetlerimiz­den..?

    Süresini ve yörüngesini bilmeden çıktığımız bu yolculuğun neresindeyiz acaba... ve daha kaç ge­mi var içinde olmak isterken ardından el sallaya­cağımız?

    Merak etmiyor musunuz; ne kadarı gözyaşı ka­lan yaşamınızın, ne kadarı kahkaha..?

    Geride kalan yılların ne kadarından gururlu, ne kadarından pişmansınız?

    Ne kadarını kurumuş sonbahar yaprakları gibi süpürüp atmak isterdiniz belleğinizden, ne kada­rım saklardınız kutsal bir emanet gibi...?

    Yaşam terazinizde "Keşke hiç yaşamasaydım" dedikleriniz mi, hep tekrarlansın istedikleriniz mi ağır basardı?

    İnsana gecikmiş bir baharı çağrıştıran ılık kış gü­neşi altında kısa bir mola verince insan, sahile de­mirlemiş mahmur gemiler gibi kendini suların yalpalayışına bırakıp maziyi tartıya vurmak istiyor.

    Ne kaldı geriye bunca telaştan..?

    Avucunuzun içinden kayıveren sular gibi yitip giden yıllar geride ne tortu bırakıyor?

    Kendinizi bütün kazılmış siperlerinizin dışına koyup, bütün kalkanlarınızı indirdiğinizde, çırıl­çıplak karşısına geçtiğiniz yaşam aynasında ne görüyorsunuz?

    Tüketmek için bunca acele ettiğiniz takvim yapraklarına, onca hızla çevirdiğiniz akreplere, yelkovanlara, içine gönüllü daldığınız o insafsız rutin çarkına şöyle bir uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz?

    "Ne kadarı benim hayatım..." diye soruyor mu­sunuz; "...ne kadarını başkaları yaşamış benim yerim.ya da ben başkalarının..."

    "Aynadakinin ne kadarı ben'im, ne kadarı oy­nadıklarım...?"

    Yamaçlarında gölgelerin oynaştığı kederli anı­lar ve ışıltılı yaş günlerinden kaçını "keşke yeni­den yaşanabilseler" diyerek anımsıyorsunuz?

    Karlı bir dağ zirvesine ya da bir şömine alevine bakarken dalıp gittiğinizde "Neden zirvede deği­lim"! mi düşünüyorsunuz, "iyi ki uçuruma düş­medim"i mi...?

    Sadece kimsesiz gemilerle miskin kedileri ba­rındıran ıssız bir sahil kasabasında yakaladığınız bir geniş zamanda, geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman arasında gidip gelirken en çok ne gelirdi aklınıza...?

    Sizi bilmem ama ben akıbeti meçhul bir yeni yılın eşiğinde sürpriz bir kış güneşi göz kapakları­mı yalarken sadece sevgiyi düşündüm.

    Sevgiyi koydum kum saatinin dolu dizgin akıp gi­den kumlarının her bir zerresine... kışın açık deniz­lere bakarak bekleşen kimsesiz gemilerin güvertesi­ne; geçmiş zamanın, şimdiki zamanın ve gelecek zamanın öznesine hep sevgiyi koydum...

    Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca yıldan damıtılıp gelen...

    Ve metropol haragülesinden uzakta, kocaman kırmızı yanaklarla gülümseyerek bir başka hayattan haberler veren Hasan Kaptan'ın yalancısıyım ki;

    ...yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllardan da geriye...

    Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan...

    ...öteki yalan...

    Can Dündar
#17.11.2006 08:47 0 0 0
  • Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan...
    öteki yalan

    evet sadece bir tek sevgi var elimizde
    Harika bir hikaye özlem
    mutluluk arkasından koşmaktan da yoruluyor insan

#17.11.2006 10:53 0 0 0
Ice Ice foto
  • Paylasim icin tesekkürler..

    ßu Can Dündar aßi ya kimseye benzemiyor yazilari ;-)
#17.11.2006 17:09 0 0 0
  • canım dostum bu guzel yazı için saol..

#17.11.2006 22:24 0 0 0