İnsan, kendi dünyasını konuşurken içindeki evi, mahalleyi, köyü, kasabayı, şehri anlatır. Bunu yaparken de yeniden inşa eder. Kurar, yıkar, ekler... Olmuşu, olmamışı, olması veya olmaması gerekeni düşünür, hayal eder. Bütün bunları kalbinin ve kafasının aynalarından geçirir, oralarda tutup değerlendirir.
İnsan dünyasının ideal ufku, en zengin ve geniş çerçevesi şehirlerdir. İnsan, köyü, kasabayı orada eritip ideal kalıba döker. Şehirler, insan ruhunun endam aynalarıdır. Bu aynaların çerçevesi imar edilmiş tabiat, zemini ise ilim ve irfanla, inanç ve aşkla cilalanmış hayattır.
Kurduğu şehir hayatının ortasında, cilalı zeminin en güzel yerinde kendini seyreden göz, şehrin kalbidir. Kalbin gözbebeği inanç, göz akı da düşüncedir.
İdeal şehir, taş ve toprak arasında yapılan ruhun yuvasıdır. Ruh, o taş ve toprağı aşk ve inançla şekillendirir. Mabed, medrese, tekke, kışla, haline getirir. Han, hamam, kervansaray, darüşşifa, tabhane, bedesten ve kaleye dönüştürür. En ideal kavisler, çizgiler ve renklerle donatır.
Bir topluluk bir şehir kurar ve ruhu orada arzı endam eder. Şehir, hem o topluluktur, hem de o toplum değildir.
Erzurum, Selçuklu ve Osmanlı ruhunun vücud verdiği aynadır. O güzelim ayna şimdi tuz buz olmuş, saçılıp dökülmüş. Çerçevesi dağılmış. Mabedler, kümbetler, medreseler, tekkeler erim çürüm olmuş. Solmuş yosun tutmuş.Türbeler, o eşsiz aynalar, ahiret cilalı camlar ise sırrı dökülmüş, ziyaretçilerinin nefesleriyle buğulanıp bozulmuş, yansıtma gücünü kaybetmiş birer antika durumuna düşmüş.
Erzurum nasıl doğdu, nasıl gelişti, nasıl yaşadı; inancı, düşüncesi, aşkı nasıl bir seyir takip etti; dostlukları, düşmanlıkları kimlerleydi. Mekanı nasıl donattı, zamanı nasıl süsledi? Komşularıyla ilişkileri nasıldı? Kısaca Erzurum'un kimliği neydi?
Bütün bu ve benzeri soruların cevabını tam bulamayız. Bu tür soruların bir kısmına cevap olabilecek yazı ve sözler, diğer soruların da cevap bulma şansını artırırlar, bazen. Ne yazık ki Erzurum'la ilgili bu tür sorulara cevap olacak kaynak çok az. Erzurum bu tür sorulara daha çok sözlü karşılıklar vermeyi seçti. Bunun için de Hemşin Pastahanesi'ni kullandı.
Hemşin Pastahanesi, Erzurum'un düşünen, duyan, inanan, muhakeme, muhasebe eden hakim, arif, alim köşelerinden biri, belki de tekiydi.
Erzurum'u yazılı anlatan kaynaklar da çıkıyor. Bunlardan biri, Sayın Prof. Dr. M. Sıtkı Aras'ın "Erzurum'un Manevi Mimarları" adındaki kitabı. Diğeri de Mustafa Çetin Baydar'ın "Geçidi Bekleyen Şehir" adındaki kitabı.
Geçidi Bekleyen Şehir, Akçağ Yayınları'nın Şehir Kitapları dizisinin ilki. Mustafa Çetin Baydar, o tatlı, samimi üslubuyla çetin bir işi başarmış. Erzurum gibi sert, çetin, içine kapalı; ama mert ve alabildiğine zengin bir ruh dünyasını, kendi engin gönül dünyasında, renkli dil aynasında yansıtmış. Daha çok kendi çocukluk dünyasının Erzurum'u ile Kurtuluş Savaşı ve sonrasının Erzurum'unun portresini çiziyor. Günümüz Erzurum'unu sitemkar çizgilerle vererek, geleceğin Erzurum'uyla ilgili makul bir taslak ortaya koyuyor.
M. Sıtkı Aras ise Erzurum'un Manevi Mimarları'nı o zengin ve derviş gönlüyle takdim ediyor. Haşiizade Hacı Ali Efendi'den Hacı Salih Zengin Efendi'ye kadar on yedi güzel insanı tanıtıyor. Erzurum'un ruh ümranında aldıkları rolü, o güzel insanların hayatlarından küçük ve ibret dolu karelerle göstermeye çalışıyor.
Bu iki güzel kitapla Erzurum içini ve yüzünü bize biraz daha açıyor. Erzurum, manevi mimarlarıyla, kahramanlarıyla geçidi bekleyen şehir, yeniden keşfedilmeli.