Bir Zamanlar Rize Ailesi - 1

Son güncelleme: 15.04.2014 00:12
  • Toplumun tabiî bir öğesi olan aile, insanlığın başlangıcı ile birlikte var olagelmiştir. Aile toplumun varlığının devam etmesinde önemli görevler yüklenmiş, ekonomik hayata yön vermiş, sosyal ve siyasî hayatı düzenlemiş, dinî ve kültürel fonksiyonlar icra etmiştir. Bunların da ötesinde insanlığın varlığı ve yeni nesillerin teşekkülünde evrensel bir kurum olmuştur. Bir toplumun siyasî, sosyal, hukukî ve ahlaki yapısını anlayabilmek için, o toplumun küçük bir modeli olan aileye bakmak gerekir. Ailenin iyi tahlil edilmesiyle, o devlete ait birçok meselenin çözümüne ilişkin ipuçları bulunacaktır.

    Osmanlı ailesi hakkında yapılacak araştırmalarda Şer’iyye Sicilleri önemli veriler içermektedir. Kadı kayıtları, sadece Osmanlı kanunlarının uygulaması değil; üzerinde çalışıldığında sosyal tarihimiz için birçok gerçeklerin ortaya çıkmasında , evlilik tiplerinden ailenin çözülmesi ve ailedeki roller ve statülerin daha doğru ve daha detaylı resminin çizilmesine kadar önemli donelere sahiptirler. Ayrıca şer’iyye sicilleri, aile ilgili sosyal tezahürlerin yalnız fetvalardan yararlanılarak yansıtılmasının haricinde birincil kaynak konumundadır .

    1. Ailenin Oluşumu

    Ailelerin evlenmeyle teşekkül ettiği açık bir husustur. Evlenme, aralarında bir evlenme engeli bulunmayan bir erkek ile kadının, ortak bir hayat sürmek ve evlât yetiştirmek amacıyla gerekli bağı meydana getirmek üzere yaptıkları bir akit olarak tarif edilebilir. Ailenin oluşum süreci ve dağılması ile ilgili bulgular o dönemdeki aile yaşantısı ve işleyişi ile ilgili olarak bize güzel ve ayrıntılı bilgiler vermektedir.

    a. Evlilikte Rıza

    Evlenecek kişilerin, hür iradelerini kullanmaları İslâmî bir prensiptir. Bu dönemlerdeki uygulamalarda da, bu prensibin geçerli olduğunu görmek mümkündür. Ancak evlilik olmazdan önce yapılan nikâh akdi ile yeni bir aile yuvası teşekkül ettiği için, ailenin sağlıklı bir şekilde devamı bakımından tarafların rızasına büyük önem verildiğini görüyoruz. Başta, evlenecek gelin ve güvey adayları ile bunların ailelerinin, yapılacak nikâh akdine razı olmaları gerekiyordu. Hatta, evlenmelerine mâni bir halin olmadığına dair mahalle ileri gelenlerinin de şahitliği istenmekteydi ki, bu da bize bir bakıma mahalle imamının ve ihtiyar heyetinin de onayının arandığını söyleme imkânı vermektedir. Ayrıca, bütün bunların dışında, Kadı’nın onayı gerekiyordu.

    Buluğ çağına girmeyen çocuklar veya küçük yaştakiler diye ifade edebileceğimiz bireyler de, erginlerle birlikte aynı toplum içerisinde yaşamaktadırlar. Küçük yaştakilerin erginlerden farklı tarafı ailevî ve toplumsal sorumluluklarını, velilerin üstlenmesidir. İslam hukukunda “velayet” diye tanımlanan bu sorumluluk sosyal bir olgu olan evlenme konusunda da dikkate alınmıştır.

    Bazı velilerin küçük yaşta olan çocukları adına nikâh akdi yapabilecekleri düşünülerek, İslâm mezhepleri, bu konudaki görüşlerini ortaya koymuşlardır. Örneğin Hanefi mezhebinde, akıl-baliğ olmayan erkek ve kızların eğer velilerinden biri yoksa hakim izni olmadan yapacakları evlilik akitlerinin geçerli olmayacağı yönünde fetva verilmiştir. Hanefi mezhebi velilerin (baba ve dede hariç) çocuklarını evlendirmesi halinde çocukları, rüştlerine eriştiklerinde, evliliği geçerli sayıp-saymama konusunda özgür bırakmıştır. Bu karar “buluğ muhayyerliği” şeklinde normlaştırılmıştır. Ancak küçük yaşta evlendirilen ve evliliği istemeyip iptal ettirmek isteyen erkek veya kızın akıl-baliğ olur olmaz şahitler huzurunda kararını açıklaması şart koşulmuştur. Buna ek olarak iptal kararının geçerliliği için de kadı kararı gerekli görülmüştür.

    Küçük yaşta evliliklerin iptali için mahkeme kararının zorunlu oluşu, incelediğimiz dönemde Rize’de bu tür nikâh iptal davalarının sıklık derecesinin tespitinde önemlidir. Bu davaların sıklığının tespiti ise, gerek erkek, gerekse kadın cinsiyeti bakımından Osmanlı ailesinde çocukları üzerinde yegane otorite sahibi olarak ileri sürülen baba veya benzeri statülerin anlaşılmasına katkıda bulunabilir.

    Şüphesiz burada, ister istemez, buluğa ermeden evlendirilen kız çocuklarının kocalarıyla birlikte yaşayıp yaşamadıkları sorusu akla gelmektedir. Ömer Nasuhi Bilmen’e göre, bir çocuğun nikâhı akdedilmekle hemen zifaf icrası gerekmeyeceği aşikârdır . Zira İslâm, bu şekilde akdedilmiş evlenmenin esas hüküm ve neticelerini, kızın buluğa ermesine kadar askıda bırakmıştır. Bunun sebebi, küçüğün fiziki bakımdan olgunlaşmasını beklemek ve sonuçta evliliğin kadının sıhhatine zarar vermesini önlemektir . İşte bu noktada, buluğ çağına gelmemiş gençlerin evlendirilmesiyle alâkalı uygulamaları Rize ailesinde görmek mümkündür.

    Örneğin, 8 Recep 1331’de Rize’nin Sahor (Sinekli) köyünden olan Hacer bint Şaban isimli kızı, annesi, aynı köyden olan Mehmet ile nikâhlamış; fakat kız ergenlik yaşına girer girmez itiraz etmiş ve nikâhını feshettiğini açıklayarak mahkemeye tescil ettirmiş ve mahkeme de nikâhını iptal etmiştir .

    Petroz (Kututaş) köyünde yaşayan ve vasisi tarafından küçük yaşta nikâhı yapılan Hacer bint İshak isimli kız, vekili olan Abdulhamid Efendi aracılığıyla 23 Muharrem 1332’de mahkemeye gelerek, akıl-baliğ değilken 13 yaşında kendisinden küçük Yusuf ile nikâhlandığını, akıl-baliğ olduğunda (15 yaşına geldiğinde) ise, nikâhını istemeyip iptal ettiğini beyan ederek mahkemeden evliliğin iptalini istemiş, mahkeme de nikâhın geçersizliğine karar vermiştir .

    Neticede, söz konusu dönemde Rize’de küçük yaşta olduğu halde; velileri tarafından yapılan nikâh akitlerinin iptali istenen dava sayısı sadece ikidir. Bu miktar aile ile alâkalı davalar arasında küçük bir oranı teşkil etmektedir.

    b. Nikâh

    Evlenme için çoğunlukla nikâhın mahkeme siciline kaydedilmesi gerekiyordu. Ama bu tip kayıtlara her sicilde çok sayıda rastlanmaz. Sicile kayıt edilmeyen nikâh da sözlü rıza ile cemaat nezdinde meşruiyet kazanmış demektir. Umumi uygulama da böyle olmalıydı. Bütün milletin nikâhının sicillerde kayıtlı olduğunu hiçbir tarihçi iddia edemez. Fakat bazı bölge ve şehirlerin bu konuda hassas olduğu vakidir . Çalıştığımız sicilde nikâh kayıtlarıyla ilgili bulguları tereke, nafaka, veraset davaları gibi farklı mahkemelik olaylardan elde etmeye çalıştık.

    İslam hukukunda aile, kutsal bir yapı olarak değerlendirilmiştir. Ailenin teşekkül edebilmesi için evlenmenin, evlenmenin teşekkül edebilmesi için de nikâh akdi denilen sözleşmenin yapılması şarttır. İslâm’a göre, evlenecek erkek ile kadın arasında akdedilen nikâhın geçerli olabilmesi için resmi bir memurun veya bir din adamının huzurunda yapılması gerekli değildir. Bunun için iki erkek şahit yeterlidir. Ne var ki, nikâhın önemi ve sosyal hayattaki etkisi sebebiyle oldukça erken devirlerden itibaren, akdin hukuki yönünü bilen bir kişi huzurunda yapılmasına itina gösterilmiştir.

    Nikâhı kıyan kişiler umumiyetle kadılar, naipler veya mahalle imamlarıdır. Ancak birtakım suistimâllerin önlenebilmesi için Kadı’nın, müracaat eden her kimsenin nikâhını kıydığını düşünmemek gerekir. Kadı, önceden mahkemeye başvurup evlenmelerinde hukuki bir mahzur bulunmadığını ortaya koyarak gerekli izni alan ve bir izin kağıdı getiren kimselerin nikâhlarını kıymakta idi . Kadı tarafından, evlenecek gelin ve güvey adayları ile tespit edilen mehirleri, “izinnâme” adı verilen kağıtlara yazılır. İzinnâmeler, tarafların evlenmelerine izin verildiğini ihtiva eder ve mahalle ya da köy imamlarına hitaben yazılırdı . Bu kağıtların özenle saklanması, ileride bilhassa mehir konusunda çıkabilecek anlaşmazlıkların önlenmesi bakımından önemliydi.

    Örneğin, Rize’nin Emineddin mahallesinden Tuzcuzâde İhsan Bey ibn İzzet Bey ile Ümmü Gülsüm Behice Hanım bint Mehmet Ali Bey, 26 Recep 1332 tarihinde 401 lira-i Osmani mehr-i müeccel ile o tarihte liva naibi olan Necip Efendi’nin mührünü taşıyan bir izinnâme ile evlenmişlerdir .

    29 Cemâziyelâhir 1332’de Küçük Samri (Küçükyurt) köyünden olan Ulveoğlu Ömer bin Ali ve Kalçaoğlu Nadire bint Mehmet, yaşları küçük olması sebebiyle velileri tarafından 30 lira-i Osmani mehr-i müeccel karşılığında 14 Cemâziyelevvel 1332 tarihinde çıkarılan bir izinnâme ile evlenmişlerdir .

    Burada şu hususa da değinmekte fayda vardır. Kadı, naip ya da onların müsadesiyle mahalle ve köy imamlarına nikâh akdedilmesi esnasında genellikle evlenecek kız ve erkeğin bizzat bulunmalarının yanı sıra bazen bunların vekilleri tarafından temsil edildiklerini de görmekteyiz.

    Muskas (Çeşmeköy) köyünden olup 12 yaşında olan Hacıoğlu Rıfat bin Kel (Gül) Ali ile 18 yaşındaki Osmanoğlu kerimesi Emine bint Mansur velilerinin vekilliğinde evlendirilmişlerdir .

    11 Safer 1331 tarihinde Zavendik (Çiftlik) köyünde 3 yaşındaki Çalıkoğlu kerimesi Gülçehre bint Yakub ile 8 aylık olan Arğaloz (Yanıktaş) köyünden Gençoğlu Hasan bin Memiş 500 kuruş mehr-i müeccel karşılığında velilerinin izni ile evlendirilmişlerdir .

    Buradan şu sonuca varılabilir: M. Akif Aydın’ın da işaret ettiği gibi Osmanlı toplumunda evlenmelerin, devletin her türlü kontrolünden uzak, alım-satım gibi alelâde bir müessese olmadığı fikrini destekleyici veriler elde etmemiz mümkündür . Aksine, devletin sıkı denetim altında tuttuğu, dinî olduğu kadar aynı zamanda medenî akitlerdir.

    c. Mehir

    Üzerinde çalıştığımız Şer’iyye sicilinde mehir, ödeme biçimlerine göre nikâh akdi sırasında peşin ödenen “mehr-i muaccel”, ileride ödenilmesine söz alınan “mehr-i müeccel”, akit sırasında veya akitten sonra belirlenen “mehr-i müsemma” şeklinde ifade edilmiştir . Mehir miktarlarının belirlenmesinde, ailelerin ekonomik açıdan yer aldıkları tabakanın yanı sıra, kadınların yaş, güzellik, bakirelik, dulluk ve sosyal statüleri gibi özelliklerinin etkisi kaçınılmazdır. Fakat söz konusu dönemle ilgili sicilde özellikle nikâh akitlerinin doğrudan yer almaması nedeniyle biz, aynı sicilde kaydedilmiş, boşanma davalarından veya eşinin ölen kocasının mirasından mehrini almak için açmış olduğu dava kayıtlarından mehir miktarlarını tespit edebiliyoruz.

    Örneğin, 27 Receb 1332’de Rize’nin Hamalyoz (Balıkçılar) köyünden olan Çolakoğlu kerimesi Meryem bint Yahya, Perkam (Demirhisar) köyünden Hacı Ömeroğlu Mahmut bin Ahmet 10 lira-i osmani mehr-i müeccel ve 3 lira mehr-i muaccel ile evlenmişler .

    Mehr-i müsemma ile ilgili olarak bir örnek vermek gerekirse, 8 Muharrem 1332’de Rize’nin Kavaroz (Gülbahar Sultan) mahallesinden olan Gül Hanım bint Rıfat Efendi, Mapavri (Çayeli) nahiyesinin Yaka köyünden Sofoğlu Hacı Mahmut Efendi ibn Ömer Efendi ile 17 adet Osmanlı lirası mehr-i müsemma karşılığında evlenmişlerdir .

    Rize’de söz konusu dönemde mehrin kadınlara sağladığı ekonomik statüyü anlamak için kesin değerlendirmelerde bulunmak güç olsa da bir kanaat oluşturmaktadır. Örneğin, ilgili dönemde bir kara sığır inek 4 adet Osmanlı (4 adet yüzlük mecidi altın) lirasına satılmaktadır. Bugünkü fiyatlarla karşılaştırıldığında mehir miktarı belirlenen kadının mehir ile kazandığı ekonomik statüsü hakkında belirli bir kanaat elde edilebilir. Mehir kadınlara önemli bir ekonomik gelir getirici işlevde bulunurken, kocalara önemli bir ekonomik yük olmuştur. Dönem itibarıyla merak edilen konulardan bir tanesi de çok eşle evliliktir.

    d. Çok Eşle Evlilik

    Evlilik bütün toplumlarda görülen çok eski bir olgudur. Bazı toplumlarda tek eşle evlilik görülürken, bazılarında ise birden fazla eşle evliliklere rastlanmaktadır. İslam dini, cahiliye toplumunda sınırsız sayıda yapılan evliliklere sınırlama getirerek, şartlı olarak ancak dörde kadar evliliğe izin vermiştir. Bu husus Osmanlı toplumu için de geçerlidir. Ancak Osmanlı toplumunda eş sayıları hakkında, İslam’ın verdiği izne bağlı olarak mevcut olan kanaatin aksine daha önce yapılan araştırmalar neticesinde birden fazla eşle yapılan evliliğin pek yaygın olmadığı tespit edilmiştir. Elimizdeki sicilde yer alan sadece beş kayıtta çok evlilik örneğine rastlanmaktadır. Bu kayıtlarda zikredilen kişilerin ikişer kadınla evli oldukları anlaşılmaktadır. Bu kayıtlar, o dönemde çok eşliliğin yaygın olmadığını göstermekle beraber toplumun genel durumu hakkında bir kanaate varmak için yeterli olmayabilir. Fakat o dönemle ilgili olarak bu konuda bize bir ufuk açmaktadır.

    5 Rebîülevvel 1332’de Rize’nin Kura-i Seba (İkizdere) nahiyesinin Varda (Güneyce) köyünden Alemdaroğlu Hacı Receb Efendi ibn Mehmet ’in veraseti, eşleri olan Fatıma bint Hacı Yusuf ve Zehra bint Ahmet’e intikal etmiştir. ”

    12 Ramazan 1332’de Rize’nin Ğorğor (Büyükköy) köyünden olan Ofluoğlu kerimesi Havva bint Memiş’in mahkemeye gelerek Kanboz Kaşatoz (Islahiye) köyünden olan eşi Topuzoğlu Haşim bin Mahmut’un üzerine başka bir kadın daha aldığı ve nafakasını temin etmediği gerekçesiyle mahkemeye başvurduğu gözlemlenmiştir .

    Netice itibarıyla söz konusu dönemde Rize’de, birden fazla kadınla evlenme oranı düşüktür. Dolayısıyla tek kadınla evliliğin yaygın bir evlilik tipi olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda daha isabetli sonuçlara ve genellemelere gidebilmek için Rize ile alâkalı bir sicille yetinilmemesi gerekir.

    e. Eşlerin Ailedeki Statüleri

    Temelde aile yapısını oluşturan karı-koca ve çocuklar, aile bünyesinde birbirleriyle ilişkiler içerisindedir. Bu ilişkileri şekillendiren ve belirleyen ise; aile üyelerinin ailedeki statüleridir. Bu bağlamda ilgili dönemde Rize ailesindeki statü ve rollerin gözlemlenmesinde yarar vardır. Kocaya karşı, karısının ailedeki pozisyonu, mülk edinebilme ve tasarruf hakkı gibi hususlar, ailedeki kadının statü ve rollerinin belirlenmesi ve Osmanlı ailesi ile ilgili yapılacak genellemelere katkıda bulunması bakımından önemlidir.

    İslâm, aile yöneticiliğini kocaya vermiştir. Her aile üyesinin ailedeki fonksiyonunu düzenli olarak yerine getirebilmesi, üyelerinin gözetilmesi, ailenin devamı ve korunması için gerekli olan yöneticilik rolünün, keyfi ve nefsâni arzular için kullanılmasına ise izin verilmemiştir . Toplumda koca ile eş birlikte bir şahsiyet olarak değerlendirilmiştir . Kocanın yöneticiliğine itaat, İslâm ahkâm ve ahlâkına uygun olduğu sürece olup, zulüm ve haksızlık durumunda yargıya başvuru hakkı vardır .

    Osmanlı ailesinde, erkeklerin/kocaların eşlerine gerektiği gibi değer vermediği, onları ev içerisinde sadece ev işleri yapan hizmetçiler olarak kullandıkları şeklinde yaygın bir kanı mevcuttur . Toplumun içinde bile kadının statüsü, ait olduğu, toplumsal tabaka veya gruba göre farklılıklar gösterebilmektedir . On yedinci yüzyılda Kayseri’de kadınların durumu üzerine bir inceleme yapan R.C. Jennings, Batılı milletlere karşı bir reddi veya itirazı ifade eden çarpıcı sonuçlara ulaştığını, dolayısıyla özellikle şer’iyye sicilleri üzerinde detaylı çalışmaların yapılması gerektiğini ortaya koymuştur .

    Hicrî 1330-32 yılları arasını kapsayan şer’iyye sicili üzerinde yapmış olduğumuz gözlemlerimizde, sanılanın aksine, kadının toplumda sosyal bir statüye sahip olduğu, kendi işlerini görmek için mahkemeye başvurduğu, ekonomik hayatta da söz sahibi olduğu görülmektedir.

    29 Cemâziyelâhir 1332’de Trabzon’un Faros mahallesinden Ayşe bint Abdullah ve kızı Esma aynı mahallede sahip oldukları bahçeli bir mülkü Rize’nin Yeniköy mahallesindeki Yanaroğlu Mehmet Usta ibn Ömer Reis’e satmıştır .

    3 Rebîülâhır 1330’da Rize’nin Mağloz (Camidağı) köyünden Fatıma bint Ali bu tarihten 3 sene önce, sahip olduğu kara sığırını 4 adet Osmanlı lirası karşılığında aynı köyde ikamet eden Palicoğlu Arslan bin Ömer’e satmış. Ancak Fatıma parasını alamayınca mahkemeye başvurmuştur. Mahkeme de olayın doğruluğunu öğrenmek için şahitleri dinlemiş ve Arslan’a ödemeyi yapması için tembihte bulunmuştur .

    Kadının toplumdaki sosyal statüsü ile ilgili olarak, incelediğimiz kayıtlardan hareketle göz önüne getirmek istediğimiz bir başka hususiyet de kadınların borç-alacak ilişkileri içerisindeki yeridir. 608 adet kaydın 39’unu (%6,4) alacak davaları teşkil ediyor. Bu alacak davalarının yalnız bir tanesinde kadının alacaklı konumunda olduğu tespit edilmiştir. Bahsi geçen kadının kendi parasını alabilmek için kocasını onun ailedeki statüsüne bakmaksızın dava ettiği gözlemlenmiştir.

    10 Rebîülâhır 1330’da Rize’nin Roş (İrşadiye) mahallesinde ikamet eden Hamide bint Ömer eşi Mehmet’ten 95 lira 75 kuruş alacağının 7 lira 72 kuruşunu tahsil edebilmiş. Geriye kalan parayı tahsil edebilmek için mahkemeye başvurmuştur .

    Sonuç olarak söz konu dönemde karı ile kocanın ailedeki statüleriyle alâkalı elde edilen tespit ve gözlemlere göre, kadının gerek ekonomik, gerekse sosyal haklarını temin etmede, aile üyelerini mahkemeye dava edebildiği ve ailede erkek ve kadının mal varlığı ayrılığı prensibinin çoğunlukla geçerli bir ilke durumunda olduğunu söyleyebiliriz.

    2. Ailenin Dağılması

    Aile üyeleri arasındaki karşılıklı bağımlılık zamana göre değişebilmektedir. Buna göre aile bağı zayıflamaya doğru meylettiğinde, üyelerin birbirine karşı olan mevki ve pozisyonları da aynı eğilime gireceğinden aile, dağılma konusunda kolay adım atabilecektir. Çünkü, karşılıklı sevgi ve bağlılık üzerine kurulmuş bir ailenin sevgi ve bağlılığı kaybolduğunda parçalanması muhtemeldir.

    a. Süt Haramlığı

    Bu dönemde Rize’de süt kardeşiyle evlenme yasak olmasına karşın; normlara aykırı olarak süt kardeşiyle bilerek veya bilmeyerek evlenme isteğinde bulunanlar olmuştur. Ancak bunlar, sicilde sadece iki kayıtta geçmektedir. Bu da durumun çok yaygın olmadığı anlamına gelir. Süt kardeşi oldukları anlaşılan çiftler mahkemeye gelerek ayrılma talebinde bulunmuşlardır. Sicilde geçen iki kayıt şunlardır.

    2 Rebîülevvel 1332’de Rize’nin Kura-i Seba nahiyesinin Koher-i Ulyâ (Çamlık) köyünde ikamet eden Aynacınınoğlu kerimesi Zinnet bint İbrahim ve Aynacınınoğlu Ahmet bin Yusuf süt kardeşi olduklarını sonradan öğrenmeleri üzerine mahkemeye başvurup ayrılmışlar .

    19 Rebîülevvel 1332’de Rize’nin Büyük Samri (Kaplıca) mahallesinden Kalafatoğlu Rıdvan bin Mustafa, Kalafatoğlu kerimesi Gül Cemal bint Osman’ın kız kardeşi hükmünde olduğunu söyleyerek mahkemeye gelip boşanma talebinde bulunmuştur .

    Görüldüğü üzere Osmanlı toplumunda evliliğin gerçekleşmesi hususunda İslâm Dini ve kültürel değerler, etkin rol oynamışlardır. Bu değerler evlenilmesi yasaklanan kişilerin de belirlenmesini sağlamıştır.

    b. Boşanma ve Sonuçları

    Sağlıklı ve huzurlu bir şekilde işlevini yerine getirmeyecek bir evliliğin devam ettirilmesinde, gerek eşler, gerekse toplum açısından fayda görülmemektedir. Fakat, yüksek oranda aile çözülmelerinin, toplumun yapısında eksikliklere neden olacağına da dikkat çekilmiştir . Bu bakımdan o dönemde eşlerin ayrılmalarına izin verilip-verilmediği, ayrılmaların oranı ve şekli çalışmamızı yakından ilgilendiren bir husustur. Boşanma, netice itibarıyla aile müessesesinin dağılmasına sebep olan ve ancak zarûrî hallerde (zîna, şiddetli geçimsizlik, vb.) müsaade edilmekle beraber hoş karşılanmayan bir olgudur.

    Sicillere kaydedilmiş olan boşanma kayıtlarından hareketle boşanma sebeplerinden birinin şiddetli geçimsizlik olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu tür boşanmalarda dikkatimizi çeken en önemli hususlardan birisi de, genellikle kadınların bu sebeple boşanmayı arzu etmiş olmalarıdır. Sicilde karı-koca arasındaki şiddetli geçimsizlik “hüsn-i imtizac” ya da “hüsn-i muaşeret” bulunmaması şeklinde ifade edilmektedir. Bu tür kayıtlara sicilde iki yerde rastlanmaktadır. Evlilik hayatının devamını kendi açısından mümkün görmeyen bir kadın, mahkemeye gelerek boşanma talebinde bulunmuştur.

    Bir başka örnekte, 24 Cemâziyelâhir 1332’de Rize’nin Atina (Pazar) kazasının Vanik (Örnek) köyünden olup Kanboz köyünde oturan Kırkoroğlu kerimesi Emine bint Salih mahkemeye gelerek, Kanboz Kaşatoz karyesinden olan eşi ile beş seneden beri 800 kuruş mehr-i müeccel ile evli olmalarına rağmen aralarında hüsn-i muaşeret olmadığını (geçimsizlik olduğunu) belirtmiştir. Mehir, iddet nafakası ile maûnet-i sûkna hakkından feragat ettiğini belirterek boşanma talebinde bulunmuştur. Eşi de boşanma talebini kabul etmiş. Mahkeme de onları boşamıştır .

    16 Recep 1332’de Rize’nin Rados (Uzunköy) köyünde ikamet eden Reisoğlu kerimesi Musibe bint Hacı Salih mahkemeye gelerek Hanes (Bıldırcın) köyünden Mustununoğlu Hamza bin Süleyman ile bir seneden beri yediyüz kuruş mehr-i müeccel ile evli olduklarını ancak aralarında hüsn-i imtizac olamadığını (geçimsizlik olduğunu ) belirtmiş. Mehir, iddet nafakası ile maûnet-i sûkna hakkından feragat ettiğini belirterek boşanma talebinde bulunmuştur. Eşi de boşanma talebini kabul etmiş mahkeme de onları boşamıştır .

    Kadı’nın ve şahitlerin huzurunda gerçekleşen bu tür boşanmalara “muhalaa-i sahiha-i şer’iyye” denilmektedir. Kadının boşanma karşılığı olarak ödediği bedele ise “hul‘” bedeli adı verilmektedir. Bu tür boşanmalarda kadın, genellikle mehr-i müeccelinden feragat etmekte ve kocasından iddet nafakası ile mesken masrafları (meûnet-i sûkna) talebinde bulunmayacağına dair beyanda bulunmaktadır . Küçük çocukların nafakasını da üstlenerek ve kocası ile anlaşarak boşanan kadınlar, zor durumda kaldıklarında ve çocukların nafakasını temin edemeyecek derecede ekonomik güçlüklerle karşılaştıklarında kadıya başvurarak, kocalarının itirazına rağmen , çocukların nafakası ve zarûrî ihtiyaçları için babaların üzerine nafaka takdir ettirmişlerdir. Nafaka miktarı erkeğin ve kadının sosyo-ekonomik konumuna göre değişmektedir . Bazen de kadın kendi hakkından feragat etmesine rağmen, çocuğunun nafakasını talep etmektedir.

    Bir önceki boşanma örneğinde, kadın kendi haklarından feragat etmesine rağmen çocuğu için nafaka talebinde bulunmuştur. Mahkeme de çocuk için aylık 30 kuruş nafaka takdir etmiştir .

    Kadın ile koca arasındaki geçimsizlikler her zaman boşanma ile sonuçlanmamaktadır. Böyle durumlarda mahkeme tarafından tembih işlevi devreye girerek kadın ile koca arasında ailenin daha sağlıklı yürüyebilmesi için bir hukuki koruma oluşturulmuştur.

    Rize’nin Mapavri nahiyesinin Yaka köyünden Kürdoğlu Dursun bin Ahmet, eşi ölüp dul kalan Camkıranoğlu kerimesi Fatıma bint Abdulhamid ile iki seneden beri 1500 kuruş mehr-i müeccel ile şahidler huzurunda evlenmişler. Bir süre sonra Fatıma evliliğe riayet etmemeye başlamış. Kocası da mahkemeye gelerek eşinin eve gelmesi için ona tembihte bulunulmasını talep etmiş . Bu şekilde, mümkün olduğu kadar ailenin devamı hedef alınmaktadır.

    11 Safer 1332’de Rize’nin Hanzi (Sandıktaş) köyünde ikamet eden Hacı Selimoğlu Abdülhamid Efendi ibn Ahmet aynı köyden Süleymanoğlu kerimesi Fatıma bint Hüseyin ile 1300 kuruş mehr-i müeccel ile evli olmalarına rağmen, Fatıma evlendikten 15 gün sonra babasının evine kaçmış. Abdulhamid de mahkemeye gelerek eşinin eve dönmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme de Fatıma’ya eşine dönmesi için tembihte bulunmuştur .

    Boşanmaya karar verildiğinde eşler, bizzat veya vekilleri vasıtasıyla mahkemeye müracaat ederek bu kararlarını kadıya bildirmekte ve kadının huzurunda mehir ve iddet nafakası işleri halledilerek karşılıklı ibralaşılmaktadır.

    10 Rebîülevvel 1332’de Rize’nin Yalıboyu Ruspa (Uzunkaya) köyünden Kandiloğlu Mehmet bin Osman eşi olan Hacı Sururoğlu kerimesi Ümmü Gülsüm bint Şakir’i üç talakla boşamış. Eşi de vekili aracılığıyla mahkemeye gelerek kocasından mehr-i müeccel hakkı olan 15 lira-i Osmani ile iddet nafakasını taleb etmiştir.

    Arş. Gör. Ümit ERKAN

    alıntı

    https://www.main-board.com/rize/768091-bir-zamanlar-rize-ailesi-2-a.html#post5106273
#15.04.2014 00:12 0 0 0