Osmanlıda kardeş katli ve gün yüzü görmeyen şehzadeler

Son güncelleme: 13.01.2010 21:29
  • 1-(1298-1326) Osman Bey-Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu.Amcası Dündar Bey'i öldürttü.

    2-(1326-1359) Orhan Bey-bilinen bir cinayeti kayıtlarda yok

    3-(1359-1389) I.Murad (Hüdagendivar)-Sırpsındığı ,Kosova savaşlarını kazanan padişah.Oğlu Savcıbey ile kardeşleri Halil ile İbrahim'i öldürttü.

    4-(1389-1402) I.Bayezid (Yıldırım)-Niğbolu savaşını kazandı.Kardeşi Yakub'u öldürdü.Ankara savaşında Timur'a yenilince tahttan indirildi.

    5-(1402-1421) I.Mehmed-Kardeşi İsa Çelebi'yi boğdurttu,Şeyh Bedrettin'i idam ettirdi.

    6-(1421-1451) II.Murad-Varna ve II.Kosova savaşları kahramanı.Kardeşi Mustafa'yı öldürttü.

    7-(1451-1481) II.Mehmed (Fatih)-En çok övündüğümüz padişahlardan..1453 te İstanbul'u fethetti,1472 Otlukbeli savaşını kazandı. 2 yaşındaki kardeşi Ahmed'i, Sadrazamlar Çandarlı Halil Paşa ile Mahmut Paşa'yı öldürttü.

    8-(1481-1512) II.Bayezid-Kardeşi Cem Sultan ile savaş yaptı.Cem Sultan Rodosta 13 yıl tutsak yaşadı. Veziri Gedik Ahmet Paşa'yı öldürttü.Kendiside , oğlu Selim tarafından öldürüldü.

    9-(1512-1520) I.Selim (Yavuz)-Mısır fatihi bu padişahımız halifeliği İstanbul'a getirmiş,Mercidabık,Ridaniye savaşlarını yönetmiştir.Çaldıran seferine giderken 30bin Aleviyi kılıçtan geçirmiş,ayrıca..babasını,2 kardeşini ,3 yeğenini ,3 vezirini öldürterek tarihteki yerini almıştır.

    10-(1520-1566) I.Süleyman (Kanuni)-En uzun süre tahtta kalan padişahtır..46 yıl. Belgrad,Rodos,Cezayir,Trablusgarp bu dönemde alınmış,Viyan kapılarına dayanılmış,Preveze Deniz Savaşı kazanılmıştır.Mimar Sinan,Barbaros hayrettin,Hürem Sultan bu dönemin ünlüleridir. Damat Rüstem Paşa,Lala Paşa çekişmesi ve dedikodular sonucu 2 oğlu ile torunlarını boğdurttu.Ayrıca Vezirleri Makbul İbrahim Paşa ile Kara Ahmet Paşa'yı öldürttü.

    11-(1566-1574) II.Selim (Sarı/Sarhoş)-Bütün gün şarap içip sarhoş gezmesiyle tanınan bu padişahımızın döneminde imparatorluk geri vitesine takıyor. İnebahtı deniz savaşında tüm Osmanlı Donanması yakıldı.

    12-(1574-1595) iyi.Murad-Kendisine rakip olmasın diye 5 kardeşini öldürttü.Kadınlara düşkünlüğü ile tanınan sultanımızın tam 110 çocuğu olmuştur. Karısı Safiye, Yeni Camii yaptırmıştır.

    13-(1595-1603) iyi.Mehmed-Kardeş öldürme rekorunu elinde bulundurmaktadır.Tam 19 kardeşini ve bir oğlunu öldürmek zorunda kaldı.korktuğu için Haçova savaşından kaçmak istedi..Şeyhülislam tarafından zor ikna edildi.1597 de Tırnakçı Hasan Paşa'yıboğdurttu.O zamanlar hazine tamtakır olduğu için, Yemişçi Hasan Paşa'dan ,Tırnakçı Hasan Paşa'nın giysilerinin satılarak para bulunmasını istedi.

    14-(1603-1617) I.Ahmed-Tahta çıktığında henüz sünnet olmamıştı.Avusturya'ya gereksiz savaş ilan etti..başarılı olamayınca 1606 Zitvatorok Anlaşması'nı imzaladı. Bu dönemde devam etmekte olan Celali İsyanları nı bastırmak için Kuyucu Murad Paşa ,doğuda 30bin kişiyi kılıçtan geçirerek kuyulara gömdü. Sultan Ahmet Camii,bu padişahın adını taşır

    15-(1617-1618) (1622-1623) I.Mustafa-İki ayrı dönemde 2 yıl saltanat sürdü.Döneminde Abasa Paşa isyanı ile Sipahiler ayaklandı. Akıl hastası olduğundan tahttan erken indirildi.

    16-(1618-1622) II.Osman (Genç)-12 yaşında tahta çıktı,kardeşini öldürttü.16 yaşında iken tahttan indirildi,yeniçeriler tarafından ırzına geçildikten sonra öldürüldü.

    17-(1622-1639) IV.Murad-11 yaşında tahta çıkarken 3 kardeşini öldürttü.Tütün içenleri öldürtmesiyle bilinir.Ancak bu sıralarda Şeyhülislam Yahya Efendi,meyhane öven şiirler yazıyordu.1635 Revan,1638 Bağdat seferleri bu dönemde yapılmış olup, 17 yıllık iktidarında öldürttüğü 6 sadrazam şunlardır.Mere Hüseyin,Kemenkeş Kara ali,Gürcü Mehmed,Boşnak Hüsrev,Topal Recep,Tabanı Yassı Memed

    18-(1639-1648) I.İbrahim (Deli)-Balıklara yem olarak altın atmasıyla bilinir.Askeri darbeyle tahttan indirildi,öldürüldü.

    19-(1648-1687) IV. Mehmed (Avcı)-Tahta çıktığında sadece 5 yaşındaydı.Döneminde yeniçeri ve celali isyanları oldu.Köprülüler bu dönemin sadrazamlarıdır.Öldürttükleri ünlüler Kösem sultan ile Merzifonlu Kara Mustafa Paşadır.

    20-(1687-1691) II.Süleyman-Padişah olduğu 46 yaşına kadar zindandaydı.Padişahlığı sırasında yeniçerililer İstanbulu yağmaladılar.Ünlü Sadrazam Köprülü Fazıl Mustafa Paşa bu dönemdendir.Olumlu olayı Eğriboz zaferidir.

    21-(1691-1695) II.Ahmed-48 yaşına kadar hapisyattıktan sonra tahta çıktı.4 yıllık iktidarında ,Salkamen Bozgunu, Sakız Kalesi kaybı,Sadrazam Arabacı Ali Paşa'nın öldürülmesi önemli olaylardandır.

    22-(1695-1703) II.Mustafa-1683 te Viyana'ya yürüdü,bozguna uğradı.1699 da imzaladığı Karlofça anlaşmasıyla Maceristan yitirildi. I.Edirne vakası,Şeyhülislam Feyzullah'ın öldürülmesi bu döneme rastlar.Askeri darbeyle tahttan indirilmiştir.

    23-(1703-1730) iyi.Ahmed-1725 te Rus Çarı Deli Petro Tebriz'i aldı.Bir şeyler yapması gerekiyordu..fakat savaşa gitmeyi göze alamadı.İstanbul'dan orduları hazırlayıp savaşa gidiliyor süsü verip yarı yoldan dönerek halkını kandıran bir padişah olarak tarihte yerini aldı.Lale Devri diyede bilinen dönemin diğer unutulmayanları;1718 Pasarofça Anlaşması,icadından 3,5 asır sonra matbaanın getirilmesi, meşhur Baltacı-Katarina olayının yaşandığı Purut Savaşı dır.Halktan sallandırdıklarının sayısı bilinmemekle birlikte,Şehzade İbrahim ile Sadrazamlardan ;Hoca İbrahim Paşa,Damat İbrahim Paşa,Çorlulu Ali Paşa,Yusuf Paşa,Süleyman Paşa ..bilinen öldürttükleridir.Kendileri de Patrona Halil İsyanıyla tahttan indirilmiştir.

    24-(1730-1754) I.Mahmud-İsyancılar tarafından tahta çıkarılmış,o da isyancıların her dediğini yapmıştır.

    25-(1754-1757) iyi.Osman-3 yıllık iktidarı sırasında ki en önemli olay,Cezayir de ki egemenliğin bitmesidir.

    26-(1757-1774) iyi.Mustafa-Ülkeyi yıldız falına bakarak yönetirdi. Kürkçüler çok para kazanıyor diye ülkede kürk satışlarını yasakladı.Kürkçüler haraç ödeyince satışlar tekrar serbestleşti.Sadece 2 sadrazamını öldürtmüştür

    27-(1774-1789) I.Abdülhamid-Bilinen vukuatı, Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım'ın verilmesidir.

    28-(1789-1807) iyi.Selim-Kayıplarla dolu Ziştovi ve Yaş Anlaşmalarını imzaladı.Nizam-ı Cedid Reformlarını yapmak istediğinde,şeriatçıların başlattığı Kabakçı Mustafa İsyanı ile tahttan indirildi. IV. Mustafa tarafından öldürülmüştür.

    29-(1807-1808) IV.Mustafa-Nizam-ı Cedidçilerden çok korktuğundan,taraftarlarının görüldüğü yerde öldürülmelerini emretmişti.Yinede ancak 1 yıl hükümdarlık yaptı,Alemdar Mustafa Paşa tarafından askeri darbeyle tahttan indirildi.

    30-(1808-1839) II. Mahmud-Vukuatı en fazla olan padişahlardandır.İşe ,ağabeyi IV.Mustafa'yı öldürerek başladı. Dönemin diğer olayları;Mora,Sırp,Kavalalı İsyanları;donanmanın yakıldığı Novarin olayı;osmanlının , kendi valileri ile savaşıp,kaybetmeleri; Kaptan-ı Derya Ahmed Paşa'nın ,donanmayı olduğu gibi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya teslim etmesi;1826 yeniçeriliği kaldırma operasyonu sırasında kendi ordusundan 140bin kişinin kılıçtan geçirilmesi,olarak sayılabilir.II.Mahmud'un,Balkanlarda uyguladığı kanlı operasyonlar sonucunda Balkan Ayaklanması başladı.Dış baskılar gelince "Tanzimat Fermanı"ilan etmek zorunda bırakıldı.

    31-(1839-1861) Abdülmecit-Dönemin önemli olayları..Tanzimat Fermanı,Islahat Fermanı,Kırım Savaşı..

    32-(1861-1876) Abdülaziz-Karadağ İsyanı, 1875 Balkan Hareketlenmesi,Belgrad'ın kaybı bu döneme denk düşer. Vukela Heyeti tarafından tahttan indirilmiştir.

    33-(1876-1876) V Murad-İki rekoru vardır.En kısa tahtta kalma rekoru..sadece 3 ay. Tahttan indikten sonra en uzun yaşayan padişah..28 yıl.. Tahtı elinden alınan padişahlarımızdandır.

    34-(1876-1909) II. Abdülhamit-31 Mart olayı ,93 Harbi ,tam bir çöküntü olan Ayestefanos Anlaşması.. unutulmayanlar- dandır.Kıbrıs,Mısır,Tunus,Doğu Rumeli,Bosna,Girit kaybettikleridir.Zamanında ayaklanmaları önlemek için Filibe'de bolca katliamlar yapılmıştır. Batıya borçlar ödenmediğinden "Duyun-u Umumiye"ye kurmak zorunda kalmıştır.Mebusan kararıyla demokratik bir şekilde tahttan indirildi.

    35-(1909-1918) Mehmed Reşad-bilinen bir cinayeti kayıtlarda yok

    36-(1918-1922) Vahdettin-Vahdettin ,Osmanlının 36. , tahttan indirilende 14. Padişahıdır.Kendileri tatlı canlarını kurtarmak için İngilizlere sığınmıştır.
#12.06.2007 15:47 0 0 0
  • "Kendileri tatlı canlarını kurtarmak için İngilizlere sığınmıştır. "

    "Orhan Bey-bilinen bir cinayeti kayıtlarda yok"

    "II.Mehmed (Fatih)-En çok övündüğümüz padişahlardan.."

    "İyi.Mehmed-Kardeş öldürme rekorunu elinde bulundurmaktadır.Tam 19 kardeşini ve bir oğlunu öldürmek zorunda kaldı.korktuğu için Haçova savaşından kaçmak istedi."

    "II.Selim (Sarı/Sarhoş)-Bütün gün şarap içip sarhoş gezmesiyle tanınan bu padişahımızın döneminde imparatorluk geri vitesine takıyor"

    "II. Mahmud-Vukuatı en fazla olan padişahlardandır.İşe ,ağabeyi IV.Mustafa'yı öldürerek başladı."

    .. vs vs..


    HANGİ GERİZEKALI BU YAZIYI YAZMIŞ MERAK ETTİM DOĞRUSU.

    İfadelere ve kullanılan usluba bakılırsa yazan şahsın soyu biraz şüpheli geldi bana!!

#13.06.2007 07:31 0 0 0
  • Turkuaz81 arkadasim tartisma yada elestiri yaparken biraz dikkatli olurmusunuz sectiginiz sozcukler hicte hos degil arkadaslar kavga ortami yaratmayalim yazinizi editlemenizi oneririm.. paylasimlarda elestiriye her zaman acigiz ama lutfen hos sekilde olsunki biz ve sunum yapan arkadaslarimiz daha dikkatli olsun elestiriler dikkate alinsin daha dikkatli olunulsun

    matrakSsS arkadasimizin guzel paylasimlari var ben arkadasimizi savunmuyorum yanlis anlasilmasin ama ben bu yaziyi bi yerde okumustum yani kendisi uydurmamis googleden arama firsatiniz olursa sizde bize hak vereceksiniz yani uydurmadan ibaret degil bende gormustum yaziyi belki ilerleyen gunlerde bende sunardim..

    Sagol paylasimin icin hos bi konu belki degil ama ben bu yaziyi okudum uydurma degil arkadasim tesekkurler paylasim icin..
#13.06.2007 08:35 0 0 0
  • Ne tartışıyorum nede eleştiriyorum. Şiddetle kınıyorum..!

    1. Sözlerim matrakSsS a değil zaten, bu yazıyı yazan art niyetliye..

    2.Alın başlığı google de aratın birsürü forumda bu yazının yazım hataları bile aynı kopyalarını görürsünüz ve kimse yorum bile yazmamıştır.

    3. "Sagol paylasimin icin hos bi konu belki degil ama ben bu yaziyi okudum uydurma degil arkadasim tesekkurler paylasim icin.."
    Nerede okudun ? hangi kitapta? ve uydurma olmadığına nasıl karar verdin?

    Biz tarihimizle övünürüz, tarihimizi eleştirmekten hiçbir zaman kaçmadık ki. Nedemek hoş bi konu değil?
    En güncelinden, biz tartışmak için arşivlerimizi açtık Ermeni meselesi yüzünden ama onlar yanaşmadı haksız oldukları için.

    Yapmayın lütfen, kendi geçmişine bu kadar acımasız olan bir toplum daha varmı.

    Padişahlarımızı psikopat katiller gibi göstermeye çalışmanın bize ne yararı var?. Rusların ruh sağlığı bozuk çarlarıyla ilgili böyle bişeyler konuştuğunumu sanıyorsunuz veya almanların hitleri kahraman görmediklerinimi?.


    Nerqish kardeşim yazdığım yorumu tekrar okudum ve tekrarda editledim.
    Emin ol ki bu yazıyı bu niyetle yazana başka bişey söylenmez bundan kibar.


#13.06.2007 12:23 0 0 0
  • KATILIYORUM KARDEŞ SANA BEN buyazıyı okuduğumda ben yalan yalnış araş
    tırmadan yazı eklemeyin yallış örnek olu yoruz dedim teşekükkürler turkuaz81
#13.06.2007 13:53 0 0 0
  • KATILIYORUM KARDEŞ SANA BEN buyazıyı okuduğumda ben yalan yalnış araş
    tırmadan yazı eklemeyin yallış örnek olu yoruz dedim teşekükkürler turkuaz81
#13.06.2007 13:54 0 0 0
  • HANGİ GERİZEKALI BU YAZIYI YAZMIŞ MERAK ETTİM DOĞRUSU.

    İfadelere ve kullanılan usluba bakılırsa yazan şahsın soyu biraz şüpheli geldi bana!!

    ben bu lafi sunan arkadas icin kullandiginizi dusunmustum..O yuzden hos degil demistim ama siz yazan icin sarfetmissiniz simdi olayi cozdum ozur borcum var size cunku yanlis anlasilma olmus ozur dilerim..

    Nerede okudun ? hangi kitapta? ve uydurma olmadığına nasıl karar verdin?

    kitapta okumadim itiraf ediyorum ama googleda tarih tikladinizmi karsiniza her sitede bu yaziyida bi baslik altinda gorebilirsiniz..Ben cok rastladim onu demek istedim..Uydurma derken sundugumuz konularada uydurma demek yanlis olur..Cunku hemen hemen hepsini tarih sitelerinden sunuyoruz..

    Biz tarihimizle övünürüz, tarihimizi eleştirmekten hiçbir zaman kaçmadık ki. Nedemek hoş bi konu değil?

    bu cumlende celisiyosun tarihimle bende ovunuyorum hos degil derken uzucu bir konu oldugunu kabul edelim o maksatta soyledim..Bizim gecmisimiz gibi gecmis tarihimiz gibi tarih hic bir ulkeye nasip degil tarihimizle ovunuyorum..

    Nerqish kardeşim yazdığım yorumu tekrar okudum ve tekrarda editledim.
    Emin ol ki bu yazıyı bu niyetle yazana başka bişey söylenmez bundan kibar.

    Yukardada belirttigim gibi ben sunum yapan arkadasa soylediniz sandim yani yanlis anlasilma uzatmanin geregi yok ozrumu diledim kabul ederseniz..
#13.06.2007 15:40 0 0 0


  • Estafirullah özür dilemeniz gerekmez. Benim üzüldüğüm tarhimize bu kadar acımasız olmamız. Yanlış anlaşılmalar düzeltildiyse sorun yok....
#13.06.2007 17:01 0 0 0
  • tabikide arkadasim hemfikiriz ben olayi ters anlamisim kusura bakma iyi paylasimlar okudugun icin ilgin icin tesekkur ederim..
#13.06.2007 17:03 0 0 0
  • Tarih biliminin ne oldugunu oku ondan sonra burada konuya yorum yapmaya gel arkadaşım okullarda öğretilen tarihlerle burada yorum yapma



    Tarih en basit ifadeyle "geçmişin bilimi" olarak tarif edilir. Ancak tabii ki bu eksik bir tariftir. Tarih, insanların, toplumları etkileyen faaliyetlerinden doğan olayları; zaman ve yer göstererek anlatan, olaylar arasındaki nedensel ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkileşimlerini gösteren bir bilim dalıdır. Tarih, geçmişin olaylarını, kaynak malzemelerin eleştirel bir incelemesine dayanarak, kronolojik bir tutarlılık içinde irdeler, genellikle bunların nedenleri konusunda açıklamalarda bulunur.
    Tarihçi olayları bizzat görme imkanına sahip değildir. Yani bir fizikçi veya bir kimyager gibi laboratuvarda gözlemleme imkanından mahrumdur. Ancak, olayları gözlemleyenlerin bıraktıkları belgelere dayanarak takip etmek mümkündür. Geçmiş ise herkese farklı bir ışık altında görünür. Tarihçi yazmış olduğu eserinde mutlaka kendi duygu ve düşüncelerine de yer vermiştir.
    Tarihin konusu tabiatıyla geçmiş zamandır. Bizden önce yaşamış insan topluluklarının yaşayış biçimleri, yapmış oldukları savaşlar, barış ve antlaşmalar tarihin başlıca konularıdır. Bilim ve sanat dallarındaki gelişmeler ile toplumların din ve inançları gibi konular da tarihin inceleme alanına girmektedir. Tarihin asıl konusu gelişmelerdir. Eğer insanoğlu yeryüzünde ortaya çıktığı ilk haliyle kalsaydı tarih de olmazdı. Çünkü bu durumda incelenecek bir konu olmadığı gibi bunu sonraki kuşaklara aktaracak yazı ve diğer kültür ürünleri de olmazdı.
    "Tarih bilimi geçmişteki olaylarla ve bu olayların zaman içindeki akışıyla ilgilenir" tanımlaması, tarihin konusunun belirlenmesi bakımından yeterli değildir. Çünkü dünyadaki olaylar sadece insanlar tarafından meydana getirilmemişlerdir. Bir de tabiat olayları vardır ki bunlar insanın iradesi dışında meydana gelirler. Tarih ise insanların faaliyetleri neticesinde meydana gelen olaylarla ilgilenir. Tarih bilimi, sadece bir olaylar dizisini değil, insanların düşüncelerinin ifadesi olan ve zamanla ortaya çıkan olayları; insanların yönlendirdiği sosyal gelenekleri konu edinir. Bunları şekillendiren kanunları bulmayı, gelişme-çöküş, tekamül-yozlaşma sebeplerini ve aşamalarını açıklığa kavuşturmayı amaç edinir.
    İnsanlar farklı ruh yapılarına sahiptir ve tarihi olayların meydana gelmesinde insanların ruhi hallerinin rolleri bulunduğu inkar edilemez. Şu halde tarihçi, sadece fikirlere ilgi duymayıp, bu fikirlerin içinde duygu ve heyecanın köklerine de inmelidir. Ancak insanlar, farklı ruh yapılarına sahip oldukları için, her yeni durumda ve meydana gelen olayda, insanların ruhi halleri de farklılık gösterir. İnsanların farklı psikolojik yapıları olduğu gibi, toplumların da farklı psikolojik yapıları vardır. Tarihçilerin toplum psikolojisini de gözden uzak tutmaması gerekir.
    Tarih biliminde, neden-sonuç ilişkisi büyük önem taşır. Tarihi bir inceleme bir ölçüde nedenlerin incelenmesidir. Çünkü her tarihi olayın mutlaka bir nedeni ve sonucu vardır. Tarihçi olayları neden-sonuç ilişkileri içinde ele alır. Elbette tarihi olaylarda zaman ve yer çok önemlidir. Fakat tarih bilimi sadece tarihi olayları bir zaman cetveliyle ortaya koymak değildir. Tarihçi incelediği dönem ve kişileri kendi çağlarının koşulları içinde anlayabilmelidir. Tarihçi sadece olayları ve bu olayların neden ve sonuçlarını ortaya koymakla yetinmez. Tarihi olayların dünden bugüne ve yarına aktığının bilincinde olan tarihçi mutlaka tarihte bir "eğilim" arar. Eğilim, olayların akış yönüdür. Tarihin eğilimleri tarihçinin dünü, bugünü ve bir geleceği anlamasında önemli ipuçları verir.
    Tarih sadece geçmişteki olaylar dizisi olmadığı gibi, tarih bilimi de boş yere zaman harcanan basit bir uğraş değildir. Tarih bilimi, insanlara doğru sonuçlara varmaları için yön veren bir düşünce tarzıdır. Geçmişini bilmeyen, kendisini tanımayan bir toplum, tıpkı hafızasını kaybetmiş bir insan, ırmağın akıntısına kapılmış bir dal parçası gibidir. Bütün insanların veya toplumların, geçmişten cesaret almaya, onu öğrenmeye ve bu suretle tecrübe kazanmaya ihtiyacı vardır. Gerek tek tek bireyler, gerekse toplumlar, ne olduklarını ve nereden geldiklerini bilmeye, öğrenmeye merak ve ihtiyaç duyarlar. Tarih biliminin, bu ihtiyacın giderilmesiyle sağladığı manevi tatminin yanında, birtakım pratik faydaları da vardır. Zira insanlar kendilerinden öncekilerin tecrübelerinden istifade ederler. Bu da onların yazıp bıraktıkları belgelerle, yani tarihi kaynaklar sayesinde olur. Eski tecrübeler ise mevcut duruma ve geleceğe ışık tutar, yeni gelişmelere yön verirler. Geçmişin bilinmesi, bugünkü değerlerin daha iyi anlaşılmasını sağlar. Ayrıca tarih bilimi, insanlarda ahlak şuurunu uyandırıp, manevi değerlerin gelişmesinde rol oynar. Aileden başlayıp millete doğru gelişen bir sevgi ve bağlılığın doğmasına imkan hazırlar.
    Tarih bilimi, insanlara milletlerin geçmişteki yaşantılarını ve diğer devletlerle olan ilişkilerini öğretir. Geçmiş uygarlıkları tanıtır. İnsana, geçmişini değerlendirme ve geleceğini daha iyi biçimlendirme konusunda yardımcı olur. Geçmişini iyi bilen toplum, geleceğini daha sağlıklı bir şekilde biçimlendirebilir. Tarih, insanlığın belleğidir. Ortak duygular yaratır ve geçmiş ile gelecek arasında bağ kurar.

    TARİH YAZICILIĞININ TÜRLERİ
    1. Hikayeci (Rivayetçi) Tarih
    Bu tarz ilk olarak eski Yunan'da ortaya çıkmıştır. Başlangıçta ağızdan ağıza dolaşan hatıralar şairler tarafından nazım tarzında söylenmekte ve bunlara "epos" adı verilmekteyken, Logograflar tarafından hikayeleştirilerek nesre çevrilmişler ve arşivlerdeki malzemenin de ilavesiyle içlerine birtakım gerçekler de karışmıştır. Fakat yine de, Strabon'un ifadesiyle bunlar "epos" olmaktan kurtulamamışlardır. Logografların eserleri ne edebi, ne de tarihi eserlerdir. Sadece ilmi araştırma yolunu açan "basit kronikler"dir.
    "Tarihin Babası" adıyla bilinen Heredotos her ne kadar Logografların yolundan gitmişse de, insanı merkez haline getirmiş olması ve kavrayış üstünlüğüyle onlardan ayrılır. Herodotos da hikayeci tarih tarzını kullanmıştır. Fakat olayları peş peşe sıralamakla kalmamış, onları bir düzen içinde nakletmiş ve bir kompozisyon örneği vermiştir. Eserinde az da olsa siyasi görüşler vardır. Tenkit düşüncesine sahip olmamakla birlikte, gördükleri ile duydukları arasında bir ayrım yapmıştır.



    2. Öğretici (Pragmatik) Tarih
    Geçmiş olaylardan ders almak, gelecekteki yolu doğru çizebilmek, okuyucuya ahlaki ve milli duygular aşılayabilmek maksadıyla yazılan bu tarz eserler, öğretici bir mahiyet arz ettiklerinden "öğretici" veya "pragmatik" denilen tarihçilik akımı içinde yer alırlar. Bu tarzın önderliğini yapan kişi Thukydides'tir. Gerçek anlamda tarihçilik, onun "Pelopennesoslular ile Atinalıların Savaşı" adlı eseriyle başlamıştır. Bu eser sadece edebi bakımdan değil, metod ve zihniyet bakımından da daha önceki eserlerden çok farklıdır. Bu fark, eserin gerek konu, gerekse muhtevasında kendini göstermektedir. Eser zaman ve mekan bakımından sınırlandırıldıktan başka, sadece müellifin yaşadığı devrin olaylarına tahsis edilmiş; devlet, tarihi realitenin merkezi olarak görülerek, esas yerine getirilmiştir. Devlet düşüncesinin esasını siyaset teşkil etmesi dolayısıyla da Thukydides bir siyasi tarih yazıcısı olmuştur. Thukydides yetişme tarzı sebebiyle de, araştırmaya yeni bir anlam getirmiştir. Bu da "siyasi öğretim de faydalı olmak"tır. Böylece ilk defa olarak tarih biliminin sosyal bilimler içindeki yeri de tayin edilmiştir.
    Burada amaç, faydalı olmak, tarih yoluyla tecrübeyi arttırıp bilgiyi çoğaltarak geliştirmek ve insanı başarılı kılmaktır. Bunun şartları ise: 1) gerçeğe tamamen sadık kalmak, 2) olay ve durumları anlatırken, aralarındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Geçmişi öğrenerek, bu bilgilere dayanarak şu anki durum ve gelecek hakkında hüküm vermek anca bu şekilde mümkündür. Tarih yazıcılığında bu tür, Thukydides'den sonra diğer eski Yunan ve Roma tarihçilerince de benimsenmiş; Polybios, Plutarkhos, Tacitius, Machiavelli gibi yazarlar onun izinden gitmişlerdir. Pragmatik tarih yazıcılığının en belirgin özelliği, tarihte ün yapmış şahsiyetlere geniş yer verilmesi, bu kişilerin idealleştirilmesi, hatta adeta insan üstü varlıklar haline getirilmesidir. İslam tarihçiliğindeki "Siyer" kitapları bu tarza örnek olarak gösterilebilir. Thukydides'in açtığı çığır, tarihi gerçekleri ortaya koymak hedefini güttüğü halde, örnek olmak prensibiyle de hareket ettiğinden, bunu benimseyen müelliflerin eserlerinde hep zaferler ve parlak olayların işlenmesine özen gösterilmiş, başarısızlıklar ve hayal kırıklıkları karşısında sessizlik tercih edilmiştir. Bu da öğretici tarzın en büyük zaafını teşkil etmiştir.

    3. Araştırmacı Tarih
    XIX. yüzyılda tarih yazıcılığı tarzında ciddi bir hamle yapılmış, olayların sade anlatım ve geleceğe matuf öğreticisi vasfı yanında, çıkış sebepleri, bunları hazırlayan amiller, çeşitli olayların sebep ve sonuç ilişkilerinin araştırılmasına başlanmıştır ki, böylece tarih bir bilim olma kimliğini kazanmıştır.
    Dünyada cereyan eden olaylar, sadece yeri ve zamanı bakımından değil, cereyan tarzı, rol oynayan kişiler bakımından da farklılıklar gösterir. Şartların müsait olması halinde "benzer" olaylar cereyan edebilirse de "tarih tekerrür etmez". Yani, tarihi olaylar hiçbir zaman, aynı cins ve miktarda malzemelerin kullanıldığı laboratuvar deneyleri gibi değildir. Her birinin özel şartları, değişik mekanları vardır. Bu olaylara karışan kişilerin karakterleri, olay sırasındaki halet-i ruhiyeleri, dış tesirler birbirinden farklıdır. Şu halde, gerçek manada bir tahlil için, bütün bunların derinliklerine inilip ayrı ayrı araştırılması gerekir.
    Olayın oluşuna sebebiyet veren şartların araştırılması da ayrı bir önem taşır. Bir olayı sadece tek bir sebebe bağlamak hatalıdır. Coğrafi, sosyal, siyasi, iktisadi vs. şartların iyi incelenmesi gerekir. Bunların birinin görülüp, diğerlerinin ihmal edilmesi yanlış sonuçlara götürebilir. Yani, tarihin bir bilim sıfatını kazanabilmesi için tarihin diğer sosyal bilimlerle olan ilişkilerinin her zaman göz önünde bulundurulması, yerine ve zamanına göre onlardan yardım istemesi gerekir.

    TARİHİN BÖLÜMLENMESİ
    İnsanlığın tarihini var oluşundan günümüze kadar bir bütün halinde incelemek oldukça güçtür. Bu neden tarih, çeşitli bölümlere ayrılarak incelenir. Fakat bu bölümlemeler bütünü bozucu bir özellik taşırlar. Bu nedenle araştırma ve incelemeyi kolaylaştırma yararından başka mutlak bir değerleri yoktur. Bu bölümlemeler sayesinde elde edilen bilgilerin bütün bir tarih bilinci içinde değerlendirilmesi gerekir.



    1. Zamana Göre Bölümleme
    Bu bölümlemede tarih, kronolojik dilimlere ve çağlara ayrılır: ilkçağ, ortaçağ, yeniçağ vs. Bu tip bölümleme kullanışlı, hatta kaçınılmazdır. Fakat tartışmalıdır. Çünkü bütün dünyanın kabul ettiği zamana göre bölümleme ortaya konulabilmiş değildir. Sözgelimi, bugün tarihte belirlenmiş çağlar, Akdeniz havzası ile Batı Avrupa'nın tarihsel gerçekliğine uygun düşmekte fakat Hint, Japon veya Çin kültürleri için bu bölümleme fazla bir şey ifade etmemektedir.

    2. Bölgeye Göre Bölümleme
    Bu tür bölümlemede kıtaların, ülkelerin, kentlerin, hatta köylerin tarihi söz konusudur. Avrupa tarihi, Türkiye tarihi, Ankara tarihi vs. Bu tür bölümlemenin de asıl amacı genel tarihe ulaşmaktır. Çünkü tarihi sadece yerel tarihe indirgemek, parçayı bütünden koparmak olduğundan hiçbir zaman bizi sağlıklı bir sonuca götürmez. Günümüzde bütün devletler milli tarihlerini dünya tarihi çerçevesinde yerleştirerek öğretmektedirler.

    3. Konuya Göre Bölümleme
    Buna analitik (çözümleyici) bölümleme adı da verilir. Bu tür bölümlemede, toplumların değişik yönlerinin incelenmesi söz konusudur. Sözgelimi: sanat tarihi, iktisat tarihi, düşünce tarihi, bilim tarihi vs. Bu tür incelemelerin de büyük yararı olmakla birlikte, incelenen alanın açık ve kesin bir şekilde sınırlandırılamaması bazı sorunlar yaratmaktadır. Sözgelimi dinî tarihi sosyal tarihten ayırmak son derece güçtür.

    TARİHİN FAYDALANDIĞI BİLİMLER
    Tarih biliminin başka ilimlerle ilişkisi olmaksızın gelişmesi düşünülemez. Hangi bilimlerle, ne oranda alakası bulunduğu, onlardan ne gibi hususlarda faydalanacağı hakkında fikir sahibi olan Tarihçi bir problemle karşılaştığında hangi bilim dalının yardımına başvurabileceğini bilmelidir.

    1. Felsefe
    Felsefe, doğru ve bilinçli düşünmeyi, belirtiler arasındaki genel bağları kurmayı öğreten, dünya görüşlerinin kavranmasına imkan hazırlayan bir bilim dalıdır. Tarihî düşünüş ve münasebetleri gösteren kolu ise "Tarih Felsefesi"dir. Olayların doğru tahlili ancak o devrin felsefesinin bilinmesiyle mümkün olur.

    2. Sosyoloji
    Sosyoloji toplumdaki sosyal kanunları ortaya koyar. Tarih ise geçmişteki olayları bu kanunları göz önünde bulundurarak inceler. Tarih araştırmalarında doğru sonuçlara varılabilmesi için sosyoloji kanunlarının bilinmesine ihtiyaç vardır.

    3. İktisat
    Birçok tarihi olayın temelinde iktisadi faktörler vardır. Bu olayların kanunları iktisat bilimi tarafından ortaya konur. Tarih ise onun tasviri ile meşgul olur. Fakat bütün tarihi olayların iktisadi sebeplerden kaynaklandığı görüşüne de saplanmak hatalı bir yoldur.

    4. Antropoloji
    Antropoloji "insanin tabiî tarihidir" şeklinde tarif edilen bu bilim dalı "fizik antropolojisi" ve "kültür antropolojisi" şekline ikiye ayrılır. Fizik antropolojisi, insan ırkının oluşumunu araştırırken; kültür antropolojisi ise, kültürlerin, yazının icadından önceki devirlerden başlayarak bugüne kadarki gelişimini inceler.

    5. Arkeoloji
    Kültür antropolojisinin bir kolu olarak gelişmiş bir bilim dalıdır. Özellikle belgelerin bulunmadığı devirler için, tarihin en önemli yardımcılarındandır. Kalıntılar, özellikle kültür ve medeniyet tarihi açısından büyük kıymet taşırlar. Hatta arkeolojik buluntular yanında yazılı kaynaklar bazen ikinci plana düşebilir.

    6. Etnografi ve Etnoloji

    Etnografi ile etnoloji arasındaki fark, antropolojinin kalbi sayılan etnografi tek bir kabile veya topluluğun hayatının ana unsurları olan yaşayış, örf, adet ve geleneklerini konu alarak incelerken; etnoloji ise iki veya daha fazla sayıda kültür arasında mukayeseli çalışmalar yapan bir bilim dalıdır.

    7. Sosyal Antropoloji
    Etnolojinin bir kolu olan sosyal antropoloji bilimi; 1) toplumun dini, siyasi, iktisadi ve sosyal müesseselerini, 2) müzik, dans, halk edebiyatını içine alan folklor araştırmaları, 3) etnoloji ile tarih, etnoloji ile psikoloji arasındaki ilişkileri konu alan mukayeseli çalışmalar yapar.

    8. Filoloji
    Bir toplumun dili bilinmeden tarihinin bilinmesi de mümkün değildir. Bunun içindir ki tarihi araştırmaların ilk şartı o toplumun dilinin öğrenilmesidir. Bu da filoloji denilen dil bilgisi sayesinde olur. Ne var ki, tarihi araştırmalarda basit bir dil bilgisi çok zaman yeterli değildir. Kelimelerin sözlükteki karşılıkları dışında, çeşitli devirlerde ve kullanılış yerlerine göre ifade ettikleri anlamların da bilinmesi gerekir. Aksi halde büyük hatalara düşülebilir.

    9. Sanat Tarihi
    Sanat tarihi kısmen arkeolojinin metodlarını kullanmakla birlikte son zamanlarda gelişme göstermiş bir bilim dalıdır ve özellikle kültür tarihi açısından ihmal edilemez.

    10. Coğrafya
    Bütün tarihi olaylar coğrafi bir mekan içinde geçer. Mekanın tasviri, olayların değerlendirilmesi açısından önemlidir ki bunu da coğrafya yapar. Coğrafi şartlar tarihe şekil verir ve gelişmesine yardım eder. Deniz kıyıları, nehir ve göllerin çevreleri, vahahar gibi topraklar insanların yerleşmeleri için en elverişli sahalar olmuş, büyük medeniyetler burada doğmuştur. Beşerî coğrafya, tarih bilimine, fizikî coğrafyadan daha çok yakındır. Çünkü beşerî coğrafya kanunlar teklif etmek yerine, toprağın iskan edilişinin şartları ve sonuçları hakkında bilgi verir. Beşerî coğrafyanın, tarih bilimine en çok yardımcı olduğu sahası, iktisadi ve sosyal tarihtir.

    11. Paleografya
    Bir toplumun dilini bilmek, tarihî araştırma için yeterli değildir. Dille birlikte kullanılan yazının da bilinmesi gerekir. Mısır tarihini araştırmak için hiyeroglif yazısını, Mezopotamya tarihini araştırmak için çivi yazısını, Orta Asya Türk tarihini araştırmak için Orhun ve Uygur yazıları ile Çin yazısını, Osmanlı, İran ve Arap tarihi için Arap yazısını, Slav milletlerinin tarihi için Kiril yazısını, Avrupa milletlerinin tarihini araştırmak için de Latin yazısını bilmek gerekmektedir. Ancak çoğu kez mesele bununla da çözümlenemez. Çünkü bu yazıların da birtakım çeşitleri vardır. Bunların her birinin kullanılış yerleri de farklıdır. Gerekli yazıların okunması öğrenilmeden hiçbir zaman ciddi bir tarihi araştırma yapılması mümkün değildir. İşte, yazıların tanınması ve özellikleriyle ilgilenen bilim dalına paleografya adı verilir.

    12. Diplomatik
    Toplumun dili bilinip kullandığı yazı okunsa bile, belgelerin ifade ettikleri anlam bilinmeden değerlendirilmeleri mümkün değildir. Belgelerin cins ve şekil olarak değerlendirmelerini yapan bilim dalı Diplomotik'tir. Belgelerin çeşitleri çıktığı ve ulaştığı yere göre, yazılma gayesine göre pek çok değişik adlar alırlar. Sözgelimi, hükümdar tarafından gönderilen emirler için: "ferman, emir, hüküm" adı verilir; bir şeyin kullanılma hakkı, bir vazifenin tevcihi gibi vesilelerle verilenlere: "berat" adı verilir; sadrazam, beylerbeyi gibi üst kademe görevlilerinin emirlerine "buyruldu" adı verilir; hükümdarın diğer bir devletin tebaasına veya kendi tebaasından bir gruba bahş ettiği hakları göstermek için yazılan belgelere "ahidnâme" adı verilir; iki devlet arasında karşılıklı tekeffülü ihtiva eden belgele "muâhede" adı verilir. Bu belgelerin her birinin özelliği vardır. Bu özellikler bilinince bazen metnin tamamının okunmasına bile gerek kalmadan hangi grup içine gireceği tespit edilebilir.

    13. Epigrafi
    Müstakil kitabeler olsun, bir yapı üzerine monte edilmiş bulunanlar olsun, ihtiva ettikleri bilgilerin doğruluğu dolayısıyla tarihçinin vazgeçemeyeceği kaynaklardan biri de epigrafi malzemesidir. Ancak bunların okunması ayrı bir ihtisas işidir. Bu kitabelerin okunmasıyla uğraşan bilim dalına epigrafi adı verilir. Küçük kitabelere "epigram" denilirken, büyük kitabelere "epigraf" adı verilir.

    14. Nümizmatik
    Nümizmatik, paraların tanınmasıyla uğrayan bir bilim dalıdır. Para ise gerek siyasi, gerekse iktisadi tarihin bazı noktalarının açıklığa kavuşturulması bakımından tarihçinin faydalandığı bir kaynaktır.

    15. Mühürler
    Mühürler ve armalar da bazı meselelerin aydınlatılmasında tarihçiye yardımcı olmasından dolayı tarihin yardımcı bilimlerinden biri olarak sayılmaktadır.

    16. Şecereler
    "Ensab cedveli" ve "geneoloji" şeklinde de bilinen şecereler, tarihçi için gerekli ve faydalı cetveller olmakla birlikte kendisine asil bir soy hazırlama merakında olan, böylece toplum içindeki yerini sağlamlaştıracağını umanlarca uydurma şecereler de tanzim edilmiştir. Günümüzde bu merakın hala devam ettiği görülmektedir. Muhteviyatını dahi bilmediği halde sahaftan bir ferman veya berat alıp aile yadigarı olarak gösterenlere rastlamaktadır. Bu hususlar göz önüne alınarak, her rastlanan şecereyi doğru kabul etmek yanlıştır.

    17. Kronoloji (Takvimler)
    Bir olayın geçtiği zaman çok önemlidir. Zamanı tespit edilemeyen bir olayın diğer pek çok şartları da bilinemeyeceğinden doğru olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Zamanın tayini için çok eski devirlerden itibaren çeşitli takvimler yapılıp kullanılmıştır. Bu takvimlerin birbirlerinden farklı olmaları sebebiyle aynı olaylar için değişik kaynaklarda başka başka şekillerdeki takvimlendirmeleri tek bir tarihe, bugün kullanılan miladi takvime icra edebilmek için, bunların birbirlerine geçişlerinin iyi bilmek lazımdır.

    18. Onomastik
    Tarih bilimi için yer adlarının, sadece belli mevkileri ifade eden birer ad olmaktan öte çok büyük önemi vardır. Eskiden, yeni bir köy veya kasaba kuruluşunda, oraya yeni bir ad aramaya ihtiyaç kalmaksızın, yerleşen topluluğun adı verilmiştir. Anadolu bunun en güzel örnekleriyle doludur. Bu adlar bize, aynı adı taşıyan boy, aşiret, cemaat gibi grupların nasıl bir yayılma gösterdiklerini anlatır. İşte bu yerleşme yerleri ile uğraşan bilim dalına "toponimi"; deniz, nehir, göl gibi su adlarıyla uğraşan bilim dalına "hidronomi"; şahıs adlarıyla uğraşan bilim dalına da "antroponomi" adı verilir.
#13.06.2007 22:30 0 0 0
  • "Tarih biliminin ne oldugunu oku ondan sonra burada konuya yorum yapmaya gel arkadaşım okullarda öğretilen tarihlerle burada yorum yapma"


    Bu ne şimdi...

    Arkadaşım ordan burdan kopyala yapıştırı bırak artık. Varsa kendine ait bir fikrin onu yaz.Önce yukarıda yazılanları iyice oku ondan sonra böyle saldırır gibi yorum yapma.Benim derdim seninle değil.

    Sakin ol ve sinirle buraya yazı yazma.Merak etme ben buraya yazdığım yazıları ilkokul 4 te öğrendiğim bilgilerle yazmıyorum...
#14.06.2007 07:40 0 0 0
  • Arkadaslar lutfen konu kapanabilirmi??
    Matrakss konusuldu halledildi bi yanlis anlama var uzatmayalim lutfen
#14.06.2007 08:07 0 0 0
  • benim dediğim Tarih objektif bir bilimdir ilkokulda öğretilen veya okullarda öğretilen hiç bir tarih objektif değildir objektif olup olmadıgını her türlü tartışabilirim eğer verdiğim tanımı okursan bunu anlamış olacaktın benim kimseyle tartıştıgım yok nergis sağolasın hallettiğin için tarih bilimi objektiftir ama tarih asla objewktif değildir.Arkadaşım ben senin yorum yaparklen kullandıgın kelimelere tepki veriyorum yoksa umdumda değil yorumun
#14.06.2007 09:53 0 0 0
  • "tarih bilimi objektiftir ama tarih asla objewktif değildir"

    güzel bu sözüne katılıyorum...

    "ben senin yorum yaparklen kullandıgın kelimelere tepki veriyorum yoksa umdumda değil yorumun"


    inanki genç kardeşim senin şu ifaden benim başkaları için kullandığım GERİZEKALI dan daha ağır bi ifade. Neyse yorumum sana yönelik olmadığı için çok da önemli değil umrunda olup olmadığı...

    Biz konuyu kapatmıştık zaten , uzatmayalım istersen...
#14.06.2007 11:55 0 0 0
  • size bir konu acayım ıkl ucan adam olan celebiyi bir cok tarih ci padişah tarafın dan
    öldürtüldü yazı yor sizce budğrumu ben böle bir olyı olmadığını ve uzun bir hayat yaşayıp eceli ile ölmüştür.
#15.06.2007 09:53 0 0 0
  • anlamlı güzel bir çalışma saygı ve hürmetlerimi sunuyorum
#28.07.2007 19:53 0 0 0
  • Herkes kendi düşüncelerini yazmış ve başkaların düşüncelerine de saygı duyulmuş.
    Tarih bir devletin geleciğini en bariz şekide belirtir.
    Bana tarihini anlat nasıl bir devlet olduğunu söyleyeyim.

    email adresi vermek yasak
#15.01.2008 13:27 0 0 0
  • Osmanlı Devletlinde kardeş katli, bazı tarihçiler tarafından vahşet ve saltanat uğruna insan katliamı olarak anlatılmaktadır. Kardeş katli meselesinin Kanunnâmedeki dayanağı olan madde nasıldır?

    Kanunnâmenin ihtilâfa yol açan ve farklı fikirlerin doğmasına sebep olan asıl maddesi, kardeş katli meselesi ile alâkalı şu maddedir: "Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katletmek münâsibdlr. Ekseri ulemâ dahi tecviz etmiştir. Anınla âmil olalar".

    Acaba bu maddenin mânâ ve mefhumunun İslâm hukukundaki izahı nasıldır? şayet bu madde sahih ve İslâm Hukukuna uygun ise, Osmanlı tatbikatındaki örnekler, bu kanuna ne derece uygundur? Şer'î hükümlere ters düşen, Osmanlı tatbikatı mıdır yoksa bu kanun maddesi midir? Bütün bu ve benzeri suallerin doğru cevabı nedir? Bütün bu konulan, önemine binâen, ayrı ayrı sorulanın cevaplarında tartışalım.


    Kardeş katli meselesinin şer'î dayanağı var mıdır?
    Bu sorunun cevabı, ilgili maddenin de izahı demektir. Önce İslâm hukukundaki suç ve cezaları görelim: Bilindiği gibi İslâm Hukukunda, üç çeşit suç ve ceza vardır:

    a) Had suç ve cezalarıdır. Hırsızlık (hadd-i şirb), yol kesmek (kat'-ı tarik), zina (hadd-i zina), dinden dönmek (irtidâd) ve devlete isyan (bağy) suçlarından ibaret olan bu suçların, unsurları teşekkül ettiği takdirde, tatbik edilecek cezaları, Allah ve Resulü tarafından tesbit edilmiştir. Bunlarda mühim olan, unsurların teşekkülüdür. Unsurlardan birisi eksik olursa had cezası tatbik edilmez; ancak ülü'l-emr tarafından tesbit edilecek ta'zîr cezaları uygulanır. Meselâ, dört şahidle zina yaptığı isbat edilemeyen suçluya, zina haddi tatbik edilmeyecektir. Ancak üç şahitle zina yaptığı isbat edilen suçlu, bütün bütün cezasız da bırakılmayacaktır. İşte unsurları teşekkül etmeyen bu suçlara tatbik edilecek cezalara ta'zîr cezaları denir ve ülü'l-emr tarafından tesbit edilir.

    Şahsa karşı işlenen cinayet suçlarıdır ki, cezaları kısas veya diyettir. Bunların da çoğu cezaları, Allah ve Resulü tarafından tesbit edilmiştir.

    c) Tazir suç ve cezalarıdır ki, biraz önce zikredilen had veya cinayet gruplarına girmeyen (esrar içmek gibi) yahut girdiği halde o cezaların tatbiki için gerekli unsurlara sahip olmayan (üç şahitle İsbat edilen zina suçu gibi) suç ve cezalardır. İşte bu bölümde ülü'l-emrin tesbit ettiği veya kadı tarafından takdir edilen cezalar tatbik edilecektir.

    Bu kısa mukaddimeden sonra, kardeş katli ve bunu emreden kanun maddesinin tahlilini, yapabiliriz: Her hukuk sisteminde, Osmanlı Hukukunda nizâm-ı âlem yani âlemin nizâmı, günümüzdeki ifadesiyle kamu düzeni ve kamu yararı için vaz'edilen idam cezaları vardır. Biraz sonra açıklayacağımız veçhile, Türk Ceza kanunun 125 ile 163 maddeleri arasındaki bütün hükümleri, devlete yani âlemin nizâmına karşı işlenen suçları tanzim etmekte ve daha birinci maddesinde devletin toprağı ve bağımsızlığını dağıtmaya ve bölmeye ma'tuf bütün hareketleri, idam cezası ile cezalandırmaktadır. Dünyadaki bütün ceza hukuku sistemlerinde de, devlete isyan suçları, benzeri hükümlerle önlenmeye çalışılmıştır.

    Şimdi bu tür hükümlerin, İslâm hukukunda nasıl yer aldığını ve bu hükümlerin Fâtih'in kanunnâmesindeki hükümle nasıl bağdaştırılabildiğini açıklamaya çalışalım.

    A) Bağy (Devlete İsyan) Suçunun Tatbiki Sonucu Kardeşlerin Katledilme Meselesi: Kardeş katli meselesinin birinci şer'î dayanağı, her hukuk nizâmında bulunan devlete isyan suçudur. Biraz önce açıkladığımız gibi, devlete isyan suçu, İslâm hukukunda, had suç ve cezaları arasında yer alan bağy adı altında düzenlenmiş ve unsurları tahakkuk ettiği takdirde idam cezası İle cezalandırılmıştır. Bağy suçunun unsurları, devlete (imama, sultana) karşı ayaklanmak, kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirmeyi amaçlamak (muğalebe) ve açık bir isyan kasdı içinde bulunmaktır. Bağy suçunun cezaları, unsurlarının tahakkukuna göre değişir: Sultândan farklı düşündüğü halde bir isyan grubu teşkil etmeyen ve bir yerde toplanarak baş kaldırmayanlara dokunulmamalıdır. Propaganda yaparlarsa ikaz edilirler, ileri giderlerse ta'zîr cezaları ile cezalandırılırlar. Devlete isyan ettikleri an, savaşla yola getirilirler ve cezaları idamdır. Yalnız bunlar Müslüman oldukları için, çoluk-çocukları esir edilmez ve malları ganimet sayılmaz. Bunlara verilen Ölüm cezası bir had cezasıdır ve hikmeti de devleti yani nizâm-ı âlemi korumaktır.

    İşte Osmanlı hukukçuları, padişahın meşru emirlerine yapılan her çeşit itaatsizliği, umumi rahatı ve nizâm-ı âlemi ihlal edecek olan her türlü isyanı ve memlekette anarşi çıkarma hareketlerini (fesâd bis-sa'y), bağy suçu kabul etmiş ve buna sebep olanları da bâği olarak vasıflandırmışlardır. Bu isyan suçunun cezasının da idam cezası olduğunu, fetvalarında açıklamışlardır. İsyan eden Padişahın kardeşi de olsa, şer'î hüküm değişmeyecektir. Meselâ Yavuz Sultân Selim'in, birisi Şi'îlerle ve bir diğeri de eşkıya ile ittifak ederek Devlete isyan eden ve bağy suçunda aranan şartlara uygun bir şekilde bu suçu işleyen kardeşlerine karşı olan tutumu, tamamen şer'îdir. Fâtih'in kanun maddesindeki kardeş katlinin birinci grubunu, bu tip hâdiseler teşkil etmektedir. Ancak nazariyat bu olmakla beraber ve söz konusu madde bu şekilde tefsir edilebilmekle birlikte, tatbikat, her zaman nazariyatı takip etmemiş, kanuna rağmen, şartlar teşekkül etmeden idamlar verilmiştir. Beşikteki bir bebeğin öldürülmesini, elbette ki müdafaa etmek yahut buna uyuyor demek de mümkün değildir. Ancak Fâtih, kanunnâmesinde böyle bir durumu da emretmemektedir.

    Osmanlı tarihindeki kardeş katilleri ve idamların yarıya yakınının, bir had cezası olan bağy suçuna sokulduğunu verilen fetvalardan anlıyoruz. Ancak şunu da hatırlatmak istiyoruz ki, bazen bağy denilen had suçunun şartlan teşekkül etmediği halde, araya giren jurnalcilerin ve yalancı şahitlerin beyanıyla, Şeyhülislâmlardan bağy suçu imiş gibi fetva alındığı da görülmüştür. Kanunî'nin oğlu Şehzade Mustafa hakkındaki fetvalar buna misâl teşkil etmektedir. Bu konuda Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan şu belgenin izahları enterasandır:

    "Buğat yani asiler ise, Mülteka ve benzeri fıkıh kitaplarına göre, mevcut hükümete ve Padişaha karşı Müslümanlardan bir veya bir kaç kişi isyan etmeleri ve hükümetin emirlerine itaat etmemelerinden ibarettir. Müslümanlar, bağy ve isyanda ısrar ederlerse, idam olunurlar. Ancak fitneyi teskin için idamdan hafif cezalar yeterli ise, bunlar tatbik olunmalıdır. Şurası dikkat çekicidir ki, Mülteka'yı şerheden âlimler, bağilerin cinayetleri hakkında, çok geniş mânâlar vermişlerdir. Meselâ Padişah'ın meşru emirlerine karşı her nevi itaatsizliği ve umumi rahatı (nizâm-ı âlemi) İhlal edecek her çeşit kıyam, hareket, fitne, fesad, insanları katl, malları gasp ve devlet işlerini engelleme gibi halleri, bağy saymışlardır".

    Netice olarak bağy suçunu işleyen Padişahın kardeşi de olsa, eğer unsurları tahakkuk etmişse, gereken cezayı vermek, elbette ki şer'îdir. Ancak İslâm hukukunun hükümlerine aykırı olarak, şunun-bunun tahrikiyle unsurları tam teşekkül etmeden insanları dünyevî saltanat uğruna idam etmek, elbette ki şer'î değildir. Aksini kim iddia edebilir ki?

    Osmanlı Devletinde devlete isyan suçunun cezası olarak ortaya çıkan öldürme vak'alarından bazıları şunlardır:

    Osman Bey'in Amcası Dündar Bey (Olay kesin değildir); I. Murad'ın oğlu Savcı Bey; I. Murad'ın kardeşleri Halil Ve İbrahim; II. Murad'ın kardeşi Mustafa; II. Murad'ın amcası Düzme Mustafa; Yavuz Suttan Selim'in kardeşleri Korkut ve Ahmed; Kanunî Sultân Süleyman'ın oğlu Bâyezid ve bunun beş oğlu.

    Siyâseten Katl=Ta'zîr Bil-Katl: Bu konunun girişinde açıkladığımız gibi, bağy suçunun unsurları tahakkuk etmediği takdirde, saltanat aleyhinde olanları, bâği olarak kabul edip idam ettirmek mümkün değildir. Yani had cezası olarak idam cezası tatbik edilmez. Ancak unsurları tam teşekkül etmese de, kamu düzenini (maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem) bozan bazı hareket ve fiiller, ulûl-emr tarafından ta'zîr yoluyla ve idam cezasıyla cezalandırılmaz mı? Hanefi ve Hanbelî hukukçularının çoğunluğu, maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem gerektirdiği takdirde, ta'zîr yoluyla idam cezasının verilebileceğini kabul etmişlerdir kî, buna siyâseten katl denmektedir. Meselâ, livâta suçu, Hanefi hukukçulara göre, had cezasını gerektiren bir zina suçu değildir. Ancak bu, hiç suç değildir anlamına alınmamalıdır. Bu suçun cezası, ulûl-emr tarafından tesbit edilir. Böylesine bir çirkef işi âdet haline getiren insanın, genel ahlâk, âdâb ve kamu düzeni icabı ta'zir yoluyla idam edilebileceğini İstâm hukukçuları kabul etmişlerdir. Aynı şekilde fiilen isyan etmese bile isyana hazırlandığı her halinden belli olan bir insanın, âmme maslahatı ve âlemin nizâmı düşünülerek, ta'zîr yoluyla idam edilebileceğini, Hanefi hukukçuların çoğunluğu kabul etmektedir. İşte Fâtih Sultân Mehmed'in "ekseri ulema tecviz etmişlerdir" diyerek ifade ettiği durum budur. Ancak bunun için de, fesadın tahakkuku hususunda kesin delillerin bulunması icabeder. Eğer bir fâsık, fıkıh kitaplarında aranan fesadın kuvvetle muhtemel olması yani nizâm-ı âlem şartına uymadan, sırf keyfî ve menfaati için böyle bir yola baş vuruyorsa, bu, kanunun ve fıkıhçıların vaz'ettlği siyâseten kati prensibinin hatası değil, belki şer'i bir hükmün suiistimalidir ve işlenen bir günahdır. Osmanlı Hukukunda nizâm-ı âlem, fesada sa'y edenleri men' ve maslahat-i âmme tabirleriyle ifade edilen durum, bugün devtetin birlik ve beraberliği olarak ifade olunmakta ve bunun aleyhinde harekette bulunanlar, idam cezası ile mahkûm edilmektedir (TCK., md. 125 vd.). Şimdi bu hüküm, Türk Ceza kanununda bulununca adalet oluyor da, Osmanlı Kanunnâmelerinde bulununca, Padişahın keyfî adam öldürmesi mi oluyor? Böyle bir iddia çifte standartlılık olur. Ancak bugün aynı madde suiistimal edilerek bazen masumların canları yakıldığı gibi, Osmanlı tarihi boyunca da, fıkıh kitaplarında aranan şartlar gerçekleşmeden infaz edilen idam kararları maalesef olmuştur. Bu suiistimal, elbette ki kötüdür ve yapanlar da manen mes'uldürler. Fâtih'in kanunnâmesindeki hüküm ise, fıkıh kitaplarındaki ifadelere uygundur.

    Üzülerek ifade edeyim ki, konuyla alakalı fıkhî malumatı, Dede Efetndi'ni âsetname'sinden naklettiğimizden, bazı safdillerin, bu görüşünn Dede Efendi'ye ait olduğu ve onun da böyle bir fetvaya yetkili olmadığı, olsa bile onun fetvasının ne değer ifade edeceği şeklindeki yorumlarına şahit olduk ve üzüldük. Halbuki Dede Efendi, o meselede sadece fukahanın görüşlerini nakletmektedir. Bu sebeple konuyu biraz daha derinlemesine tahkik etmek ve uygulama örneklerinden bazılarını taakdim etmek istiyoruz.

    Önce Hanefi fıkıhçılannın son zamandaki en meşhurlarından oldan Ibn-i Abidin'in izahlarını özetleyerek zikredelim. "Ta'zir Yoluyla Katl" başlığı altınnda bakınız ne güz bir özetleme yapıyor:

    "Ta'zir, katl ile de olabilir. İbn-i Teymiyye'nin Es-Sârim'ül-Meslûl adlı eserindde gördüm ki, diyor: Hanefi hukukçularına göre, livâta, âlet-i câriha dışında adam öldürme ve benzeri suçlar tekerrür ettiğinde, imam yani ülü'l-emr suçluyu katledebilir. Âmme maslahatı gerektirdiği takdirde, ta'zir yoluyla idam cezası verme esasını, Hz. Peygamber ve ashabının tatbikatına hamleden Hanefî hukukçular, bu uygulama siyaseten katl demektedirler... Soyguncular, yol kesenler, dükkân soyanlar, cemmiyetin nizâmın bozarak fesad çıkaranlar, zâlimler ve fesad çıkaranlara yardımcı olanlar, kısaca idam edilmesinde âmme maslahatı bulunanlar için de aynı hükümler geçerlidir".

    Delilsiz ve mesnedsiz bazı iddiaların aksine, bütün bu cezaaar, ancak mahkeme kararı ve yargılamadan sonra mümkün olduğunu da, hem bütün fıkıh kitapları ve hem de Osmanlı kanunnameleri kaydetmektedirler.

    İbn-i Abldln'in şu fetvası da bu meseleyi gayet açık bir şekilde vuzuha kavuşturmaktadır:
    "Soruldu: Fesad çıkaran, jurnalcilik yapan, yeryüzünde fesad için koşuşturan, , insanlar arasında şer ve fitne uyandıran, bâtıl yollarla insanların mallarını zabtetmeye gayret eden insanların canlarına kıyan ve hülasa eliyle ve diliyle Müslümanları her zaman rahatsız edip de bu huyundan da idam dşında hiçbir ceza ile vazgeçmeyen bir adamm hükmü nedir?

    Cevap: Böyle olduğu kesin ise ve yalan söylemeleri mümkün olmayacak kadarar çok Müslüman da bunu tasdik ediyorsa, katledilir ve şerrini Allah'ın kullarından def' ettiği için vesile olana sevap va mükafat verilir.

    İşte bu ve benzeri fıkıh kitaplarındaki şer'î hükümleri nakleden ve kaynakarını da teker teker gösteren Dede Efendi'nin Siyâsetnâme tercümesinden bazı parçalar şöyledir:
    "Nizâm-ı memleketin bozulmasına sebep olan, fitne ve fesada teşvik edenler, bu şenî' fiilleri bizzat işlemedikleri vakitlerde dahi, katl edilebileceklerine fetva verilmiştir. Ayrıca ülü'l-emre tanınan bu siyaset hakkının tatbiki için bil-fiil fesadın tahakkuku ve sebeb-i adî olan şahsın fil-hakika şerir ve müttehem olması da şart değildir. Zira vukuundan evvel def-i fesad, vukuundan sonra refinden daha kolay olduğu müsellemdir. Bir bid'atçının bid'atının yayılacağından korkan dindar Padişahın kulları ondan korumak ve nizamı alem için, o mübtedi'i katl ve idam etmesi caizdir".

    "Nizâm-ı âlem için şer ve fesadını defetmek üzere, ehl-i fesadı darb, te'dîb, nefy, tağrîb, hapis ve hatta katl ve idam tarzında ta'zir yoluyla cezalandırmak meşru ise de, tek kişinin veya yalancıların jurnali ile bu yola girmek caiz değildir. Fesada gayret ettiği ve sebep olduğu şer'an sabit olmalıdır. Osmanlı Şeyhülialamlarının fetvalarından anlaşılan da budur".

    Dede Efendi'nin çok zayıf fetvaları da esas alarak, kardeş katlinin smırlarını genişlettiğinin biz de farkındayız. Zaten bazı kardeş katli olaylarının şartları gerçekleşmeden yapıldığını biz de kabul ediyoruz. Ancak meselenin hukukî yönünü j ortaya koymak için bunları da nakletmek durumundayız.

    Şimdi de aynı mes'eleyi fıkıh kitaplarındaki şartlara göre tannzim eden, Osmanlı Şeyhülislâmlarına ait fetvalardan sadece birini kaydedelim:
    "Bu mes'ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;
    Zeyd'in âdet-i müstemirresi sa'i bil-fesâd olduğu şer'an sabit olub ve ibadullaha mazarratı icabeder mevâdd-ı münkerâtın dahi kendüden sudurı tevâtüren isbât olundukda, Zeyd-i müfsid-i merkumun vech-i arzdan izâlesiyçün katli meşru' mudur? Beyân buyurula.

    El-Cevâb: Meşrû'dur; emr-i veliyyül-emr munzam ise.
    Harrereh'ul-Fakîr Hacı Muhammed EI-Müfti Bi Harpud-Ufiye Anhu.
    Kaynak teşkil eden ibarelerin tercümesi:
    "Kim bunu âdet haline getirirse, idam edilir. Zira o yeryüzünde fesad için sa'yetmektedir. Katl ile şerri def edilir. Dürer ve Gurer".

    "Gayr-i meşru işlerin katl ve idam cezası ile define, imam (sultan) ve hulefâsı daha evlâdır. Zira onlar siyâseti daha iyi bilirler. Vecîhüddin'in Meşârık'ul-Envâr şerhinden".
    Bunlara benzer arşivlerimizde çok sayıda fetva vardır. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, siyâseten katlin de belli şartları ve şer'î hükümleri mevcuttur. Bütün yazılanlara ve nakledilenlere rağmen, Osmanlı tatbikatının hep şer'î hükümlere uygun cereyan ettiğini söylemek safdillik olur. Ne acıdır ki, bir çok idam hadiselerinde bu esaslara ri'âyet edilmemiş ve jurnalcilerin tahriki ile nice zulümlere sebep olunmuştur. Ancak ister Padişahların kardeşlerini, isterse de sadrazamlarını katletmede, keyfe mâyeşâ hareket edemediklerini; Osmanlı Devleti'nde mahkemeden ilâm ve Şeyhülislâmdan fetva alınmadan idam cezasının uygulanmadığını, arşivlerden öğreniyoruz.1

    Bir kısım tarihçiler, bu uygulamaların devlet siyâseti açısından haklı yönleri bulunduğunu iddia etmektedirler. Bu ne demektir?

    Konuyu tarih ilmi ve devlet siyâseti açısından değerlendiren bir araştırmacının görüşlerini özetleyerek verip bitirelim: Osmanlı Devleti'ni tehdid eden en büyük tehlike, yabancılara sığınan şehzade veya diğer hanedan mensuplarının, tahtın mirasçısı olduklarını iddia etmeleri ve başta Bizans ve İran olmak üzere, düşman ülkelerin de bu fırsattan yararlanmak arzusudur. Osmanlı sultanları ve bilhassa Hz. Peygamber'in senasına mazhar olan Fâtih, ülkenin parçalanıp, bunun kimlere yarayacağının ve i'lây-ı kelimetullâh hizmetinin nasıl sekteye uğrayacağının çok iyi farkında idiler. İşte onlar, böyle bir duruma fırsat vermemek için, Şeyhülislâmdan aldıkları fetvalarla, kardeşlerini bile feda etmişlerdir. Bazan şer'î esasın tatbikinde, araya giren jurnalcilerin te'siriyle hata etmiş olabilirler. Ancak kendilerini, İslâm dinini dünyanın her tarafına yaymayı gaye edinen, ilây-ı kelimetullâhın en büyük temsilcisi kabul etmişlerdir. Fâtih'in Anadolu birliğini sağlamak gayesiyle Uzun Hasan üzerine giderken, "validem" diye hitâb ettiği bu Akkoyunlu hükümdarının anası Sara Hâtûn a verdiği cevap çok manidardır. Trabzon üzerine giderken yollarda her türlü zahmete göğüs geren ve bazan atından inip yaya yürümek zorunda kalan Fâtih'e Sara Hâtun'un "Oğul, ufacık Trabzon için tatlı canına bu kadar eziyet değer mi?" şeklindeki sözünü, İstanbul Fâtih'i: "valide, Seyf-i islâm bizim elimizde, cihâd sevabına nail olub, Allah'ın rızâsını tahsilden başka gayemiz yoktur; bizim davamız kuru kavga değildir" şeklinde cevablandırmıştır. "BU hanedanın maksad-ı a'lâsı, ilây-ı kelimetullâhdır" ifâdesi de Fâtih'e aittir. Netice olarak, kardeş katli meselesini, keyfî iradeyi hâkim kılmak şeklinde değil, nizâm-ı âlemi devam ettirmek için şer'î hükümlerin tatbiki tarzında değerlendirmek icabeder. Vatana ihanet suçunun her hukuk nizâmında idamla cezalandırıldığını da unutmamak gerekir.

    Netice olarak, "siyâseten katl"i, mahkeme kararı olmadan ve yargılama yapılmadan sırf saltanat ve dünyevi menfaat uğruna Padişahın adam öldürmesi olarak anlayanlar, bu manayı nerden çıkardıklarını isbat etmek zorundadırlar. Zira nizâm-ı âlem için siyâseten katlin, uygulamada suiistimal yapılsa bile, vatanın ve devletin birliğini tehlikeye sokacak ve emniyet ve asayişi altüst edecek kimselerin fesada sa'y etmelerinden dolayı verilecek bir idam cezası olduğu; hem fıkıh kitaplarında ve hem de fetvâlarda uygulanması için "şer'an sabit" olması yani İslâm muhakeme usulü kaidelerine göre yargılanıp suçun sabit görülmesi şartının tahakkuku aranmaktadır. Ayrıca "emr-i eliyy'ülemr ile katl"den kasıt, sadece mahkeme kararının yeterli görülmemesi ve bu tip cezaların infazında veliyy'ülemrin yani Sultânın tasdikinin de şart koşulmasıdır. Bu da önemli bir husustur. Kanunnâmelerde yer alan şu ifade, yargılama konusunda Avrupa'nın 20. asırda ulaştığı seviyeyi göstermektedir:

    •Mücrim olan kimse teftiş olunmadan veyahud üzerine zahir olan şenâyi' şer'le ve örfle yerine varmadan sancakbeği ve subaşı ve adamları nesne alub salıvermek memnû'dur. Kendüler mahall-i töhmet ve adamları mücrim ve müstahakk-ı ikâb olur. Ve her mücrim-i müttehemin cerimesi kâdî-i vilâyet katında veya müfettiş huzurunda sabit ve zahir olub ehl-i örfe teslim etmedin dutub siyâset eylemek hılâf-ı şer' ve örf te'addîdir = Suçlu yargılanmadan veya kendisine isnâd edilen suçlar hukuken sabit olmadan, yetkililer para cezası alarak salıveremezler; ceza uygulayamazlar".

    Fıkıh kitaplarında yapılan bu açık izahlara ve şer'î hükümlere rağmen, bir kısım muhterem insanların "1400 yıllık tarihimizde yazılan fıkıh kitaplarının hiç birinde böyle fetva verilmemiştir" diyebilmeleri, neyin verdiği cesarettir; doğrusu biz de tesbit edemedik. Eğer bundan, Padişahın keyfî adam asması kasdediliyorsa, böyle bir şeyden ne kanunnamelerde ve ne de fıkıh kitaplarında bahsedilmemiştir. Yapılan suiistimaller dahi, "ehven-i şer ihtiyar olunur" kaidesine uyularak yapılmıştır. Hem kasdedilen bu menfi mânâyı ve hem de suiistimalleri tasvip etmek mümkün değildir. Şunu unutmayalım ki, Osmanlı devleti, onun kadıları ve Şeyhülislâmları, en az bizim kadar İslâm'a ve onun hukuk nizâmının kaynakları olan fıkıh kitaplarına hürmet duyan insanlardır. Değerli araştırmacı Abdülkadir Özcan'ın yerinde tesbitleri gibi, Şeyhülislâm veya diğer kadıların fetvası, kadıların kararı ve Padişahın tasdikiyle icra edilen siyâseten katl cezalarının fetvasını veren, kararını yazan yahut en azından "nizâm-ı âlem içün öldürüldü" diyen Hoca Sa'deddin Efendiler, Bostan-Zâde Yahya Efendiler, bu sözlerini Şeyhülislâmlık veyahut kazaskerlik gibi fetva ve kaza makamının en yüksek makamlarında bulunmuş kimseler olarak söylemektedirler.

    Kardeş Katli ile ilgili kanun hükmü şer'-i şerife uygun olsa bile tatbikat, nazariyata uygun yürümüş müdür?
    Bu soruya cevap verebilmek için bazı önemli tatbikat örneklerini incelemek icab etmektedir. Ancak tatbikatta suiistimallerin yapıldığını, siyâseten çok idamların icra edildiğini ve bu fiillerin ehliyetsiz bir kısım fakih ve kadılar tarafından meşruiyet kalıbına sokulduğunu, yine tarih bize göstermektedir. İsterseniz Bediüzzaman'ın tesbitlerini tekrar ettikten sonra bazılarına beraberce bir göz atalım:

    "Hâkimiyetin en esaslı hâssası istiklâldir, İnfirâddır. Hatta hâkimiyetin zayıf bir gölgesi, âciz insanlar da dahi istiklâliyetini muhafaza etmek için, gayrın müdâhelesini şiddetle reddeder ve kendi vazifesine başkasının karışmasına müsaade etmez. Çok Padişahlar, bu redd-i müdâhale haysiyetiyle ma'sum evlatlarını ve sevdiği kardeşlerini merhametsizce kesmişler. Demek, hakîki hâkimiyetin en esaslı hâssası ve infikak kabul etmez bir lâzımı ve daimî bir muktezâsı, istiklâldir infirâddır, gayrın müdâhelesini reddir".

    Şehzade isyanlarının ve şehzadeler arasındaki saltanat mücadelelerinin Osmanlı tarihinde önemli bir yer işgal ettiğini bilmeyen yoktur. Her şeyden önce şunu tebellür ettirmekte yarar vardır. Bir şehzadenin, sultanlığını ilân etmiş bir diğer şehzadeye karşı gelmesi ve saltanat iddia etmesi, tamamen bir bağy suçu mahiyetindedir. Ve cezası idamdır. Ancak saltanat iddiasına kalkışmadan evvel idam edilmişse, ya siyâseten katl yani fesadın kuvvetle muhtemel olmasından dolayı nizâm-ı âlem içün yahut zulmen idam edilmiştir. Şimdi bu gözlükle hâdiselere bakalım:

    a) Orhan Bey zamanında üç idam hâdisesi yaşanmıştır. Bunların her üçü de had cezası mahiyetinde yani bağy devlete isyan suçunun cezası olarak tatbik edilmişlerdir. Zira Orhan Bey'in kardeşleri Halil ve İbrahim'in Padişaha isyan ettikleri ve saltanat mücadelesine giriştikleri bir vâkı'adır. İsyan sonucunda katledilmişlerdir ve siyâseten katl ile hiç bir münasebeti yoktur. Orhan Bey, ayrıca kendi oğlu Savcı Beyi de, bizzat kendisine isyan ettiği ve ordu toplayarak babası ile savaşmaya bile cesaret ettiği için idam ettirmiştir. Hatta Bizans veliahdı Andronikos ile dahi babası aleyhine ittifak kurduğunu tarih kitapları kaydetmektedir. Bunun cezası, Orhan Bey istemese dahi, İslâm hukukunda idam cezasıdır.

    Yıldırım Bâyezid devrinde ilk defa siyâseten katl veya şayet siyâseten katlin şartlan gerçekleşmemişse ki bunu tam olarak bilmiyoruz- o takdirde bir nevi zulüm yaşanmıştır. Zira Yıldırım Bâyezid, çevresinin tahriki ile, henüz herhangi bir isyana yahut saltanat kavgasına girişmeyen kardeşi Ya'kub'u, ileride saltanat iddiasına kalkışmasın diye katl ettirmiştir. Osmanlı tarihçilerinin saltanat uğruna öldürülen ilk insan olarak tesbitleri doğrudur. Bazı araştırmacılar, hukukî cihetini bilmediklerinden bunu tenkid etmişlerdir. Zira daha önceki idamlar had cezasıdır ve bağy suçunun cezası olarak tatbik edilmiştir. Bu ise, ilerde fesada sebep olur korkusuyla siyâseten katl yoluyla idam ettirilmiştir. Osmanlı tarihçilerinin tesbiti doğrudur.

    c) Osmanlı Devleti'nin en karışık devresi olan Fetret Devrinde, Mehmed Çelebi, kardeşleri İsa Çelebi ile Musa Çelebî'yi kendisine isyan ettikleri ve hatta saltanat için orduları karşı karşıya geldiği için bağy suçunun had cezası olan idam cezası ile cezalandırmıştır. Aynı şey, sonradan ortaya çıkan kardeşi Mustafa Çelebi için de geçerlidir. Bunların idamlarında siyâseten katl söz konusu değildir.

    d) Fâtih'in babası II. Murad'ın amcası Mustafa Çelebi (II. Düzmece Mustafa), uzun süren saltanat mücadelesine girişmiş ve hatta Osmanlı ülkesinin Bizans ile paylaşılmasını da göze alarak imparator Manuel ile gizli ittifak dahi kurmuştur. Uzun mücadelelerden sonra yakalanarak bâği muamelesi görmüş ve idam edilmiştir. Bu bir had cezasıdır. II. Murad'ın küçük kardeşi Mustafa Çelebi de, Karamanoğulları ve Germiyanoğullanmn tahrikiyle Bursa'ya yürümüş ve had cezası olarak idam edilmiştir. Yani bu dönemde de, siyâseten katl cezası mevcut değildir.

    e) Yavuz Sultân Selim, iki kardeşini, kendisine isyan ettikleri ve bâğî oldukları için, had cezası olan idam cezasıyla cezalandırmıştır. Gerçekten Sultân Korkut, topladığı ordu ile Padişah'a isyan etmiş ve sonunda yakalanarak cezası olan idama şer'an mahkum edilmiştir. Diğer kardeşi Ahmed ise, sadece saltanat mücadelesine kalkışmamış, ayrıca bu mevzuda Osmanlı'nın can düşmanı olan Safevî devleti ile de ittifak kurmuştur. Neticede yakalanarak, had cezası olan idam cezasına çarptırılmıştır.

    f) Kanunî Sultân Süleyman, rakipsiz sultan olduğu için, kardeş katli mevzu bahis olmamıştır. Ancak Kanunî, kendi çocuklarının idamına karar veren bahtsız Padişahlardandır. Karısı Hürrem Sultân ve çevresinin tahriki ile, kendisini tahttan indirmeye azmettiği ve Padişah olmak isteği ile isyan ettiği şayiasına inanarak, bâğî vasfıyla Şehzade Mustafa'yı idama mahkûm eylemiştir. Bu idam kararı, görünürde bağy suçunun cezası olarak had cezasıdır. Ancak bu meselede hem fetvayı veren müftünün, hem kararı veren kadının ve hem de bunları tasdik edip icrası için emir veren Kanunî'nin, yanıldıkları veya yanıltıldıkları bir vâkı'adır.

    Diğer bir hazin tablo da Şehzade Bâyezid'in İdamında yaşanmıştır. Kanunî'nin iki oğlu olan Selim ve Bâyezid, 1558 yılına kadar iyi geçindikleri halde, bu tarihten sonra saltanat hırsıyla araları bozulmuştur. Aradaki jurnalcilerin tahriki ile Şehzade Bâyezid, ordu toplayarak kardeşi Selim'in üzerine yürüdü. Bu hareketi isyan kabul edildi. İran'a iltica eden Bâyezid, kardeşi Selim'e teslim edilince, Ebüssuud'un fetvasıyla bağy suçunun had cezası olan idam cezasına mahkûm edildi. Bu hâdiseyle alakalı örnek fetvaları yukanda zikretmiştik.

    III. Mehmed ve III. Murad devrindeki olayları yerinde inceleyeceğiz. Zira asıl haksızca yapılanlar bunlardır.

    h) I. Ahmed devrinde saltanat usûlünde ciddî bir değişiklik mevzubahistir. Artık amûd-ı nesebi yani Osmanlı sülalesinden en büyük olanının padişah yapılması usulü kabul edilmiştir. Gerçekten I. Ahmed vefat edince, şehzadeleri bulunmasına rağmen, ailenin en büyük ferdi olan amcaları Şehzade Mustafa tahta geçirilmiştir. Bu kaide, kardeş katli hadisesini tamamen ortadan kaldıramamışsa da, gevşetmiş ve son derece azaltmıştır.
    İşte görüldüğü gibi tatbikattaki durum farklıdır. Bir kısmı, tamamen şer'î hükümlere uygun olarak bağy suçunun had cezasını tatbik etmekten ibarettir ve bunlara siyâseten katl demek hatalıdır ve meseleyi bilmemekten ileri gelmektedir. Zira Padişah istemese de bu ceza mukadderdir. Devlete isyan edenin cezası elbette ki idamdır. Bir kısım uygulama ise, siyâseten katl müessesesine yani Fâtih'in Kanunnâmesinde "ekseri ulemâ tecviz etmişdür" dediği usule uygundur ve fıkıh kitaplarında şartlarına uyulmak kaydıyla açıklanmıştır. Bir diğer grup ise, ne şer'î hükümlere ve ne de Fâtih'in Kanunnâmesinde ifade ettiği, fıkıh kitaplarında da tecvîz edilen siyâseten katle uymaktadır. Elbette ki bu uygulamalar, gayr-ı meşrû'dur. Fâtih'in Kanunnâmesi de bunu emretmemektedir2.

    Fâtih Sultân Mehmed'in kendi Kanunnâmesinin ilgili maddesini uygulayarak küçük yastaki kardeşi Ahmed'i katlettiği söylenmektedir Bunu nasıl izah ediyorsunuz?
    Burada meseleye değişik yönlerden bakmak gerekir:

    Evvela; Bu hadisenin meydana geldiği şüphelidir. Zira Kantemir gibi yabancı tarihçiler dahi, II. Murad vefat ettiğinde Şehzade Mehmed dışındaki bütün evlâdının vefat ettiğini ve bu arada Şehzade Ahmed'in de Amasya'da vali bulunduğu sırada öldüğünü yazmaktadır ki, bu ihtimalin doğru olması halinde, henüz bebek iken öldürülme iddialan da ortadan kalkar. Namık Kemal de, şehzade Ahmed'in katl edildiği iddiasını sadece bir iftiradan ibaret görmektedir. Böyle bir zulme, Fâtih Sultân Mehmed'in razı olamayacağını ısrarla savunmaktadır. Bazı kaynaklar da, olayı doğrulamakla beraber. Şehzade Ahmed'i haksız olarak katleden Evrenoszâde Ali Bey olduğunu ve bu sebeple Fâtih tarafından idam ettirildiğini kaydetmektedirler. Şayet vâki ise, yukarıda anlatılan hükümler, Fâtih için de geçerlidir. Ancak hangi gruba girmektedir? Bunun tesbit edilmesi gerekir.

    İkinci olarak, Osmanlı kaynaklarının bir kısmında Sultân Murâd'ın İsfendiyar Bey torunu Hatice Hâlime Hâtun'dan doğma Ahmed isimli bir şehzadesi olduğu ve yaşı küçük olan bu şehzadenin II. Mehmed'in tahta çıkmasından kısa bir zaman sonra katl olunduğu kaydedilmektedir. Ancak diğer şehzade katilleri gibi, ayrıntılı bilgiler, kaynaklarda mevcut değildir. Ayrıca Babinger'in altı ya da sekiz aylık olduğu konusundaki beyanı dışında, yaşının ne kadar olduğu da kesin değildir.

    Üçüncü olarak, II. Mehmed, babası II. Murâd'ın vefatından sonra, çok büyük sıkıntılar içinde tahta geçmiştir. Bizans'ın şehzadeleri kullanarak Osmanlı Devleti'ni yıkma planlan herkesçe bilinmektedir ve fetret devri de canlı şahitlerle doludur. Nitekim Fâtih'in Padişah olması üzerine, Bizans İmparatorunun elinde tutsak olarak tuttuğu Süleyman Çelebi'nin oğlu olması kuvvetle muhtemel bulunan Şehzade Orhan'a aynen şöyle söylediği kaynaklarca ifade edilmektedir:

    "Haydi göreyim seni, bu taht benimdür deyü dava eyle. Ben Âl-i Osman nesliyim, ben var i-ken bu taht sana neden mustehakdır deyü dava edince, cümle beğler ve paşalar sana dönüb ve tahtı sana teslim ederler. Tahta çıktığında, kulağın bende olsun. Ben sana ne talimat verirsem, öyle hareket eyle. Göreyim seni, nice padişah olursun.".
    İşte böylesine bir dönemde, yaşının ne kadar olduğu belli olmayan ve ama küçük yaşta bulunduğu kesin olan Şehzade Ahmed'i, devlete isyan suçuna teşebbüs etmeden, nizâm-ı âlem için diyerek katletmiş olabilir. Bu tamamen üçüncü guruba girmektedir. Eğer bir kusur işlenmiş ise, bunu savunmanın manası yoktur. Ancak bu ayrıntıları tam bilinmeyen olaydan dolayı, Fâtih gibi Hz. Peygamber'in medhine layık olmuş bir padişahı hunharlıkla suçlamak ve hele bu konuda Bizans İmparatorları ile birlikte hareket eden Bizans tarihçilerini onaylamak mümkün değildir. Hammer ve benzeri tarihçiler, sanki şehzadelerin Osmanlı Devleti'nin yıkılması için kullanıldığını bilmiyormuş gibi, bunu vesile ederek Fâtih Sultân Mehmed'e hücum etmişlerdir.

    Özetleyecek olursak, Fâtih Sultân Mehmed, kendi koyduğu kanunun nizâm-ı âlem için fesada sa'y ihtimalinin bulunması sebebiyle siyâseten kati müessesesini ilk defa kendisi tatbik etmiş ve küçük kardeşi Ahmed'i katl ettirmişti. Bu, isyan tahakkuk etmediğinden, bir had cezası değildir. Belki nizâm-ı âlem için siyâseten katl müessesesine girmektedir. Burada aranan fesadın şer' ile tahakkuku şartının, ne derece gerçekleştiğini bilmiyoruz. Ancak tekrar ediyoruz ki, Hz. Peygamber'in senasına mazhar olmuş bir Padişah'ın, şartları tahakkuk etmeyen bir cezayı tatbik edeceğine de ihtimal vermiyoruz Önemle İfade edelim ki, 11 aylık bir bebenin öldürülmesini Fâtih'in idam ettirdiğine inanmak istemiyoruz. Zaten Evrenoszâde Ali Bey isimli bir zatın Padişah'ın haberi olmadan böyle bir cinayeti işlediğini bazı kaynaklar haber vermektedirler3.

    1- Konuyla ilgili bazı fetvalar; Nuruosmaniye kütp. nr. 3209, vrk. 358/a vd.; Süleymaniye kütp. Esad Efendi, nr. 1888; Damad, Mecma'ül-Enhür, 1/707- 709; BA, YEE, nr. 14-1540, sh. 50-51; İbn-l Âbidin; Reddu'l-Muhtâr Ale'd-Dürri'l-Muhtâr I-VI, Mısır 1967, c. IV, sh. 62-65; Şeyh Mehmed Arif, Terc. Siyasetname, sh. 6, 25-35 ;
    Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, İstanbul 1995, Sözler Yayınevi, sh. 337-338

    2- Berki, A. Himmet, İstanbul'un 500. Yıldönümü Münasebetiyle Büyük Türk Hükümdarı istanbul Fâtihi Sultân Mehmed ve Adalet Hayatı, İstanbul 1953, sn. 142-148; Alderson, A.D., The Structure of the Ottoman Dynasty, Connecöcut 1982, 2. Baskı, sh. 30-31; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. I, sn.328, Md. 37, 1/114-117, 287, 331 vd.; c. II, sh. 10 vd.; Konrad, Dilger, Untersuchungen zur Geschichte deş Osmanischen Hofıeremünlells im 15. und 16. Jahrhundert, München 1967, sh. 5 vd., 34 vd.; Özcan, Abdülkadir, "Fâtih'in Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Alem için Kardeş Katli Meselesi", İÜEFTD, sayı 33 (1980-81), sh. 12-13; Taneri; Aydın, Osmanlı Devletinin Kuruluş Aneminde Hükümranlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayati-Teşkilati, Ankara 1978, sh, 184 vd.

    * İbn-i Kemal, Tevârih-i Ali Osman, I. Defter, sh. 129; Aktan, Ali, "Osmanlı Hanedanı İçinde Saltanat Mücadelesi ve Kardeş Katli", Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 10 {Ekim 1987), sh. 8; Akman, Mehmed, Osmanlı Devleti'n de kardeş Katli. BU son eser, bu zamana kadar yapılan en kapsamlı çalışmadır

    3- "Pala, Namık Kemalin Tarihî Biyografileri, sn. 105-106; Solakzâde, sh. 187; Hoca Sa'deddin, Tâc'üt-Tevârîh, c.I s. 407; İnalcık, Halil, Fâtih Devri Üzerinde Tedkikler ve Vesikalar l, Ankara 1954, sh. 110; Âsıkpaşazâde, Tarih, 140; İbn-i Kemal, VII. Defter, sh. 8-9; Akman, Kardeş Katli, sh. 64-69; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c.II, sh. 5 vd.; Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Mümin Çevik nesri, I-X, İstanbul 1998, c. II, sh. 258; Gazavât-ı Sultân Murad Han b. Mehemmed Hân, Haz. inalcık, Halil-Oğuz, Mevlûd, Ankara 1978, sh. 37-38; Aktan, 14-15; Kantemir, c.I Sh. 147.
#15.01.2008 13:32 0 0 0
  • Anam hanginiz tarihi yaşadınız da konuşup birbirinize laf atıyorsunuz tarihi öğrenipte gelin ya da gerçek tarihi gerçek kaynaklardan araştırın başka birşey söylemiyorum.
#18.01.2008 15:51 0 0 0