İznik Çinilerinin Özellikleri

Son güncelleme: 07.04.2014 21:25
  • Hiç elinize alıp incelediniz mi bilmem. Kuvars enteresan bir taştır. Altıgen kristalleri iri iri ve su kadar berraktır. Dedelerimiz bu taşa “necef” adını verir, ellerinden düşürmezler. Zira bu gizemli taş asla ısınmaz ve avucunuzu serin tutar. (Yemen çöllerinde vazife yapan biri için ilaç gibidir). İnsanı hem rahatlatır, hem oyalar. Necef kâh pembe, kâh dumanlıdır. Kristalleri elması andırır. Onun sırlarla yüklü yapısı oldum olası merak uyandırır. Atalarımız kuvarsı ne kadar çözerler bilinmez ama biz basınç altında (zıt prizma uçlarında) farklı kutuplar oluştuğunu biliyoruz. Bunu ölçerek hassas manometreler yapmak mümkün. Aksinden hareketle farklı kutuplar uygulayarak basınç elde edebilirsiniz, ki hasıl olan frekans insanı hayrete düşürür. Kuvars saniyede milyonlarca kez titreşir ve titreşimler salise sektirmeyecek kadar düzenlidir. Bu özelliği ile elektronik aletlere hassas ayarlar yapabilir ve saat olarak kullanabilirsiniz. Hani kolumuzdakiler gibi.

    Çini mi kristal mi?
    Diyeceksiniz ki kuvarsla çininin ilgisi ne? Diğerlerini bilmem ama İznikliler çininin hamurunu neceften tutar, tabiri caizse neceften necef
    yaparlar. Sanatkârlar tabletleri boyarken beyaza gelen yerleri boş bırakırlar. Bu boş alanlar pişince bulut bulut ağarır ve çiniye muhteşem bir derinlik kazandırır. Çinici minerali alır, öğütür, ıslatır, hamurlaştırır, döker, kurutur, boyar, pişirir, ortaya bir başka mineral çıkarır. İşte bu yüzden İznik çinisinin kırmızıları mercanı, yeşilleri firuzeyi andırır. Mavileri lapisleri çatlatır. Ama asıl güzellik beyazındadır. Kristaller sizi derinlere çeker, hayallerin kapılarını aralar. Ona takılanlar kâh maziye dalar, kâh sonsuzu arar.
    Kuvars, yine kuvarstır, gene kuvars. Çini olmakla şekli değişir ama yapısı bozulmaz. İznik çinisi gözeneklidir ve duvara suni teneffüs yaptırır. Altı ıslanmaz, ısınmaz, soğumaz. Hasılı çini kaplı bir duvar ömürlü olur.

    Eski çini ustaları sırlarını ya ehline fısıldar ya da kendilerine saklarlar. Nedendir bilinmez 15. ve 16. yüzyıllarda zirve eserler üreten çiniciler 17. yüzyılda aniden kaybolurlar. Sanki yer yarılır da içine düşerler. İznik çiniciliğinin sükutu tam 400 yıl sürer.
    Ancak eski örnekler hep birilerini çeker, meraklıların kanına girer. Çini deyip geçmeyin, bağımlılık yapar. Elini veren sadece kolunu değil, vücudunu, beynini, mesaisini de kaptırır. İşte bu sevimli mevzuya parmak basıp kendini kurtaramayanlardan biri de Işıl Hanım’dır.

    İkinci dönem iznik Çinisi
    Prof. Dr. Işıl Akbaygil (Prof. Dr. Oktay Aslanapa ve Prof. Dr. Ara Altun’un İznik’te çini fırını kazılarına başladığı yıllarda) küçük ama sevimli bir binada serüvene giriyor. Birkaç idealist arkadaşı ile (ki bunlardan biri kardeşi Atıl Bey’dir) bir vakıf kuruyor, kollarını sıvıyorlar. Çinicilik üzerine duydukları herşeyi hayata geçiriyor, çoğu hüsranla biten binlerle tecrübe yapıyorlar. Derken işin beyni manasına gelen bir “dokümantasyon merkezi” şekilleniyor. İzniklilere yeni bir kapı aralanıyor. 85 genç meslek sahibi oluyor. Bir o kadarı sertifika alıyor. Yaz okulları amatör sevdalılarla dolup taşıyor.

    Işıl hanım işin lokomotifi ama “Bilmediğimi biliyorum” diyebilecek kadar mütevazı. “Bu konuda büyük bir bilgi açlığı var. 16. asırda en parlak dönemini yaşayan İznik çiniciliği 17. yüzyılda ansızın yok oluverdi. 1990’lar, İznik çiniciliğinin 2. dönemi. Biz bu sanatı hayata sokmalıyız. Çini sadece saray ve camilerde kalmamalı, modern mimariye de katılmalı. Zaten birinci dönemde o kadar muhteşem işler yapılmış ki, onlara yeni bir şeyler eklemek çok zor. Bir eser mükemmeli yakaladıktan sonra yapılacak her ilave kusur olur. Şimdi yeni sanatkârlar yetiştirmeli, çağdaş tasarımlar üretmeliyiz” diyor.

    Seramik litaratüründe kırmızı “yapılamayan renk” olarak geçiyor. Kırmızı rengi veren demiroksitli maddelerin genleşme katsayıları çok farklı. Kırmızıyı çıkarayım derseniz diğer renkler uçuyor. İşte burada tecrübe ve maharet konuşuyor. Ustası çiniyi, bıçak sırtı kadar “ince ayar” bir dengede pişiriyor.

    İznik Vakfı bütün boyaları kendi yapıyor. Boya dediğimiz şey bildiğiniz metal. Kurşun oksit ve kuvars düz bir zemine bile muhteşem bir derinlik veriyor. Kozmik desenler öteleri çağrıştırıyor. İslâm sanatında kâh sivriler, kâh yuvarlaklar öne çıkıyor, sonra dairesel hareketler dikkat çekiyor. Bütün bunların hesabı, kitabı, mantığı, dengesi var ve üzerinde çalışmayı gerektiriyor.

    Işıl hanım nazar boncuğunu andıran ve ağızları birbirine bakan üç yuvarlağı gösteriyor. “Şu üç daire ne kadar basit görünüyor değil mi?” diyor, “Ama biz iki aydır üzerinde çalışıyoruz. Sanırım daha da çalışacağız. Birşeyler öğrendikçe ne kadar geride kaldığımızı görüyoruz. Dalgalı bir havada deryaya açılan şaşkınlara döndük. Çırpındıkça içine düştüğümüz ummanın büyüklüğünü anlıyoruz. Evet mesafe alıyoruz ama dalgaların bizi gerilettiği kadar değil.”

    Baş döndürücü derinlik
    İznik Vakfı da diğer araştırma merkezlerinin yaptığını yapmış, eski usulleri inceleyip modern teknolojiye aktarmış. Ama bu çetrefilli sanatta öğrenecekleri çok şey varmış. Her aştıkları mania işlerini daha da zorlaştırmış. Eski tasarımları inceledikçe hayranlıkları artmış. Işıl hanım “Bu arada herkes bir fikir verdi, mesela Eyüp Belediyesi bizden minyatür istedi. ‘Çini üzerine minyatür’ aklımıza bile gelmeyen bir çalışmaydı ama bizi çağdaş minyatürcülerle bir araya getirdi. Sıradışı bir istek bize o kadar büyük ufuklar açtı ki anlatamam. Batılılar eski İznik çinisini yakından tanıyorlar. Şimdi bizden yeni bir şeyler bekliyorlar. Mesela Paris’te ‘Sonsuzluğa Açılan Kapı’ adlı bir sergiye katıldık. Eserlerimiz arasında düz beyaz bir tablet büyük sükse yaptı, çünkü inanılmaz bir derinliği vardı” diyor.

    Peki İznik çinsinin diğerlerinden farkı ne? Bu çininin hamuru kuvarsla yoğrulduğu için tecrübe ister, usta seçer. Uygulanması en güç seramik tekniği budur. İznik çinisi gözenekli yapısından dolayı kendi içinde genleşip büzülür. Alanının dışına taşmaz, bu yüzden çatlamaz, patlamaz. Yüzlerce yıl dona, sıcağa dayanır. Sır saydam ama mattır. Hem parlaktır hem de ışığı yansıtmaz. İşte bu özelliği ile gözü yormaz, bakmaya doyulmaz. İznik çinisi diğer mimari elemanlarla birlikte ahenkle kullanılır. Bezemeler aşırılıktan uzaktır. Bu sadelik motifleri ortaya çıkarır. Hammaddeler özellikle İznik yöresinden toplanır ve her safhada dolu dolu el işçiliği vardır.
    Biliyorsunuz Osmanlı’nın ilk medresesi İznik’te kuruldu. Burada Taceddin-i Kürdi, Kara Alaaddin ve Davut-el Kayseri gibi zirveler ders verdi. Bunu Süleyman Paşa ve Çandarlı Hayreddin Medreseleri izledi. Derken Eşrefoğlu Rumi ve Kutbeddin İzniki gibi alimler İznik’e yerleşti ve pırlantalar yetiştirdi. Hasılı İznik ûlema kentiydi. 1300’lü yıllarda üç üniversitesi olan İznik, 2000’lerde okula fukara. Halbuki bir üniversite yakışır ona. Hele fakültelerinden biri “çinicilik” üzerine eğitim yaparsa...

    Çinideki izler

    Klasik sanatlarımız içinde farklı ve müstesna bir yeri olan çininin 16. asırdaki İznik üslubunu yaşatan sanatçımız Güvenç Güven, bu sanatın Türkiye dışındaki ülkelerde daha çok ilgi gördüğünü söylüyor.

    Güvenç Güven, çini sanatının 16. asırda İznik’te yaşadığı zirveyi bugün de yakalamaya ve yaşatmaya çalışan bir sanatkar. Eşi Nursen Güven ile birlikte Eyüp Sultan’daki mütevazı atelyelerinde pahalı malzemelerle ürettikleri çinileri sanatseverlere sunan ve aynı zamanda hem Selimiye gibi mimarimizin zirvesi bir caminin iç süslemelerini restore eden, hem de yeni inşa edilen yaklaşık 60 caminin kalemişlerini yapan Güven, geçen yıl Amerika’da bir caminin kalemişlerini da bitirdi. Güvenler, Amerika’da inşa edilen caminin iç tezyinatını ve pencere vitraylarını uzun ve titiz bir çalışmadan sonra gerçekleştirdiler.
    Güvenç Güven’le çini sanatı ve Amerika’daki çalışmaları hakkında konuştuk:

    ÇİNİ AŞKI

    Siz bugün, Türkiye’de çok az uygulanan İznik çinilerinin hem motiflerini, hem renklerini arayan, uygulayan bir sanatkarsınız. Bu eserlerin kullanım alanları ve gelişimi hakkında bilgi verir misiniz?

    GÜVEN: İznik çini tekniğini bulan üstadımız Faik Kırımlı ile beraber, bu tekniğe çok büyük bir ilgi oldu. Birkaç arkadaşımız daha önceki yıllarda teknikler öğrenmişti, onlar devam ediyordu. Biz de Faik Bey’le geç tanıştık, fakat bu sanatın içinde uzun yıllardır bulunmamız dolayısıyla ön bilgilerimiz vardı. Başladığımız zaman, sadece bir takım formülleri alarak onları hemen tatbik etmenin mümkün olmadığını gördük. Yaklaşık 50/60 değişik farklı malzeme kullanılıyor. Alt yapısından fırına sürülmesine kadar çok zor bir sanat. Fakat hepsinin bir işleyişini görmek gerekiyor.

    İZNİK BİTTİ Mİ?

    İznik çiniciliği zorluğundan dolayı mı bitti?

    GÜVEN: Hem zorluğundan, hem de malzemesinin çok pahalı olmasından dolayı bitmiş olmalı. Bu eserler yapıldıktan sonra satılması problemi var. Eğer paraya döndürülemiyorsa yeni eser vermek imkanı kalmıyor. Şu anda İznik Çinilerinin aslına uygun veya çok yakın olarak bugün de yapıldığı bilinmiyor. Bu eserler bazı saray girişlerinde, bir takım turistik tesislerde kullanılıyor. Bunları maalesef daha çok yabancılar alıyor ve beğeniyorlar. Osmanlı döneminde camilerde kullanılıyordu. Bugün camilerde kullanılan çiniler daha çok fabrika işidir. Ancak bizim yaptığımız klasik üsluba göre olduğu için daha pahalıya mal oluyor. Yabancıların sanat eğitimi daha küçük yaşlarda başlıyor. Onlar bizim sanatlarımızı öğrenmeseler de estetik zevke sahip olmak için eğitim alıyorlar.

    Amerika’da büyük bir caminin tezyinatını yapmıştınız. Bu çalışma nasıl oldu?

    GÜVEN: Türkiye’nin dışında camiler yapıldığı zaman ve bu konuda ince çalışmalar olduğu zaman İslam ülkelerinde bu sanatları bizim kalitemizde yapan yok. Üsluplar farklıdır, çünkü Osmanlı gibi bir tarihimiz var. Mimar Sinan’ın dönemi gibi, dünyanın hayran olduğu kaynaklarımız var. Biz de bunları yaptığımız çalışmalarda baz alıyoruz. Hep en yüksek dönem 16. asır diyerek, o dönemi örnek alıyoruz. İslam ülkelerinde kalem işi olarak Türkler gibi eser veren yok. Dünyada tek ülkeyiz.

    Çini ile asırlarda yolculuk

    İznik, bundan tam 13 asır önce Hristiyan aleminin ilk dini toplantılarından I. ve VII. Konsil’den sonra ilk defa uluslararası bir sempozyuma ev sahipliği yapıyor. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemleri başta olmak üzere, tarih öncesi çağlardan Cumhuriyet Türkiyesi’ne kadar olan süreçteki pek çok kültüre ev sahipliği yapmış İznik’in tarihi dokusunu uluslararası kamuoyunun dikkatine sunmayı amaçlayan 1. Uluslararası İznik Sempozyumu’na yaklaşık 40 bilimadamı katılıyor. Katılımcı biilmadamı ve akademisyenler Antik Çağ, Bizans ve Türk tarihi İznik temeli üzerindeki düşünceleri ile İznik’te yapılan arkeolojik çalışmalar ve bu dönemlere ait eserler hakkındaki izlenimlerini ortaya koyacaklar. 1 - 4 Kasım tarihlerinde yapılacak olan sempozyum Türkiye İş Bankası sponsorluğunda düzenleniyor. Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın da katılımıyla başlayacak olan sempozyum ülkemizin tanıtımı açısından da ayrıca önem arzediyor. Daha önce de bir çok etkinliklere imza atarak İznik ismini kamuoyuna duyuran ve unutulmamasını sağlayan İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı’nı takdir etmek gerekiyor.
#07.04.2014 21:24 0 0 0
  • Çiniyi yaşamak

    Kubadabat, Tondino, Topkapı, Hurde Rumî, Çintemanî, Turkuaz, Altın, Üç Top, Lale, Papatya...
    İlk bakışta bir anlam ifade etmiyor bu kavramlar değil mi?...
    Kurulduğu Şubat 2000’den bu yana, Nejla Anıl’ın gayretleriyle saygın ve seçkin bir kurum olarak, çalışmalarını, geleneği yaşatmak ve günlük hayatta yaşamak üzere kurulan Anı Tasarım/ “MOZ’ART”, çini sevgimize yeni heyecanlar katmayı sürdürüyor. Dekorasyon dünyamıza yeni ve renkli bir boyut getirmeyi amaçlayan kurum, “önceleri düş” olan ve fakat ortaya çıkan eserlerle günlük hayata giren ürünleriyle ne kadar gurur duysa hakkıdır. Mozaik ve sanatı “MOZ’ART” ismiyle birleştiren Anıl, sanatın hayata nasıl döndürülebileceğini de isbat ediyor. Çininin müzelerdeki sürgünlüğü, duvarlardaki tutsaklığı bitiyor artık; tarih, yaşayan bir çiniye dönüşüp, evlerimizde her gün kullandığımız bir eşyaya dönebiliyor.

    Tarihin esareti
    Kuruluşunun üzerinde on ay geçmiş olmasına rağmen, sıraltı tekniğiyle boyanmış kuvartz çintemanileri, hurde rumileri, turkuaz ve erguvan laleleri, sedeflenmiş mozaikleri ile aslından hiçbir farkı olmayan onlarca eşya üreten MOZ’ART, tarih ve sanatı yeniden yorumlayarak günlük objelere uyguluyor. Şirketin temel amacı da yaptığı işlerle doğru orantılı: “Türk Çini Sanatı’nın yeni nesillere taşınması ve hakettiği değeri bugün de bulması için, çiniyi müzelerden ve uygulandıkları tarihi ortamlardan yaşamın içine, günümüz insanının yaşadığı mekanlara getirebilmek...”
    Prof.Dr. Kerim Silivrili’yi kendine danışman olarak seçen MOZ’ART, Türk çini sanatının yaklaşık bin yıllık geleneğine saygıyı ön planda tutuyor. Şirketi, bizden uzak gibi duran ve artık müzelik eserler olarak bir kenarda tutulan çini sanatını, sehpa, konsol, ayna, saksı ve birçok dekoratif ürünle birleştirerek günlük hayata kazandırdığı için kutluyorum.
    (0 216 449 12 31-32)

    Çininin tarihi
    Yaklaşık bin yıllık geçmişi olan çini sanatının macerası, Karahanlılar’ın binalarında çiniyi kullanması ile başladı. Bu gelenek Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları döneminde de sürdü. Daha sonra Anadolu’daki beyliklerin de kullandığı çini, Osmanlı Devleti’nin kurulması ile muhteşem bir yolculuğa çıktı. Beylikler döneminin ünlü eserlerinden Karamanoğlu İbrahim Bey’in yaptırdığı camiin mihrabı İstanbul’daki Çinili Köşk; Konya Beyhekim Mescidi’nin mihrabı ise Berlin Devlet Müzesi’nde bulunmaktadır. İlk Osmanlı dönemindeki Nakkaş Baba’ya ayrıca dikkat etmek gerekiyor. Binlerce esere çini süslemelerinin yapıldığı, bugüne kalan örneklerden yola çıkılarak anlaşılabilir. İznik, bu konuda ciddi bir merkez konumunu yüzyıllar boyunca korumuş, bugün de İznik çinileri aranan en önemli örnekler arasında yer almıştır. Duvar ve kullanma çinileri (evani) olarak ikiye ayrılan çini sanatımızı İznik Vakfı ile Anı Tasarım gibi özel kurumlar yaşatmaya çalışıyor.

    Çinilerdeki sır
    İznik Çinisi’ni 400 yıllık uykusundan uyandırarak yeniden dünya mimarisine kazandıran İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı, bir ilke imzasını atarak önemli bir kültür faaliyeti gerçekleştirdi. İznik çinileri ile ilgili ilk ciddi ve uluslararası toplantı 1-4 Kasım tarihleri arasında İznik’te yapıldı. Yerli ve yabancı 40 kadar bilim adamının katıldığı “1. Uluslararası İznik Sempozyumu”, İznik tarihinde kentte yapılan ve hıristiyan aleminin ilk dini toplantılarından I. ve VII. Konsil’den yaklaşarak 1300 yıl sonra İznik’te gerçekleştirilen ilk uluslararası toplantı olma özelliğini taşıyor.

    Geniş katılım
    İznik Kaymakamı Salih Karabulut, Belediye Başkanı Zeynelabidin Turan, Garnizon Komutanı Mahmut Akançay ve diğer yetkililerin katıldığı sempozyumun başlamasından önce vakıf çalışmaları tanıtıldı, ardından İznik’i ve çinilerini tanıtan “Yeniden Doğuş” isimli bir mültivizyon gösterisi gerçekleşti. İlk konuşmayı yapan İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı Başkanı Prof.Dr. Işıl Akbaygil, sempozyumun yapılmasında katkıları olan Türkiye İş Bankası ve Kültür Bakanlığı ile bilim adamlarımız Prof.Dr. Halil İnalcık ve Prof.Dr. Oktay Aslanapa’ya teşekkür etti.
    İznik Belediye Başkanı Zeynelabidin Turan da, 4 medeniyete başkentlik etmiş olan İznik’te Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar’ın mevcut eserlerine sahip çıkılması gerektiğini söyledi. Kaymakam Salih Karabulut ise, alimler şehri olarak bilinen İznik’in tarih boyunca muhtelif inanç ve kültürlere mekânlık ettiğini kaydetti. Çini’nin İznik’in adeta soyadı olduğunu, İznik çinilerinin renk, motif ve işlemede dünya çapında tanındığını belirten Karabulut, çininin süsleme sanatı olarak asırların birikimini ve güzelliğini yansıttığını ifade etti.

    Arkeolojik miras
    Daha sonra kürsüye gelen Kültür Bakanlığı Müsteşarı Fikret Üçkan, İznik’in çok zengin kültürel, arkeolojik mirası bulunduğunu belirterek, “İznik, Avrupa’nın temel değerlerine ve birçok medeniyete beşik olmuş bir merkez. Anadolu Selçukluların başkenti, ve Osmanlıların çok önemli bir kenti. Avrupa kültürünün yanısıra Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin de önemli bir merkezi. Geleneksel sanatlarımızdan çiniciliğin de merkezi olması bakımından kayda değer bir yerleşim birimimizdir” dedi.

    Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi ve dünya çapında tanınan tarihçi Prof.Dr. Halil İnalcık da İznik’in hıristiyanlık aleminden sonra Anadolu Selçukluları’na payitahtlık yaptığını belirterek, bu şehrin cazibesi dolayısıyla zaman zaman çeşitli milletler ve medeniyetler tarafından el değiştirdiğini söyledi. İznik’in Osman Gazi tarafından 1300 tarihinde muhasara edildiğini ifade eden İnalcık, bu tarihten bir yıl sonra yani 1301 yılında İznik’in fethedildiğini ve bunun İznik için tarihi bir dönüm noktası olduğunu kaydetti. İnalcık, İznik’in tarih boyunca geçirdiği merhaleleri anlattı.

    Düzenlenen basın toplantısına Prof.Dr. Oktay Aslanapa, Fikret Üçkan, Prof.Dr. Işıl Akbaygil, Akın Akbaygil, sanat tarihçisi Prof.Dr. Gönül Öney katıldılar. Burada konuşan Prof. Dr. Işıl Akbaygil, sempozyumun Prof. Dr. Oktay Aslanapa ve Prof. Dr. Halil İnalcık sayesinde gerçekleştiğini belirterek, “Her iki hocamız bizim ilham kaynağımız oldu” dedi.

    Sempozyumun öğleden sonraki toplantısında Prof.Dr. Oktay Aslanapa, “Türk İslam Keramik Sanatının Başlangıcı ve Gelişmesi” konusunu, Hatice P. Erdemir, “Roma İdaresi Altında Bithynia Eyaleti ve İznik”, Sencer Şahin, “Tarihte Bithynia Depremleri”, Ceren C. Ünal, “Darphane Merkezi Nicaea” ile Claudia Barsanti ve Thomas Corsten birer tebliğ sundular. Sempozyumun son iki gününde ise Mehmet Çelik, Turhan Kaçar, Selçuk Şener, Işın Demirkent, Yusuf Oğuzoğlu, Mustafa Kara, Gönül Öney Ara Altun, Filiz Yenişehirlioğlu, Belgin Demirsar, Nurşen Ö. Fındık gibi bilimadamları konuştu.

    Çininin sırrı
    Bunaldınız değil mi? Öyle bir bunalma ki bu, ne önceden kestirilebilmiş bir sonuç, ne de sonrası için içinize esenlik verecek bir işareti var!
    Bu sayfayı takip eden okuyucularımız, çevremizde nefes almayı sağlayacak önemli etkinlikler düzenlendiğini, görünen dünyanın ötesine götürecek farklı yönlendirmeler yapıldığını biliyorlar. Birbiri ardınca düzenlenen anma programları (Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal Beyatlı, Gaspıralı İsmail, Abdülkadir Karahan vs...), düzenlenen kitap fuarları (Feshane, Dolmabahçe Kültür Merkezi, TÜYAP), tiyatro gösterileri, vizyona giren yeni filmler, küçük fakat dar mekanlarda kotarılan seçkin konserler gibi...
    İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) de şehrin nefes alınabilecek mekanlarından biri. Arka arkaya düzenlediği sergiler ve her ayın ilk cumartesi günü gerçekleştirdiği konferanslar ile Türk kültürünün yaşaması gereken değerlerini yeniden hatırlatmaya gayret gösteren IRCICA, geçen hafta sonu Sitare Turan Bakır’ın “Şam İşi Çiniler” başlıklı konferansına ev sahipliği yaptı.

    İznik mi, Şam mı?
    Dialar eşliğinde örneklemelerle sunulan konferansta, sıradan dinleyici için ortaya çıkan sonuç şu idi:
    “İznik çinileri, Şam işi çinilerden çok daha değerli ve estetik!..”
    Sadece bu sonucu çıkarmak için bile bu konferansı takip etmek gerekiyordu. Bakır, önceden hazırladığı ve birbirinden değerli Osmanlı eserleri üzerinde yaptığı araştırmalarla bütünleştirdiği konuşmasında, çininin M.Ö. 3000 yıllarından Mezopotamya’ya gelişini, Osmanlı’daki durumunu ve zirve noktaya ulaşan 16. yüzyıl tesbitinden sonra klasik mimarimizi süsleyen ve ona çağlarüstü bir anlam kazandıran çininin neden Osmanlı’da estetik zirveye ulaştığının altını kalın kalemlerle çizdi.

    Süleymaniye Camii, Gülbenkyan Müzesi, Sinaniye Camii, Selahaddin Eyyubi Türbesi, Derviş Paşa Camii gibi eserlerde kullanılan çinilerin dikkatle incelenmesi gerektiğini, bu eserlerde yer alan ve İznik çinilerini taklit veya ondan etkileşimle oluşturulan örneklerin birçoğunun özensiz motif ve boyamalarla yapılmış olmasına rağmen yine de bir değer ifade ettiğini anlattı...

    Medeniyetin izi
    Sadece İznik veya Şam işi çini sanatından yola çıkarak bir medeniyetin izlerini bulabilmek mümkün. Karanfilin, eflatunun, patlıcan morunun, kobalt mavisinin, beyazın, nergisin, süsenin, sümbülün, lalenin.. daha farklı bir estetik anlama büründüğü; cel’i sülüs, ta’lik yazıların çinilerle birlikte daha görsel bir şölene dönüştüğü; Hatayînin, Rumi’nin, sıraltının çinilerde raksettiği bir ülkede yaşıyor olmanın verdiği bir zevk yansıması ile bu satırları kaleme alıyorum.

    Üniversitelerimizin gelenekli/klasik eserlere ilgisi ne merkezdedir, bunu biliyorum ancak, yüzyılları duvarlarında, çatılarında, levhalarında, tabaklarında, tombaklarında, cami minberlerinde, minarelerinde taşıyan ve yaşatan bir medeniyetin dillendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu çerçeveden baktığımda ise IRCICA’nın ve Sitare Turan Bakır gibi hocaların, bildiklerini susmadıklarını ve meraklılarla paylaştıklarını gördükçe ümidim ve estetik kaygılarım biraz olsun esenlik kazanıyor.

    alıntı
#07.04.2014 21:25 0 0 0