Memorial Hastanesi Ağız Diş ve Çene Hastalıkları Bölüm Başkanı Diş hekimi Emek Külür, sağlıklı dişlere sahip olmanın ipuçlarını veriyor:
Düzgün, temiz ve beyaz dişler gerçekten de kişinin kendine verdiği önemi, kültürel yapısını, karakterini ortaya koymakta. Çok düzgün dişleri olan kişilere herkes imrenir. Buna sahip olabilmeniz için teknoloji ve bilim bize tüm olanakları sağlamakta.
Düzgün dişlere sahip olmak özellikle de doğal dişlerimizi koruyarak sahip olmak hem de her yaşta mümkün. Evet ortodonti bize çok güzel imkanlar tanıyor. İster 30 yaşında olun ister 60 yaşında dişlerinize tel takılması ile dişlerimizi düzeltebiliriz. İster inanın ister inanmayın doğal dişlerinizi koruyarak ve de çok kısa zamanlarda sadece estetikle ilgili düzenlemeleri yapabiliyoruz ve bu diş tellerinin dişle aynı renk olanları hatta ve hatta görünmeyenleri bile var.
Düzgün dişlere sahip olduktan sonra evet daha beyaz dişler isteriz. Dişlerinizin 10 kat daha beyaz olmasını ister misiniz ?
Evet bu da artık mümkün Yeni beyazlatma sistemleri ile 1,5 saat sonunda dişleriniz 8-10 kat daha beyaz olmakta. Özellikle bu noktada hastalar diş yüzeyi temizliği ile beyazlatma işlemini tam ayırt edememekte.
Dişlerinizi günde iki kere özellikle de gece yatmadan önce düzgün teknik ve sadece fırçalamış olmak için fırçalamayıp, 3 dk. süreyi kullanarak diş etini ve her dişi tek tek fırçaladığınızdan emin olarak fırçalarsanız ve günde bir defa diş ipi kullanırsanız sizin, doktorunuz tarafından yapılan diş yüzeyi temizliğine ihtiyacınız kalmaz.
Besin artıklarından diş yüzeyine yapışan kalıntıları fırçalama ile temizlediğimiz sürece, sağlıklı temiz diş ve diş etlerine sahip olursunuz. Dişlerinizin rengi, ten renginiz, saç renginiz gibi kalıtımsal bir özelliktir. Beyazlatma dişinizin doğal rengini daha beyaz yapabilmemizi sağlamakta.
Beyazlatma ile ilgili en çok sorulan soruların başında beyazlatma işlemi dişlerine diş mineme zarar verir mi?
Hayır vermez. Diş yapısı gözle görülmeyen kanalcıklar içermektedir ve bu kanalcıklar içinde de sıvı vardır. Dişimiz ağız içinden sürekli sıvı emmektedir. Tıpkı bir sünger gibi bu yüzden çok içilen çay, kahve, kola, kırmızı şarap gibi renkli içecekler dişlerin rengini koyulaştırmaktadır. Bu sistem dişin yapısını bozmadan sıvı dengesinin değişimi ile bu beyazlatmayı yapmaktadır. Kesinlikle dişin yapısına zarar vermez, diş minesini aşındırmaz.
Ne kadar süre dişlerim beyaz kalacak ?
İşlemden sonra düzgün fırçalama ve renkli sıvı içeceklerden mümkün olduğunca uzak durmanız koşuluyla 3 yıllık süreyi uzatabilirsiniz. Bunun yanında eve verilecek ev beyazlatma kiti ile her ay 1 saatinizi ayırarak vereceğimiz ilacın uygulanması ile bu süreyi uzatabilir aynı zamanda ilk günkü beyazlığınızı koruyabilirsiniz. Beyazlığı takviye etme amacıyla kalem ruj şeklindeki beyazlatma ilacını dişlerinizi fırçaladıktan sonra dişlerinize sürüp 3 dk bekleyip yine dişlerinizin ilk günkü beyazlığına dönmesini sağlayabilirsiniz.
Okula başlama çocuğun ve ailenin yaşamında önemli bir dönemdir. Okul olgunluğu çocuğun bedensel, duygusal, zihinsel ve sosyal anlamda okula hazır olması demektir. Bireyden bireye değişebilen bir kavramdır ; örneğin bazı çocuklar 6 yaşında diğerleri 8 yaşında bu olgunluğa ulaşabilirler.
Memorial Hastanesinden Pedagog Dr. Melda Alantar çocukları okula başlamadan anne-babalara önerilerde bulunuyor.
Anaokulları çocukları ilköğretime hazırlayan kurumlardır. Üç-altı yaş çocuklarının devam ettiği bu kurumların amacı okuma yazma öğretmek değil ancak okuma yazma olgunluğu kazandırmaktır. Renk, sayı ve kavramlar somut şekilde çocuğa aktarılır. İnsanlar , hayvanlar, ülkeler ve dünya hakkında temel bilgiler verilir. Çocuk kurallara uymayı, yaşıtlarıyla ilişkiye girerek birlikte yaşamayı, yemek yemeyi, oynamayı ve paylaşmayı öğrenir. Eğer düzenli bir anaokulu deneyimi yoksa çocuğun bu becerileri evde kazanması gerekir.
Anne-babanın çocuğun sosyalleşmesine katkıda bulunması önemlidir. Bunun için eve çocuklar misafir olarak davet edilmeli, oyun parkı gibi alanlarda çocuk yaşıtlarıyla sıklıkla zaman geçirmelidir. Süpermarket, bakkal, pazar gibi değişik mekanlarda bulunmalı, hayatın içinde yer alması için kendisine olanaklar yaratılmalıdır.
Aile, çocuğa anaokulunda kazandırılan temel eğitsel bilgileri vermelidir ; örneğin kırmızı, sarı, mavi ve yeşil gibi temel renkleri, bazı harfleri ve 1den 10a kadar sayıları tanıyabilmek gibi. Çocuk okula başlamadan önce öz bakım becerilerini ve tuvalet eğitimini kazanmış olmalıdır örneğin giysilerini giyip, çıkartabilmeli, burnu akınca silebilmeli, dişlerini fırçalayabilmelidir. Bu dönemde çocuğun temel fiziksel beceriler edinmesi de çok önemlidir ; örneğin tek ayağı üzerinde durma, sekerek sıçrama, top atma ve tutma, salıncakta sallanma, müzikli dairesel oyunlar oynama gibi.
Çocuğun okula hazır olup olmadığını belirlemek için bazı gelişim özelliklerinden yararlanmak mümkündür :
*Bazı harfleri kopya eder mi ?
*Basit bir adam ve ev resmi çizer mi ?
*Model gösterildiğinde kare, artı ve çarpı işaretlerini çizebilir mi ?
*Renkleri bilir mi ?
*Sayıları ezberleyebilir mi ?
*Makas kullanabilir mi ?
*Yardımsız basamak inip, çıkabilir mi ?
*Parmak ucuna basarak koşabilir mi ?
*Tek ayağınla sıçrar mı ?
*Düzgün ve tam cümleler kuruyor mu ?
*Geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanları doğru olarak kullanıyor mu ?
*Ev adresini biliyor mu ?
*Kaç yaşında olduğunu söylüyor mu ?
*Kendi giyiniyor ve ayakkabılarını bağlayabiliyor mu ?
*Tuvaleti kendi başına uygun şekilde kullanabiliyor mu ?
*Paylaşmayı ve sırasını beklemeyi biliyor mu ?
*Verilen kurallara uyuyor mu ?
*Grup oyunları oynuyor mu ?
*Duygularını ifade ediyor mu ?
*Gerektiğinde kendisini koruyabiliyor mu ?
*İhtiyaçlarının farkında mı ve gereksinim duyduğu şeyi isteyebiliyor mu ?
Çocuğun okula hazır olup olmadığı konusunda anne-babanın kuşkuları varsa, pedagoglara danışmalarında yarar vardır. Uzmanlar da bu konuda ailenin çekincelerine katılırlarsa, çocuğun okula başlamak için bir yıl daha beklemesi sakınca yaratmaz. Anaokulu ortamında psikomotor, bilişsel, sosyal-duygusal gelişimini ve öz bakım becerilerini pekiştirme olanağı bulur. Okul olgunluğuna erişen çocuğun eğitim kuruma uyum sağlaması da kolaylaşır
İleri derecede alkol kullanımının kromozom hasarına yol açtığı, kanser riskini artırıp, cinsel işlevle ilgili sorunların yanı sıra aşırı şişmanlık, bellek kaybı ve psikolojik bozukluklara neden olduğu bildirildi.
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Demirhan, alkol tüketimi ve bağımlılığının, uyuşturucu kullanımının temel nedeni olduğunu söyledi.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, yaygın alkol tüketiminin Avrupa toplumlarını tehdit eder boyutlara ulaştığını belirten Prof. Demirhan, Avrupa'da her yıl yaklaşık 600 bin kişinin alkol tüketiminin neden olduğu hastalıklar ve yaralanmalar sonucu hayatını kaybettiğini belirtti.
Demirhan, İngiltere'de yapılan bir araştırmada 14 yaşındaki gençlerin yüzde 72'sinin alkol kullandığının ortaya çıktığını, Türkiye'de ise alkol tüketiminin, diğer bazı ülkeler ile karşılaştırıldığında daha düşük olmakla birlikte önemli boyutlara ulaştığını kaydetti. Demirhan, şöyle konuştu:
"Dünya Sağlık Örgütü'nün araştırmasına göre, Türkiye'de 4 milyon alkolik, 13 milyon da alkole meyilli kişi bulunuyor. Türkiye'de 1970 yılında kişi başına düşen alkol tüketimi 1.5 litre iken, bu rakam 1980 yılında 6 litre, 1995 yılında ise 15 litreye, günümüzde ise 20 litreye ulaştı."
Demirhan, erkekler üzerinde yapılan çalışmalarda, kronik alkoliklerde kromozomal bozukluk riskinin normal popülasyona nazaran daha yüksek olduğunun görüldüğünü söyledi.
Aşağıdakilerden en az besinin varlığı ile birlikte ,genç erişkinlik döneminde başlayan , kişilerle olan ilişkilerde, kendilik algısında ve duygulanımda tutarsızlıklar ve ani dürtüsel davranışlarla karakterize bir durumdur.
1-Gerçek ya da varsayılabilecek , olası bir terk edilmeyi önlemek için çılgınca çaba harcamak.
2-Karsısındakileri aşırı büyütüp, göklere çıkarma ve aşırı değersizleştirip, gözden düşürerek, yerin dibine sokma gibi başkalarına aşırı değer.değersizlik verme ile giden tutarsız ilişkiler
3-Kimlik karmaşası denilen kendini algılayışında, arkadaşlık, cinsel durum ya da önem verilen kültürel- ahlaki değer anlayışında değişkenlikler
4-Kendine zarar verme olasılığı fazla olan ,2 ya da daha çok durumda sonunu düşünmeden, aniden yapılan eylemler (aniden çok para harcama, madde kullanımı,hızlı ve tehlikeli araç kullanma, birden aşırı yemek yeme, önceden düşünülmeyen uygunsuz cinsel davranışlar) .
5-Tekrarlayan bir şekilde intihar girişimleri, intihar tehditleri, kendi kendine zarar verme (bıçak,jilet vs. ile kendi cildini kesme, sigara ile yakma, kafasını , yumruğunu sert yerlere vurma gibi)
6-Duygu durumunda aşırı tepkililiğe bağlı olarak sürekli duygusal değişkenlik hali (saatler içinde değişen surelerde birbirini izleyen öfkelilik, üzüntü, kaygı, sevinç dönemleri)
7-Kişinin kendisini sürekli olarak boşlukta hissetmesi .
8-Öfkeye hakim olamama (kavga etme, yüksek sesle hakaret,çiğlik atma eşya kırma gibi).
9-Stresle ilişkili gelip geçici kendine kötülük yapılacağı düşünceleri ya da dissosiyatif belirtiler
Rahatsızlığın asal özelliği karşılıklı birebir ilişkilerde , kendilik algısı (kendine bakış , kendini kabul ediş ve kendini sergileyiş) ve duygulanımda tutarsızlık ile ilişkileri etkileyebilen ani hesapsız davranışlardır.
Bu kişilerde sürekli bir ayrılık ve reddedilme fikri yaşandığı için bu gibi bir durumun izlenimi edinildiğinde duygulanım, kendilik hissi ve davranışlarda önemli farklılıklar yaşanır.Ayrılık ya da planlananların oluşmaması durumlarında yoğun öfke ve diğer belirtiler yaşanır. Yalnız baslarına olmaya dayanamaz ve birilerinin varlığına gereksinim duyarlar. Bu yalnızlığı önlemek için intihara yeltenebilirler.
Birebir ilişkilerinde özellikle karsı cinsten kişilere sürekli bağlanma, onları bir eski yunan tanrı ya da tanrıçaları gibi görüp yüceltirler. İlişkilerine çok büyük iddia ve hedeflerle baslar, gerektiğinden fazla özel hayatlarını paylaşır, karşılığında aynisini beklediklerinden duş kırıklığına uğrarlar.Bu kez onları daha önce oturttukları tahtlarından indirip gözlerinden düşürürler. Bu nedenle arkadaşlıkları gelip geçici ve fırtınalı bir seyir izler.
Hedefleri, inandıkları değerler, arkadaş yapıları, cinsel eğilimleri, benimsedikleri görüşler ,mesleki heves ve amaçları değişkendir.
Devamlı olarak kendilerini boşlukta hissettikleri için uğraşıp, oyalanacak bir şeyler arıyor gibidirler. Karsı taraftan beklediklerini bulamadıklarında öfkelerini sergiler, sonrasında bundan dolayı suçluluk, pişmanlık, utanç duyguları yasar ve kendilerini değersiz , zayıf, kotu hissederler.
Bu kişiler için" insanin kendi kendine ettiğini 7 mahalleli etmez "sözü çok uygun düşer.Kendilerine maddi ve manevi acıdan zarar verir, başladıklarını bitiremezler, "yüzüp kuyruğuna gelseler bile".
Yoğun stresli dönemlerde halusinasyon dediğimiz varolmayan ses,görüntü vs. gibi algılar,kendi vücuduna ve çevreye yabancılaşma görülebilmektedir.
Kendileri yada çevreye yabancılaşma yasayabilirler. Kişisel ilişkilerinden ziyade kendilerini terletmeyeceklerini ve gerekli karşılığı alabileceklerini düşündükleri sanal şeyler, cansız nesneler, ya da hayvanlar üzerinden doyum sağlamaya çalışıp, kendilerine güvenli bir liman oluşturabilirler.
Eğitim ve evlilik hayatları fırtınalı bir denizde filikayla yolculuk gibidir. Ayrılık,boşanma ve tekrar bir araya gelmeler görülebilir.
Eşlik eden bozukluklar:
-Depresyon ve distimi
-Alkol-madde kullanım bozuklukları
-Yeme bozuklukları
-Travma sonrası stres bozukluğu
-Dissosiyatif kimlik bozukluğu
-Diğer kişilik boz.
Toplumda görülme oranı:
Genel nüfus içinde % 2-3 oranında görülmektedir. Araştırmalara göre hastanede yatanlar arasında %19 ; ayaktan tedaviyi sürdürenler arasında % 11 oranında olduğu gözlenmiştir.
Rahatsızlığın cinsiyet- kalıtım özellikleri :
Toplum geneli ile karşılaştırıldığında rahatsızlık gösterenlerin 1. derece yakınlarında beş kat daha fazla görüldüğü saptanmıştır.Ailede madde bağımlılığı ,antisosyal k.b. ve depresif bozukluklara karsı da daha yüksek bir risk vardır.
Rahatsızlığın oluş sebepleri:
Rahatsızlıktaki merkezi serotonin işlevindeki azalmanın öfkeli ve dürtüsel davranışlarla ilişkili olabileceği düşünülmüştür.
Bir başka görüşe göre de çocuk gelişmesinde 1,5-2,5 yas arası donemde çocuğun ayrılma ve kendi basına davranışlar sergileyebilme çabalarına annelerinden gelen cezalandırıcı tavırların şiddetli ayrılık korkularına yol açtığı öne sürülmüştür.
Gene benzer bir görüşe göre çocuk- ebeveyn ilişkisinin erken dönemlerindeki bozukluklar ( çocuğun yeterli dikkate alınmayıp, hislerini ve davranışlarını gözardı etmek çocukta uygun, olumlu ve sabit bir benlik hissi oluşmasını önleyecek ,sürekli desteğe gereksinim duyacaktır. Ailede duygusal paylaşımın olmaması , aile içi yoğun çatışmalar, küçük yaslarda ana-baba kaybı, ayrılığı, çocuğun yasadığı fiziksel ve cinsel tacizler rahatsızlığa eğilim oluşturur.
Ailesel özellikleri:
Bu kişilerin ailelerinde erken donemde ebeveyn kaybı,travma tik ayrılmalar ya da her ikisi yüksek oranda bulunmaktadır.
Genellikle her iki ebeveynde de belirgin bir şekilde psikiyatrik sorun vardır. Annelerde karasızlık ve depresyon gözlenirken;babalar ya meydanda yoktur ya da karakter itibariyle yoktur yada bozuktur.
Aileler saldırgan davranışlar, alkolizm, fiziksel ya da cinsel tacizler (ki bunlar hastaya da uygulanmıştır) nedeniyle yıpranmış veya parçalanmıştır. Rahatsızlık boşanmış ya da evlatlık verilmiş ailelerde daha fazla saptanmıştır.
Hastalığın sureci:
Rahatsızlık gençlik donemi öncesinde konuya dikkat verememe, öğrenme güçlükleri ve toplumsal çekilme, sosyal ortamlardan soğukluk ile kendini göstermektedir. Gençlik döneminde tüm yakınmalar başlamakta, yari sayıda vaka ise 40'larından sonra düzenli bir cevre ve is hayatına kavuşabilmektedir. Bununla birlikte çoğu eğitimini tamamlayamamakta, islerini kaybedip, evliliklerini ya da birlikteliklerini sürdürememektedir.
Rahatsızlıkta intihar tehditleri önemsenmelidir. Bu grup hastalarda % 8-10 oranında intihar sonucu olum görülmektedir.
Tedavi:
Bu kişilerin uzun sureli bireysel psikoterapiden faydalanırlar Bireysel terapide bilişsel- davranışçı terapi yanında duygulanım dalgalanmaları ve ani dürtüsel davranışlar için ilaç tedavileri uygulanabilmekte, intihar eğiliminin olduğu yoğun gerilim dönemlerinde kısa sureli hastanede yataklı tedavi uygun olmaktadır. Kişiler grup terapisinden faydalanabilmektedirler
Rekorumuzu 1 santimle Amerikalı'ya kaptırdık 141 cm'lik Dünya'nın 'en uzun boynuzlu' yaban keçisini, ABD'li Mc Clure Mersin'de avladı .Dünya'nın "en uzun boynuzlu" yaban keçisinin Mersin'de avlandığı bildirildi.
Uluslararası Safari Kulubü (SCI) Etik Komite Üyesi Amerikalı avcı William Mc Clure'nin, 1995 yılında koruma altına alınan ve ilk kez 2005-2006 sezonunda av turizmine açılan Mersin'in Tarsus İlçesi'ndeki Hopur-Topaşır Yaban Hayatı Geliştirme sahasında çıktığı avda, 141-141.5 santimetre boynuz uzunluğunda, 9 yaşında ve 85 kilo ağırlığında yaban keçisi avladığı bildirildi.
Mersin Çevre ve Orman Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, 4 Aralık 2005 tarihinde yapılan avın dünya rekoru sayılabilmesi için SCI ya da Av ve Yaban Hayatı Koruma Konseyi tarafından tescil edilmesi gerekiyor. Yetkililer, Mersin'de av turizmi kapsamında 7 bin 670 YTL gelir elde edildiğini ve bu sezonki avda 5'i yabancı 7 avcıya izin verildiğini belirtti.
Daha önce 1971 yılında İran'da avladığı, yaban keçisiyle Dünya rekorunu elinde bulunduran Amerikalı avcı Robert Richards'ın rekoru, 2002 yılında Silifke'deki Hisardağı-Gedikdağı Yaban Hayatı Gelirtirme sahasında 140.5 santimetre boynuz uzunluğundaki yaban keçisini avlayan Türk avcı Ömer Boravalı tarafından kırılmıştı.
Mc Clure'nin avı tescil edilirse, Türk avcısı Boravalı'nın rekoru aşılmış olacak ve bu alandaki rekor Türk avcılardan, Amerikalı avcılara geçecek
Eskiden büyük şehirlerde, çay denilince, sadece çay bitkisinin (Thea sinensis) fermente olmuş yapraklarından hazırlanan koyu renkli, buruk veya acı lezzetli sıvı akla gelirdi. Artık başka bitkilerden hazırlanan genellikle süzme torbalar içindeki çaylar da kullanılıyor ve bunlara "bitkisel çay" deniyor.
Bu, son 10-15 yıldır ülkemizi de içine alan "Doğaya Dönüş, Yeşil Akım, Sağlıklı Yaşam" gibi kavramların yaygınlaşması sonucu ortaya çıktı. Büyük şehirlerde sadece "kara çay" içilirken Anadolu'da köylerde, kasabalarda ve küçük şehirlerde değişik yabani bitkiler çay olarak içiliyordu ve hâlâ içiliyor. Köylüler çevrelerinde yetişen pek çok yabani bitkiyi çay olarak kullanıyor ve onlara dağ çayı, yayla çayı, adaçayı gibi değişik isimler veriyorlar.
Adaçayı: Güneybatı Anadolu'da ve özellikle Muğla çevresinde "adaçayı" (Salvia triloba) bitkisinin yapraklı dalları çay hazırlamada kullanılıyor. Bitkiye ve hazırlanan çaya adaçayı adı veriliyor.
Adaçayı, Batı ve Güney Anadolu'daki kahvelerde bildiğimiz çayın yanında yaygın bir şekilde satılıyor. Müşteriye iki şekilde servis yapılıyor: Birinde çay gibi demlenip müşteriye böylece veriliyor. Ancak tadı biraz acı oluyor. Diğerinde ise, küçük bir dal çay bardağına konup üzerine kaynar su ilave ediliyor ve bu şekilde servis yapılıyor. Yerel halk buna "dallı" adını veriyor. Müşteri istediği renk ve koku ortaya çıkınca dalı çıkarıyor. İkinci şekilde hazırlanan adaçayının kokusu daha hafif ve içimi daha hoş oluyor.
Yaprakları yüzde üç civarında uçucu yağın yanında flavonoitler ve triterpenik yapıda maddeler taşıyor. Koku, taşıdığı uçucu yağda bulunan sineol adlı maddeden ileri geliyor.
Soğuk algınlığında terletici, idrar artırıcı olarak da içilebiliyor. Yaprakları veya süzen torbayı hafif sarı renk ve koku saldığında çıkarmakta yarar var. Çünkü, fazla tutulursa acı maddeler de suya geçiyor ve içimi zorlaşıyor .
Adaçayını dal halinde aktarlarda, süzen torbalarda büyük alışveriş merkezlerinde bulmak mümkün.
Dağ (yayla) çayı: Anadolu'da çay olarak en çok kullanılan bitki gruplarından biri de Sideritis türleri. Bu bitkiler Balıkesir çevresinden Kahramanmaraş'a kadar bütün kıyı şeridinde, İç Batı Anadolu eşiğinde, değişik mahalli isimler verilerek, çay olarak kullanılıyor. Sideritis türleri, ülkemizde yaygın olarak genellikle orman altında veya orman açıklıklarında yetişiyor.
Bu türlerden S. congesta, yetiştiği yörede kullanıldığı gibi, Ankara ve İstanbul'da da aktarlarda satılıyor. Genellikle dağ çayı, yayla çayı olarak isimlendirilen bu bitkiden, çay şu şekilde hazırlanıyor: Bir bardak su içine çiçekli küçük bir dal parçası konup bir süre bekleniyor, bardaktaki suyun rengi sarımsı olunca, dal parçası çıkarılıp içiliyor. Bu çay, tadı ve içimiyle son derece hafif olma özelliği taşıyor. Anadolu'da çok sayıda Sideritis türü çay hazırlamak amacı ile kullanılıyor
Kekik: Anadolu'da yetişen kekiklerin bir kısmı halk tarafından taze veya kurutulmuş halde çay olarak içiliyor. Halk değişik cinslere (Thymus, Origanum, Thymbra, Corydothymus, Satureja) ait çok sayıda bitkiye kekik adı veriyor. Bu bitkilerin en önemli ortak özelliği, kuvvetli veya hafif, karakteristik kekik kokusuna sahip olmaları. Kekik, kokusunu, taşıdığı uçucu yağda bulunan karvakrol ve timol adlı maddelerden alıyor. İşte bunlar arasında en çok kullanılanları:
Zahter: Thymbra spicata' nın kurutulmuş yaprak ve çiçekleri, Güneydoğu Anadolu'da "zater-zahter" adı verilerek çay halinde evlerde ve kahvelerde içiliyor ve özellikle Urfa, Gaziantep ve Kahramanmaraş çevresinde çay olarak içildiği gibi baharat olarak da yaygın bir şekilde kullanılıyor.
Zahter yüzde 1-2 arasında uçucu yağ taşıyor. Bu uçucu yağın mühim bir kısmı karvakrol adı verilen bir madde. Bu madde suda da çözündüğü için, hazırlanan çayda da bulunuyor. Mide ağrılarında, soğuk algınlığında, öksürükte kullanılması tavsiye ediliyor.
Taş, aş ve limon kekiği: Anadolu'da Origanum vulgare'nin değişik alt türleri bulunuyor. Bu bitkiler yetiştikleri bölgelerde çay olarak içilmelerinin yanında değişik rahatsızlıklara karşı halk ilacı olarak da kullanılıyor. Bunlardan birinin toprak üstü kısımları Isparta civarında Toros dağlarındaki köylerde çay olarak içiliyor. Bitkiye de yetiştiği toprak çeşidine ve kullanılışına bağlı olarak "taş kekiği" veya " aş kekiği " adı veriliyor. Bir başka alt tür ise "güve otu" veya "güvey otu" adı ile çay gibi içiliyor.
Anadolu'da köylüler genellikle çevrelerinde yetişen Thymus türlerini toplayarak çay olarak içiyorlar. Thymus türleri çoğunlukla karvakrol bulunan bir uçucu yağ taşıdığı için kuvvetli kekik kokusuna sahip.
Orta ve Güney Anadolu'da yetişen Thymus spyleus ise, taşıdığı limon kokulu uçucu yağdan dolayı diğer kekiklere benzemiyor ve "limon kekiği" adıyla Beyşehir civarındaki köylerde çay olarak içiliyor.
Halk ilacı çaylar: Anadolu'da çok sayıda Thymus ve Origanum türü yetişiyor. Thymus türlerinin önemli bir kısmı halk ilacı olarak kullanılıyor. Origanum türlerinden ise, halk ilacı ve çay olarak kullanılanları da bulunuyor.
Alanya'nın Deretürbenas Yaylası'nda, Origanum saccatum'un toprak üstü kısımları taze iken toplanıp çay olarak içiliyor. Bu bitkide de karvakrol taşıyan bir uçucu yağ bulunuyor. Origanum saccatum'a dış görünüş olarak çok benzeyen, O. spyleum da Orta Anadolu'da, kurutulduktan sonra çay olarak içiliyor. Her ikisinden de içimi çok hoş çaylar yapılıyor.
Yabani nane: Batı Anadolu'da bazı yabani nane (Mentha) türleri de çay gibi içiliyor. Bunlardan en ünlüsü, Mentha pulegium. Bu bitkiye Batı Anadolu'da "filisgin-filiskin" adı veriliyor ve sulak yerlerde bol miktarda yetişiyor. Bitki az miktarda (yüzde 0.1-0.2) uçucu yağ taşıyor. Bu uçucu yağda yüksek oranda pulegon bulunuyor. Bu maddenin kokusu, tıbbi nanede bulunan mentolden daha hafif olduğu için filisginden hazırlanan çayların da kokuları daha hafif ve içimi kolay oluyor.
Nane ruhu: Kokusu naneye benzeyen bir başka bitki de Ziziphora tauric. Bu bitki "nane ruhu" diye isimlendiriliyor ve Isparta, Denizli, Aydın civarında çay olarak içiliyor. Bu bitkinin uçucu yağı da pulegon bakımından zengin ve içimi hoş.
Güney Anadolu'da Stachys lavandulifolia bitkisinin toprak üstü kısımları "tüylü çay" adı altında kullanılıyor. Hafif kokusu, taşıdığı uçucu yağdan ileri geliyor.
Anadolu'da çay olarak kullanıldığını tespit ettiğimiz 50-60 kadar bitki bulunuyor. Bu yazıda, bunlardan sadece bir kaçını sizlere tanıtmak ve dikkatinizi çekmek istedim.
Anadolu'da yaptığınız gezilerde pazarlarda satılan otlara daha dikkatli bakmanız ve yerel ürünler satan dükkanlara uğramanız bunlardan birkaçını bulmanıza yeter. Bu keşifleriniz, yeni bir damak zevkiyle birlikte misafirlerinizi değişik bir lezzetle tanıştırma keyfini de tattırır.
Fiziksel aktivitenin kalbinizi nasıl etkilediğini biliyor musunuz? Aşağıdaki testi yanıtlayarak ve daha sonra doğru cevaplarla kontrol ederek kendinizi deneyebilirsiniz.
Doğru Yanlış
1 Düzenli fiziksel aktivite kalp hastalığına yakalanma riskinizi azaltır.
2 Günlük yaşamda yapılan fiziksel aktivite yeterlidir.
3 Fiziksel açıdan daha aktif olmanız için düzenli olarak egzersiz yapmak zorundasınız.
4 Kilo kaybında olumlu sonuç alanlar düzenli olarak fiziksel aktivite yapanlardır.
5 Her egzersiz kalp-damar sisteminize aynı yararı sağlar.
6 Yaşlandıkça daha az aktiviteye ihtiyacınız vardır.
7 Kalp-damar sisteminize uygun olan egzersizler aerobik olanlardır.
8 Egzersiz yaparken yaralanma riskiniz daima yüksektir.
9 Bir fiziksel aktivite programına başlamadan önce mutlaka doktorunuzla görüşmelisiniz.
10 Kalp krizi geçirmiş olan kişiler egzersiz yapmamalıdır.
YANITLAR VE YORUMLARI
1 Doğru: Kalp hastalığı hareketsiz kişilerde daha çok görülür. Hareketsiz bir yaşam tarzı; en az sigara içmek, yüksek kan basıncı, yüksek kolesterol ve obezite kadar kalp hastalığı açısından bir risk faktörüdür.
2 Yanlış: Modern yaşam ve endüstrileşme insanları daha da hareketsizleştirdi. Bu nedenle her yetişkinin günlük 30 dakika, düşük dereceden orta düzeye doğru fiziksel aktivite yapması gerekir. Bu aktivitelere bahçe işleri, yürüme veya merdiven çıkma da dahil edilebilir. Eğer hareketsiz bir yaşam tarzınız varsa, her gün beş dakika yürüyerek işe başlayın.
3 Doğru: Yürüyüş, merdiven çıkma, aerobik, egzersiz gibi aktivitelerin hem kısa dönem hem de uzun dönem etkileri tartışılmaz. Öğle tatillerinizde yapacağınız 10-15 dakikalık yürüyüşler veya eve geldiğinizde köpeğinizi gezdirmek iyi birer fırsattır.
4 Doğru: Düzenli fiziksel aktivite, daha fazla enerji sağlar, stresinizi azaltır ve derin, rahat bir uyku sağlar. Ayrıca kaslarınızı güçlendirin, daha çok kalori yakmanıza yardımcı olur. İştahınızı kontrol ederek, kilo vermenizi de kolaylaştırır.
5 Yanlış: Haftanın üç-dört günü en azından 30 dakika yapılan tempolu yürüyüşler, jogging veya yüzme gibi aerobik aktiviteler kalbinizin etkin çalışma yeteneğini arttırarak, ilave kalori yakmanızı sağlar. Direnç egzersizleri kaslarınızı daha da güçlendirirken, esneme hareketleri duruşunuzu ve esnekliğinizi arttırır.
6 Yanlış: Yaşla birlikte hareket yeteneği azalmasına rağmen, egzersizin önemi daha da artmaktadır. Hangi yaşta olursanız olun, fiziksel aktiviteden sağlayacağınız yarar hep aynıdır.
7 Doğru: Aerobik egzersizler kardiyovasküler kapasiteyi en çok arttıranlardır.
8 Yanlış: Egzersiz yaparken karşılaşacağınız olası yaralanmalar, kas ve eklemlerinizde oluşanlardır. Böyle bir durum kaslarınızı ya da eklemlerinizi çok zorladığınız zamanlarda oluşabilir. En iyi çözüm, egzersize en düşük düzeyden başlayıp, kademeli olarak arttırma yoluna gitmenizdir.
9 Doğru: Yüksek kan basıncı, göğsünüzde ağrı, yorgunluk, halsizlik veya hafif yokuş çıkmada nefes zorlanmaları gibi durumlar yaşıyorsanız egzersiz programınıza başlamadan önce mutlaka doktorunuza danışmanızda fayda var.
10 Yanlış: Düzenli fiziksel aktivite sizin diğer bir kalp krizi geçirme riskinizi engelleyebilir. Ancak herhangi bir egzersiz programına başlamadan önce yine doktorunuzla görüşmelisiniz.