Ezan, bir feryattır, bir çığlık. Özellikle uçuruma doğru gidenlere, uçurumun kenarında dolaşanlara, uçurumdan uçanlara. Bir uyarı, bir merhamet haykırışı bir rahmet sağanağıdır. Nefsin, gafletin, unutuşun, cahilliğin, nankörlüğün girdabında dönenlere. Dünya malının, hırsın, servetin, makam ve mevki ihtirasının, şöhret sarhoşluğunun uçurumuna yürüyenlere. Benim gibi eşikte kalanlara, basireti bağlananlara, kalbi kararanlara, teraziyi yamuk tutanlara, yetim hakkı yiyenlere, dünya benim diyenlere.Her nefeste Hak diyenler, Hak'la yatıp, Hak'la kalkanlar, gül alıp gül satanlar ezanı neylesin. Ezan onların kalbinde fasılasız çınlıyor. Ezan, sesli zikrin zirvesidir ki; dağın-taşın, ormanın-ağacın, kurdun-kuşun, börtü-böceğin, çimenin-çiçeğin ilâhisine insanoğlunun iştirakidir. Ezan, sonu secde ile bitecek miraca yükselişin bineğidir. Bu feryadın bestesi ezelden ebede uzanır. Bu ahenk ademoğlunun ruhuna üflenen sırrın anahtarıdır. Bu sırrı sahabeden birkaçı aynı gece âlem-i manada duydu ilk ezan böylece maveradan yeryüzüne indi.Aşk onunla alevlenir, ruh onunla kanatlanır. Yoksa yeni doğan çocuğun kulağına niçin ezan okunsun. Eşref-i mahlukat ezana başlayınca alem sükut eder. Bu sükut ile zikreder. Kul olmanın, hür olmanın, yâr olmanın, razı olmanın, teslim olmanın şevkiyle dolar. Ezan, bir diriliş müjdesidir. Bir aksiyon alametidir. Yeryüzüne yayılan bir mucizevî rayiha, bir iksir, bir ab-ı hayattır. Bu kaynaktan fışkıran sular, başını taştan taşa çalarak akan ırmaklar gibi ummana koşar.Cehlin ve kibrin karanlığı alemi örtmeden önce, isyanın bayrağı kalkmadan önce, tevbenin bozulmadığı, ahde vefanın baştacı olduğu zamanlarda bu kutlu feryat su sesi, kuş sesi, yaprak hışırtısı, su değirmeninin iniltisi, kağnı gıcırtısı ile birlikte, hem âhenk yükselen insan sesi idi. Modern dünyada yeryüzünü istila eden seslerden bir ses oldu. Buldozerlerin, matkapların, sesten hızlı uçakların, milyara varan arabaların, kompresörlerin, mitralyözlerin, bombaların, gökdelen ormanlarının arasında eridi. Bu erimeyi içine sindiremeyen er kişiler onu hoparlör ile duyurmayı denediler. Hoparlörden yükselen ses müezzinin kalbinden fışkıran haykırış değil artık. Onun kalitesi aletin kalitesine bağlandı. Artık insanlar ezana kulak verme yerine saate bakıyorlar. Ezan okuyan saate bayılıyorlar. Güneşe ve gölgeye, dağlara ve bulutlara, gecenin karanlığındaki karıncaya metelik vermiyorlar. Kapılar otomatik olarak açılıp kapanıyor. Paralar otomatik makinalardan akıyor. Çarklar dönüyor, evraklar mühürleniyor, parmaklar otomatik olarak düğmelere, klavyelere uzanıyor, yekpare zaman kıyım kıyım kıyılıyor, insanlar esneyerek, saate bakıyorlar. Müezzin minareye dahi çıkmıyor, minare bir aksesuar oldu. İnsanlar otomatik olarak gökdelenin bodrumundaki rutubet kokulu mescide yöneliyor. Elektiriğin ulaşmadığı bir dağ başına çıksam diyorum. Orada bir sabah ezanı dinlesem. Kesret içinde kaybolan yaralı kalbim şifa bulur mu dersiniz. Yoksa bu derdin dermanı Lokman'a mı kaldı?