Zamanın Durduğu Kent Mardin

Son güncelleme: 05.10.2013 18:58
  • mardin şehri - mardin kenti -- mardin ili - mardin tanıtımı - mardin hakkında
    Mardin, mimari, etnografik, arkeolojik, tarihi ve görsel değerleri ile zamanın durduğu izlenimini veren Güneydoğunun şiirsel kentlerinden biridir. Mardin, farklı dini inanışlar paralelinde, sanatsal açıdan da tarihi değeri olan camiler, türbeler, kiliseler, manastır ve benzeri dini eserler barındırmaktadır.
    Mardin, İpek Yolu güzergahında olan en değerli tarih ve kültür hazinelerinden biridir. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Yukarı Mezopotamya havzasında bulunan Mardin, güneyinde Suriye, doğusunda Şırnak ve Siirt, kuzeyinde Diyarbakır ve Batman, Batısı Şanlıurfa ile çevrilidir.
    Mardin dağlarının, Mazıdağı, Derik, Midyat, Savur ve Nusaybin yörelerine sokulan yüksek kesimlerinde, Meşe ağaçlarından oluşan topluluklara rastlanır.
    İklim olarak Akdeniz iklimi ile karasal iklimin ortak özelliklerine sahiptir. Yazları çok sıcak ve kurak, kışları ise yağışlı ve soğuktur.
    Fırat ve Dicle nehirleri arasında Mezopotamya bölgesinde, tarih boyunca pek çok medeniyet yerleşmiştir. Bir dağın tepesinde kurulmuş olan Mardin, Yukarı Mezopotamya'nın en eski şehirlerinden biridir.
    M.Ö.4500' den başlayarak klasik anlamda yerleşim, gören Mardin, Subari, Sümer, Akad, Babil, Mitaniler, Asur, Pers, Bizans, Araplar, Selçuklu, Artuklu, Osmanlı Dönemi'ne ilişkin bir çok yapıyı bünyesinde harmanlayabilmiş önemli bir açık hava müzesidir.


    GEZİLECEK YERLER

    Dara Harabeleri
    Mardin'in güneydoğusunda 30 km. uzaklıkta Oğuz Köyü'ndedir. Burası eski Mezopotamya bölgesinin en ünlü kentidir.
    Dara Kent Kalıntıları, kayalar içinde oyulmuş çevresi 8-10 kilometreyi bulan geniş bir alana yayılmıştır. Buralarda mağara evler vardır. Kent kalıntıları içinde kilise, saray, çarşı ve depoları, zindan, tophane ve su bendi halen görülebilmektedir.
    Ayrıca köyün etrafında kayalara oyulmuş 6-7 kadar mağara eve rastlanır. Bunların tarihi Geç Roma (Erken Bizans) dönemine kadar gider.

    Midyat
    Mardin gibi bir müze kent olan Midyat, Mardin'den yaklaşık 1.5 saat uzaklıkta yer alır. Mardin'e benzer evlerin, taş konakların, kemerli geçitlerin, minare gibi yükselen çan kuleleriyle Süryani kiliselerinin bulunduğu Midyat, bir ortaçağ kentini andırmaktadır. Bölgeyi Süryanilerin yavaş yavaş terk etmesi ve göç almasıyla şehir merkezi 2 km ötedeki Estel'e kaymıştır. Telkari diye bilinen taş işçiliğinin en güzel örnekleri Midyat'taydı. Bir kaç telkari ustası Midyat çarşısında mesleklerini sürdürmekte direniyorlar. Mutlaka izlemelisiniz....
    Mardin'in bu çok önemli ilçesi gümüş işçiliğiyle de ünlüdür. El sanatları açısından önemli bir yöre olan ilçe turistik açıdan oldukça çekicidir. İlçenin 18 km. doğusunda bulunan Deyrulumur Manastırı M.S.397 yılında inşa edilmiştir.M.S.640 yılında Hz. Ömer zamanında Arap-İslam ordusu Süryanilerle işbirliği yaparak Mezopotamya'ya girince,özellikle bu eserin korunması için Hz. Ömer' in emri ile ayrıcalık tanımıştır. Manastırda eskiden içinde zengin bir kütüphane bulunmaktaydı. Ayrıca içinde binlerce öğrencinin eğitim aldığı bir teoloji fakültesi bulunmaktadır. Midyat'ta Meşe, Bitim, Antepfıstığı gibi ürünler ve kendine has acur, kavun yetiştirilir. Dünyanın en kaliteli üzümlerinin yetiştiği kavşak noktasıdır.

    Mardin Kalesi
    M.S.975-976 tarihlerinde Hamdaniler tarafından inşa ettirilmiştir. Kalede, cami, hamam, mahzen ve birçok ambar bulunmaktadır.

    Dara Kalesi
    Mardin'in 30 km. uzaklığındadır. Kale, İran Hükümdarı tarafından inşa ettirilmiştir

    Cami, Kiliseler ve Manastırlar
    Önemli bir İnanç Turizmi merkezi olan Mardin'de merkezde Ulu Cami, Meryemana Kilisesi ve Patrikhanesi, Mor Yusuf Kilisesi (Surp Hovsep), Deyruülzzafaran Manastırı (Mor Hananya), Deyrulumur Manastırı (Mor Gabriyel), Mor Yakup Manastırı (Nusaybin), Midyat Meryemana Manastırı ve Mor Dimet Manastırı görülmeye değerdir.
    Zinciriye Medresesi, Mardin merkezde olup, 1214 'de inşa edilmiştir. Kasımiye Medresesi Mardin'in güneybatısında yer alır ve Mardin yapılarının en büyüklerindendir. 1469-1503 yıllarında yaptırılmıştır.

    Mağaralar
    Mardin Gızzelin Mağarası (İplik Dokuma), Midyat Linveyri Şifa Mağarası, Mardin Şakolin ve Firiye, Midyat Kefilsannur, Midyat Şenköy Kefilmelep, Kefilmardin, Midyat Hapisnas, Midyat Tınat, Savur Kıllıt, Kızıltepe Hanika ve Salah, Nusaybin Hessinmeryem ve Sercahan, Mazıdağı Gümüşyuva ve Avrıhan, Derik Derinsu, Dırkıp, Haramiye Mağaraları Mardindeki mağaralardır.


    Ne alınır?
    Gümüş işlemeli telkari, badem şekeri, leblebi ve ceviz sucuğu.

    Ne yenir?
    Mardin'in çok özel yöresel yemekleri mevcuttur. Özellikle kıbbe, çiğ köfte, keşkek, zerde, cevizli sucuk, helva çeşitleri, cevizli tatlılar yenebilir.

    Yapmadan ayrılmayın:
    Mardin Müzesi, Deyrulzaferan Manastırı ile Kasımpaşa Medresesi görmeden,
    Şiir gibi işlnemiş taş işlemeli yapılarını fotoğraflamadan,
    Badem şekeri, leblebi, ceviz sucuğu tatmadan,
    Telkariden gümüş işleme almadan,
    Kiraz Festivaline gitmeden,
    dönmeyin.

    Nisan'da güvercin yarışması

    noimage

    Mardin'de, Nisan ayında düzenlenecek 'Güvercin Yarışması' için başvurular başladı.
    Mardinli güvercin severler tarafından Tarihi Hatatlar Çarsısı'nda düzenlenecek olan yarışmaya başvurular başladı. İleride uluslararası bir platformda yapılması düşünülen yarışmaya çeşitli bölgelerden yaklaşık binin üzerinde kuş severin katılması bekleniyor.
    9 kişilikten oluşturulan hakem komite Başkanı Nihat Toparlı, yüz yıllardan beri Mardin'de yaşayan insanların güvercinlere büyük önem verdiklerini belirterek, "Mardinliler yüzyıllardır taklacı güvercinleri beslemektedir. Tarihte güvercin her alanda barışın ve sevginin sembolü olmuştur. Bizler bu sembolü barış sevgi, hoşgörü ve anlayış içinde daha ileriye götürmeli ve bu aşamada birbirimize karşı saygılı olmalıyız" dedi. Nihat Toparlı, yapılacak yarışmada dereceye girecek güvercinlere cinslerine, ayaklarına, renklerine, duruş, güzellik ve ihtişamına göre puan verileceğini belirtti.
    Mardin Güvercinleri Koruma ve Yetiştirme Derneği Başkanı Veysi Toparlı ise düzenlenen yarışmanın festival olmadığını belirterek, "Düzenlenecek olan festival değil sadece bir yarışmadır. Bu da derneğimize üye olmayan kişiler tarafından kendi aralarında yapılmaktadır"dedi. Dernek Başkanı Toparlı, güvercin bakıcılığının bir sevda olduğunu belirterek, bu sevdanın kişiyi dinlendirdiği gibi, kötü alışkanlıklardan da alıkoyduğunu söyledi.

    Mardin Ulu Cami ve ünlü güvercinleri

    noimage

    Mardin'de Güvercinim
    Ben özgürce kanat çırptım hep... Nuh’un gemisindeki kılavuzdum şu anda kaleye konan... Ben Hıristiyanlıkta kutlu bir haber, Şehidiye Camisi’nde sessiz bir bakışım... Ben desenli, renkli, sade, huzurlu Mardin güverciniyim...
    Ovanın sessiz sevdasıyım.
    Aşıkların haber ümidi, badem çiçeklerinin sırdaşıyım...
    Ben bir Mardin güverciniyim,
    Kanatlarımı Gılgamış ihtişamıyla donattım.
    Hep huzurla uçtum semalarda...
    Artukluya selam verdim sadakatle...
    Kalenin önünde eğilip, Kasımpaşaya ölümsüzlüğünü müjdeledim kanatlarımla...
    Ben kaleden rüzgarını alan yelkenliyim. Mardin’de taş yapıtların, medreselerin, kilise ve camilerin arasında saklambaç oynarım. Benim kıblem ova, pusulam Ulucami’dir. Kale güverciniyim, kaya güverciniyim. Ben kırların iyi hava habercisiyim. Hintlilerin meşhur takla güvercininin bile başını döndürürüm. Çünkü ben Mardin güverciniyim.
    Atatürk, Mardin için Paşa olduğum diyar sözünü sürekli kullanmıştır.
    Atatürk’ün hayatında önemli bir dönüm noktası vardır. General olduğunun müjdesini Mardin’de alan büyük komutan bu olayı bir çok yerde ve zamanda dile getirmiştir.
    Mardinliler bir gece önce aralarında Albay olarak gördükleri Mustafa Kemal’i ertesi gün pırıl pırıl General apoletleriyle Mustafa Kemal Paşa olarak selamlamışlardır. Hem de 35 yaşında genç, heyecanlı bir paşa olarak.
    Atatürk’ün Mardin’e ikinci gelişi yaklaşık bir yıl sonra 1917 yılının Şubat ayına rastlar. İkinci Ordu Komutanlığına vekalet ettiği günlerde, Hicaz Cephesi Kuvvetleri Komutanlığına atanan Mustafa Kemal Paşa, beraberinde Dr.Yarbay Hüseyin, Binbaşı Rıfat Bulca, Yaver Cevat Abbas, Yüzbaşı Neşet Bora, Yüzbaşı Rauf, Emir Subayı Şükrü Tezer’le Mardin’e gelmişlerdir.
    Mardinliler Atatürk’ü coşkun bir törenle karşılamışlardır. Atatürk o günün gecesinde Mardin Belediye Başkanı Hıdır Çelebi’nin evinde Mardin’in ileri gelenleriyle birlikte konuk olmuştur. Şehrin ileri gelenlerinden Abdurrahman Kavvas, Atatürk’e Samur derisinden bir kürk hediye etmiştir. Bu değerli armağan halen Konya’daki Atatürk Müzesi’nde bulunmaktadır.

    Her dinin varolduğu Mardin

    noimage

    Mardin hakkında bir yazı
    KARTAL KALESİ VE ŞAHİN YUVASI MARDİN’DE KİLİT TAŞLARI
    Mardin...
    Kartal yuvası...
    Şahin Kalesi, Karga kalesi ve Güvercin yurdu...
    Kuşlarla bu kadar yad edilen, onlarla simgelenen başka şehir var mı bilmiyorum. Mardin.. Kaleler diyarı… Dik duruşun, sertliğin, haşmetin ve aşağısında sonsuz ufuklara uzanan derinliğe hükmetmenin gururunu taşıyan coğrafya. Mardin kalesi, kartal yuvası olmuş bir zamanlar... Sonra Araplar arasında asalet, hız, çeviklik ve kahramanlığın sembolü olan ve “Baz” da denilen Şahin Kalesi olmuş... Kartal ve Şahin .. Tarihte pek çok kavim, kahramanlık ve güçlerini kartal ve şahin ile simgeleştirmiş ve bu kuşları bir şekilde tarihi anıt ve yazıtlarına ve son olarak alem ve bayraklarına resmetmişledir.
    Tarihi M.Ö. 4500 – 3500 yılları arasında Mezopotamya’da yaşayan Sübarilere dayanan Mardin’de bu döneme ait kalıntılar Nusaybin’in doğusunda bulunan Gırnavaz ören yerinde bulunmuştur. O dönemden günümüze kadar bu topraklar yerleşim alanı olarak kullanılmışlardır. Daha sonra bu coğrafyada Sümerler, Akadlar, Babilliler, Asurlular, Urartular, Persler, Romalılar, Bizanslar, Araplar, Selçuklular, Artuklar, Hemdaniler, Mervaniler ve nihayet Osmanlılar gelip geçmişler ve hepsi arkalarında kendi dönemlerin izlerini bırakmışlardır. İşte Mardin tüm bu medeniyet ve kültürlerin ortak mirası olarak günümüze kadar gelmiştir.
    Mardin aslında bir tek coğrafyayı veya şehri anlatmıyor. Mardin deyince bu coğrafyada yaşayan insanların hayal dünyasında canlanan gizem, ihtişam, heybet ve mistik mekanlar ve devlerin tarihi akla gelir. Kartal yuvası veya Kal’at-ul Baz yani Şahin Kalesi adları da verilen merkezdeki Mardin Kalesinin hemen yanı başında Kalat-ul Mar’a tüm yükseklik ve ihtişamına rağmen karşısındaki Kartal Yuvası karşısında masum ve uslu durmaktadır. Adeta bir kız gibi. Zaten adı da oradan geliyor. Hem sessiz sakin, hem de asıl kaleyi gelecek tehlikelerden koruyacak bir konumda kız kalesi. Karşısında duruyor Şahin kalesinin. Ve kaleler buradan itibaren ard arda sıralanır güneye doğru.
    Biraz ötede Anır Kalesi… Bir mabedin kalıntılarını omuzlarında taşıyor hala. Deyrulzafaran Manastırının arka tarafındaki yüksek tepenin üstünde zamana direnen kalıntıları günümüze taşıyor. Bu kale de şahin yuvasının gözetiminde ama sanki hep merkezi koruyan ve gelecek tehlikeleri önceden haber alan bir konumda… Biraz daha güneye iniyoruz Çok değil 30 kilometre aşağıda... İşte Dara... Dara Pers hükümdarı meşhur Darius’dan adını alan tarihin çağımıza tamamen tahrip olmadan ulaştırdığı en muhteşem miras... Yukarı Mezopotamya’nın geçmişteki en muhteşem ve ünlü şehri... Tiyatro sahneleri, muhteşem su sarnıçları, belki de tarihteki ilk baraj, köprü ve en az 40 metre derinliğindeki zindanı ile günümüzde bile insana heybet ve ürperti veren bir mekan. Dara Kalesinin himayesinde kendisine yönelecek bakış ve ilgiyi bekliyor.
    Dedik ya Mardin bir tek kale değil. Kaleleler topluluğu ya da coğrafyası. Daha doğrusu kaleler medeniyeti. Evet, kaleler medeniyeti. İşte biraz daha aşağıda Nusaybin ve Midyat dağları arasında Hamdanilerin inşa ettiği Aznavur kalesi.. Güneyde Suriye ovasına hakim bir tepede kurulan bu kalenin yüksekliği zeminden 800 metre .Bütün terkedilmişliğine rağmen görenleri hayrette bırakıyor.
    Ve Marin Kalesi. Tarihteki Merdis şehrinin üzerinde kurulu olduğu yüksek kayalığın üzerinde bütün ihtişamına rağmen gözlerden neden uzak tutulduğu pek anlaşılmayan Marin Kalesi... Su sarnıçları ve mahzenleri insan tahribatından korunmuş belki de en ilginç kalelerden biridir Marin kalesi. Burçlarının yüksekliğinin 20 metre olduğunu düşünürseniz kalenin ihtişamını daha iyi anlarsınız.
    Sadece merkezden güneye doğru uzanan kaleleri saydık. Mardin merkezdeki Şahin Yuvası ya da Kartal Kalesinin etrafında Erdemeşt Kalesi, Rabat Kalesi, Dermetinan Kalesi, Savur Kalesi, Haytam Kalesi ve daha pek çok saymadığımız kalelerle etrafı adeta kale şeklinde muhafaza edilmiş “kartal yuvası” gibi Mardin kalesi durmaktadır. Adeta kalelerin kartalı ve arap kültüründeki baz kuşuna yani şahine izafe edilen sıfatları yüklenmiş Mardin Kalesi...
    Ancak ne yazık ki, Mardin Kalesinin tarihte başka bir kuşa izafe edilmiş adı da vardır . Kal’at-ul Gurab. Yani Karga Kalesi... Kartal, şahin ve karga... Yan yana gelmemesi gereken sıfat ve semboller. Ama her yükselişin, her ihtişam ve zirveye çıkışın bir de iniş ve hezimet zamanları vardır. Etrafındaki bunca muhteşem kalelere rağmen tarihin seyri içinde kimsesiz yetimler gibi sadece kargaların uğradığı sessiz bir mekan olmuştur. Elbette şahinlerin ve kartalların uğramadığı ve olmadıkları mekanlara kargalar uğrayacak ve orayı yurt edinecekler. Aslında işte şimdi günümüzde Marin kalesinden tutun da Dara’ya kadar bütün bu muhteşem tarihi ve mistik mekanlarda sadece kargalar değil, ama maalesef terk edilmişliğin sembolü olan baykuşlar mekan tutmuştur.
    Kartallar ve şahinler bu diyarları terk edeli çok uzun zaman olmuş. Kargalar da yerlerini hüznün ve yasın temsilcisi baykuşa devretmiş durumda… Ama sürekli yas ve hüzün yakışmazdı bu mekanlara. Çünkü bu coğrafya Mezopotamya’nın kalbidir. Mezopotamya’nın can damarıdır ve merkezidir buralar. Öyle ise Mardin’e yeni bir misafir kuş lazımdı… ve Mardinliler de o kuşu zaten çoktan bulmuş durumdalar.

    GÜVERCİN...
    Kartallar uçup gittiler, şahinler de öyle... Şimdi güvercinler Mardin’in sonsuza uzanan Kızıltepe Ovası'na bakan düz damlı evlerde yeni şehrin simgesi olmaya çoktan başlamışlardır. Mardin ve güvercin...

    MARDİN VE GÜVERCİN
    Roma , Pers, Arap ve diğer kavimlerin asırlarca hakimiyet mücadelesine sahne olan bu kaleler diyarını Hz. İsa’dan sonra semavi dinlerin etkisinin bölgeye girmesi ile Mistik bir hava hakim olmaya başladı. Süryanilerin Hıristiyanlığa girmesi, bölgeye dinlerin ve Hz. İsa’nın nefesinin gelmesine vesile olmuş, Mardin’inin güney bölgesine bu günkü Midyat bölgesine Turabidin yani “ibadet edenlerin dağı” adı verilmiştir. İşte bu maneviyat iklimine Hz. Ömer döneminde İslam’ın havası ve rüzgarı da gelmeye başladı. Selçuklular, Hemdaniler, Artuklular ve Mervanilerin de bölgeye gelmesi ile kartal ve şahinlerin yerini uzun zamandır alan kargaların yerini güvercinler almaya başladı.
    Güvercin barışın, hoşgörünün, sevginin simgesidir. Kartal ve şahin ne kadar haşin, sert ve vahşiliğin sembolü iseler; bunların aksine güvercinler, evcil, dost ve barış ikliminin sakinleridir. Hıristiyanlardan önce bölgede bulunan pek çok inanç toplumu İslam’ın bölgeye gelmesiyle hep beraber bir arada yüz yıllarca hiçbir baskı ve inkara uğramadan ama yan yana içe içe yaşadılar. Çünkü artık damlarında güvercinler vardı Mardinlilerin
    İşte o inanç ve maneviyat ikliminde izleri ve varlıkları günümüze kadar gelenler. Şemsiler, Yahudiler, Hıristiyanlar (bütün mezhepleri) Müslümanlar, Yezidiler… İnançlarını taşlara, taşları mabetlere, nakış nakış işleyen bu topluluklar sosyal hayat içinde birbirlerinden asla ayrılmamış ama mabetlerin derinliklerine daldıklarında kendi inançlarının özgünlüğünü koruyarak bildikleri şekilde rableri ile baş başa kalmışlar. Ama dışarı çıktıkları zaman aynı duvar dibinde tatlı sohbetlere dalmışlar, beraber ziraat yapmışlar, ortak olmuşlar, aynı kahvenin kürsülerinde karşılıklı çay içmişlerdir.
    Mardin’den Kızıltepe ovasına, oradan da Suriye’ye bakan yüksek yamaçta ufkun sonsuzluğunda geleceğe dönük berrak ve engelsiz düşüncelere bakan Müslümanların medreselerinden bir güvercin kalkar yine Kal’a-tul Mar’anın arkasında Anır Kalesine dayanmış 1500 yıllık Deyrulzafaran Manastırının bahçesindeki pınardan suyunu içer.
    Midyat’ta Cevat Paşa Camisinin minaresinde çevresine bakan bir güvercin 50 metre ötedeki… Kilisesinin damında konaklar. Çünkü güvercin barış elçisidir. Barış habercisidir.
    Midyat’ta hala Müslümanlarla Süryaniler iç içi yaşarlar. Köylerde ve şehir merkezinde onlarca cami ve kilise yan yanadır hala. Bir yanda Artuklu ve Eyyübi ve Selçuklu kültürünün izlerini günümüze taşıyan Hasankeyf, Mardin merkezine selam dururken, öte yandan Süryani kadimlerin ilk yerleşim yerlerinden olan Turabidin’den Mardin’e selam götürür güvercinler.
    Cevat Paşa camisinde namazının kılanlar biraz yukarıdaki kiliseden çıkan Süryani cemaatle duvar dibindeki gölgelikte ve çarşıdaki kahvede yan yana çay içer, oyun oynarlar. Ortaklıkla çalıştırdıkları dükkanlarda ticaret yapan Mustafa ile Yuhanna ibadet vakti gelince hiçbir olumsuz hareket ve davranış moduna girmeden biri kiliseye diğeri camiye gider, daha sonra işyerinde ortaklığa devem ederler. İŞTE MARDİN BUDUR.

    DİNLER VE DİLLER
    DİNLERİN VE DİLLERİN buluştuğu, kaynaştığı ve barıştığı diyar derken, bunu demek istiyoruz. Mardin merkezi günümüze kadar yoğun şekilde Arap kültürünün izlerini taşırken, Selçuklu ve Artuklu’lardan geriye dünya medeniyet mirasına, özgünlüğü bozulmamış sadece taş yapılar bırakmadılar. Yezidilerle Müslümanlar, Şemsilerle Hıristiyanları bir arada, yan yana barış içinde ve güvenlik içinde yaşattı bu medeniyet. Öyle olmasa dağ başlarındaki manastırlarda yüzyıllarca din adamları mabetlerinde huzur içinde yaşarlar mıydı?
    Dünyanın hangi coğrafyasında küçük yerleşim birimlerinde bile bir Hiristiyanın cenazesini Müslüman, ya da bir Müslüman’ın cenazesini Hıristiyanlar taşır. İşte Mardin budur. Midyat budur. Savaşlardan belini doğrultamayan dünyaya bu coğrafyanın vereceği ders budur.
    Bu ders Mardin’deki Zinciriye Medresesinin taşlarına işlendiği gibi Kırklar Kilisesinin giriş kapısına da sinmiştir. Bir yanda Kasımıye öbür yanda Deyrulzafaran olmasa Mardin’i diğer şehirlerden ayıran sadece taşlardan geriye kalan kalıntılar olacaktır.

    KİLİT TAŞLARI
    Ama Mardin ve çevresindeki coğrafya, inançlarını taşlara nakşederek ölümsüzleştirmiş ve bunu simgesel olarak binalarda kullandıkları kilit taşlarında ölümsüzleştirmişlerdir. Kilit Taşları Mardin ve Midyat taş işçiliğinin yapı kültüründe kullanılan gizemli bir sırdır.evler ve diğer dini mabetler kubbe şeklinde inşa edildiklerinden tavana kadar iskele yardımıyla birbirine tutturulan taşlar kubbenin tam ortasına gelindiğinde ortaya bir kilit taşı yerleştirilir. Böylece iskele kaldırıldığı halde kilit taşı yardımıyla birbirine dayanan taşlar yüzyıllarca ayakta kalır.
    Dayanışmayı, kaynaşmayı, adeta taşlara uygulatarak sosyal hayatta da değişik dil ve dindeki insanların bir binanın taşları gibi dağılmamak için omuz omuza vermeyi birbirine dayanarak ayakta kalmayı sağlayan bir kilittir. Onun için adına kilit taşı demişler. Sosyal hayatta, günlük işlerde yüzyıllarca kenetlenmeyi, beraber yaşamayı başarabilen farklı etnik ve dini inançtaki toplumlar bu felsefelerini kalıcı hale getirmek için binalarında da kilit taşı kullanmışlardır.
    Kilit taşı aslında gerçek hoşgörünün, farklı din sahiplerinin, farklı dilleri konuşan insanların insanca bir arada, bir birlerini olduğu gibi kabul ederek ve saygı çerçevesinde dayanışma içinde beraberce yaşamayı simgeliyor. İnançları gereği kendi camisine kilisesine veya sabah güneşine karşı duruşta ya da havrasında ibadet eden insanlar günlük yaşam içinde taziyelerde, düğünlerde, işte, sokakta, dükkanda ve taş duvarların gölgesinde derin sohbetlere dalarak örnek insani davranışları bizzat yaşayarak göstermelik birlik söylemlerinde bulunmuyorlar bizzat yaşıyorlar.
    Mardin deyince muhteşem taş işçiliğinin kilit taşlarını sosyal hayata yansımayı anlatıyoruz aslında. Onun için Midyat’ın Salhe(Barıştepe) Köyünde imam ile papazı sabah kahvaltısında (görüntü var) bir arda bulabilirsiniz. Ya da bir kilisenin duvar dibinde yılların hatıralarını bir birlerine anlatan Emo(Emine) teyze Hane’yi diz dize oturmuş( görüntü var) görebilirsiniz. Farklılıklarını giyimlerinde bile koruyacak kadar kendilerinden emin ve güven içinde. Çünkü kimin hangi dinden ve etnikten olduğunu giyiminden hemen de anlayabiliyorsunuz. İşte Mardin ve işte abidler diyarı. Medeniyetler buluşması ve diyalogları için çalışanları Midyat’a Mardin’e. Savur’a davet ediyoruz. Buyursunlar gelsinler bu insanlığın güzel levhası kaybolamadan kayıtlara geçsinler…

    MARDİN’DE İMAR ADALETİ
    Nusaybin tarafından Mardin’e gelirken Firdevs Köşkünün duvarlarına biraz oturup Mardin’i bir de buradan seyredin… Binalar birbirlerinin üzerine saçaklar gibi durmaktadır. Kat kat yükselen binaların ön cephesi hep güneye bakmaktadır. Işığa ve ufka bakan pencerelerde insanların neden bu kadar hoşgörülü ve geniş ufuklu olduklarını anlamak zor değildir. Çünkü bu yapı tarzı insanların bir birlerine gölge etmedikleri, kimsenin kimsenin ışığını ve havasını kesmediği ve engel teşkil etmeyecek şekilde bina inşa ettiği, bir koca şehri bu anlayışta imar ettiği dünyanın başka bir uygarlığı var mıdır?.
    Üsttekinin alttakine zulmetmediği, güçlünün zayıfı ezmediği, havasını, ışığını kesmediği bir medeniyettir Mardin. Mardin sadece antik taşlardan ve binalardan oluşmuş bir şehir değil, ruhunu insani anlayışını taşlarda yaşatan bir kültürün adıdır. Adalettir. Komşuya saygıdır. Beraber yaşamayı bilme sanatıdır. Mardin insanlığın taşlara ve mimariye yansımış canlı kanıtıdır. Üsttekinin alttakinin suyunu bulandırmadığı, insanların yaşadığı şehrin adıdır. Mardin evlerine bir de bu gözle bakalım.

    KASIMIYE HAYATIN RİTMİ VE HARİTASI
    SON BİN YILDA Mardin’e mührünü vuran Selçuklu , Artuklu, Mervani, Hemdani ve Osmanlıların bu güne, Mardin tarih miras listesine kaybolmadan günümüze kadar eserleri ile gelebilmiş dünyanın yaşayan en antik kentlerindendir. Özellikle 300 yıl Mardin’de hüküm süren Artukoğullarından günümüze kadar sağlam olarak gelen eserleri göz ardı etmemek gerekir. Mardin’i sadece bir bina veya sadece bir kilise ile, ya da sadece bir iki orijinal yapıyı göstererek anlatmak asla mümkün değildir.
    Mardin ta Sübarilerden, Osmanlılara kadar canlı canlı yaşayan bir şehirdir. Mardin’de sadece bir kavim değil, pek çok kavim ve din mensubu hep beraber bu yüksek kültürü oluşturmuşlardır. İşte bu yüksek kültürden günümüze kadar sağlam olarak ulaşmış Kasımıye’yi ve Kasımıye’yi de aşan içindeki sırlı çeşme ve havuzu anlatmadan geçsek Mardin ve Mardin’in yüksek kültürünü oluşturan ruhu görmemiş oluruz.
    Suyun akışı ile hayatın akışını simgeleyen bir havuz Kasımıye’nin ortasından 600 yıldır durmadan akmaktadır. Artuklular döneminde yapımına başlanan Mardin’in güneybatısındaki tepenin altında bulunan Kasımiye Medresesini Cihangir oğlu Sultan Kasım 1487-1502 yıllarında tamamlamıştır. Medresenin avlusundaki yüksek ayvanda basit bir oluktan önce bir su çıkar yeryüzüne... Yavaşça akarak insanın doğumunu simgeler gibi.. Sonra hareket ve coşku kazanır gençlik gibi. Büyük havuza akar daha sonra. Büyük havuzda durulmaya başlar su. Oradan dar ve küçük bir hazneye akar. Yaşlılığı, hayatın darlık ve zorluğunu gösterircesine. Daha sonra su tekrar dar bir oluktan akarak büyük havuza gelir. Kabir ve ruhlar alemine geçişi anlatır. Ve oradan Mezopotamya’nın ebediyeti andıran sonsuz ufkuna bakan boşluğa doğru akışı insanın sonsuzluk alemine olan yolculuğu anlatmaktadır. Mimariye ruh veren anlayış yüzyıllarca gelenlere kendisini bu şekilde sırlara bürünerek anlatmıştır.
    KASIMIYE BİR GİZEMDİR. Yükseklerde insanın düşünce ufkunun, hayalinin engelsiz bir şekilde ufuklara dalmanın düşünce ve hayal dünyasındaki tüm engelleri kaldırmanın mimariye yansıyan örneğidir.


    Alıntı
#05.10.2013 18:58 0 0 0