niçin dünyaya geldik ve niçin yaşıyoruz

Son güncelleme: 31.01.2010 11:51
  • Arkadaşlar, hiç kendi kendinize "Ben kimim? Neyim? Nereden geldim? Ne için geldim? Amacım nedir? Nereye gidiyorum? Kime borçluyum? Ne gibi ve nasıl hesap vereceğim?" diye soruyor musunuz?

    Başarı için yola çıkan ve hayatını başarılarla doldurmak isteyen insan, kendisini tanıma konusunda ne kadar başarılı olmuştur?
    Çevresinin ve kâinatın en ince ayrıntılarıyla ilgilenen insan, acaba kendi ayrıntısı ve sırlarıyla ne kadar ilgilenmektedir?
    Göklerin keşfi ve denizlerin derinlikleri için bir ömür harcayan insanoğlu, kendisini keşfetmede, kendisini tanımada ve kendi dünyasının derinliklerine inmede ne kadar çaba harcamaktadır?
    Bir başka ifadeyle; önemli işler başarmak, büyük hedeflere koşmak, bir çok keşif ve sırlara ulaşmak için çırpınan insan; kendisini ne kadar tanımakta, taşıdığı değerlerin, sırların ve emanetin ne kadar farkına varmaktadır?
    Belki günde, dünyanın ve kâinatın sırlarıyla ilgili "Bunlar Nedir? Nasıl Olmuştur? Neye Yaramaktadır? Yapan Kimdir?" gibi onlarca kez sorduğu merak dolu soruları; acaba kaç kez kendisine yöneltip; "Ben kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Gayem nedir? Beni gönderen kimdir?" diye sormuştur?
    İnsanın öncelikle kendisini tanıması, kendisini sorgulaması ve kendisiyle ilgili bilinmezlerin peşinde olması gerekmez mi? Bu, insan olmanın önemli ve ilk şartıdır.
    "Değerli arkadaşlar, acaba fen bilimleri ve sosyal bilimler insan için ne diyor? Bu konuyu birlikte ele alıp değerlendirelim:
    Fen bilimleri açısından insan, canlıların en mükemmelidir. Hayat verici bir düzen, uyum ve planlama içindedir.
    İnsan bir tek hücreden yaratılmıştır. "Zigot" denilen gözle görülmeyen, ancak yüzlerce defa büyütülerek görülen bu hücre; kendinden binlerce ve trilyonlarca büyük bir konuma gelerek hayat için gerekli olan her türlü cihazla donatılıp dünyaya bir insan olarak gönderilmektedir.
    İnsan, çok zaman kıymetini takdir edemediği, harika bir vücudu, eşsiz bir sanat eserini ve antika bir şaheser taşımaktadır. Öyle ki, bir tek hücreyi bile yapmaktan aciz olan insan, akılları hayretle bırakan sayısız hücrelerin mükemmel işbirliği ve uyumu ile hayatını sürdürmektedir.
    Bu hücrenin, yani ceninin zamanla insan vücuduna dönüşmesi, her hücrenin belirlenen hedefe ulaşması ve hiçbir hücrenin görevini aksatmadan yüz binlerce görevi bir anda yapması, insan aklını tam anlamıyla şaşırtmaktadır.
    Hepsi aynı hücreden meydana gelen dokular; gittikleri yerlerde gören, duyan, tat alan, hisseden hücreler haline gelmekte, mide, barsak ve karaciğerde modern bir laboratuar gibi çalışmaktadırlar.
    İnsanın iç ve dış organları; birbirini koruyan, kollayan, yardımcı olan ve harika bir alışveriş sistemi üzerine kurulmuştur. İnsan vücuduna baktığımızda hiçbir organın fazlalığı görülmediği gibi, eksik bir organa da rastlanmaz. Öyle ki insan; en seri, en çabuk ve en verimli sonuç olacak bir planlamaya göre düzenlenmiştir.
    Dışarıdan alınan besinlerin yenilmesi, sindirilmesi, emilmesi ve artıkların dışarı atılması harika bir çalışmayla yürütülür ve sonuçlanır. Bu konuyu gözleyen bilim adamları şaşırmaktan kendini alamamışlardır. (Yeğin, 1980:72-75)
    İnsan beyninde 10 milyar karar merkezi vardır. Bu merkezlerin her birinde, sayıları 2000'e varan Sinaps'lar mevcuttur ve Sinaps'lardan her an yüzlerce olay cereyan eder. Ayrıca her bir Sinops, diğer milyonlarca Sinaps'tan haberdar olarak ve birbirini karşılıklı kontrol ederek çalışır. İşte beynimin, sinirlerimin böylesine göz kamaştırıcı bir "harikalar ülkesi"dir. Gözünüzü nereye çevirseniz, Ulu Yaradan'ın muhteşem sanatını görürsünüz. (Songar, 1979:30-31)
    Mehmet sence biz neden varolmuş olabiliriz?
    Bütün bu kainat niçin bize hizmet ediyor olabilir?Yani
    hayatın gayesi nedir? Ne için yaşıyor olabiliriz? dedim.

    "Sana bir soru daha sorabilir miyim, dedim.
    "Buyurun hocam, dedi.
    "Allah korusun senin aklî muhakemen yerinde olmasa da, bir hekime gitsen seni sıhhate kavuştursa, o hekime karşı nasıl bir borç altına girdiğini düşünürsün?
    "Hocam ne demek? Deli bir insanı akıllandıran bir doktora bir ömür fedâ edilir. Çünkü hekim bir hayat sunmuş oluyor.
    "Peki, gözlerin olmasa ve dünyayı hiç görmesen. Birisi gelip sana göz taksa ve görmeye başlasan, gözünü açan kişiye karşı nasıl bir minnet altına gireceğini varsayarsın?
    "Yani, ona da bir ömür verilir. Çünkü fiyatı çok fazla olmalıdır.
    "Konuyu uzatırsak, dil, ağız, burun, kulak ve özet olarak bütün organların için aynı şeyi düşünürsek, insanın borcu ne kadar olur?
    "Ooo hocam bu hesaplanamaz. Buna ömür değil, binlerce ömürler yetmez. İnsan köle olsa yine de ödeyemez bu borcu.
    Mehmet'e tekrar döndüm:
    "Peki Mehmet, dedim. Hiç bugüne kadar, şu sahip olduğun biyolojik ve psikolojik dünyanı ve onun mükemmel ve harika nimetlerini, bunların niçin ve kim tarafından verildiğini hiç düşünmedin mi?
    Peki Mehmet, dedim. Hiç bugüne kadar, şu sahip olduğun biyolojik ve psikolojik dünyanı ve onun mükemmel ve harika nimetlerini, bunların niçin ve kim tarafından verildiğini hiç düşünmedin mi?
    Veya soruyu şu şekilde sorarsak;
    İki göz, bir akıl, bir dil veya herhangi bir uzuv için, karşılığında köle gibi çalışmak göze alınır ve bu aklın gereği ise; şu mükemmel vücut sarayını ve şu muhteşem biyolojik ve psikolojik âlemi bizlere sunan, kâinatı milyarlarca nimetlerle doldurup, bize veren kudret sahibine, ne gibi ve nasıl bir borcumuzun olduğunu hiç düşünmez miyiz?
    Bütün alemi emrimize veren ve peşimizde koşturan zâtı merak edip, bilmek ve tanımak istemez miyiz?
    Hayatımıza binlerce nimetleri sunan zât, bunları hiç bedava verir mi? Bunların bir hesabı olmaz mı?
    "Bu savuma bir çare değil, dedim. Bizi bu dünyaya gönderen, bizlere bedava nimetler sunan zât bir gaye için göndermiş olmalı ve alıp götürdüğü zaman da bir hesaba çekmelidir. Çünkü, her alışverişin bir karşılığı ve bir hesabı vardır.
    Bak bu konuyla ilgili değerli bir âlim şunları ifade ediyor:
    "İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine mütemadiyen (devamlı sûrette) gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval (yok olma) ve fîrak (ayrılık) ta yuvarlanması şâhittir... Demek insan dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve sâfâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedî, dâîmî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir." (B.S. Nûrsî)

    Halit Ertuğrul
    Düzceli Mehmet kitabından alıntıdır.
    (Okumanızı tavsiye ederim.)
#03.08.2007 17:11 0 0 0
  • teşekkürler..
#03.08.2007 18:21 0 0 0
  • eline emegine saglik tskler.
#03.08.2007 23:51 0 0 0
  • allah razı olsun
#07.08.2007 17:56 0 0 0
  • evet bunu kendimize soramamız lazım bir kerede olsa Allah çalışanlarıda sever ve Allah çok sevdiklerini yanına erkeden alırmış diye bir söz var bilirmisiniz. mesela Barış akarsu çok yardım ediyordu. Bence Allah onu çok sevdiğinden yanına aldı.
#09.08.2007 10:24 0 0 0
  • eline sağlık arkadaşım...
#09.08.2007 12:46 0 0 0
  • halit ertuğrulun bu kitabıyla hayatı değişen bir kardeşim vardır.bütün gençlerin okuması lazım bence.emeğine sağlık arkadaşım
#11.08.2007 12:45 0 0 0
  • Ellerine sağlık. Teşekkürler.
#12.08.2007 23:24 0 0 0
  • ßunları ßizimle Paylastıgını İcin tesekkür Ederim

    Gercekten GüzeL ßir Konu
#13.08.2007 04:19 0 0 0
  • allah cc razı olsun
#13.08.2007 10:30 0 0 0
  • YARATILIŞ GAYESİ



    Allah, kâinattaki bütün eşyayı bir hikmet ve nizam ile yaratmıştır. Bu nizam bir gayeyi hedeflemekte olup yaratıcının bilinmesinin en önemli delilidir. Kâinattaki nizam ve gaye, düşünce tarihi ile birlikte düşünen insanların dikkatini çekmiştir. Sokrat ve Çiçeron kâinattaki nizam ve gayenin yaratıcının delili olduğunu belirtmişlerdir. Varlıkların hikmeti ve nizamlı yaratılışı İslâm düşünürlerinin de dikkatini çekmiş ve Allah'ın birliğine delil olarak kullanılmıştır. Bu delili "hikmet ve inâyet" diye isimlendirmişlerdir.

    Filozof el-Kindî, tabiatta müşahede edilen ve yaratıcı hikmetin enginliğini, lütuf ve merhametinin sonsuzluğunu gösteren ahenk ve nizâmın, eşya arasında mevcut türlü tesir ve tepkilerin yüksek gayelerinin bulunduğunu söyler. Âlemin nizâm ve tertibe konulmasında, eşya ve hâdiselerin birbirine tesir icra etmesinde bir kısım varlıkların bir kısmının emri altına girmesinde, âlemin en uygun ve en yarayışlı tarzda yaratılmasında en sağlam tedbirin ve en yüce hikmetin yani Allah'ın delilleri vardır (B. Topaloğlu, Allah'ın Varlığı, 57, 58,143).

    Bütün varlıkların yaratılış gayesi Allah'a kulluktur (Sâf, 61/1). İnsanın, küçük canlıların, nebatların, dağların, yeryüzünün ve semânın yaratılışı bir gayeye yöneliktir: "Onlar üzerindeki göğe bakmazlar mı onu nasıl yükseltip süsledik? Göğün hiç bir kusuru ve eksik yeri de yoktur. Yeri de döşedik ve sabit dağlar koyduk. Yerde göze hoş gelen her çiftten bitkiler bitirdik. Bütün bunları Rabbine yönelen bütün kullar ibretle incelesinler ve tefekkür etsinler diye yarattık" (ez-Zâriyât, 50/56).

    Yaratılışın en yüce gayesi, Allah'a iman ve onu tanımaktır. Bütün noksan sıfatlardan yüce ve en üstün sıfatlarla muttasıf olan Allah'ı, tanımak ve ona kulluk borcunu yerine getirmek, gönül huzurunun kaynağıdır: "Onlar inanmışlardır. Allah'ı zikretmeleri sebebiyle kalbleri huzura kavuşmuştur. Uyanık olun, kalbler ancak Allah'ı zikretmekle huzura kavuşur" (er-Ra'd, 13/28).

    bu konuya uyacaktır diye düşündüm
#14.08.2007 16:43 0 0 0
  • allah razı olsun
#14.08.2007 20:45 0 0 0
  • ellerine sağlık
#18.08.2007 09:31 0 0 0
  • bravo tebrik edrim
#18.08.2007 09:31 0 0 0
  • başarılarının devamını dilerim
#18.08.2007 09:31 0 0 0
  • paylaşım için teşekkürler
#18.08.2007 09:31 0 0 0
  • paylasim icin tsk ALLAH razi olsun emegine saglik
#31.01.2010 11:51 0 0 0