Faiz ve Ticaret - 2

Son güncelleme: 11.12.2012 23:20
  • II- ENFLASYON

    Enflasyon, fiyatlarda görülen sürekli artış diye tarif edilebilir. Bunun sebebi ya paranın değer kaybetmesi ya da maliyetlerin artmasıdır. Birinci durumda talep enflasyonu, ikinci durumda maliyet enflasyonu olur.

    Talep enflasyonu, para bolluğundan dolayı daha fazla mal ve hizmet talep edilmesine ve fiyatların artmasına yol açan olaydır.

    Maliyet enflasyonu, üretilen mal ve hizmetlerin maliyetinin sürekli artmasıdır. Emek, sermaye ve tabii kaynaklar gibi üretim faktörleri, üretilen mal ve hizmetlerin gerçek maliyetini oluşturur. Dolayısıyla bunların piyasa fiyatlarının artması, kaçınılmaz olarak maliyetlerin artmasını gerektirir.

    Maliyet enflasyonu ile talep enflasyonu, tavukla yumurta gibi, biri diğerinin sebebidir. Her ikisinin sebebi de ekonomide dengelerin bozulmasıdır.

    Fiyatlar, mal ve hizmetlerle para arasındaki dengeye göre oluşur. Para miktarındaki artış, mal ve hizmet miktarındaki artış ile dengeli olursa fiyatların genel seviyesi değişmez. Ama bunlardan biri diğerinden fazla üretilirse az üretilen kıymetli hale gelir.

    Mal ve hizmet üretimini artırmak kolay değildir. Bunun için yeni yatırıma, yetişmiş personele, ham madde, mamül ve yarı mamül maddelere, binaya, takım ve techizata, enerjiye ve uzunca bir zamana ihtiyaç duyulur. Ama kağıt para üretimini artırmak kolaydır. Üzerindeki rakama bir sıfır ekleyerek onu on kat, iki sıfırla yüz kat, üç sıfır koyarak bin kat artırmak mümkündür. Bunun için ne ek yatırıma, ne bir zamana ne de yeni personele ihtiyaç duyulur. Yapılacak iş, para basma makinasını daha çok sıfır basacak şekilde ayarlamaktır.

    100 lira ile on kalem mal alırken, para miktarı artınca daha az mal alır hale gelirsiniz. Piyasadaki para bolluğu, size para kıtlığı olarak yansır. Çünkü para miktarındaki her artış, sizdeki paranın değerini düşürür.

    Böyle bir şey madeni parada olmaz. Çünkü o madenler, kağıt kadar bol değildir. Elde ne kadar altın veya gümüş varsa ancak o kadar para basılabilir. Bir de altın ve gümüşün değeri, ağırlık ve ayarıyla ölçülür. Aynı ağırlık ve ayardaki iki altın paradan biri dünyanın en fakir ülkesinde, diğeri de en zengin ülkesinde basılmış olsa, bunların değerleri arasında önemli bir fark olmaz.

    Kağıt parada ise kağıdın ağırlığı, büyüklüğü ve kalitesi para değeri açısından önemli değildir. Mesela 1 ABD doları ile 100 ABD doları hemen hemen aynı boyutlardadır ama biri diğerinin 100 katı değerle işlem görür. Bugün Amerikan doları her yerde aranan değerli bir para olduğu halde fakir ülkelerin paraları, kendi ülkeleri dışında kabul görmez.

    Milli para, hükümetlerin, yabancı para da büyük devletlerin insafına bırakılmıştır. Artık bir çok ülkede partiler demokrasisi hakimdir. İktidara gelen parti, devletin parasını, kendi yandaşlarına çeşitli adlar altında aktarabilmektedir. Bu yüzden hükümetlere yakın olanlar alabildiğine zenginleşirken ona uzak olanlar fakirleşirler. Zenginlerin ve medyanın hükümetleri desteklemesi veya iktidara aday olan partilere destek olmaları bundandır.

    Servet, sabit gelirliler aleyhine yeniden paylaşılır. İşçi ve memurların ücret ve maaşları, uzunca bir dönem için tesbit edildiğinden onların alım gücü devamlı düşer ve servetleri başka kesimlere kayar.

    Gelir ve servetin haksız bir şekilde yeniden dağılması, orta sınıfın erimesine, çok yüksek ve çok düşük gelirli zıt kutupların oluşmasına yol açar. Bu, başlı başına bir dengesizlik, huzursuzluk ve gerginlik kaynağı olur.

    Sanayi ve ticaret erbabı ile meslek sahipleri, yani ürettikleri mal ve hizmetlere zam yapabilenler enflasyona karşı kendilerini koruyabilirler.

    Enflasyondan kârlı çıkanlar, daha çok hükümetlerin koruduğu kesimdir. Hükümetten destek almadığı halde enflasyondan kârlı çıkan iş sahipleri de vardır.

    Enflasyon, en yüksek kazancı en kolay şekilde sağlar. Bu kazancı harcamak da kolay olur. Böyle yerlerde sefaletle lüks hayat bir arada görülür. Aile bağları zayıflar, boşanmaların ve başıboş çocukların sayısı artar. Yüksek gelir grupları oyun ve eğlenceden, dar gelirliler de geçim sıkıntısından dolayı ailelerine hâkim olamaz hale gelirler.

    Enflasyonist ortamda ilmin ve faziletin değeri kaybolur. Cebi şişkin cahiller ve zenginleştikçe bencilleşen insanlar çoğalır. Toplumları ayakta tutan temel değerler değişir. İnsanların hayatları ve gayeleri, maddeden ibaret hale gelir. Çünkü kolay kazanan ve bol harcayanlar, iştahları kabartır. Daha çok kazanma uğruna her şeyinden fedakarlık yapacak insanlar çoğalır.

    Enflasyonist ortamda borçlu kârlı, alacaklı zararlı çıktığından, vadesinde ödenmeyen borçların sayısı ve miktarı artar. Parola şudur: «Alacağından çok borcun olsun!»

    Paralarının bütün dünyada dolaşımını sağlayabilen güçlü devletler, bir tomar kağıdı para diye verip, istedikleri ülkeden, istedikleri şeyi alabilirler. Bunlar her yerde kendilerine bağlı gruplar oluşturur ve dengeleri bozarlar. Bazı devletleri destekler, bazılarını zayıf düşürürler. Bunlar bütün insanlığı bir şekilde kendilerine bağlarlar.

    Bütün bunlardan dolayı enflasyonun ana sebebi kağıt para sistemidir. Bu sistemden ya vazgeçilmeli, ya da bütün hukuki düzenlemeler bu paranın özelliğine göre yapılmalıdır.

    III- BORÇ ÖDEMEDE DENKLİK

    Borçların ödenmesinde temel prensip, ödemenin borca denk olmasıdır. Buna mümâselet denir. Bu, evrensel bir prensiptir. Çünkü hiç kimse hakkının, sebepsiz yere başkasına geçmesini kabul etmez. Mümaselet, şimdiye kadar üç ölçü birimi ile sağlanırdı. Bunlar tartı (vezn), ölçek (keyl) ve sayı (adediyat-ı mütekâribe) idi. 100 gr. altın borcu olan, aynı ayarda 100 gr. altın ödeyince borcundan kurtulurdu. Buğday borçlanan borcunu ölçek ile, yumurta borçlanan da sayı ile öderdi. Faiz, bu ölçünün üzerinde olan kısımdır. Çünkü faizli ödünç veren, verdiğinin dengini aldıktan sonra belli bir fazlalık almayı, buna karşılık alacaklısına belli bir süre tanımayı kabul eder.

    Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Müminler, mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin." (Nisa 4/29). Buna göre borcu eksik ödeyen alacaklının malını haksız olarak yemiş, fazla ödemeye zorlanan da malını haksız yolla yedirmiş olur.

    Üzerinde rakam var diye, kağıt para adedî (sayısal) mallar gibi işlem görmektedir. Bu yüzden 100 ABD doları ödünç alan, daha sonra 100 ABD doları ödeyince borcunu ödemiş sayılmakta, aradan geçen süre içinde bu paranın değerinde meydana gelen değişme dikkate alınmamaktadır. Kağıt para adedi mal değildir. Adedî mallar, yumurta, ceviz ve belli standarttaki mallar gibi birimleri arasında önemli değer farkı olmayan gerçek mallardır.

    Kağıt para adedi mal olsaydı, boyutları aynı olan 1 ABD doları ile 100 ABD dolarının aynı değerde olması gerekirdi. Çünkü iki yumurtadan birine yazılan 100 rakamı, onu diğerinden değerli kılmaz. 100 TL. ile 100 doların aynı değerde olmaması da onların maddesi ve yapısıyla ilgili değildir.

    Kağıt para bir çeşit senettir. Piyasadan alınabilecek bir çok malın senedidir. Bugünki 100 lira, 1 kilo peynir, 800 gr. et, 60 yumurta, 20 ekmek vs. demek iken, iki ay sonraki 100 lira 900 gr. peynir, 720 gr. et, 54 yumurta, 18 ekmek vs. karşılığı olmaktadır. İki ay önce ödünç alınan 100 lira, yine 100 lira olarak ödenirse alacaklının 10 lirası haksız yere yenmiş olur. Çünkü yapılan ödeme, rakam olarak 100 olsa da satınalma gücü olarak 90 lira değerine inmiştir.

    Kağıt parayı mislî mallardan sayma zorunluluğu vardır. Mislî mallar, ölçüyle, tartıyla veya sayıyla işlem gören mallar olduğu halde kağıt para bu ölçülerden hiçbirine girmez. Bunun ölçü birimi satınalma gücüdür.

    Kağıt para ile yapılan işlemlerde paranın satınalma gücü esas alınır. 100 TL. 100 ABD Doları ve 100 DM ile alış verişe çıktığınızda herkes bunların satınalma gücüne bakar. Halbuki, elinizdeki para dinar veya dirhem olsaydı, onun Türkiye'de, Almanya'da veya Amerika'da basılmasından çok ağırlığının ve ayarının ne olduğuna bakılırdı. Madem kağıt para ile olan işlemlerde sırf paranın satınalma gücü esas alınıyor, öyleyse borçların ödenmesinde de aynı şey esas alınmalıdır. Kağıt para ile olan borçları misliyle ödemenin başka yolu yoktur. Buna yaşanmış bir örnek verelim:

    1950 senesinde bir kişi babamdan 450 TL ödünç almış ve bu yazının kaleme alındığı Eylül 2000'e kadar ödememişti. Bu tarihte Türkiye'de en küçük para 10.000 TL idi. Bir sakız 25.000 liraya alınabilmekteydi. Halbuki, 1950 senesinde 450 lira ile 75 gr. altın alınabilirdi. Çünkü o zaman 1 gr. 24 ayar altın 6 liraydı[147].

    Bugünki kanunlar, borcu 450 lira olarak kabul ederler. Çünkü babam o parayı verirken ne bir ödeme tarihi belirlemiş, ne de başka bir şart koşmuştur. Borç, 450 TL değil de 75 gr. altın veya 100 kile buğday, ya da 22.000 adet tavuk yumurtası olsaydı bunların fiyatlarındaki artma veya azalmaya bakılmaksızın aynen ödenmesi kabul edilebilirdi. Bu da önemli bir haksızlığa yol açmazdı. Ama borç 450 TL dir. Bu para ne altın gibi tartılabilir, ne buğday gibi ölçülebilir, ne de yumurta gibi sayılabilir. Bunun ölçü birimi yalnızca satınalma gücüdür. 1999 Türkiye'sinde 450 liranın hiçbir değeri yoktur. Artık böyle bir para da yoktur. Borcun 450 lira olarak kabul edilmesi, ödemeyi 49 sene geciktirmiş olan borçlunun ödüllendirilmesinden başka bir şey değildir. Ama ödeme, bu paranın borç verildiği günki satınalma gücüne göre yapılırsa bunun ne borçluya bir zararı olur, ne alacaklı zarara uğratılır.

    İslam Fıkıh Akademisi (Mecma'ul-fıkh'il-İslâmî)nin Eylül 1988'de aldığı 4 numaralı kararı şöyledir:

    "Herhangi bir kağıt para ile olan borç, kıymetiyle değil, misliyle ödenir. Çünkü borçlar misilleriyle ödenir. Sebebi ne olursa olsun, zimmette sabit olan borçları fiyatlara bağlamak caiz değildir."

    Bu karar yanlıştır. Doğrusu şöyle olmalıydı: "Borçlar misilleriyle ödenir. Kağıt parada mümaselet (denklik) ancak satınalma gücüne yani kıymetine göre belirlenebildiği için kağıt para ile olan borç, onun kıymetiyle ödenir."

    IV- DELİLLER

    Kağıt para ile yapılan borçlanmalarda paranın satınalma gücünün esas alınması gerektiği aşağıdaki delillerle ispatlanabilir.

    1- Allah Taala şöyle buyurmuştur:«Müminler, mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin.» (Nisa 4/29)

    Kağıt paranın satınalma gücündeki düşmeyi dikkate almadan borcunu ödeyen, paranın kaybettiği değeri haksız olarak zimmetine geçirmiş olur.

    2- Ona dua ve selam olsun, Allah'ın Elçisi şöyle demiştir: «İslam'da, zarar verme ve zararı zararla karşılama yoktur[148].» Paranın satınalma gücü düştüğü halde, borcu aynı
#11.12.2012 23:20 0 0 0