Deprem Habercileri

Son güncelleme: 04.03.2014 18:18
  • noimageDikkat, baş dönmesi bile deprem habercisi olabilir

    Türkiye ve Japonya'da yapılan araştırmalar, insanların da deprem habercisi olduğunu ortaya çıkardı. Doç. Dr. Ülkü Ulusoy'un Marmara, Prof. Motoji Ikeya'nın da Kobe depremini yaşayan yüzlerce kişiye ulaşarak yaptığı araştırma aynı sonucu verdi: İnsan da depremi hissedebilir.

    Son yüzyıl içinde üç milyon insanın hayatını kaybetmesine yol açan depremler, sismologları, ön belirtileri belirlemek için yoğun bir çaba içine soktu. Bu çerçevede, Türk ve Japon bilim adamlarının yaptığı son araştırmalar ilginç veriler ortaya koydu. Deprem öncesi hayvanlarda, bitkilerde ve gökyüzündeki değişiklikler yanısıra, insanlardaki değişiklikleri de araştıran Hacettepe Üniversitesi Fizik Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ülkü Ulusoy ile Osaka Üniversitesi Kuantum Jeofizik Laboratuvarı'nda görevli Prof. Dr. Motoji Ikeya, Marmara ve Kobe'deki depremler öncesinde, insanlarda bazı ortak değişimler olduğunu tesbit ettiler.

    Kültür Bakanlığı tarafından ‘‘Deprem Habercisi Olaylar’’ başlığı altında kitaplaştırılan çalışmada, deprem öncesinde insanlarda mide bulantısı, yiyeceklerden tiksinti, başdönmesi, denge bozukluğu gibi belirtilerin ortaya çıktığı belirtildi.

    Araştırma için 17 Ocak 1997'de meydana gelen 7.2 büyüklükteki Kobe depremi sonrası bin 711, 17 Ağustos 1999'daki 7.4 büyüklükteki Marmara depremi sonrası da 4 50 kişiyle yüzyüze ya da telefon, faks ve internetle iletişim kuruldu.

    İshalde artış, ádette sapma


    Kobe ve Marmara depremlerini yaşayanlar, depremden önce uyku saati olmasına karşın bebeklerin uyanıp ağladığını; depremden bir gün önce başdönmesi, kusma, bulantı, nefes almada güçlük, başağrısı, yorgunluk belirtileri ortaya çıktığını söylediler. Bunlara ilaveten Kobeliler, depremden önce yanaklarında soğukluk hissettiklerini, rüzgár olmadığı halde yaprakların hışırdadığını, deprem merkezi civarında çevreye kötü bir kokunun yayıldığını, akıl hastalarının farklı tepkiler ortaya koyduklarını da vurguladılar. Marmara depremini yaşayanlar ise bu ortak belirtilere ilaveten ishal, regl dönemlerinde sapma ve yüksek tansiyondan şikayet ettiler.


    Akşam sefaları aniden soluyor

    Doç. Ülkü Ulusoy ve Prof. Motoji Ikeya'nın sunuş yazılarının bulunduğu kitapta, her iki depremde yaşanan diğer sıradışı olaylar ise şöyle sıralandı:

    Akşam sefası: Yapraklarda su kaybı, aniden solma

    Köpek: Dayanılmaz biçimde uluma, yüksek sesle havlama, huzursuzluk

    Kedi: Çığlık atma, yüksek bir ağaca veya sahibinin kucağına tırmanma

    At: Kişneme, dörtnala koşma

    Fare: Yer altından çıkma

    Muhabbet kuşu: Delice çırpınma

    Saat: Normalden çok hızlı veya yavaş çalışma

    Telsiz: Kendiliğinden parazitlenme

    Oto teybi: Kendiliğinden kanal arama

    Televizyon: Kırmızı çizgili parazitlenme

    Floresan lamba: Deprem fırtınası sırasında belli belirsiz ışıma

    Cep telefonu: Çalışmama, parazitlenme

    Buzdolabı: Kompresörde berbat bir gürültü

    Çam ağacı: Yapraklarda yanmışçasına su kaybı başgösteriyor.

    Deprem Habercileri Depremin güneş tutulmasıyla ilgisi

    Depremin güneş tutulmasıyla ilgisi olduğunu ileriye süren bilim adamları var. Gerçekten güneş tutulduğu gün belki de çoğu insan “Acaba bu olayın ardından bir felaket yaşanır mı?” diye kendi kendisine sormuştur.
    Araştırmacılar ve meraklılar, eski gazeteleri ve daha başka kaynakları karıştırarak güneş tutulmasını takip eden günlerde depremlerin olup olmadığını tesbit edebilirler. Ben fizikçi değilim, bilim adamı da değilim. Ne var ki güneş tutulması pek sık rastlanmayacak olaylardan biri olduğu için, tabiatta bazı dengelerin bozulmasına yol açabilir diye düşünmekteyim.
    Kısas-ı Enbiya’da geçer: Şuayb Peygamber zamanında Medyen halkının uğradığı o büyük depremin öncesinde dayanılmaz sıcaklar olur. Öyle ki ırmaklar bile kaynar. Bu sıcaklar yedi gün sürmüştür. Daha sonra bir bulut gelmiş, halk bu bulutun altında toplanmıştır ve şöyle deniliyor:
    “Buluttan ateş yağdı, cümlesi yandı, Ehl-i Medyen dahi bir sayha (çığlık) ile telef oldu.”
    Prof. Seyyid Kutup’tan tercüme, Kur’an-ı Kerim’deki kıssaları bir araya getiren bir başka kitapta ise Medyen Halkını kavuran sıcağın derecesi “vücutlarından “bardaktan boşalır gibi” ter boşalıyordu” şeklinde ifade edilir. Nihayet sekizinci gün gökte, başlarının üstünde güneşi örten siyah bir duman görürler. Serinleyip ferahlayacaklarını düşünürlerken birden o büyük sarsıntı her yanı kasıp kavurur...
    Güneşin kara bir bulutla örtülmesi güneş tutulmasından başka bir şey olabilir miydi acaba? Gerçi o felaket Şuayb’i dinlemeyenlere verilmiş bir ceza idi ama, herhalde fizik olarak da bir açıklaması vardı.
    Bu bahsi okuyunca bugünün bilim adamlarının güneş tutulmasıyla deprem arasında kurdukları bağ doğrusu bana aykırı gelmiyor.
    Hazreti Şuayb Medyen ve Eyke halkına ölçüyü ve tartıyı eksik yapmamaları, hak yememeleri hususunda öğütlerde bulunuyordu. Kur’an-ı Kerim’in bazı surelerinde Hz. Şuayb’ın bu uyarıları, Medyen halkının onu dinlememesi ve o büyük afetin gelip çatışı belirtilmiştir.
    “Ey milletim! Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi. Ölçü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasını eksik vermeyin, düzelttikten sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin; İnanıyorsanız, bilin ki bunlar sizin için hayırlıdır. (A’raf Suresi-85)
    Ne var ki Medyen halkı Hz. Şuayb’ın bildirdiklerini kulak ardı eder ve ona “Seni ve inananlarını kasabamızdan çıkarırız.” tehdidinde bulunurlar. Ve derler ki;
    “Sen ancak büyülenmiş birisin. Bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Doğrusu seni yalancılardan sanıyoruz. Eğer doğru sözlü isen göğün bir parçasını üstümüze düşür” dediler. Şuayb ‘Rabbim yaptıklarınızı çok iyi bilir’ dedi. Ama onu yalanladılar. Bunun üzerine onları bulutlu bir günün azabı yakaladı. Gerçekten o gün azabı büyük bir gündü.” (Şuara Suresi-185, 186, 187, 188, 189)
    Güneşi örten bulut, bulutlu gün, gölge günü gibi tabirler yaşanılan olağan günlerden çok farklı bir günü ifade ediyor. Kimbilir o nasıl bir sıcak, o nasıl bir gölgeydi?
    Şu var ki herşey Allah’ın iradesi ve gücüyle tecelli ediyor.

    Deprem Habercileri Deprem Nedir

    Deprem Dehşeti
    Güçlü toplumlar zor zamanlarda gösterdikleri reflekslerinden belli olur. İstanbul ve çevresini sarsan depreme hazırlıksız yakalanışımız, devlet ve toplum olarak şimdiye kadar vurdumduymazlığa terkettiğimiz bazı hayati konulara ciddi bir şekilde eğilmemiz gerektiği gerçeğini acı bir şekilde ortaya koydu. Bu dizide depremler hakkında merak ettiğiniz her şey ele alınmaya çalışıldı. “Depremler nerelerde, neden oluşur?”, “Tahmin edilebilirler mi?”, “Deprem kuşağında olmak ne demek?”, “Bina yapımına ilişkin yasal düzenlemeler hangileridir ve ne kadar uygulanmaktadır?” gibi birçok soruya cevap verildi. Tehlikeden azami derecede korunabilmek ve gereksiz panikleri önleyebilmek için her şeyden önce karşı karşıya olduğumuz tehlikeyi tanımamız lazım. Sanırım ancak böylece üzerimizdeki kayıtsızlık haletinden sıyrılabileceğiz.

    Yer sarsılınca...
    elaket geliyorum diyordu. 1992’de Erzincan, 1995’te Dinar, 1998’de Adana depremin soğuk nefesini hissettiklerinde kimsenin hatırlamak ve anlamak istemediği şey; İstanbul ve çevresinin deprem olma ihtimali açısından bu bölgelerden hiç bir farklılığının olmamasıydı. Binaların yapılışındaki usulsüzlükler ve yetkililerin vurdumduymazlığına, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı verilerine göre Türkiye nüfusunun yüzde 98’inin depreme hassas bölgede yaşadığı gerçeği eklendiğinde ortaya çıkan tablo bir dehşet senaryosunu kaçınılmaz kılıyordu.
    Trafik canavarından korkup içkili veya ehliyetsiz araba kullanmaktan ya da hatalı sollama yapmaktan korkmayan zihniyet bir kez daha arz-ı endam ediyordu. Tehlike işaretlerini kimse görmüyordu, çünkü görmek istemiyordu. Bu konuda halkı ve yetkilileri defalarca uyaran uzmanların sesi ise boşlukta yankılanıyordu. Geliyorum diyen felaket 17 Ağustos gecesi yaşandığında görülen büyük şaşkınlığa şaşmak gerekiyordu herhalde. Çünkü yine aynı bakanlığın yayınladığı verilere göre nüfusu 1milyondan fazla 17 il, riskli bölgede yer alıyor. Son 96 yıl içinde Türkiye’de meydana gelen dikkate değer 128 deprem sonrasında, 65 bin kişi öldü, 125 bin kişi yaralandı, 510 bin yapı yıkıldı ya da ağır hasar gördü. (Son depremin bilançosu bu rakamlara dahil değildir.)
    Uzmanlar tarafından Türkiye’nin en önemli ama en fazla ihmal edilen tehditi olarak gösterilen depremi olmadan önce konuşmak gerekiyor. Tarih bize İstanbul’un her yüzyılda bir büyük bir depremle sarsıldığını, coğrafya ise Avrupa kıtasında deprem ihtimali en yüksek olan yerin Marmara Bölgesi olduğunu söylüyor. Bütün bunlara rağmen hem yetkililer hem de halk bu tehlikeyi görmezlikten geliyor. Ve bu garip körebe oyunundan bir gece vakti çaresizlik içinde uyanılıyor.
    Türkiye topraklarının yüzde 90’ı deprem kuşağında bulunuyor. Ülkemizin üzerinde bulunduğu yer kabuğu her yıl birkaç milimetre batıya doğru kayıyor. Bu ülkemizin jeolojik fayların tam anlamıyla dehşet fazında durduğu manasına geliyor. Maalesef yer altı bu kadar kaygan bir zemin üzerinde bulunan Türkiye’nin yer üstünde binaların bir çoğu depreme dayanıklılığı gözönüne alınarak yapılmıyor. Dört beş asır öncesinin teknolojisi ile yapılan Sultan Ahmet Camii, Ayasofya, Topkapı Sarayı gibi yapılarda hasar bile meydana gelmezken geçen yıl yapıldığı belirtilen birçok bina depremle birlikte adeta kum yığınına döndü.

    Deprem Habercileri MERKEZ ÜSSÜ İSTANBUL OLSAYDI
    Türkiye’de sözkonusu deprem olduğunda büyük bir ‘adam sende’ciliğin hüküm sürdüğü görülüyor. Yetkililer konu ile ilgili daha önce yaptıkları açıklamalarda İstanbul’da Richter ölçeğine göre sadece 6 noktasında bir deprem yaşanmasının tam anlamıyla büyük bir felaket olacağını belirtiyorlardı. Buna rağmen yeterli hiç bir önlemin alınmadığı acı verici bir şekilde ortaya çıktı. Türkiye’de deprem yönetmelikleri uygulamada hiçe sayılıyor; en fazla görülen çarpıklıkların başında inşaat malzemesinin kalitesinden çalma ve donatıyı yanlış yerleştirme geliyor. Ülkemizin sanayi ve endüstri gücünün yaklaşık yüzde 45’inin bulunduğu İstanbul ve çevresinde bazı yüksek binalar haricinde deprem yönetmelikleri uygulanmıyor. Bütün bunlara denetimsizliğin alışkanlık haline gelmesi ve hepsinden önemlisi kurtarma çalışmalarının önceden organize edilmemesi eklendiğinde ortaya tam bir ‘ölüm adayı’ ülke görüntüsü çıkıyor.

    ÖLÜM YOKUŞLARI
    Türkiye’deki deprem yönetmeliğine göre özellikle yokuş yerlerde binaların ayrık yapılması ve katların aynı seviyede olması gerekiyor. Oysa etrafımızdaki yokuş yerlere baktığınızda binaların bitişik olduğunu ve bu yüzden katların aynı seviyede olmadığını görüyorsunuz. Böylece ufak bir sarsıntı bile bu binaların birbiri üzerine yüklenerek çökmesine yetiyor. Yani zemin ve malzeme açısından depreme dayanıklı bir şekilde yapılan bir bina başka bir yapının üzerine yüklenmesi üzerine çökebiliyor. Şimdi bu gözle yaşadığınız şehre bakın, her tarafta ‘ölüm yokuş’ları göreceksiniz.

    Afyon facianın habercisi miydi ?
    Ağustos 1999 Salı sabahı 03:02’de meydana gelen büyük depremden yaklaşık 3 saat önce Afyon’da saat 23:15 sularında takriben 5.0 şiddetinde öncü bir deprem yaşandı. İki ayrı fay hattında meydana gelse de Afyon’daki yer sarsıntısının İzmit merkez üslü depremin habercisi olma ihtimali çok yüksek. Depremlerle ilgilenen bilim adamlarının uzun yıllardır cevaplamaya çalıştıkları en önemli sorulardan biri şudur: Bir deprem, yakın çevresinde başka bir depreme yol açar mı? 1992 yılında California’da meydana gelen Richter ölçeğine göre 7.5 şiddetinde olan Landers depreminden yaklaşık 3,5 saat sonra 40 km güneybatıda meydana gelen 6.5 şiddetinde Bigbear depreminin kaynak alanında bir gerilme artışı olduğu ve bunun Bigbear depremini tetiklediği ortaya çıktı.

    ÖNCÜ DEPREMLERE DİKKAT!
    Bu konuda yapılan araştırmalar sonucunda şu sonuçlara ulaşıldı. Bir depremi oluşturan fay, üzerindeki ve çevresindeki faylar üzerindeki gerilmeyi değiştirebiliyor ve bazı faylar üzerinde gerilmeyi arttırarak yeni bir depreme yol açabiliyor. Bilim adamları, faylar üzerinde etkisi olan gerilme dağılımını hesaplayabiliyorlar. Bu çalışmalar yardımıyla deprem tehlikesi yüksek bölgeler çok daha ayrıntılı olarak belirlenebiliyor. Çin’de 1970’li yıllarda bu tür bir metot kullanılarak deprem tehlikesi tahmin edilmiş ve bir şehir önceden boşaltılarak bir faciadan dönülmüştür. Buna rağmen her büyük depremden önce bir öncü deprem olacak diye de bir kural yok. Nitekim Çinli uzmanlar 1976 yılında T’ang-Shan bölgesinde meydana gelen ve yaklaşık 250 bin insanın ölmesine yol açan depremi önceden kestirememişlerdir.
    SORULAR
    Afyon’daki deprem İstanbul ve çevresinin üzerinde bulunduğu fay hattında bir gerilim artışına neden oldu mu? Eğer olduysa bu üç saat önceden tespit edilip halk muhtemel bir deprem hakkında uyarılamaz mıydı? Yüzde 90’ı birinci dereceden deprem bölgesi içerisinde kabul edilen Türkiye’de bu tür çalışmaları yürütebilecek donanım ve organizasyon kabiliyeti bulunuyor mu? Cevap hayırsa akla gelen ilk soru şu ‘İnsan canı bu kadar ucuz mu?
    Korkunun hediyesi
    Her deprem sonrasında ‘bize olmaz’ anlayışına bürünerek vurdumduymazlığa yönelmek üzerimizde dolaşan ölümü küçümsemek manasına geliyor.
    Türkiye’de binaların depreme karşı dayanıklılığını sağlamak için iki önemli yasa bulunuyor. Bunlardan ilki ‘İmar Kanunu’, ikincisi ise ‘Afet Yönetmeliği.’ İmar Kanunu, Türkiye’nin neresinde olursa olsun inşa edilecek binaların hangi kurallar çerçevesinde yapılabileceğini öngörüyor. Afet Yönetmeliği ise deprem bölgelerinde uyulması gereken asgari şartları bütün teknik yönleriyle ortaya koyuyor.

    KANUN VAR, RUHSAT YOK
    Bu kanunlara göre yapılmış bir binanın depreme karşı büyük oranda dayanıklı olduğundan rahatlıkla söz edilebilir. Oysa ülkemizde sorun kanunlarda değil, uygulamada ortaya çıkıyor. Çünkü bu düzenlemeler gözönüne alınmadan yapıldığından ülkemizdeki birçok binanın ruhsatı yok.Devlet bu tür binalara ruhsat vermiyor, ancak bütün altyapı hizmetlerini bu konutlara götürmekte de beis görmüyor. Yetkililer bu hereketle “böyle yapın” diyor, ama öyle yapılmazsa herhangi bir yaptırımı yok.
    Depreme dayanıklı bir bina yapmak daha pahalı olduğundan insanlar ruhsat almayı pek avantajlı görmüyor. Sonuçta da Türkiye’nin yüzde 65’i kaçak yapılaşma olarak bilinen hiçbir kanuni düzenleme gözönüne alınarak inşa edilmemiş yapılarla doldu. Bu durumun seçim dönemlerinde ‘İmar Affı’ gibi vaatlerle propaganda malzemesi haline getirilmesi ise işin bir başka trajik boyutunu oluşturuyor. İnsanların kendilerini yığınlar halinde ölüme davet eden politikacılara daha fazla oy verdiğini düşünmek acı veriyor.

    İSTANBUL’DA DEPREM
    İstanbul, Marmara Bölgesi’nden geçen Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde bulunuyor. 1960’larda düzenlenen ‘Türkiye Deprem Haritası’na göre, İstanbul 2. derece deprem kuşağında kabul ediliyor. Bu yüzden İstanbul’daki binalar 2. dereceden deprem bölgesi koşullarına göre yapılıyor. Fakat uzmanlar İstanbul’un kesinlikle 1. dereceden deprem kuşağı içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor. Bu yanlışlığın düzeltilmesi için girişimlerden bir sonuç alınamaması da yetkililerin İstanbullular’a karşı gösterdiği kayıtsızlığın açık bir göstergesi olarak beliriyor. Oysa İstanbul’da son bin yılda en çok yüzyılda bir yerin iyice sarsıldığı görülüyor.

    KONUŞAN TARİH
    İstanbul’da 19. yüzyıla kadar meydana gelen depremlerin kayıtlarına bakıldığında çok yıkıcı depremlerin 158 yıl, yıkıcı depremlerin 43 yıl, ağır hasar yapıcı depremlerin 11 yıl ortalamasıyla tekrarladığı görülüyor.
    İstanbul’da yaşanan büyük depremlerden biri ise ‘Küçük Kıyamet’ olarak isimlendirilen 1509 depremidir. Halley Kuyruklu Yıldızı’nın da izlendiği bu tarihte, kentteki 109 mescidin ve 1070 binanın yıkıldığı, sağlam minare kalmadığı belirtiliyor. (1999 depreminden bir hafta önce güneş tutulmasına şahit olduğumuzu hatırladığımızda depremlerle gök olayları arasındaki ilişki araştırılmaya değer gözüküyor)

    1509 DEPREMİNDEN 1999 DEPREMİNE
    Bunun yanı sıra, 5 binle 13 bin arasında değişen sayıda kişinin öldüğü, Topkapı Sarayı’nın yıkıldığı ve devrin padişahı II.Bayezid’in İstanbul’dan ayrılıp Edirne’ye yerleştiği de bilinenler arasında. Galata ve Beyoğlu’nda hemen hemen bütün evlerin yıkıldığı, bazı yüzeylerde açılmaların olduğu ve kum fışkırmalarının görüldüğü bu depremin hasarlarını onarmak için 3000 ustayla 66 bin amele çalıştırıldığı kaydediliyor. İstanbul’da çok büyük hasara yol açan 10 Temmuz 1894’teki depremin merkezi ise Adapazarı’ndan
    Çatalca’ya uzanan deniz altından bir çizgiydi. Yaklaşık 2 bin insanın hayatını kaybettiği sarsıntıda Kapalı Çarşı çöktü. En çok hasar, Sarayburnu ile surlar arasındaki yarımadada görüldü. Ölü sayısının fazla olmayışında en önemli sebep binaların büyük çoğunluğunun tahtadan olması ve kargirlerin de en çok 2-3 katlı küçük yapılar oluşuydu.
    Yine bu binaların yıkılmasıyla sokakların kapanmayışı yaralı kurtarma çalışmalarını kolaylaştırdı. 100 yıl sonraki İstanbul’a baktığımızda ise nüfusun 10 milyonun üstünde olduğunu, fay hattı üzerinde bulunan Marmara kıyılarında bu rakamın yaklaşık yarısının toplandığını görüyoruz. Yolların genişliği neredeyse aynı kalmasına rağmen, binaların yüksekliği ise 5-10 kata çıktı. Böyle bir şehirde deprem için özel bir hazırlığın yapılması bile çok güç gözüküyor.
    Davetsiz misafir
    Yeri ve vaktinin bilinemezliğinden doğan sır perdesi depremlerin korkunçluğunu ve dehşetini arttıran en önemli faktördür. Depremleri mercek altına alan sismoloji ve jeoloji gibi bilim dalları kapsamında yapılan uzun yıllar süren çalışmalar bir depremin ne zaman ve nerede olacağını tespit konusunda hemen hemen hiçbir ilerleme kaydedememiştir. Bilimadamları depremlerin sanıldığından daha karmaşık bir şekilde oluştuğunu belirtiyorlar. Özellikle ABD ve Japonya’da depremler üzerine çalışan kimi kurumların bazı ilerlemeler sağladığı biliniyor. Fakat bu çalışmalar bir depremi tahmin için çok uzun bir zamanı, kaynağı ve emeği gerektiriyor. Ve bütün bu çabaya rağmen büyük bir depremin doğru tahmin edilebilme ihtimali halen oldukça düşük.

    TAHMİN ETMEK ZOR
    Depremi bir gün önceden kestirebilmek şu an için mümkün gibi gözükmüyor. Bu yüzden depremi tahmin etmek için harcanak kaynağın özellikle bina denetim ve yapımlarında, profosyonel acil kurtarma ve yardım ekiplerinin oluşturulmasında kullanılmasının daha gerçekci olacağı ifade ediliyor. Bununla beraber geçmişte oluşan depremlerin istatiksel analizinden yani hangi tarihte kaç şiddetinde depremler oluştuğuna bakılarak (yüksek oranlı tutarlılığa sahip olmasa da) depremlerin tekrarlanma dönemleri ve belirli bir zaman kesiti içinde belirli şiddette bir depremin oluşma ihtimali bulunabiliyor.

    BİLENLER SÖYLÜYORDU
    İşte bu son bahsettiğimiz yönteme dayanarak İstanbul ve çevresinin bir deprem tehditi altında bulunduğunu işi bilenler söylüyorlardı. Bilim ve Teknik Dergisinin 366. sayısında (shf. 64-66) depremle ilgili yayınlanan bir makalede şu görüşlere yer verilmişti:
    “İstanbul ve çevresinde 1900 yılı öncesi ve daha eski devirlerde oluşan depremleri ele alan istatistiksel çalışmalar, İstanbul ve yakın çevresinde 100 yıllık bir dönem içerisinde 6.8 büyüklüğünde bir depremin meydana gelme ihtimalinin % 49 olduğunu gösteriyor.”
    Sanırım bundan daha açık ve kesinlikte bir uyarı beklenemezdi. İstanbul’a oldukça yakın olan ve hareket ettikleri taktirde birbirlerini tetikleyebilecek yakınlıkta bulunan iki önemli fay hattı bulunuyor. Marmara Denizi ortasında yer alan kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanan bu iki fay boyunca gelecekte büyük bir depremin oluşması yerli ve yabancı birçok uzman tarafından hiç de uzak olmayan bir ihtimal olarak görülüyordu.
    Bir gün hava durumlarından sonra deprem raporlarını da alabilir miyiz? Bilinmez. Fakat buna benzer bir raporu Çinliler bundan yaklaşık 25 yıl önce dinlediklerinde tam anlamıyla şok olmuşlardı. 4 Şubat 1975’te 7.3 şiddetinde bir deprem Pekin’in doğusundaki Haicheng-Yingkow bölgesini yerle bir etti. Çin’de evler genellikle depreme dayanıklı olmadıkları için normal koşullarda bu şiddette bir depremde onbinlerce insan ölebilirdi. Ama Çinli uzmanlar bazı öncü sarsıntılara dayanarak bir deprem olabileceği konusunda bir kaç saat önceden uyarınca hükümet bölgede yaşayan 300 bin insanı acilen boşalttı ve sonuçta sadece 300 kadar kişi öldü.
    Uzun süredir bölgede küçük sarsıntılar kaydeden Çinli uzmanlar, bunların gelecek büyük bir depremin habercisi olduğunu düşündüler. 1975’te başarılı olan uzmanlar sadece bir yıl sonra tam anlamıyla havlu attılar. 1976’da Tangshan’ı yıkan ve 240 bin kişinin ölümüne yol açan deprem olduğunda Çinli uzmanlar sadece bakakaldılar. O bölgede bu şiddette bir depremin olabileceğine ihtimal vermiyorlardı. Ve Tangshan depreminden sonra Çinli sismologların depremlerin kısa zaman öncesinden haber verileceğine dair umutları iyice yokoldu.

    Beklenince olmuyor
    Depremleri tahmin etme konusunda özellikle 1970’li yıllarda büyük ilerlemeler sağlayacaklarını düşünen bilimadamları şimdilerde kendilerinden bu kadar emin değiller. Uzmanların büyük çoğunluğu deprem öncesinde hayvanların garip davranışlarda bulunduğunu ve geniş açıdan bakıldığında manzaraların eğiminde değişikliklerin meydana geldiğini söylüyorlar ama, artık bu bilgilerin de yüzde yüz doğru olmadığı ortaya çıktı. Depremlerin beklendiklerinde olmadığı beklenmediklerinde ise olduğu görüldü. Bununla ilgili en fazla bilinen olay ise ABD’nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Parkfield köyü sakinlerinin yaşadıkları tecrübedir. Parkfield’de ilk kaydedilen deprem 1857’de olmuştu. Bu tarihten sonra 6 şiddetinin üzerinde olan depremler 1881, 1901, 1922, 1934 ve 1966’da meydana geldi. Yani depremler sırayla 24, 20, 21, 12 ve 32 yıl aralıklarla meydana gelmişti. Parkfield’deki uzmanlar buradan depremlerin yaklaşık 22 yılda bir olduğu sonucuna vardılar. Ayrıca 1934 ve 1966 depremlerinin ikisinden de tam 17 dakika önce haber veren şok sarsıntılar yaşanmıştı. Yine 1966 depreminden hemen önce bir de su borusu patlamıştı. Altyapısı sağlam olan bir ülkede meydana geldiği için de, su borusunun patlaması deprem habercisi olarak kabul edilmişti. Bütün bunları alt alta koyan bazı bilimadamları Parkfield’da 1988 ile 1993 arasında bir deprem olacağı sonucunda vardılar. Oysa hiçbirşey olmadı.

    Kuzey Anadolu Fay Hattı, doğuda Karlıova ile batıda Mudurnu Vadisi arasında doğu-batı doğrultusunda bir yay gibi uzanır. Dünyanın en aktif ve en önemli kırık hatları arasında yer alan Kuzey Anadolu Fay zonunun uzunluğu yaklaşık 1200 kilometredir. Genişliği ise 100 metre ile 10 kilometre arasında değişir.
    Kuzey Anadolu Fay Hattı’nda 1939’dan bu yana 6.7 şiddetinden büyük tam 12 deprem yaşandı. Bu depremlerde onbinlerce kişi öldü, bir o kadarı da yaralandı. Hat, İzmit’in altından Marmara Denizi’ne ve buradan da Ege’ye doğru gitmektedir. Türkiye’de kaydedilen en büyük deprem, bu hat üzerinde yer alan illerimizden biri olan Erzincan’da 26 Aralık 1939’da yaşanmıştı. Geceyarısı olan depremde yaklaşık 35 bin kişi ölmüştü.

    Son yaşadığımız deprem de bu hattın batı ucunda meydana geldi. Bazı bilim adamlarına göre bu fay hattının en büyük özelliği hâlâ aktif olması, yani doğal gelişimini sürdürmesi. Bu yüzden diğer fay hatlarından çok daha fazla ve şiddetli depremler bu kuşakta görülebiliyor. Kuzey Anadolu Fay Hattındaki depremlerin belirli bir düzene bağlı olmaksızın oluşması yüzünden bu hatta oluşacak bir sarsıntıyı kestirebilmek iyice güçleşiyor. Normal şartlarda bir depremi tahmin etmek, zaten büyük zorluklar içeriyor. Söz konusu fay hattında görülen şiddetli depremlere baktığınızda, adeta birbirlerini yıkan domino taşlarına benzer bir durumla karşı karşıya olduğunuzu görüyorsunuz.
    1997 yılında fay hattındaki gerilimi ölçen bilimadamları, İzmit’in güneyinde 30 yıl içinde bir deprem olma ihtimalinin yüzde 12 olduğunu açıklamışlardı.

    RİSKLE İÇ İÇE YAŞAMAK
    Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın batı kısmında yer alan Marmara Bölgesi’nin ne kadar büyük bir deprem riski ile iç içe yaşadığını görmek mümkün. Marmara Denizi’ni çevreleyen kırık zonlarda oluşabilecek depremlerden özellikle 25 kilometre uzaklıktaki yerleşim birimlerinde ağır hasarlar oluşması kuvvetle muhtemel.
    Yapılardaki hasarlar; depremin büyüklüğüne (yani şiddetine), depremin merkez üssüne uzaklığına, yerel zemin şartları, yapı tipleri ve inşaat kalitesine göre farklı oranlarda oluşur. Zemin kalitesi açısından olaya bakacak olursak; gevşek zeminlerin sarsıntı büyütme oranı ve titreşim periyodları büyük, sert zeminlerde ve kayalık bölgelerde ise küçüktür. Kurutulmuş bataklık bölgeleri, dere yatakları, dolgu ve heyelan alanları gibi gevşek zeminler üzerindeki yapılar, sert-kayalık bölgelerde inşa edilmiş yapılara oranla daha fazla hasar görürler.
    Hatta depremin merkez üssüne nispeten uzak olmasına rağmen zemini gevşek olan bölgeler, zemini sağlam olan bölgelere nazaran daha fazla sarsılabilmektedir. Fakat depremin büyüklüğü ve yerinin, deprem hasarları açısından en önemli faktörlerin başında gelmekte olduğunu belirtmek gerekiyor.

    Volkanik PATLAMA hikayesi
    Kriz anları, toplumların gücü kadar dirayetinin sınanabildiği gerçek zaman dilimleri oluyor. 17 Ağustos’tan beri kimbilir kaç kere okuyucularımızın, CNN’in filan saatte (ya da günde) deprem olacağı yönünde haber verdiği iddiasının doğru olup olmadığını soran telefonlarına muhatap olduk. Bizi arayanlara böyle bir şey olmadığını zaten olmasının da mümkün olamayacağını anlatsak da herhalde bu söylentiyi duyanların büyük çoğunluğu belirtilen saatlerde dışarıda kalmayı tercih etti. Başka bir söylenti ise Marmara Denizi’nde volkanik patlama olduğu yönündeydi. Buna göre Yalova’da 500 metre derinlikte mezgit avlayan balıkçıların ağlarının kaynayarak yanması ve bazı ağlara erimiş mağmayı andıran taşların takılması, denizin dibinde volkanik bir patlama olduğunu akla getiriyordu. Balıkçıların deprem öncesi ve sonrasında denizde karşılaştıkları suyun kabarması ve ufukta kırmızı bir ışık belirmesi gibi anormallikler de volkanik patlamayla ilişkilendiriliyordu.

    alıntı

    https://www.main-board.com/guncel-sorunlar-ve-hayat/766168-istanbul-depreme-hazir-mi.html#post5101200
#04.03.2014 18:15 0 0 0
  • OYSA.
    İşin uzmanlarına göre bir volkanik patlama öyle bir anda ortaya çıkmaz. Yani volkanik patlama deprem gibi değildir. Araştırma kurumlarının rahatlıkla tespit edebildikleri dünyanın belirli yerlerinde görülür. Yine volkanik patlama öyle hemen kesilmez, uzun sürer ve durdurulamaz. Deprem öncesinde, sırasında ve sonrasında denizlerde ve balıklarda bazı garipliklerin görülmesi ise zaten bilinmektedir.

    Bu konuda en ileri çalışmaları yaptığı bilinen Japon bilim adamlarının deprem öncesinde gözlemledikleri işaretlerden bir tanesi 29 Şubat 1972’de, Hachijo Adası açıklarında avlanan balıkçıların ağlarına doluşan anormal sayıdaki balıklardı. Balıkçıların ağına normalden on kat fazla balık dolmuş ve az sonra da ada 7.4 şiddetinde bir depremle sarsılmıştı. Japonlar depremlerle balıklar (özellikle kedi balıkları) arasındaki ilişkiyi çok önemsiyorlar. Peki gökyüzündeki kızıllıkla, ağlara takılan mağma parçalarına ne diyeceksin? diye soracak olursanız, bunlar büyük bir ihtimalle Tüpraş yangını ile ilişkili gözüküyor. Bu kadar büyük çapta bir yangının çevreye verdiği zararlar bir gün kapsamlı şekilde ele alındığında bu sorulara da tatmin edilir cevaplar bulunabileceğini sanıyorum.



    Erken uyarı sistemimiz olsaydı
    - Basında ve özellikle televizyonların haber bültenlerinde deprem sonrası tartışılan konulardan biri de ‘sismik alarm sistemi’yle ilgiliydi. Dolaşan rivayete (!) göre Japonya’da “sismik alarm” adlı bir sistem işlemekteydi ve bunun sayesinde Japonlar depremleri önceden tespit edebilmekte ve böylece halkı erkenden uyarabilmekteydi.

    Yer kabuğu, (yani karaların ve denizlerin üzerinde durduğu kara parçası) haritada ayrı ayrı renklerde gösterilmiş olan levhalardan oluşmaktadır. Depremlerin bu kabuğu oluşturan levhaların sınırlarında oluştuğuu söylenmektedir. Dünyanın özellikle bazı bölgelerinde depremlerin tekrarlandığı gözlenmiştir ve bu kesimler hep levha sınırlarıdır. Depremlerin yoğun olarak gözlendiği bölgeler yeryüzünde üç ana kuşak oluşturur:

    1. KUŞAK (Pasifik Deprem Kuşağı): Şili’den kuzeye doğru Güney Amerika kıyıları, Orta Amerika, Meksika, ABD’nin batı kıyıları ve Alaska’nın güneyinden Aleutian Adaları, Japonya, Filipinler, Yeni Gine, Güney Pasifik Adaları ve Yeni Zelanda’yı içine alan en büyük deprem kuşağıdır. Yeryüzündeki büyük depremlerin yüzde 81’i bu kuşak üzerinde gerçekleşir.
    2. KUŞAK (Alpine): Endonezya’dan (Java-Sumatra) başlayıp Himalayalar ve Akdeniz üzerinden Atlantik okyanusuna ulaşan kuşaktır. Yeryüzündeki büyük depremlerin yüzde 17’si bu kuşakta oluşur.
    3. KUŞAK (Atlantik): Bu kuşak Atlantik Okyanusu ortasında yer alan levha sınırı (Atlantik Okyanus Sırtı) boyunca uzanır.

    - Oysa bu da eksik ve yanlış bilgilenmeye dayanan safsatadan öte bir şey değil. Depremlerin sebep olacağı can ve mal kaybını en aza indirmek amacıyla gelişmiş ülkelerde çeşitli önlemlere başvurulmaktadır. Bir nevi ‘erken uyarı’ diyebileceğimiz sismik alarm sistemi aslında sadece Japonya’da değil, dünyanın gelişmiş birçok ülkesinde de uygulanmaktadır.

    - ABD’li uzman Thomas Heaton “Herkes Türkiye’deki (bina yapımına ilişkin) kanunların düşük seviyede olduğunu zannediyor, oysa Kaliforniya’dakilerle hemen hemen aynı düzeyde olduğunu söyleyebilirim” diyor ve ekliyor “Fakat sorun uygulamada çıkıyor.”
    - Reçete aramayalım, elimizde pusula varken yön sormanın mantığı yok. Eğer bu ülkedeki binaların yaklaşık yüzde 65’i ‘kaçak’ yapılıyorsa kanunların ne işe yaradığını düşünmeliyiz. Binayı ‘ruhsatsız’ yapan kişi de suçlu, buna göz yuman devlet de.
    - Yine aynı ABD’li uzman “Türkiye’de gerçekten nispeten ileri seviyede bir deprem mühendisliği grubu bulunuyor” diyor. İşte bu yüzden nerelerde hata yaptığımızı söyleyen İTÜ uzmanları tarafından hazırlanan raporu önemsemeliyiz. Bu ülkenin beyinlerini ciddiye alıp sözlerine kulak vermemiz gerekiyor.

    Tüpraş yangını olmazdı...
    Sistemin bazen yanlış alarm verdiği görülse de bu durum sadece bahsedilen tesislerde kısa bir süre şalter kapatılmasına yol açmakta ve sonra çalışmaya devam edilebilmektedir. Anlaşılacağı üzere sismik alarm sistemi, depremi saatler öncesinden tahmin ederek halkı uyaramaz. Fakat Türkiye’de hele İzmit ve Adapazarı gibi deprem kuşağında bulunan ve tarım arazisi olarak kullanılması gereken bölgenin yumuşak zeminine ağır endüstrinin kurulduğu bir yerde bu sistemin devrede olması TÜPRAŞ yangını gibi bir facia ile karşı karşıya kalınmayacağı manasına gelecektir.

    Sistem nasıl işliyor?
    Bir deprem anında yer altındaki kayıtçılara iki tür deprem dalgası ulaşmaktadır. Bunlardan ilki “P” dalgasıdır ve yıkım etkisi düşüktür. Bu “P” dalgalarından hemen sonra (en fazla 5 dakika sonra) yıkım etkisi yüksek olan “S” dalgaları oluşmaktadır. Depremlerin nükleer ya da TÜPRAŞ’a benzer enerji santrallerine vereceği zararın felaketin boyutlarını muazzam bir şekilde artıracağını hesaplayan gelişmiş ülkeler, ‘sismik alarm’ adlı bir erken uyarı sistemini uygulamaktadırlar.
    Yer altındaki deprem kayıtçıları “P” dalgalarını tespit ettikten saniyeler sonra bu sistem doğal gaz şebekeleriyle yüksek gerilim hatlarını kapamaktadır. Böylece depremden kaynaklanabilecek yangınlar önlenebilmektedir. Yine çok yüksek binalardaki asansörleri kitleyerek ve hızlı trenleri durdurarak can kayıplarını azaltmaktadır.

    Yerin altında neler oldu?
    Ülkemiz üç levhanın kesişme noktasında bulunuyor. Bu levhalardan biri diğerini sıkıştırdığında ortaya çıkan enerji, fay hatları boyunca depremlere sebep oluyor.

    Yer kabuğu levha denilen iç içe geçmiş büyük plakalardan oluşur. Bu levhalar yerin içerisindeki dinamizm sebebiyle hareket halindedir. İşte bu ateş tabakası üzerinde birbirine geçmiş şekilde yüzen levhaların, üç değişik levha hareketi olur. Bu levhalardan ya biri diğerinin üzerine doğru çıkar, ya birbirlerini sıyırır ya da birbirlerinden uzaklaşır. Yer kabuğunda hareket eden levhaların birbirine bu şekilde yüklenmesi sonucunda bir tür enerji (stress) oluşur. Bu enerji de levhaların hareketleri sonucunda fay ya da kırık denilen sınırlardan açığa çıkar. Bu sınırlardaki hareketlenmelere de deprem denilir.
    İzmit depremi grafikte de görülebileceği gibi Afrika ve Arap levhaları tarafından sıkıştırılan Anadolu levhasının, kuzeyindeki Avrasya levhasını sıyırarak, Batı’ya doğru yönelmesi ile oluştu. Anadolu levhasının her yıl yaklaşık 2 cm kadar batıya gittiği belirtilmektedir. Anadolu levhası ile Avrasya levhası arasındaki sınırda bu hareketlenmelerin görüldüğü iki fay hattı vardır: Kuzey Anadolu Fayı ve Doğu Anadolu Fayı.

    Ev yaptırırken dikkat!
    Alacağınız arsanın imar parselli olmasına özen gösteriniz. İnşaata başlamadan önce mutlaka statik-betonarme projelerinizi bir inşaat mühendisine yaptırınız. Projenin inşaat mühendisleri odası tarafından onaylanmasını sağlayın. Bina yaptıracağınız ustanın inşaat mühendisinin yaptığı projeyi okumasını bilen ve konusunda deneyimli uzman kişiler olmasına dikkat edin. Projenin ustalar tarafından uygulanması sırasında bir inşaat mühendisinin imalatı kontrol etmesini sağlayın. İnşaatınızda kullanacağınız inşaat malzemelerinin (inşaat demiri ve çimento dahil) TSE belgeli olmasına dikkat edin. Eğer kontrol mühendisiniz ve projeleriniz yoksa depreme karşı dayanıklı yapı yapmanızın mümkün olmadığını aklınızdan çıkarmayın. İnşaat mühendisleri ile depremden sonra değil, önce tanışmaya çalışın!

    Istanbul riskli bölge
    Uzmanlar, hangi gün hangi saatte olacağını söyleyemeseler de İstanbul’un özellikle güney kıyılarının en riskli deprem bölgelerinden biri olduğu konusunda fikir birliği içerisindeler.

    Bilim adamları yüzyıllar boyu devamlı hareket halinde olan ve üzerinde depremler oluşan yerlere aktif fay hattı demektedirler. İstanbul’a en yakın aktif fay hatları ise yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Bu fay hatları, bulundukları bölgede her an deprem olma ihtimali bulunan, riskin en yüksek olduğu yerlerdir. Uzmanlar Marmara Bölgesi’nden geçen Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın batı ucunun sismik yapısı hakkında derinlemesine bilgiye sahip değiller. Bu yüzden bu bölgedeki deprem ihtimaliyle ilgili kesin bir şey söylenemiyor.
    İzmit depreminin İstanbul’a yakın fay hatlarını tetikleyebileceği söylense de bu fay hatlarındaki enerji birikimi ve gerilim hakkında bir şey bilinmiyor. Çünkü ülkemizde bu tür araştırmaların yapılabilmesi için gerekli cihazlar ve çalışma grupları oluşturulmuş değil. Marmara Bölgesi’nde 1894’te yaşanan depremin merkez üssü Adalar’dı. Bu yüzden depremin İstanbul’a verdiği zarar da büyük oldu. Son büyük deprem ise İstanbul’da yaklaşık 6 şiddetinde hissedildi. Bununla beraber depremin en fazla zarar verdiği Avcılar’da felaketin boyutlarının artmasında bölgede kayma olması ve zeminin yumuşak olmasının büyük etkisi oldu.
    Bir depremin yumuşak zemin denilen suya doymuş, gevşek topraklar üzerinde inşa edilmiş yapılara etkisi; sert zemin olarak tabir edilen kayalık bölgelerde kurulmuş olan binalara nispeten dört beş kat daha fazladır.

    TEHLİKELİ YUMUŞAK ZEMİNLER
    İstanbul’da özellikle Zeytinburnu, Bakırköy’ün bütün sahil şeridi ve içerilere doğru Büyükçekmece, Küçükçekmece, Halkalı, Gürpınar, Hadımköy, Kumburgaz ve Çorlu’nun büyük kısımları yumuşak zemin olarak kabul ediliyor. İstanbul Teknik Üniversitesi uzmanlarının deprem bölgesindeki incelemelerinden sonra hazırladıkları rapordan anlaşıldığı kadarıyla son deprem sonrası oluşan yaklaşık 100 kilometre uzunluğundaki kırık, Adapazarı’ndan başlayarak Gölcük, İzmit ve Körfez’den geçerek Çınarcık’tan denize iniyor.
    Uzmanlara göre, İzmit Körfezi ve Çınarcık çukurluğundaki kırıklar üzerinde var olan deprem riski, bu deprem sonrasında kesin olarak artmış vaziyette. Yine buradaki hareketlenmelerin önümüzdeki en fazla 30 yıl içinde batıya komşu kırıklara yani İstanbul ve çevresindeki faylara sıçrayıp benzer büyüklükte deprem meydana getirmesi her zaman için mümkün olarak görülüyor. Şimdiye kadar görülen artçı depremlerin büyük çoğunluğu Adapazarı ile Çınarcık çukurluğu arasında kalan koridor ve çevresinde yer almaktadır. Bu artçı depremlerin seyrek de olsa orta büyüklüklere çıkabileceği ve zaman içinde azalarak en az bir yıl devam edebileceği belirtiliyor. Öte yandan İstanbul’un Marmara Denizi’ne kıyısı bulunan kesimlerinde incelemeler yapan uzmanlar bu bölgelerde çöküntü yaşanabileceği sonucuna ulaştılar. Yine deprem sonucunda oluşacak tsunamilerin (büyük deniz dalgaları) depremin şiddetine göre yaklaşık 3 veya 4 metreye çıkabileceği bunun da Ataköy ve Kadıköy gibi ilçelerin kıyı bölgelerinde hasara yol açabileceği belirtiliyor. (17 Ağustos’u izleyen günlerde deprem korkusu yaşayan İstanbullu bazı vatandaşlarımızın çadırlarını deniz kıyılarını kurduklarını düşündüğümüzde traji komik bir durum ortaya çıkıyor.) Aslında muhtemel bir deprem halinde en az hasara uğrayacak yerleri önceden belirleyebilmek de tam olarak mümkün gözükmüyor. Çünkü zeminin yapısı ve inşaatın kalitesi kadar fay hareketlenmelerinin alacağı yönde depremin hasar etkisini arttıracak ya da azaltacaktır.

    Ev satın alırken.
    Alacağınız dairenin ruhsatlı ve projeli olmasına dikkat ediniz. Dairenin seramik ve fayansına gösterdiğiniz ihtimam kadar, binanın taşıyıcı sistemine de (kolon-kiriş-döşeme) özen gösterin. Daire alacağınız müteahhidin projelere ve standartlara uygun imalat yapan biri olması önemlidir. Alacağınız evin yapım aşamaları hakkında belediye ve inşaat mühendisleri odası gibi ilgili kurumlara da başvurarak bilgi alınız. Eğer bir kooperatife katılacaksanız, binanın betonarme karkas sistemi olarak adlandırılan iskeletinin inşa edilirken projelere uygun olup olmadığının, özellikle beton ve demir kontrollerinin mutlaka bir inşaat mühendisi tarafından yapılmasını sağlayınız.

    ‘Kaçıncı dereceden’ tartışması
    İstanbul’un kaçıncı derece deprem bölgesinde bulunduğu konusunda uzmanlar ile yetkililer arasında görüş farklılığı bulunuyor. Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nün Türkiye’deki bütün il ve ilçeleri deprem riskleri açısından derecelendirdiği tabloda İstanbul ikinci dereceden deprem bölgesi içerisinde kabul ediliyor. Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nün deprem derecelendirmesi yaparken fay hatlarına uzaklık ve yakınlığı kıstas olarak kabul ettiği ifade ediliyor. Resmi olarak İstanbul’un 38 ilçesinden 19’u birinci dereceden, 18’i ikinci dereceden, 1 tanesi ise (Eyüp) üçüncü dereceden deprem bölgesi. Oysa uzmanlar İstanbul’daki yapıların büyük bölümünün inşaat kalitesi ve zemin yapısı gözönüne alındığında şehrin kesinlikle birinci dereceden deprem bölgesi içerisinde kabul edilmesi gerektiğini vurguluyorlar. Nitekim merkez üssü İzmit olmasına rağmen 17 Ağustos’taki depremin İstanbul’da 1000’in üzerinde can kaybına neden olduğu hatırlandığında bilimadamlarına hak vermemek elde değil.

    Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nün İstanbul’daki birinci derece deprem bölgeleri içerisinde kabul ettiği Küçükçekmece’de bir nükleer araştırma merkezi bulunuyor. Şiddetli bir depremde olabilecekleri insan düşünmek bile istemiyor.

    Testi kırılmadan...
    İstanbul’da nükleer serpinti riski

    3200 dönüm arazi üzerine kurulmuş olan Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde 5 Megawatt gücünde TR-1 araştırma reaktörü bulunuyor. Şiddetli bir sarsıntıda İstanbul’u deprem kadar bir facia bekliyor. O da nükleer serpinti.

    Felaketler yaşanmadan önce aslında ‘tehlike işaretleri’ verir ve ‘geliyorum’ der. Çoğu kez bunlar ya görmek istenmez ya da görülse de umursanmaz. Ve facia kapıyı çaldığında insanoğlu bütün ihmalkarlıklarının faturasının er geç bir gün ödendiği gerçeği ile yüzleşir. Tüpraş yangınından çıkarılacak en mühim ders bu derece hayati öneme sahip tesislerin bundan sonra deprem riski az olan bölgelerde kurulması gerekliliği olmalı. Tehlikeli kuşaklarda yer alan bu tür tesislerin depremlere ve yangınlara karşı dayanıklı ve son teknoloji ile donatılmış olmaları gerekiyor. Oysa İzmit depreminde günyüzüne çıktı ki yaşanan facianın boyutlarını bir anda bir kaç katına çıkarabilecek bir yangını ne önlemek için yeterli donanım vardı ne de söndürmek için. Richter ölçeğine göre 9 şiddetindeki bir depreme dayanıklı olarak inşa edildiği iddia edilen tesisin 7.4’e teslim olduğuna hayretle şahit olduk. Yine Afet İşleri Genel Müdürlüğü Deprem Araştırma Dairesi’nin hazırladığı haritaya göre tamamı birinci derece deprem bölgesi sınırları içerisinde bulunan İzmir’deki Aliağa petrol rafinerisinin büyük bir depreme ya da yangına ne kadar hazırlıklı olduğu yeniden incelenmeli.

    VE İSTANBUL KÜÇÜKÇEKMECE
    Şiddetli bir deprem olması halinde İstanbul bir başka büyük felaketle karşı karşıya kalabilir. Uzmanlar ve yetkililer tarafından şehrin deprem açısından en riskli bölgelerinden biri olarak kabul edilen Küçükçekmece’de bulunan Türkiye Atom Enerjisi Nükleer Araştırma Merkezi, şiddetli bir deprem sonrası büyük hasar görebilir. Bu durumda İstanbul’u deprem kadar tehlikeli bir facia bekliyor demektir; nükleer serpinti. Küçükçekmece gölünün kıyısında 3200 dönüm arazi üzerine kurulmuş olan Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde 5 Megawatt gücünde TR-1 araştırma reaktörü bulunuyor. Bu reaktör tıp ve endüstride kullanım için radyoizotop üretmekte ve nükleer sahada yapılan bilimsel araştırmalar amacıyla da kullanılmaktadır. Bütün uzmanlar tarafından tartışmasız bir şekilde İstanbul’da büyük bir deprem olması halinde en fazla hasara uğrayacak yerlerin başında gösterilen bölgede bir nükleer araştırma merkezinin kurulmuş olmasını
    nasıl açıklamak gerekiyor bilemiyorum ve yorumu size bırakıyorum.

    Depreme dayanıklı yapının ham maddesi SAMAN
    Saman ve otlardan sıkıştırılmış plakaların “yoğunlaştırılmış straforla lamine edilmesi” sonucu oluşturulan panellerden yapılan evler, 8.5 şiddetindeki depreme karşı koyuyor. Patenti Amerikan WBSL Firması’na ait olan Insulspan Yapı Teknolojisi, deprem felaketinin yaşandığı pek çok ülkenin benimsediği bir yapı teknolojisi olarak dikkati çekiyor. Bu teknolojiyi deprem felaketi yaşayan pek çok ülkenin benimsediği ifade ediliyor. ABD Silahlı Kuvvetleri’nin tüm lojmanlarını bu teknolojiyi kullanarak yaptığı belirtiliyor. Mariot Oteller zinciri Filipinler’de bu teknoloji yardımı ile 35 katlı otel yaparken Japonya’nın Kobe kentinde yaşanan ve çok sayıda binaya hasar veren depremin ardından, kent bu teknoloji kullanılarak yeniden inşa edildi. Güney Afrika’nın Cape Town kentinde ise 150 bine yakın gecekondu yıkılarak, yine bu teknoloji sayesinde depreme dayanıklı binalar yapıldı. Insulspan Yapı Teknolojisi ile inşa edilen binalarda kullanılan panellerin, aynı kalınlıktaki beton duvara göre, darbeye üç misli dayanıklı; sese, soğuğa ve sıcağa karşı izolasyonlu olduğunu ifade ediliyor.

    İzmit depremi, İstanbul’a yakın fay hatlarını tetikledi mi? Yoksa şimdilik herşey yolunda mı? İşte birçok uzmandan farklı görüşler:

    alıntı
#04.03.2014 18:18 0 0 0