Bakara Suresi 263 Ve 286 Ayet Tefsiri

Son güncelleme: 18.03.2013 11:16
  • Bakara Suresi - Bakara Ayetleri - Bakara Suresinin Fazileti - Bakara Suresi 263 Ve 286 Ayet Tefsiri Ve Anlamı

    263, Bir iyi söz, bir af, kendisini bir eziyet takip eden bir sadakadan hayırlıdır. Ve Allah Teâlâ zengindir, halimdir.

    263. Bu âyeti kerime, bizlere en güzel şekilde geçinme ve bir sosyal terbiye dersi vermektedir. Şöyle ki: (Bir iyi söz) bir tatlı lâkırdı, bir gönül alan konuşma, bir fâideli kelâm (bir af) bir kusuru gizlemek, bir hoş olmayan hâli açığa çıkarmamak (kendisini bir eziyet takip eden) arkasından bir başa kakan, bir uzun dillilik şeklinde gelen (sadakadan) bir mal harcamadan (hayırlıdır), binaenaleyh bir fakire ve benzerlerine bir malı başa kakarak, bir kibir ve gururla vermekten ise onu nazikâne bir suretle savmak bir içtimaî terbiye icabıdır. Ve netice de daha iyidir. (Ve Allah Teâlâ zengindir) kullarının sadakalarına ihtiyacı yoktur. Allah rızası için yapılacak iyilikleri mükâfatsız bırakmaz. (Halîmdîr) kullarının lâyık oldukları cezaları hemen vermez, tevbe etmeleri ve af dilemeleri için mühlet verir. Artık bu ilâhî lütufdan istifade edilmelidir, insanlık icabı işlenmiş olan günahlardan bir an evvel tevbe edip, af dileyip Cenâb-ı Hak'kın merhamet deryasına can atmalıdır...


    264. Ey imân etmiş olanlar!. Sadakalarınızı baş kakmakla, incitmekle iptal etmeyiniz. O kimse gibi ki, malını insanlara gösteriş için harcar da Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe inanmış bulunmaz. Artık o kimsenin hali, üzerinde biraz toprak bulunan bir kaypak taşın hâli gibidir ki, ona şiddetli bir yağmur isabet ederek onu dümdüz bir halde bırakmış olur. Onlar kazanmış olduklarından bir şeye kadir olamazlar. Ve Allah Teâlâ kâfirler gurubuna hidayet etmez...

    264. Bu âyeti kerime, başa kakmak suretiyle ve dine aykırı olarak yapılan iyiliklerin sahiplerine fâide vermeyeceğini bildirmektedir. Şöyle ki: (Ey mü'minler! Sadakalarınızı) fakir ve düşkünlere yapacağınız yardımları onlara (başa kakmakla) onları sözlerinizle, hareketlerin izle (incitmek) sûretiy (le iptal etmeyiniz) sevaptan mahrum bırakmayınız. (O kimse gibi ki, malın; insanlara göstermek için harcar) gösterişte bulunur (da Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe imân etmiş bulunmaz) münafıkça hareket eder durur. (Artık o kimsenin hali, üzerinde biraz toprak bulunan bir kaypak taşın hâli gibidir ki,) o, toprağı muhafaza edemez. Ondan bir fâide göremez. (Ona şiddetli bir yağmur isabet ederek onu dümdüz bir halde bırakmış olur.) Üzerinde topraktan eser görülemez. İşte başa kakma ve eziyete dayalı olan bir iyilik de böyledir, onu yapan ölümün pençesine tutuldu mu, o iyilikten bir eser kalmaz, ondan yararlanamaz, boş yere mahvolup gitmiş bulunur. İşte bu gibi münafık kimseler ebediyyen mahrumiyete mahkûmdurlar. (Onlar) öyle başa kakmakla insanlara eziyet vermekle yapmış oldukları sadakalardan ve diğer (kazanmış olduklarından bir şeye kadir) bir sevaba nail (olamazlar), onların bu amelleri boşunadır. (Ve Allah Teâlâ kâfirler gurubuna hidâyet etmez) öyle gösteriş için iyilik yapan münafıkları doğru yola sevk eylemez. Binaenaleyh yapılacak bir iyilik, verilecek bir sadaka; iyi niyete, güzel bir itikada dayalı olmalıdır. Başa kakmadan, kalb kıracak sözlerden, kibir ve gururdan beri bulunmalıdır. Yoksa onların yapacakları bu iyiliklerin ne kıymeti vardır...

    "Lâzım değil inayeti ehli tekebbürün"

    "Bahşeyledim atasını vechi abusuna"

    Kibirli kimsenin yardımı lâzım değil

    Onun yardımını asık suratına bağışladım.







    265. Ve mallarını Allah'ın rızâsını kazanmak ve nefislerini tesbit için harcamada bulunanların durumu ise bir bahçenin durumu gibidir ki, ona çokça yağmur yağar da meyvelerini iki kat olarak yetiştirir. Ona çokça yağmur değil de çiy isabet etse -yine kifayet eder-. Ve Allah Teâlâ yapacağınız şeyleri görücüdür.

    265. Bu âyeti kerime, Allah'ın rızâsına ve dinin hoşgörüsüne dayalı olan sadakaların sahiplerine ne kadar faydalı olacağını bildirmektedir. Şöyle ki: Başa kakmadan beri ve samimi mü'min olan (ve mallarını Allah'ın rızâsını kazanmak) için (ve nefislerini tesbit için) yanî: İmanda sebat etmek ve cömertlikle vasıflanmak; ibâdet ve itaat etme alışkanlığını kazanmak için (harcamada bulunanların) bu harcamaya ait (durumu ise) güzel ve seçkin (bir bahçenin durumu gibidir ki) bütün hallerde meyve verir ve sahibine fâide temin eder. (Ona çokça yağmur yağar da meyvelerini iki kat olarak yetiştirir.) Maamafih o öyle bir ürün verme gücüne sahiptir ki, (ona çokça yağmur değil de) yalnız (çiğ) bir rutubet, en zayıf bir yağmur (isabet etse) yine kifayet eder, yine onun meyveleri, kat kat yetişir. Artık ona göre hareket ediniz, ramimiyetten, iyi niyetten ayrılmayınız (ve) biliniz ki, (Allah Teâlâ yapacağınız şeyleri görücüdür) onun yüce zatına hiç bir şey gizli kalamaz. Binaenaleyh Milaslı olanların da, gösterişte bulunanların da hallerini bilir. Ona göre mükâfat ve ceza verecektir. Ne güzel birteşvikve ne güzel sakındırma.









    266. Biriniz arzu eder mi ki, onun hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu olan ve bunların altından ırmaklar akan bir bahçesi bulunsun ve onun için o bahçede her türlü meyveleri olsun, fakat kendisine ihtiyarlık çoksun, kendisinin zayıf zayıf yavrucakları da bulunuversin de o bahçeyi içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıversin?. İşte Allah Teâlâ âyetlerini sizlere böylece beyan buyuruyor. Tâ ki tefekkür edesiniz...

    266. Bu âyeti kerime, daha dünyada iken ebedî hayatını kazanmaya vesîle olacak şeyleri bir nifak ve gösteriş sebebiyle elden çıkaran gafillerin hallerini temsil etmektedir. Şöyle ki: Ey insanlar! Bir kere düşününüz, hiç (biriniz arzu eder mi ki) severek ister mi ki (onun hurma ve üzüm ağaçlarıyla) ve diğerleriye (dolu olan ve bunların) bu ağaçların (altından ırmaklar akan bir bahçesi) bir bostanı (bulunsun ve onun) o sizden biriniz (için o bahçede her türlü meyvaları) yetiştirir bir halde ■ olsun. Fakat kendisine ihtiyarlık çoksun) başka birşey kazanmaya iktidarı kalmasın, bununla beraber (kendisinin zayıf zayıf yavrucakları da bulunuversin) hepsi de korunmaya muhtaç bulunsun (da) böyle bir halde (o bahçeyi içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıversin) o da, onun o çoluk çocuğu da âciz, geçimlerini temin etmekten mahrum, ve şaşkın bir halde kalsınlar. Artık bunu kim arzu eder?. (İşte Allah Teâlâ) bu gibi ibret verici (ayetlerini sizlere böylece beyan buyuruyor, tâ ki tefekkür edesiniz» düşünüp ibret alasınız ve onun gereği ile amel edesiniz...

    Kısacası: Beyan buyrulmuş oluyor ki: Bazı kimseler dünyada iken bir takım iyiliklerde, fakir ve düşkünlere yardımda bulunurlar, bunların sayesinde uhrevî hayatlarını kazanabilirler ve insanlık icabı amellerin eseri olan bir nice günahların yükünden de kurtulabilirler. Bu böyle iken onlar o yaptıkları hayır ve iyiliklerin kıymetlerini, uhrevî faidelerini gösteri; sebebiyle, başa kakmak ve eziyet etmekle yok etmiş olurlar. Ahirete boş elle giderler, kaybettiklerini telâfi etmeye imkân bulamazlar, felâketler ihtiyaçlar içinde kalırlar. Artık böyle bir durumda kalmayı kim arzu eder?.. Elbette ki kimse arzu etmez. Öyle ise böyle güzel amelleri elden çıkaracak olan çirkin hareketlerden pek kaçınmalıdır...









    267. Ey imân edenler!. Kazandığınız şeylerin, ve yerden sizin için çıkarmış olduğumuz şeylerin temizlerinden harcayınız. Ve öyle kötüsünü vermek kastinde bulunmayınız ki, siz ondan harcarsınız da kendiniz ise onun hakkında göz yummadıkça alıcısı olmazsınız. Ve biliniz ki, şüphe yok Allah Teâlâ zengindir, övülmüştür.

    267. Bu âyeti kerime, kazanç yollarını ve yapılacak malî yardımların ne gibi mallardan yapılacağını bildirmektedir. Şöyle ki: (Ey imân edenler); Ey Allah Teâlâ'yı tasdik, onun dinî hükümlerini kabul eden müslümanlar! Ticaret san'at gibi bir servet vasıtasıyla (kazandığınız şeylerin) paraların ve sairenin (ve yerden sizin için çıkarılmış olduğumuz) ekinlerin, meyvelerin, madenlerin ve benzeri (şeylerin temizlerinden) iyilerinden, helâllarından Allah yolunda harcayınız. İcap eden zekâtınızı veriniz, fakirlere tesaddukta bulununuz. (Ve öyle kötüsünü) aşağısını, haram olanını zekât veya sadaka için (vermek kastinde bulunmayınız ki) bu husustaki dinî vazifenizi lâikiyle yapmış olasınız. Öyle kötü bir mal nasıl infak edilebilir ki, (siz ondan harcarsınız da kendiniz ise) size alacağınıza karşılık olarak verilecek olsa (onun hakkında göz yurumadıkça) müsamaha etmedikçe, sıkılmadıkça veya hakkinizin büsbütün zayi olacağından korkmadıkça onun (alıcısı olmazsınız.) Artık nefsiniz hakkında uygun görmediğiniz böyle bir şeyi başkası hakkında nasıl uygun görebilirsiniz?. (Ve biliniz ki şüphe yok Allah Teâlâ zengindir) sizin harcamanıza ihtiyacı yoktur, bununla emretmesi sizin fâideniz içindir. Ve Hak Tealâ (övülmüştür) mahlûkatı için pek büyük nimetler ihsan buyurmuştur. Her şekilde hamd ve şükre lâyıktır. Artık o Yüce Yaratıcının rızâsına uygun şekilde harcamaktan ayrılmayınız.

    § Malumdur ki, bir milletin iktisat sahasında yükselebilmesi için hem yurdunun arazisinden, madenlerinden ve sair tabiî kaynaklarından istifâde etmesi, hem de ticaret, san'at gibi bir şey ile uğraşması lâzımdır, İşte bu âyeti celile, bizlere bu iki yolun lüzumuna, meşruiyetine işarette bulunmaktadır.









    268. Şeytan sizi fakirlik ile korkutur ve sizlere çirkin şeyler ile emreder. Allah Teâlâ ise size kendi katından bir mağfiret, bir lütuf vaad buyurur. Ve Allah Teâlâ geniştir, bilendir...

    268. Bu âyeti kerime, dinî vazifelerin yerine getirilmesine mâni olacak şeytan tabiatlı kimselerin aldatmalarına bakılmamasına işaret etmektedir. Şöyle ki: (Şeytan) iblis veya her hangi bozguncu bir şahıs veya kötülüğü emreden nefis (sizi fakirlikle korkutur) malınızı harcarsanız züğürt kalırsınız diye sizi hayırdan men'e çalışır. (Ve sizlere çirkin) ahlâka muhalif, fuhşiyattan sayılan (şeyler ile emreder) o fena şeylere teşvikte bulunur. (Allah Teâlâ ise) Ey Allah rızâsı için harcamada bulunacak müminler!. (Size kendi katından bir mağfiret, bir lütuf) ve kerem (vaad buyurur) yapacağınız harcamadan dolayı Cenab'ı Hak'kın af ve mağfiretine, lütuf ve keremine nail olacaksınızdır. O harcayacağınız mal, mükâfatsız kalmıyacaktır, ve ondan dolayı fakir düşmeyeceksinizdir.. (Ve Allah Teâlâ geniştir) onun lütuf ve keremi boldur ve (bilendir) yaptığınız harcama ve diğer şeyler ona tamamen malumdur. Artık şeytanın vesvesesine kapılmayın, üzerinize düşen malî, bedenî vazifeleri ifaya çalışınız ki. Yüce Rabbinizin affın, lütuf ve ihsanını elde edesiniz.









    269. Dilediğine hikmet verir. Kendisine hikmet verilmiş olan bir kimse ise muhakkak ona bir çok hayır verilmiş olur. Ve bunu ancak halis akıl sahipleri tefekkür eder.

    269. Bu âyeti kerime, hikmetin kadrini ve onu hangi zatların takdir edebileceğini göstermektedir. Şöyle ki: Allah Teâlâ, kullarından (dilediğine hikmet verir) güzel amele götüren ilim verir, eşyanın hakikatini anlama kudreti verir, İlâhî emirlerin faidelerini, gayelerini anlayabilme kabiliyeti verir, derin anlayış ve fazilet ihsan buyurur. Böyle (kendisine hikmet verilmiş olan bir kimse ise) pek mutludur. Pek büyük bir ilâhî lütf a kavuşturmuştur. Çünkü (muhakkak ona) o kendisine hikmet ihsan buyrulmuş olan zata (birçok hayır verilmiş olur.) Bu sayede ebedî selâmet ve saadete aday olmuş olur. (Ve bunu ancak hâlis akıl sahipleri) temiz düşünüşe, aydın bir ruha sahip bulunan zatlar (tefekkür eder) anlarlar. Bunun büyük bir Allah vergisi olduğunu takdir ederek kulluk görevlerini tam bir şevk ile, hoş bir şükran hissi ile ifaya çalışır dururlar. Ne büyük muvaffakiyet!..

    § Hikmet kelimesi, çeşitli şekillerde tarif edilmiştir. Kısacası, Cenab'ı Hakka isnat olunan hikmetten murad, bütün cüzî ve idi Mî şeyleri bilmesi ve bunları son derece sağlam ve kuvvetli olarak icat etmesi demektir. Bu cihetle Cenab'ı Hakkın bir mukaddes ismi de (hakimdir.) insanlara göre hikmet ise eşyanın hakikatini imkân nisbetinde bilmek ve iyiliğe çalışmaktır. Hikmetle vasıflanmış olan zata ve hikmeti içeren şeye de (hakim) denir. Lokman hekim. Kur'ân'ı Hakim gibi. Maamafih hikmet tabiri şu gibi mânâlarda da kullanılmaktadır: (I) Kur'ân'ı Kerim, (2) İlim ve anlayış, (3) Allah'a ait ilim, (4) Peygamberlik, (5) Şüpheden beri olan ruhanî işaret, (6) Din ve dünyanın iyiliği, (7) Eşyanın hakikatini bilmek, (8) Kâinatın yaratılmasındaki faydayı ve var oluş gayesini bilmek. (9) İlâhî emirlerin fayda ve gayesini anlamak, (10) Güzel fi".illeri yapma alışkanlığı (11) Siyaset sahasında insanlığın gücü ölçüsünde ilâhî hükümleri uygulamak, (12) Allah'ın ahlâkı ile ah I aklan m ak, ahlâkî faziletlerle donanmak, (13) Her şeyi lâyık olduğu yere, mertebeye koymak, adaletin öngördüğü şekilde harekette bulunmak, (14) İcat, fâideli bir şey meydana getirmek, (15) Ruhların sükûnete kavuşarak tatmin olması. (16) Bir nurdur ki, hakikat ile vesvesenin, hak ile bâtılın arasını ayırır, (17) Faydalı ilimdir ki, güzel amellere sebep olur...

    İsterim her yerde bir hurşidi hikmet parlasın.

    Her cihetten pertev ilmü fazilet parlasın...

    İsterim her yerde bir hikmet güneşi parlasın.

    Her yönden ilim ve fazilet ışığı parlasın.









    270. Ve nafakadan her ne harcarsanız veya adaktan her ne kadar iseniz şüphe yok ki Allah Teâlâ onu bilir. Ve zalimler için yardımcılardan bir fert yoktur.

    270. Bu âyeti kerime, yapılacak sadakalara ve adaklara dikkat ve riâyet edilmesinin lüzumuna işaret etmektedir. Şöyle ki: Ey müslümanlar!. Hak Tealâ size yapacağınız iyiliklerden dolayı mağfiret ve fazilet ihsan buyurur. (Ve nafakadan) fakirlere, münasip yerlere vereceğiniz sadakalardan az olsun çok olsun, gizlice olsun aşikâre olsun ve zekât yoluyla olsun veya nafile yolu ile olsun (her ne sarfederseniz veya) bir şarta bağlı olsun veya olmasın (adaktan her ne adarsanız şüphe yok ki. Allah Teâlâ onu) o yaptığınız infakı veya adağı (bilir.) Yani: Yapacağınız infak veya adak, Allah yolunda mıdır, nefis ve heves uğrunda mıdır, iyi niyete bağlı mıdır, yoksa gösteriş için midir, gayri meşru bir gayeden dolayı mıdır, bütün bunları Cenâb-ı Hak bilmektedir. Artık ona göre hareket etmelidir. Bu yaptıklarınız Allah rızası için olmayıp da sırf hava ve hevesinizin bir eseri ise nefsinize zulmetmiş, kendinizi mükâfattan mahrum bırakmış olursunuz. (Ve zalimler için) ise (yardımcılardan) âhirette kendilerine yardımcı olacak (bir fert yoktur.) Onlar gelecekte bir dost, bir yardımcıya kavuşamayacaklardır. O halde kendileri için dünyada dost zannettikleri şeytan tabiat, aldatıcı şahıslar, yarın âhirette yardım edecek bir durumda bulunamıyacaklardır. Artık ne için böyle kimselere güvenerek gayrimes.ru hareketlerde ve harcamalarda bulunmalıdır...

    § "Nezr" Cenab'ı Hak'ka saygı için mubah olan bir fi'li üzerine almak, onun yapılmasını kendine vacip kılmaktır. Bunun türkçesi adaktır. Bu ya bir şarta bağlı olur veya olmaz. Meselâ: Nezrim olsun, rızâyı hak için bir kurban keseyim, denilse bu bir mutlak nezir olur. Fakat, filân isim görülürse Allah rızâsı, için bir kurban keseyim denilse bu şarta istenen bağlı bir nezir olur o is görülmedikçe bu kurban lâzım gelmez. Bir de nezre dilen şeyin cinsinden bizzat yapılması istenen bir farz veya vacip bulunmalıdır. Binaenaleyh nezrim olsun bir gün oruç tutayım denilse bu sahih bir nezir olur, bunu yerine getirmek lâzım gelir. Fakat, "nezrim olsun filân hastayı ziyaret edeyim" denilse bu sahih bir nezir olmaz çünkü hastalan ziyaret övülecek bir şey ise de herhalde farz ve vacip değildir.

    Maamafih nezirler, dünyevî bir maksadın meydana gelmesi için yapılmamalıdır. Meselâ: Filân isim yoluna girerse bir kurban keseyim gibi nezirlerde bulunmamalıdır. Çünki yapılacak bir ibâdet, verile
#18.03.2013 11:16 0 0 0