
BURAK TURNA "NÜKLEER DARBE"Yİ YAZDI
Burak Turna adını ilk kez Metal Fırtına romanı ile duyduk… Ama sanırım daha önce de yazdığın öyküler vardı ve daha çok fantastik kurgu içeren öykülerdi bunlar, değil mi?
Burak Turna: Doğrusunu söylemek gerekirse ben doğrudan roman yazmaya başladım. Bu insanlara garip gelebilir ama ne günlük ne de kısa hikayeler yazmadım. Belki bir iki tane… Roman benim için yazı anlamında kendimi ifade edebildiğim en önemli alan... Roman, bir dünya demek, sanırım bana çekici gelen ve bağlayan yanı da bu.
Politik kurgunun başlangıcı Metal Fırtına mı oldu? Bu tür kurgulara ilgi duyuyor muydun? Bu süreç nasıl gelişti?
Burak Turna: Türkiye’de politik kurgunun başlangıcı Metal Fırtına ile oldu. Hatta yayınevi ile oturup türün adını belirlemeye çalıştık, benim önerim politik kurgu yönündeydi ve en uygun ismin de bu olduğuna karar verdik. Politik kurgulara her zaman ilgi duymuşumdur ama işin politik kısmından çok aksiyon ve şiddet öğeleri ilgimi çekiyor. Çok küçükken, sahile gittiğimizde soyunma odasına kapanır ve saatlerce süper bir kahramanın düzenlediği askeri operasyonları kurgulardım. Ortaokulda, edebiyat hocasının verdiği ödev için bir çatışma hikayesi yazmıştım ve bu hikaye en yüksek notu almıştı. Metal Fırtına’yı yazmaya başladığımda, tabii o zaman ismi bu değildi, işin askeri fantastik yanı beni öyle etkiledi ki, o an kitabın yüz binler satacağını tahmin ettim. İlk taslağı yazdığımda kendimi çok iyi bir şey yapmış gibi hissediyordum ama o haliyle kitapta yapılacak çok şey vardı. O sırada Orkun’a taslağı yolladım ve çok beğendi. Sonra beraber çalışmaya karar verdik ve ortaya Metal Fırtına çıktı. Bu isim de Orkun’a aittir. Yani bu türün ismi bana, kitabın ismi de Orkun Uçar’a ait. Türk edebiyatına yeni bir tür hediye etmiş olduk. Umarım zamanla daha iyi bir noktaya gelir.
Politik kurguda kendine has üslubunu bulduğunu düşünüyor musun? Bu üslubun bir tanımı var mı?
Burak Turna: Benim politik kurguya yaklaşımım daha çok aksiyon ağırlıklı. Politik kurgularımı okuyanlar heyecandan yerinde duramıyormuş. Ben de yazarken çok heyecanlanıyorum. Yaşıyorum adeta. Bu türün kendine has bir güzelliği var, daha çok erkek dünyasının duygularını ön plana çıkarıyor. Ancak çok sayıda kadın okuyucum da var. Aslına bakılırsa, savaşçı duygular erkek kadın dinlemeden herkesin içinde olabilir.
Nükleer Darbe’de içerik olarak Üçüncü Dünya Savaşı’nın devamı olan özellikler taşıyor ama tek başına da okunabilecek bir roman… Bize Nükleer Darbe’den söz eder misin?
Burak Turna: Üçüncü Dünya Savaşı, Türkiye’de yaz mevsiminin ortasında çıkmasına rağmen yüz binin üzerinde sattı ve bütün dünya gazetelerinde haber oldu. Nükleer Darbe’de hızla gelişen Doğu-Batı arasındaki savaşın arka yüzünde yer alan ve tüm insanlıktan saklanan bir gerçeği ortaya çıkarıyorum. Nükleer silahların gölgesinin düşmeye başladığı şu dönemde, herkes bilmeli ki, nükleer silahlara sahip olmak bir insanlık suçudur ve bu silahlara sahip olan ülkelerin de halklarına karşı kullanılmaktadır. Yani insanlığın direncini kıracak bir nükleer darbe planı var ve romanda bunu, geniş bir savaş aksiyonu perspektifinden ortaya koyuyorum… Bu açıdan hem devam hem de tek başına rahatlıkla okunabilecek bir kitap.
Bu romanda dünyanın büyük bir nükleer savaş tehlikesi içinde olduğunu söylüyorsun… Metal Fırtına’ların da bir özelliği buydu: Dünyanın ya da Türkiye’nin politik geçmişiyle ilgili birtakım olayların ‘gerçekleşeceğini’ anlatıyordu. Peki yazar olarak gerçekten bir üçüncü dünya savaşı çıkacağına ve bu savaşta nükleer silahların kullanılacağına inanıyor musun? Gelecek bu kadar karanlık mı?
Burak Turna: Ben bir yazar olarak gözlem yapıyorum ve olasılıkları ortaya koyuyorum. İyi olasılıklardan bahsetmenin benim için gereği yok, önemli olan kötü olasılıkları tartışıp olmalarını önlemektir. Ben bunun için uğraşıyorum ama tabii tarihin matematiğini değiştirmek kolay değildir. Geçmişe baktığımızda dünya savaşları çıkmış. Yine çıkabilir, hatta olasılık oranı gitgide yükseliyor ve önemli olan Türkiye’nin varlığını esenlikle devam ettirmesini sağlamaktır. Beni besleyip var eden topraklara borcumu, cesaretle doğru bildiklerimi söyleyerek ödemeye çalışıyorum. Her yazar, her türü yazabilir ama hayatının bir döneminde politik hassasiyetlerini de bir şekilde ortaya koymalıdır.
Bu romanda da Türkler var ve Metal Fırtına’da olduğu gibi yine Amerikalılara karşı savaşıyorlar, Doğu ülkelerinin yanında… Üstelik Türk Asker Timi’nin de çok önemli bir görevi var… ‘Kahramanlar’ her zaman Türkler mi olacak?
Burak Turna: Doğru ama bir konuya dikkat çekmek lazım. Ben romanlarımda anti-Amerikancılık yapmıyorum. Bu tuzak bir kavramdır. Sanki Amerikan halkına karşıymışım gibi gösterilmeye çalışılıyor. Oysa durum tam tersi, Amerikan halkının içinde demokrasi ve insanlıktan yana çok önemli bir oran var ve onlarla aynı saftayız. Dünyanın yaşadığı sorun Amerika sorunundan ziyade, Amerika’nın ekonomi ve politikasını yönlendiren güçlerin yapmaya çalıştıkları şeyi engellemektir. Bu Amerikan halkının da çıkarınadır. Dünya ikiye yarılırken, bizim hangi tarafta duracağımız çok önemli. Doğu ülkeleri hızla kalkınıp Batı hegemonyası için tehdit oluştururken, Türkiye’nin de duracağı yeri iyi bilmesi lazım. Avrupa Birliği gibi içi boş kurumlardan medet ummak bizim genlerimize uymaz bir kere. Avrupa bir gün yok olacak ve inanıyorum ki, Türk’ün adaleti Avrupa toprakları üzerinde yeniden dalgalanacak. Bu nedenle kahraman prototipim Türkler ve Türkler olmaya devam edecek.
Romanlarını her zaman ‘politik kurgu’ türünde mi yazacaksın?
Burak Turna: Politik kurgunun babası olarak tabii ki bu türü yakından takip edip, katkı yapmayı istiyorum. Mesela Metal Fırtına 3 var, henüz ne zaman çıkacağı belli değil ama insanlar şimdiye kadar görmedikleri bir Metal Fırtına konsepti ile karşılaşabilirler.
Bunun dışında ben bir yazarım, her türde yazabilirim. Çok büyük bir proje yeni yılda okuyucularıma sunulacak. Türü politik kurgunun dışında ama insanlar elinden düşüremeyecek. Türkiye’de yazılmamış bir roman olduğunu söyleyebilirim. Bunun dışında yine çok ses getirecek başka bir romanı hazırlıyorum ama şimdilik ipucu vermeyeyim, yer yerinden oynayacak… Onun basım tarihi de henüz belli değil…
Röportaj: Şebnem Atılgan