TÜRK DEMOKRASİSİNDE PARTİ, SEÇİM SİSTEMİ VE İSTİKRAR

Son güncelleme: 23.09.2007 20:42
  • TÜRK DEMOKRASİSİNDE PARTİ, SEÇİM SİSTEMİ VE İSTİKRAR


    Halk iktidarı ve yönetenlerin halka dayanan meşruluğu şeklinde ifade edebileceğimiz Demokrasi'nin en önemli mekanizmalarından biri "seçim"dir. Seçim, alternatifler arasından en iyiyi, en doğruyu bulup çıkarmaya yönelik fiildir. Seçmenler de zaman zaman seçilenler üzerinde etkili olan bir baskı unsurudur. Demokrasilerdeki bu seçen-seçilen ayrımı, devlet yönetiminin, yani siyasal iktidarın devamlı surette bir baskı, bir denetim altında bulunması sonucunu doğurur. Böylelikle iktidarlar, toplum menfaatlerini herşeyin üzerinde tutmak durumundadırlar. Zira, olumsuz icraatların cezası seçmen tarafından sandıkta verilecektir. Dolayısıyla seçim mekanizması iktidarları iş başına getiren, gerektiğinden onlara destek veren ve gerektiğinde değiştiren bir mekanizmadır.

    Türkiye gibi temsili demokrasilerde egemenliğin tek meşru kaynağı olan millet, bu egemenliğini, kendisini temsil eden organlara devretmektedir. Bu organların oluşturulup iş başına getirilmesi ise seçim yoluyla olur. Seçilenler kendilerini seçenleri değil, tüm milleti temsil ederler. Bu, "temsili vekalet"tir. Bu vekalet, yasama organımız olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) aittir. TBMM, toplumsal yaşantıyı düzenleyecek olan ve devlet yaptırımlarıyla desteklenmiş genel ve soyut kuralları çıkarmak, tabiri caizse devlet çarkının mükemmel bir şekilde işlemesini sağlamakla mükelleftir. Oysa ki Türkiye'de uzun zamandır süregelen bir "siyasi istikrarsızlık" söz konusudur. Belli bir düzeyi tutturamama olarak ifade edebileceğimiz istikrarsızlığın kaynağı ise, seçim sisteminden dolayı ülke yönetiminin hep koalisyon hükümetlerinin elinde bulunagelmesidir. Zaten, siyasetin sadece "iktidarı elde ederek onun nimetlerinden faydalanmak için verilen mücadele" tanımına saplanıp kalan popülist politikacıların mevcudiyeti, devlet yönetiminin "halk yararı"nı ön plana çıkaran asli fonksiyonlarının önündeki en büyük engeldir. Kaldı ki, burada seçim sistemine değinmekte de fayda mülahaza ediyoruz.

    Türkiye'de seçimler tek turlu, nisbi temsil sistemine göre; genel, serbest, eşit, gizli oyla bütün yurtta anı günde yargı yönetim ve denetiminde yapılmaktadır. Oyların sayımı ve dökümü ise açıktır. Seçimin tek turlu yapılması, istikrarsızlığın en büyük sebeplerinden birisidir. Zira, aslında demokrasinin bir göstergesi sayılan siyasi partiler bakımından, Türkiye'de bir parti enflasyonu mevcuttur. İstikrarlı birkaç siyasal partinin yerine, kimi kişisel çekişmelerle, kimisi de benzer etkenlerle kurulmuş bir takım partilere rastlanmaktadır. Diğer taraftan Türkiye'de seçmenlerin pek çoğunun (hatta hatırı sayılır bir kısmının) eğitim düzeyi, dolayısıyla siyasal kültür ve siyasal bilinci "eksik"tir. Muhakeme kabiliyetleri yüksek olan eğitimli seçmenlerle sıradan seçmenlerin oyları eşit durumdadır. Üstelik yaş, cinsiyet, sınıf ,statü ya da köylü - kentli olma gibi pek çok faktör de siyasal katılmanın bu "seçim" boyutunu önemli ölçüde etkilemekte ve seçmenleri yönlendirmektedir. Seçmenler, "oy" gibi önemli bir silaha sahip bulundukları halde çoğu kez akıldan çok duygunun bilgiden çok reflekslerinin yönlendirmesiyle hareket etmektedirler. Bu bağlamda halkın demokrasiye ne ölçüde sarılabildiği ve onun yaşatabildiği sorunun gündeme gelecektir. O halde, mevcut istikrarsızlığı aşmanın çareleri neler olabilir sorusuna şu cevapları verebiliriz: Her şeyden önce demokrasi denilen mukaddes (!) rejimin baş tacı olan halkın, kendi gücünün ve ehemmiyetinin farkında olması gerekir. Bunun için öncelikle alınacak olan mükemmel bir eğitim, beraberinde mükemmel bir altyapıyı ve kültürü getirecektir. Böylelikle bireyler, çevrelerinde cereyan eden hadiseleri daha iyi idrak edecekler, daha iyi yorumlayacaklar ve daha yerinde çözümler üreteceklerdir. Üstelik hayatın her alanına ve her problemine kafa yorabileceklerdir. Bunun sonucunda, çoğunluğu eğitimsiz seçmenlere ait olan "değersiz" oyların ezici üstünlüğü hafifleyecek, oylar daha değerli hale gelecektir (bir oy, belli bir amaca yönelik kullanıldığı ve bilinçli kullanıldığı zaman değer kazanır.) Değerli oylar, aynı zamanda hedefi onikiden vurmaya hazırlanan oklar gibidir. Bu durum, geçici iktidarlarını olabildiğince karla (!) kapatmayı arzu eden kötü niyetli siyasetçilerin de korkulu rüyası olacaktır. Zira siyaset, aynı zamanda devlet yönetimini ve "herkes" in menfaatine yönelik yapılagelen çalışma ve çabaları da ifade eder Bilinçli oylar, daha istikrarlı hükümetlerin ortaya çıkmasına, kötülerin elenmesine ve siyasetçilerin, attıkları adımlara daha çok dikkat etmelerine sebep olan birer silah olacaktır.

    Sistemin tekniğine gelince; yukarıdaki temennileri birer ütopya olarak kabul edecek olursak ve mevcut durumdan hareket etmeye kalkışırsak, bir müddet daha parti enflasyonu, karmaşık meclis aritmetiği ve beraberinde koalisyonlara mahkum oluruz ki, bataklığı seven sivrisinekler gibi çıkarcı popülist siyasetçilerin en çok sevdiği ortamlar bu ortamlardır. Zira, her türlü olumsuzluktan kendilerine pay çıkarmaya çalışan bu insanlar, sistemin işleyişini bozan en önemli tehlikedirler.

    İstikrarsızlığın sebeplerinden olan meclis aritmetiğini daha kabul edilebilir, daha istikrarlı yapmanın yolu, belki iki turlu seçim sistemi olabilir. Ola ki, bu bir kısım seçmeni sandıktan kaçırabilir ve "gizli" koalisyonlara sebep olabilir, ancak diğerine oranla daha olumlu sonuçlar alınacağı muhakkaktır. Sorgulanması gereken bir başka husus; Türkiye'de partilerin kendi iç yapılarında demokrasinin olup olmadığıdır. Görülen o ki, Türkiye'deki siyasal partilerde parti içi demokrasi yok. Bunun eş anlamı bir "Liderler Sultası"nın var olduğudur. Üstelik, doğrudan katılma kurumları olarak demokrasilerde önemli bir yer işgal eden siyasi partilerin, seçim dönemlerinde kendi belirlediği aday listelerini seçmene dayattığı gözlenmekte. Bu aşamada seçmenin demokrasiyi işletip işletemediği tartışılabilir. Zira, halk kendi egemenliğini, direkt kendi seçtiği temsilcisine değil, partinin seçtiği temsilciye aktarmaktadır. Bunda babadan oğula, dededen toruna geçen yerel siyasi geleneklerin ve "güdümlü katılım"ın etkisi büyük olsa gerektir. Esasen demokrasinin gereği, bir "körü körüne bağlılık" olmamalıdır. Demokrasi; sorgulama, muhakeme etme ve karara vararak sonuca gitme şeklinde bireyler üzerinde tezahür etmelidir.

    Seçim sistemi ne kadar değişirse değişsin, ortaya çıkan en istikrarlı tablolar bile "milli irade"yi değil, "seçmen çoğunluğu"nun siyasal tercihini yansıtacaktır. Bu bakımdan Türkiye için seçim sistemi yerine, belki yönetim sistemini (ya da rejimi) tartışmak daha doğru olur. Kuvvetler ayrılığı prensibine dayanan "Parlamentarizm"in Türkiye'de aldığı hal ortadadır. Sanki tanıma inat edercesine ve aksine Türkiye'de bir kuvvetler birliği ilkesi var. Çoğu zaman yasama organıyla yürütme organı örtüşebiliyor, dolayısıyla yasama organının yürütme üzerindeki heybeti, yahut denetleme mekanizmasi işlevi ortadan kalkarak "fren ve karşı ağırlık" prensibi zayıflayabiliyor. Buna bir de liderinin sözünden çıkmayan milletvekilleri olgusunu eklersek, sistemin bozukluğu ya da işgörmezliği rahatlıkla anlaşılabilir. (Halbuki milletvekilleri şahısları ya da lideri için değil, halkı için çalışmalı ve yalnızca halka karşı sorumlu olmalıdır. )

    Sonuç olarak, sistem sorununa son zamanlarda gündeme gelen "Başkanlık" sistemiyle yaklaşılabilir. Sistemin özü, kuvvetler ayrılığı ilkesini hakkını vererek hayata geçirmektir. Bir kralın heybeti ve bir başbakanın yetkilerini taşıyan "Başkan" yürütmenin tek kudreti olarak, daha istikrarlı bir siyaset güdebilir. Bu, Türkiye'de iki başlı yürütmeden daha olumlu görülmektedir. (Türkiye'de yürütme, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın güdümündeki Bakanlar Kurulu vasıtasıyla yerine getirilir.) Üstelik Başkan, parlamentoya "vefa" borcu olan bir Cumhurbaşkanı'ndan daha farklı olacaktır ve yalnızca kendini seçenlere, yani halka karşı borçludur ve sorumludur. Başkanlık sisteminin yasama organı olan Kongre ise, sahip olduğu Temsilciler Meclisi (nisbi temsile dayalı) ve Senato (eşit temsile dayalı) ile, yasaların son derece güvenli ve sağlıklı biçimde çıkmasını sağlayan bir kuruluş görünümündedir. Bağımsız yargı organı olan Yüksek Mahkeme'nin özerkliği ve gücü, tarihsel olaylarla sabittir. (Watergate skandalında, Nixon'un Yüksek Mahkeme'nin bazı üyelerini bizzat belirlediği söylentilerine karşın, mahkeme tarafsızlığını koruyarak, vazifesini tam manasıyla yapmaya çalışmış ve sonuçta Başkan Nixon istifa etmek zorunda kalmıştı. )

    Amerika Birleşik Devletleri'nde seçimlerde uygulanan tek turlu çoğunluk sistemi nedeniyle iki büyük parti oluşmuştur. (Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti) Çok partili sistemde oluşan koalisyon hükümetlerinde partiler, başarısızlıklarda suçu birbirlerine atarken, çift parti sisteminde iktidardaki parti, başarısızlık halinde sorumluluktan kaçamamaktadır. Bu durum siyasete, dolayısıyla ülke yönetimine belli bir istikrar getirmektedir.

    Ancak unutulmamalıdır ki, iki yüz yıllık bir hürriyet ve demokrasi geleneğinin sahibi olan Amerikan halkının bu sistemi mükemmele yakın işletmesinde, kendine has özellikleri oldukça etkilidir. Bu da "Başkanlık" sisteminin mayasının, başka demokrasilerde tutup tutmayacağı probleminin kafalarda yer edinmesi ve ona göre tavır alınması sonucunu doğurmaktadır. Yine de ısrarla belirtmeliyiz ki, sistemlerin adı ne olursa olsun onu tüm toplum için istikrarlı hale getirecek, tabiri caizse kesintisiz, aksaksız işletecek olanlar siyasetçiler ve onların kontrolündeki görevlilerdir. Bunların üzerine aldıkları işleri layıkıyla yapabilmeleri, onlara yetki veren, sorumluluk veren halkın mükemmel bir eğitime ve bilince sahip olmasıyla mümkündür. Halk görev vermeli, gerektiğinde görevden almalı, olumsuzlukları sorgulamalıdır. Belki tam manasıyla "ideal" demokrasiye ulaşılamayacak, ancak tedricen de olsa bu sayede olumlu adımlar atılabilecektir.
#23.09.2007 20:42 0 0 0