Nar Ağacı Kitap Özeti - Nazan Bekiroğlu

Son güncelleme: 20.07.2013 22:31
  • Kitap özetleri - Nazan Bekiroğlu hikayeleri - Nar ağacı kitabının özetiBu hikaye görünürde yazarın dedesinin nasıl olup da Tebriz'den gelip Trabzona yerleştiğini ve burada yazarın anneannesiyle tanıştığını ve bu serüvendeki duraklarını anlatır. Fakat aslında hiç de yazarın hikayesi değildir.Sahibi benim,sensin, benim dedem, senin ninen,benim büyük annem.Bu toprakların tozunu toprağını kullanarak aşkla mayalanmış gönül denen teknede, kabarmış taşmış bir hikaye öyle ki dolmuş bütün yüreklere.

    İskeletini aşk oluşturuyor,evet. Setterhan'ın yüreğine gömülen de aşk, Sofya'nın yüreğine gömülen de.En nihayetinde Zehre'nın yüreğine atılacak köprüler de aşk. Ama nedir iskelet? Vücudun ayakta durmasını sağlayan iskeletse onu sarıp sarmalayan deridir, yaşamın devamı için çalışanlar organlardır, ve en mühimi kalptir. Ve bana göre Setterhan bu romanın iskeleti olabilir evet ama romanı vücuda bürüyen, iskeleti sağlamlaştıran, dolduran ve en mühimi ona kalp olan şey yazarın o müthiş anlatımı ile savaşın hallerinin anlatıldığı bölümlerdir. Savaşı ve savaşın yakıp yıktığı hayalleri, kırıp döktüğü haneleri, silip süpürdüğü umutları, bir darbe ile devirdiği o yiğit delikanlıları, masum güzel kızları anlatır. Ve sanki masumiyet bile o kızlarla birlikte ölüp gitmiş gibidir.

    Setterhan'ın Azam'a olan aşkı, Piruz'un arkasından bir hikaye geleceği, Sofya ile yaşadıkları ve hatta Zehra ile nasıl olup da birleşecekleri merak konusuydu ve akıcı bir şekilde okuttu kitap kendini. Azam'da Tebriz'i, Piruz'da eski inançları, Sofya'da Batum'u, Rusya'yı ve Zehra'da Anadolu'yu sermiş önümüze ve bir öğretmen edasında anlatıyordu yazar. Öyle bir sunum ki ortaya çıkan, kitap bir eser değil; her bir kelamı her bir cümlesi sanat eseri. Sanki bütün kelimeler seçilip cımbızla yerleştirilmiş, sanki her bir cümle için ayrı bir fırça kullanılmış. Aynı yemek tarifi kullanıldığı halde tutturulamayan yemekler gibi herkes tarih anlatmıştı bize evet ama bu tadı tutturan çok azdı. Annenin "eli değmesi" gibi bir şeydi bu ve bu kitabı da Nazan Bekiroğlu dokunuşu böyle etkileyici kılmıştı.

    Şahsen ben daha önce yaşamışımdır, usta tarihçi diye kitabını alıp da bir türlü bitiremediğim, "Olmaz bu kitabı okumalıyım" deyip de kaç defa tekrar başlayıp yine yarım bıraktığım...Ne çılgın günler! Benim için sanatsız, düz anlatımlı bir kitap kurak bir toprak gibidir, kitap dediğinde dal dal açmalı çiçek, bağ bağ olmalı üzüm, serin serin esmeli çam ağaçları.Fakat şunu da söylemeliyim ki betimlemelerden hoşlanmıyorsan, sözlerin fazla süslenmesini sevmiyorsan işte o zaman bu kitap sana bitmeyecekmiş gibi, çok yavaş ilerliyormuş gibi gelebilir ki öyle bile gelse bırakma çünkü öyle kapılar açılıyor ki kitapta ardı ardına,yavaş yavaş çıktığın bu gezintiyi koşa koşa bitirdiğini fark edeceksin.Açılan her kapının ardına ayrı bir hikaye, ayrı bir hüzün, ayrı bir tasa.

    Karakterlerden de bahsetmek lazım kısaca ancak karakterlerin her biri öyle güçlü ki hepsi ayrı ayrı bağımsızlığını ilan etmiş durumda; hepsinin küfesinde öyle yükler var ki ne bir gram az gelir diğerinden ne bir gram fazla...Bir ara " Yazar neden bunu iki kitap haline çıkarmadı" diye düşündüm.Zehra ile Setterhan'ı o bahçede bıraktım ya yetmedi bana; ırmaklar buldu birbirini birleşti ya nereye akar bundan sonra nasıl coşar bilmek istedim. Zehra ile Setterhan'ın bahçe kapısını kapattım aralamak için başka kapıları.Dedim ya her kapının ardında başka karakterler, başka hikayeler ar ve de öylesine sahici ki..Olur ya bazen bazı roman karakterlerini sorgularız, sonuçta bir kurgudur ancak mantık hataları gözüne batar.Bu kitap da mantık hatası bulmak çok zor.Zaten hikayeye kendini öyle kaptırıyorsun ki aramak da aklına gelmiyor.

    Aralıyorum başka bir kapıyı Piruz'u görüyorum, bir başkasında Mirza Han,Sofya...Fakat sonunda yazar bizi öyle bir kapının önüne getiriyor ki, kapı aralandığında taşan yükler oturuyor yüreğime bir karabasan gibi...Bu kapının ardında savaşın en çıplak en acımasız hali var..Hacıbey o evde kaldı ya bir başına orada tutuşmaya başladı ruhum, öyle gerçekti ki Siranuş, Anuş sanki ben de oradaydım.
    "Bir de" diye seslendi "Sıcak ekmek içini çok sever.Unutmayın.Bir de ağlar da susmazsa şekerli su yapın.Bir de ateşi yükselirse...Bir de hıçkırığı tutarsa..."

    alıntı
#20.07.2013 22:31 0 0 0