kardeşim öle şeyler yazmışsın ki aşık oldun galiba sen ama şiirin mükemmel okurken ağladım açıkcası ellerine yüreğine ve ağzına sağlık sen şiirde döktürmüşsün içini helal olsun sana
Malzemeler ; Kestanelerin dış kabukları soyulur. İç kabukları ile suya konarak iç kabuklar soyulana kadara, hafif ateşte kaynatılır. Ateşten indirilir ve iç kabukları soyulur.
Şeker tencereye konur. Üzerini 1 parmak geçecek kadar su ilave edilir. Karıştırmadan şekerin erimesi beklenir.
Eridikten sonra kestaneler konulur ve çok hafif ateşte, kaynatmadan 2 saat pişirilir.
Ateşten alındıktan sonra 1 gün beklenir. Sonra kalan şurubu eminceye kadar çok hafif ateşte yeniden pişirilir.
½ Kg Kestane
350 gr Tozşeker
2 tatlı kaşığı Vanilya
Su
Servis yapılırken, üstlerine Vanilya serpilir.
Afiyet olsun......
Malzemeler ; 4-6 kişi için Armutları soyup ince ince dilimleyin. Elma ve limon suyunu, 4 çorba kaşığı toz şeker ilave ederek, kaynatın.
Nişastayı soğuk suda eritip, bu karışıma, azar azar ilave edin. 2 su bardağı sıcak su ile birlikte, armutları üzümleri, tarçın ve karanfili karışıma ekleyip, armutlar yumuşayana kadar 5-6 dakika kısık ateşte kaynatın.
½ Kg Armut
3 su bardağı Elma Suyu
1 yemek kaşığı Limon Suyu
1 çay kaşığı Limon Kabuğu Rendesi
4 yemek kaşığı Toz Şeker
2 tatlı kaşığı Nişasta
100-150 gr çekirdeksiz İzmir Üzümü
100 gr Kuru Üzüm
50 gr kıyılmış Badem
1 adet Çubuk Tarçın
4 adet karanfil
Hoşafınızı limon kabuğu rendesi ve kıyılmış bademle süsleyerek servis yapınız
Afiyet olsun......
hayretle karşılarız bazen sebepsiz fırtınalarda gemisinin sulara gömülmesine egel olmaya çalışan kaptanlarız. Kimimiz başarılı kimimiz başarısız.
Hayret ettik yapılanlara hayret ettik çoğu zaman. Bir can sıkıntısı var hüzne boğan. Eyvallah demeyi bilen bir can var ortada. Bir doğru var gerisi yalan, Tek Doğru "TEK" olan....
Kalanlarsa...
Ne kaldı ki geride...
Kahpeliklerin ardında mükemmel renkleriyle kendisini gösteren bir çiçek...DOSTLUK...Kim anlar ki a DOSTUM. Boşvermişliklerin arasında kalan bir sıradanlık olduk.
Hâlid bin Velid, Kureyş arasında süvârili i ve askerli i ile tanınırdı. Bedir ve Uhud savaşlarında henüz Müslüman olmadı ından düşman birliklerinden birinin kumandanıydı. Hudeybiye'de de düşman tarafında idi.
Kardeşi Velid, Bedir'de esir edildi. Fidye karşılı ında serbest bırakılıp, Mekke'ye dönünce, îmâna geldi ve tekrar Medîne'ye döndü. Oradan, Hz. Hâlid bin Velid'in Müslüman olması için, teşvik edici mektuplar gönderdi. Resûlullah efendimiz de teşvik edici sözler söyledi.
İslâma meyli arttı
Hâlid bin Velid, Peygamber efendimizin sözlerini haber alınca, İslâma meylı arttı. Peygamberimizin yanına gitmek için hazırlandı. Bu durumu kendisi şöyle anlatıyor:
"Allahü teâlâ, benim hayrımı diledi i zaman, kalbime İslâmiyet sevgisini düşürdü. Beni, hayır ve şerri anlayacak hâle getirdi. Kendi kendime dedim ki:
- Ben, Muhammed'e karşı her savaş yerinde bulundum. Bulundu um savaş yerlerinden hiçbiri yoktur ki, dönerken, aykırı ve yanlış bir iş üzerinde bulundu umu ve Muhammed'in, muhakkak gâlip gelece ini içimde sezmiş olmayayım!
Resûlullah efendimiz, Hudeybiye'ye çıkıp geldi i zaman, ben de, müşrik süvârilerinin başında yola çıktım. Usfan'da, Resûlullah efendimizle Eshâbına yaklaşıp gözüktüm. Resûlullah efendimiz, bizden emîn bir sûrette Eshâbına ö le namazını kıldırıyordu. Üzerlerine, birden baskın yapmayı düşündükse de, gerçekleşmedi. Böyle olması da, hayırlı oldu.
Resûlullah efendimiz, kalbimizden geçenleri sezmiş olmalı ki, ikindi namazını, Eshâbına korku namazı olarak kıldırdı. Bu, bana çok tesir etti. Kendi kendime, Bu zât, herhâlde, Allah tarafından korunuyordur dedim. Mekke'ye döndü ümde, çeşitli düşünceler içinde bocalıyordum.
Ertesi sene, Resûlullah efendimiz umre için Mekke'ye gelip girince, Ondan gizlendim. Kendisinin Mekke'ye girişini görmedim.
Üstün tutardık
Kardeşim, Velid bin Velid de umre için gelip Mekke'ye girmişti. Beni arayıp bulamayınca, bana bir mektup yazmış ve mektubunda şöyle demişti:
(Do rusu, ben, senin İslâmiyetten böyle tedirgin olmak ve yüz çevirip gitmekteki görüşün kadar şaşılacak bir görüş görmedim! Hâlbuki, e ri yola gitmekten seni alıkoyacak bir aklın da var! Aklını kullansan ya! İslâmiyet gibi bir dîni, kim bilmez ve tanımaz olabilir?!
Resûlullah efendimiz, seni, bana sordu. "Hâlid nerededir?" dedi. Ben de, "Allah, onu getirir" dedim. Resûlullah efendimiz bunun üzerine buyurdu ki:
- Onun gibi bir adam, İslâmiyeti bilmez ve tanımaz olabilir mi? Keşke o, bütün savaş ve çabalarını Müslümanların yanında, müşriklere karşı gösterseydi, kendisi için ne kadar hayırlı olurdu! Biz, kendisini başkalarına tercih eder, üstün tutardık!
Ey kardeşim! En elverişli, en yararlı yerlerde kaçırmış bulundu un firsatlara acele yetiş!)
Bana, kardeşimin bu mektubu gelince, gitmek için, acele ettim. İslâmiyete olan iste im de arttı. Resûlullah efendimizin söyledikleri ise, beni çok sevindirdi, ferahlattı.
Hâlid bin Velid söyle anlatır: Kardeşimin mektubu bana ulaşınca, Müslüman olma arzûsu bende çok kuvvetlendi. Gitmek için acele ediyordum. Resûlullahın söyledikleri beni çok sevindirmişti. O gece uyurken, rüyâmda sıkıntılı dar ve çöl gibi susuz yerlerden, yemyeşil geniş ve ferah bir yere çıkmıştım. Medîne'ye varınca, bu rüyâmı Hz. Ebû Bekir'e anlatıp, tâbirini ondan sormaya karar verdim.
Bana kim arkadaş olabilir?
Ben Resûlullaha gitmek için hazırlanırken, Acaba oraya giderken bana kim arkadaş olabilir diye düşünüyordum. Safvân bin Ümeyye'ye rastladım. Vaziyeti ona anlattım. O teklifimi reddetti. Daha sonra Ikrime bin Ebû Cehil'e rastladım. O da aynı şekilde dâvetimi reddedince, evime gittim. Hayvanıma binip, Osman bin Talha'nın yanına gittim.
Ona da aynı şekilde, Müslüman olmak üzere, Peygamberimize gidece imi, kendisinin de gelmesini söyledim. Tereddütsüz kabul etti ve ertesi günü seher vakti beraberce yola çıktık. Hadde denilen yere vardı ımızda, Amr bin Âs ile karşılaştık. O da Müslüman olmak için Medîne'ye gidiyordu.
Hep beraber Medîne'ye vardık. Elbisenin en güzelini giyip, Resûlullah efendimizle görüşmeye hazırlandım. O sırada kardeşim Velid geldi ve dedi ki:
- Acele et! Çünkü Peygamberimize sizin geldi iniz haber verilmiş ve O da çok sevinmiştir. Şimdi sizi bekliyor.
Ben de acele ile O yüce Peygamberin huzuruna vardım. Gülümsüyordu. Selâm verip dedim ki:
- Allahtan başka ilâh olmadı ına ve senin de Allahın Peygamberi oldu una sehâdet ediyorum.
- Sana hidâyet veren, do ru yolu gösteren Allaha hamd olsun. Senin akıllı oldu unu biliyor, bunun, er veya geç seni selâmet ve hayra ulaştıraca ını umuyordum.
Günahlarını ba ışla!
Sonra günahlarımın affı için, Allahü teâlâya duâ etmesini istedim. Resûlullah efendimiz de buyurdu ki:
- İslâmiyet, kendisinden önce işlenmiş olan günahları söküp atar.
Sonra da ellerini açarak duâ buyurdular:
- Yâ Rabbî! Hâlid'in, kullarını, senin yolundan çevirmek için gösterdi i bütün çabalarından ileri gelen günahlarını ba ışla!
Peygamber efendimiz, bana, kendi evinin yanında bir yer verdi. Beni savaşta hep süvâri birliklerinin başına kumandan tâyin etti. Daha sonra Mekke'de iken gördü üm rüyâyı Hz. Ebû Bekir'e anlattım. O da buyurdu ki:
- Görmüş oldu un o ferahlık yer, Allahü teâlânın, seni, müşriklikten İslâmiyete erdirmesidir.
Hz. Hâlid bin Velid'in Müslüman olması, hicretin sekizinci yılında oldu. Müslüman olduktan sonra Medîne'de yerleşti.
Hz. Hâlid bin Velid, Müslüman olduktan sonra, ilk olarak Mûte gazâsında bulundu. İslâm askeri Mûte'ye hareket ederken, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Cihâda çıkacak olan şu insanlara Hz. Zeyd bin Hârise'yi kumandan tâyin ettim. E er o şehîd olursa, yerine Ca'fer bin Ebî Tâlib geçsin. O da şehîd olursa, yerine Abdullah bin Revâha geçsin. E er o da şehid olursa, aranızda münâsip gördü ünüz birini seçip, ona tâbi olursunuz.
Birini kumandan seçin!
Mûte harbi başladı. Şiddetli çarpışma olurken; Hz. Zeyd bin Hârise, Hz. Ca'fer ve Hz. Abdullah bin Revâha sırasıyla şehîd oldular. Sonra sancak Hz. Sâbit bin Akrem'e verildi. O, sanca ı bir yere dikip, mücâhidleri yanına ça ırdı. Herkes toplanınca dedi ki:
- Aranızdan birini kendinize kumandan olarak seçiniz ve ona tâbi olunuz!
Ona dediler ki:
- Biz seni kumandan seçtik.
Bunun üzerine, Ben bu işi yapamam dedi ve Hz. Hâlid bin Velid'e dönerek dedi ki:
- Yâ Hâlid! Senin savaş tecrüben, askerî bilgin, askeri heyecanlandırarak harekete geçirmen benden fazladır. Sanca ı acele al! Savaş devam ederken bu işlerle oyalanmamız bizim aleyhimize oluyor!
Böylece Hz. Hâlid bin Velid sanca ı aldı. Akşam vakti yaklaşmış idi. Güneş batıncaya kadar pek müthiş çarpıştı. Onun bu mahâretine kâfirler bile şaşırdılar. Akşam oldu. Sabahleyin tekrar saldırılacaktı.
Hz. Hâlid bin Velid, şaşılacak derecede askerî dehâya ve savaş tecrübelerine sahip bir kahramandı. Sabah olunca, İslâm askerinin düzenini de iştirdi. Sa taraftakileri sol tarafa, sol taraftakileri sa tarafa, ön taraftakileri arka tarafa ve arka taraftakileri ön tarafa aldı.
Rum askerleri, daha önce tanımış oldukları kişilerle karşılaşmayınca, hepsi birden şaşırdılar. Demek ki, bunlara yardımcı kuvvetler gelmiş diyerek korkuya kapıldılar.
Hz. Hâlid bin Velid'in kumandasındaki mücâhidler, Rum askerlerinin morallerinin bozulmasından istifade edip, hücûma geçtiler. Üç bin kişilik İslâm askeri, Heraklius'un yüzbin kişilik ordusunu bozguna u rattı.
Başarının sırrı
Başkumandan Hz. Hâlid bin Velid'in elinde, o gün dokuz kılıç parçalandı. Rum askerinin ço u kılıçtan geçirildi. Peygamber efendimiz, Hz. Hâlid bin Velid'in, bu fevkalâde başarısını haber aldı ı zaman, onu Seyfullah = Allahın kılıcı lâkabı ile şereflendirdi.
Hâlid bin Velîd hazretleri, başında sarı ı arasında bir sakal-ı şerîf taşırdı. Bunu taşıdı ı her muhârebede zafer kazanırdı.
Bütün savaşlarda muzaffer olmasının sebebini sorduklarında, sarı ını çıkarıp, içindeki mübârek sakal-ı şerîfi gösterir ve onun sayesinde zafer kazandı ını söylerdi.
Peygamber efendimiz Hz. Hâlid bin Velid'i Benî Huzeyme kabîlesini İslâma dâvet için gönderdi. Onlarla anlaşma yaptı. Hicretin onuncu senesinde, yine Hz. Hâlid bin Velid'i, Hâris bin Kâ'b o ullarına gönderdi. Peygamber efendimiz, ilk üç gün kılıç kullanılmamasını tenbih etmişti. Bunun için Hz. Hâlid bin Velid, tatlılıkla işi halletti ve onlar da İslâmı kabul ettiler.
Allah'a hamd ederim
Hz. Hâlid bin Velid, Hâris bin Kâ'b o ullarının İslâma gelmesi üzerine, Peygamber efendimize bir mektup gönderdi. Bu mektup şöyledir:
"Bismillâhirrahmânirrahîm. Hâlid bin Velid tarafindan, Allahü teâlânın Resûlü Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma, Esselâmü aleyke yâ Resûlallah!
Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya hamd ederim. Yâ Resûlallah, beni, Hâris bin Kâ'b Kabîlesine gönderdiniz. Onlarla üç gün savaşmamamı ve onları İslâma dâvet etmemi, Müslüman olurlarsa, aralarında kalmamı ve İslâmın esaslarını, Allahü teâlânın kitabını ve Resûlünün sünnetini ö retmemi, e er Müslüman olmazlarsa savaşmamı emir buyurmuştunuz.
Ben de, emr-i şerîfleriniz üzere hareket ederek, Hâris bin Kâ'b o ullarına üçgün nasîhat edip, İslâmı tebli ettim.
Süvârilerim, Ey Benî Hârisler! Selâmete ermek isterseniz, Müslüman olunuz! diye onları İslâma dâvet ettiler. Onlar, hiç çarpışmadan Müslüman oldular. Ben de onlara, Allahü teâlânın emirlerini, Resûl aleyhisselâmın sünnet-i şerîflerini ö rettim.
Yâ Resûlallah! Bundan sonra, nasıl hareket etmem gerekti i hakkında ikinci bir emr-i şerîfiniz gelinceye kadar burada bekleyece im. Esselâmü aleyke yâ Resûlallah.
Peygamber efendimiz de, Hz. Hâlid bin Velid'in mektubuna şöyle cevap yazdırdılar:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlânın Resûlü Muhammed aleyhisselâmdan, Hâlid bin Velid'e, Esselâmü aleyke Yâ Hâlid! Allahü teâlâya hamd ederim. Benî Hâris bin Kâ'blıların kendileriyle çarpışmanıza ihtiyaç kalmadan Müslüman olup, Allahü teâlânın birli ine ve Muhammed'in, O'nun kulu ve Resûlü oldu una şehâdet ettiklerini ve hidâyete kavuştuklarını haber veren mektubunu elçiniz bana getirdi.
Âhiret azâbıyla korkut!
Allahü teâlânın ve Resûlünün emirlerine göre hareket ederlerse, onları âhiret nîmetleriyle müjdele! E er aykırı hareket ederlerse âhiret azâblarıyla korkut! Sonra buraya gel! Onların elçileri de seninle beraber gelsin!
Vesselâmü aleyke ve rahmetullahi ve berekâtühü."
Hz. Hâlid bin Velid, Peygamber efendimizin vefâtlarından sonra, Hz. Ebû Bekir devrinde ortaya çıkan ve Peygamberlik iddiasında bulunan bâzı kimseler üzerine yürüdü. Bunlardan Tuleyha ve avânesini öldürdü ve Ayniye bin Husayn'i yakalayıp Medîne'ye getirdi.
Yemâme'de Müseylemet-ül-Kezzab'in ordusunu da ıttı. Bu muharebede Müseyleme'nin ordusundan 20 bin kişi, Müseyleme de Hz. Vahşî tarafından öldürüldü. İslâm ordusundan 2000 asker şehîd oldu.
Hâlid bin Velid, Peygamber efendimizin vefâtından sonra mürted olanlarla ve zekât vermek istemeyenlerle u raştı.
Hâlid bin Velid, Hz. Ebû Bekir tarafından, İslâmın yayılması için, Irak tarafina gönderildi. Muzar muharebesinde 30.000 İran askeriyle çarpıştı. Galip geldi. Ço unu nehre döktü. İranlı kumandan Hürmüz'le müthiş çarpışmalar oldu.
Hz. Hâlid bin Velid'in kumandanlarından Hz. Ka'ka bin Amr fevkalâde kahramanlıklar gösterdi ve kalın zincirlerle yapılmış istihkâmları kırdı. İran ordusuna karşı muzaffer oldular.
Hz. Hâlid bin Velid, Kesker'de, İran'ın büyük bir ordusunu âni gece baskınıyla hezimete u rattı. İran kumandanı, kederinden öldü. Hz. Hâlid bin Velid, Elis'te de İranlılarla yapılan savaşta, gösterdi i kahramanlıklarla askerini coşturdu. Bu savaşta da gâlip geldi.
İslâma dâvet ediyorum
Hâlid bin Velid, Hîre üzerine yürüdü. Kaleyi kuşattı. Görüşmek üzere bir kimse istedi. Hîreliler dediler ki:
- Öldürmezseniz göndeririz!
Hz. Hâlid bin Velid öldürmeyeceklerini söyleyince, Abdülmesih bin Hayyam ile Hîre vâlisi, Hz. Hâlid'in huzuruna geldiler. Hz. Hâlid onlara dedi ki:
- Sizi Allaha ve İslâma dâvet ediyorum. E er Müslüman olursanız, Müslümanlara âit olan haklara sâhip olursunuz ve Müslümanın yapaca ı vazifeleri de yaparsınız. Bunu kabul etmezseniz, cizye verirsiniz. Bunu da kabul etmezseniz, sizin yaşamaya karşı olan hırsınızdan daha fazla şehîd olmaya karşı istekli olan bir orduyla geldim.
Bunları söylerken Abdülmesih'in elinde bir şişe görerek, şişedekinin ne oldu unu sordu. Abdülmesih söyle cevap verdi:
- Yâ Hâlid! Bu zehirdir. E er sen, bizim arzûlarımıza uygun bir anlaşma yaparsan ne âlâ. Milletimin arzûlarına uygun olmayan bir anlaşma ile gitmektense, bu zehiri içerek hayatıma son verece im.
Hâlid bin Velid, zehiri Abdülmesih'in elinden aldı ve Bismillâhillezî lâ yedurru ma'asmihi sey'ün fil'erdi velâ fissemâi ve hüves-semî'ul-alîm" diyerek sonuna kadar içti.
Cizye vermeye hazırız!
Abdülmesih ve Hîre vâlisi, Hâlid bin Velid'i hemen ölecek diye boş yere beklediler. Sonra Abdülmesih ve vâli anlaşma şartlarını görüşmek üzere kaleye girdiler. Halk onları merakla bekliyordu. Abdülmesih onlara dedi ki:
- Ben, kendilerine zehir tesir etmeyen bir kavmin yanından geliyorum.
Sonra kavmiyle istişâre edip, tekrar Hz. Hâlid bin Velid'in yanına gelerek dedi ki:
- Biz, sizinle harp edemeyiz, fakat dîninize de giremeyiz! Size cizye vermeye hazırız!
Bundan sonra, 90 bin dinar üzerinden sulh anlaşması yaptılar.
Hz. Hâlid bin Velid buraları emniyet altına aldıktan sonra, Anbar kalesini muhasara etti. Sulh yoluyla şehri ele geçirdi. Bundan sonra, Mehran'ın, Müslümanlarla savaşmak üzere Aynüttemr'de hazırlık yaptı ını haber aldı. Üzerine giderek bu kaleyi de fethetti.
Hz. Hâlid bin Velid, Hîrelilerle yaptı ı sulhnâmeyi bitirince, İran hükümdarına ve erkânına bir mektup yazdı. Bu mektup aynen söyledir:
"Bismillâhirrahmânirrahîm. Hâlid bin Velid'den, Rüstem, Mihran ve Acem reislerine.
Selâm, hidâyete kavuşanlara olsun! Allahü teâlâya hamdederim. O'nun kulu ve Resûlü olan Muhammed aleyhisselâma salâtü selâm olsun.
Yaptı ınız bütün çalışmalarınızı da ıtan, toplulu unuzu parçalayan, sözlerinizde sizi ihtilâfa düşüren, gücünüzü, kuvvetinizi zayıflatan, mülk ve hâkimiyetinizi elinizden alan Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun.
Fırat'a yöneldi
Bu mektubu, İran'a gönderilmek üzere Hîrelilere teslim etti.
Hz. Hâlid bin Velid, bundan sonra, yavaş yavaş Fırat tarafına ilerledi. Burası, asker sevkiyatı için çok mühim bir mevki idi. Fırat nehri kenarında, gayri müslim Araplar, Rumlar ve İranlıların müşterek ordusu ile çetin bir muharebe oldu. Bu büyük zaferin elde edilmesi ile Irak'ın her tarafı Müslümanların hâkimiyetine girmiş oldu.
Bundan sonra, Halîfe Hz. Ebû Bekir, Hâlid bin Velid'e, Şam tarafına hareket etmesini emretti. Bunun üzerine Hâlid bin Velid hazretleri, derhal yola çıktı. Birçok yerleri ele geçirerek Busra'ya ulaştı. Busralılar, Müslüman ordusu karşısında aman dilediklerinden, onlarla cizye ve haraç vermek şartıyla sulh yapıldı. Böylece Busralılar can ve mallarını teminat altına aldılar.
Bu İslâm ordusu, Ecnadeyn'de yapılan savaşta da galip geldikten sonra, Şam civarına geldiler. Şehir üç taraftan kuşatıldı. Üç ay süren kuşatmadan netice alınamadı. Şehirde bir gün, patriklerden birinin bir o lu dünyaya geldi. Halk her şeyi unutup, bayram yapmaya başladılar.
Hâlid bin Velid geceleri uyumayıp vaziyeti araştırırdı. Askerî dehâsı ve halkın bu zaafından istifâde edip, ordusuna hücum emri verdi ve ordu şehre girdi. Fahl mevkiinde Rumlarla yapılan savaşta, Rum orduları perişan edilerek zafer kazanıldı.
Şam'da yapılan ikinci karşılaşmada, Rumların bütün orduları yok edilinceye kadar savaş devam etti. Arka arkaya yenilen Rumlar, Anadolu'da papazlar vasıtasıyla köy köy dolaşarak asker topladılar. Büyük bir Haçlı seferi düzenlediler. 240 bin Rum askeri Yermük'te toplandı. Buna karşılık, 46 bin kişilik Müslüman ordusu vardı.
Yermük zaferi
Müslüman kumandanlar, Hâlid bin Velid'i başkumandan seçtiler. Hâlid, ordusunu biner kişilik bölüklere ayırdı. Her bölü e kumandanlar tâyin etti. Askerin mâneviyatını kuvvetlendiren konuşmalar yaptıktan sonra, hücum emrini verdi. Bu savaş, tarihte eşine ender rastlanan kahramanlıklara sahne oldu.
Rum kumandanlarından Yorgi, Hz. Hâlid bin Velid'e gelip Müslüman oldu. O da kâfirlere karşı çarpışmaya başladı ve şehîd oldu. Harbin şiddetinden ö le ve ikindi namazlarını îmâ ile kıldılar. Bu harpte İslâm kadınları bile fevkalâde cenk ettiler.
Allahın kılıcı Hz. Hâlid, bütün gücü ile Haçlı ordusunun merkezine yüklendi. Merkezdeki kuvvetlerini da ıtınca, Rum ordusu kaçmaya başladı. Bu savaşta kan gövdeyi götürdü. 100 binden ziyade Haçlı askeri öldürüldü. Buna karşılık 3000 Müslüman şehîd oldu.
Hâlid bin Velid, 642 yılında Humus'ta hastalandı. Yanında silah arkadaşları vardı. Vefât edece i sırada kılıcını istedi. Kabzasını tutarak şefkatle okşadı. Sonra buyurdu ki:
- Nice kılıçlar elimde parçalandı. İşte bu benim ölümümü görecek olan son kılıcımdır. Beni en çok üzen, hayatı hep savaş meydanlarında geçip, yatak yüzü görmemiş olan bu Hâlid'in yatakta ölmesidir.
Garip olarak şehîd oldular
Resûlullahın hiçbir Eshâbı, rahat yata ında ölmedi. Ya savaş meydanlarında veya uzak beldelerde Dîn-i İslâmı yayarken garip olarak şehîd oldu.
Ah Hâlid! Şehîd olamayan Hâlid! Harp, benim etimi çi neyemedi. Şehîdlik mertebesi hariç elde etmedi im makam kalmadı. Vücûdumda bir karış yer yoktur ki, ya kılıç yarası, ya bir ok yarası veya bir mızrak yarası olmasın.
Ömrü, Dîn-i İslâmı yaymak için savaşlarda at koşturan kimsenin sonu, böyle yatak üzerinde mi olacak? Ölümü her zaman, harp meydanında, atımın üzerinde, düşmana Allah için kılıç sallarken şehîd olarak beklerdim.
Hz. Hâlid bundan sonra Yermük savaşını hatırlayarak buyurdu ki:
- Ah Yermük günü! İnsan kanlarının vâdide sel gibi aktı ı Yermük! Şiddetli bir kıra ının oldu u gece, gökten boşanan ya mura karşı, kalkanımın altında geceledi imi unutamıyorum. O gece Muhâcirlerden kurulu akıncı birli imle baskın yapmak için sabahı zor etmiştik.
Ah Yermük harbi! Üç bin yi itle, yüzbin kâfire karşı zafer kazandı ımız Mûte'yi bile unutturdun!
Ey yakınlarım! Cihâda sarılın! Bu topraklar ancak cihâd etmekle korunabilir. Yermük, Rumlarla yaptı ımız ilk büyük savaştır. Bundan sonra, daha nice savaşlar birbirini takip edecektir. Sakin gaflete düşmeyin!
Şimdi, kendimi at kişnemeleri arasında, Allah Allah nidâlarıyla insanlara dar gelen Yermük Vâdisi'nde hissediyorum. Vallahi Rabbimden, beni her gazâda diriltmesini ve o savaşın hakkını vermeyi isterim.
Beni aya a kaldırın!
Hz. Hâlid biraz sustuktan sonra, Vasiyetimi bildiriyorum, beni aya a kaldırın! deyince, aya a kaldırdılar.
Beni bırakınız! Şimdiye kadar hep taşıdı ım kılıcım, artık beni taşısın diyerek kılıcına dayandı.
Bundan sonra, Ölümü, savaştaymışım gibi ayakta karşılayaca ım. Öldü üm zaman, atımı, savaşta tehlikelere dalabilen bir yi ide veriniz! Atım ve kılıcımdan başka bir şeye sahip olmadan ölece im.
Mezarımı, bu kılıcımla kazınız! Kahramanlar kılıç şakırtısından zevk alır dedi ve yata ına düşüp Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti.
Gerek cennet ve gerekse cehennem, hem erkek ve hem de kadın kullar için açıktır, yaratılış bakımından bu iki cinsin cennet ve cehenneme girmeyi hak etmede fırsat eşitlikleri vardır. Fiilen hak ediş ise serbest irade ile gerçekleştirilen iyi veya kötü davranışlara ba lıdır.
Kitap ve sünnet kaynaklarında yapılan açıklamaları, uslübü ve islamı tam bilmeyenler yanlış anlamışlar, yanlış yorumlamışlar bunlardan, ilahi sıfatlar, mantık ve vicdan ile ba daşmayan sonuçlar çıkarmışlardır. "Cennetin adeta erkek sultanların sarayı olması, kadınların orada da ikinci sınıf kullar durumunda oldukları, cehennemi dolduranların ço unun kadınlar olması..." bu cümledendir. Bu yanlış anlayışları düzeltmek gerekirse;
* Ayetlerde ve sayılan çok az sayıda mütevatir (1) hadislerde, cennete veya cehenneme girme ve ebedi mutlulu a erme bakımından kadının aleyhinde olan bir bilgi mevcut de ildir. Bu kaynaklarda, "nimette-külfette, cezada mükafatta eşitlik" bulundu u bildirilmektedir.
* Cennet yalnızca erkeklerin sarayları de ildir; orada kadın da, erkek de saraylarının sultanlarıdır.
* Cennette kadına da erke e de diledi i, arzu etti i, canının çekti i, elde edince mutlu olaca ı her şey verilecektir.
* Cennet sonsuz bir mutluluk yeridir; ancak insano lu bu mutlulu u daha önce ne tanımış, ne tatmıştır. Bu sebeple insanların, dünyadaki zevkleri, alışkanlıkları, kadın-erkek ilişkisindeki cinselli i oldu u gibi ahirete taşımaları, nasları buna göre yorumlamaları gerçe e uygun de ildir.
* Mütevatir olmayan hadislerde "cennette erkeklere ikişer adet dünya hatunu verilece i" bildirilmiştir. Bundan kadınların aleyhine ve erkeklerin lehine bir sonuç çıkarmak mümkün de ildir; çünkü bu da erkeklerin dünyada tattıkları ve arzuladıkları şeylerin kelimeleri kullanılarak - imrendirmek üzere - söylenmiş bir sözdür. Ayrıca kadın tek olmayı istiyorsa veya başka erkek istiyorsa ona da bunlar verilecektir. Burada önemli olan dünyadaki isteklerimiz ve yapımız ile cennetteki isteklerimiz, isteme kabiliyetimiz ve yapımızı birbirine karıştırmamaktır. Problem varsa işte bu karıştırma sebebiyle vardır.
* Vakı'a suresinde huriler kastedilerek "..onları bambaşka bir yapıda yeniden yarattım..." (56/22,37) buyurulmuştur. Müfessirler bu hurilerin dünyada yaşlanmış ve buruşmuş olarak vefat eden kadınlar oldukların ifade etmişlerdir. Buna göre huriler de melek de il, insandır, dünyada yaşamış kadınlardır ve cennette sayılan erkeklerden daha fazladır.
* Erkek ve kadın olarak Allah Tealanın has ve arif kulları cennette, köşk, kadın, yiyecek, içecek, ba ve bahçe için istamezler, cenneti aşık oldukları Cemal-i İlahi için, özledikleri Habibiullah (s.a.) için isterler.
(1) Mütevatir Hadis: Peygamberimiz'den bize kadar, haberin ve bilginin do rulu undan şüphe etmeyece imiz ölçüde ve sayıda kimsenin naklede geldikleri hadisler.
Ahir zaman kavramı bazı insanlar için tanıdık bir kavram olmayabilir. Bu nedenle öncelikle bu kavramı kısaca açıklamakta yarar var. Ahir zaman, "son dönem" anlamına gelir ve İslam'a göre kıyamete yakın bir zamanda yaşanacak bir dönemi ifade eder.
Kuran'daki işaretler ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerindeki detaylı açıklamalar biraraya getirildiğinde ortaya önemli bir sonuç çıkmaktadır. Ayet ve hadisler ahir zamanın iki safhalı olduğunu göstermektedir. Birinci devre dünyanın maddi ve manevi sorunlarla dolu olduğu bir dönem; bunun ardından gelecek ikinci devre ise "Altınçağ" olarak adlandırılan, Kuran ahlakının ve her alanda üstün bir refahın yaşanacağı bir çağdır. Dünyanın, Altınçağ'ın sona ermesiyle birlikte çok hızlı bir sosyal çöküş içine girmesiyle de kıyamet saatinin gelişi beklenmektedir.
Bu sitede, Ahir zaman alametlerini ayet ve hadisler doğrultusunda incelediğimiz bazı kitaplarımızdan seçmeler yapılmıştır. Açıkça görülmektedir ki söz konusu işaretler birbiri ardınca, birebir tasvir edildiği şekilde, içinde yaşadığımız çağda ortaya çıkmaya başlamıştır. On dört asır öncesinden bildirilen alametlerin çıkışı, inananların Allah'a olan iman ve bağlılıklarını artıran son derece büyük olaylardır. Bu kadar işaretin bir arada ve çok kısa bir zaman dilimi içinde art arda gerçekleşmiş olması elbette tesadüf değildir. Bu işaretler Allah'ın inanan kullarına birer müjdesidir.
İlerleyen bölümlerdeki çalışmamız da Rabbimizin "Ve de ki: Allah'a hamdolsun. O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız." (Neml Suresi, 93) vaadi doğrultusunda hazırlanmıştır. Özellikle belirtmek istediğimiz önemli bir husus da şudur ki, her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Her konuda olduğu gibi ahir zaman hakkında da O'nun bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur.
İmam-i Âzam Hazretleri'ni sevmeyen bir kişi, onu aciz bırakmak için bazı sorular ayarlayıp sormak için, huzuruna geldi.
Dedi ki:
- Ya imam, bir kişi şöyle diyor: "Cenneti ümit etmiyorum, cehennemden korkmuyorum, Allah'tan korkmuyorum, ölü eti yiyorum, rükû ve secdesiz namaz kılıyorum, hakka buğzediyorum, fitneyi seviyorum, yahudi ve hıristiyanları tasdik ediyorum, görmeden şahitlik yapıyorum." Bu adam hakkında ne dersiniz?
İmam-ı Âzam Hazretleri, adamın kendisine:
- Senin, bu hususta şahsî bilgin nedir? diye sordu. Adam:
- Ben bir şey bilmiyorum, deyince talebelerine sordu. Onlar:
- Bu sayılan şeyler küfür alâmeti olduğu için, bu sözleri söyleyen adamın felâketine delalet eder, dediler, İmam Hazretleri ise:
- Aksine, bu sözleri söyleyen adam Allah dostlarındandır. Bakın bunların manalarını açıklayayım, diyerek şu açıklamayı yaptı:
- Cenneti ümit etmiyor, yani cennetin Rabbini ümit ediyor. Cehennemden korkmuyor, cehennemin Rabbinden korkuyor. Allah'tan korkmuyor, çünkü Allah'ın rahmetle muamele edeceğini ümit ediyor. Ölü eti yiyor, yani balık eti yiyor. Rükusuz, secdesiz namaz kılıyor, yani cenaze namazı kılıyor. Hakka buğzediyor, ölüm haktır, ona buğzediyor, yani daha fazla yaşayarak daha fazla ibadet etmek istiyor. Fitneyi seviyor, çünkü Kur'ân-ı Kerim'de "Evlatlarınız sizin için birer fitnedir" buyuruluyor. O şahıs çocuklarını seviyor. Yahudi ve hıristiyanları tasdik ediyor, yani onların birbirleri hakkında söylediklerini tasdik ediyor. Görmeden şahitlik yapıyor ki onun da manası şudur: Allah'ı görmediği halde Allah'ın varlığı hakkında şahitlik yapıyor.
Bu cevabı verdikten sonra, bunları soran adama dönerek:
- Cevabını aldın. Fakat bundan sonra kendine lâzım olmayan şeylerle meşgul olma, diye tenbih etti.
Adam:
- Senin söylediklerinin hepsi doğrudur yâ imam, diyerek kalktı ve gözlerinden öptü.
İmam-ı Âzam Hazretleri o kadar kuvvetli bir zekaya sahipti ki, onun hakkında:
- Numan bin Sabit, bir direğin altun olduğunu söylese onu isbat eder, denilmiştir.
İmam-ı Âzam Hazretleri'nin ismi Numan, babasının ismi Sabit'tir.
Molla Cami anlatıyor: Cömert birisine sormuşlar:
- Fakirlere ve muhtaçlara verdiğin, dağıttığın şeylerden ötürü gönlüne kibir geliyor, onları kendine minnettar görüyor musun?
- Kesinlikle hayır. Ben kendimi aşçının elindeki kepçe gibi görüyorum. Verilen kepçeden geçse de veren aşçıdır. Kepçe, "rızkı veren benim" gibi bir hisse kapabilir mi? demiş.
* * *
Keşke insanlar, yaptığı hayırlı icraatlarda aşçının elindeki kepçe kadar dahi pay sahibi olmadıklarını idrak edebilse ve gizli şirk gibi büyük bir çirkinliğe düşmeseler...
Hz. Ömer Efendimiz, bir gün Cuma namazına giderken yanından geçtiği bir evin damından üzerine kan damlar. O da üzerine kan damlayan oluğu söker, atar. Evine gider. Elbisesini değiştirip, tekrar yetişir. Namaz kıldırıp, hutbesini irad ettikten sonra, "Cemaat, mü'minlere eziyet ediyorsunuz!" diyerek hadiseyi anlatır ve "Ben de o oluğu söküp attım!" der. O, sözünü bitirir bitirmez, caminin içerisinde, "Ya Ömer, sen ne yaptın?" diye feryat eden bir ses duyulur. Bu sözü söyleyen, Hz. Ömer'in çok sevdiği arkadaşı, "Allah'ım! Bu peygamberin amcasının elidir, o el hürmetine bize yağmur ver!" dediği Hz. Abbas'tır. Ayağa kalkmıştır. "Ya Ömer! O dam benim damımdı. O oluğu da oraya Hz. Muhammed (s.a.v.) kendi elleri ile yerleştirmişti. Sen ne yaptın?" demektedir. Ömer Efendimiz'in de, "O koymuştu." sözünü duyduğu anda, dizlerinin bağı çözülür ve adeta yıkılır. Der ki: "Ya Abbas, ben gidip o damın dibinde başımı yere koyacağım ve sen de benim başıma basarak o oluğu tekrar yerine koyacaksın. Sen o oluğu yerine koymadan ben bu başımı yerden kaldıramam." Ve paslı oluk yerine konur.
* * *
Hz. Muhammed (sav.) ashabı içerisinde bu denli seviliyor, geride bıraktığı asarına karşı bu denli saygı duyuluyordu. Onlar bize böyle bir sevgiyi ders verirken, Onun eliyle yerleştirdiği paslı oluğun yerinden kaldırılması gibi bir meselede bile, İran'lıyı ve Bizanslıyı dize getiren Hz. Ömer yerlere yıkılırken, bizler Efendimiz'in sinelerden sökülmesi, ahlakının unutturulması karşısında aynı hassasiyetin yüzde birini gösterememekteyiz. O ufku yakaladığımız gün, dünyada da ukbada da aynı izzete ereceğiz demektir.
Bursa'da bir zat, birisinden at satın alır. Atı alıp getirince, daha akşamdan atın hasta olduğunu anlar. Sabahleyin hemen gidip, kadıya hasta atı satanı şikayette bulunmak için geceyi zor geçirir. Sabah olur olmaz hemen kadı efendiye gidip şikayetini bildirmek üzere erkenden evinden çıkar. Bekler ama kadı dairesine gelmez. Biraz bekleyip "Bugün gidip yarın geleyim bari" diye gider ve yarını bekler. Fakat at yarını getiremez ve o gece ölür.
Hadiseyi sonradan öğrenen kadı efendi:
- Ben ilk gün daireme zamanında gelsem de o atın hasta olduğunu tesbit etseydim, atı satan adama geri verirdim. Dolayısıyla sen zarar etmezdin. Fakat zamanında gelemediğim için bunu yapamamış oldum. Bunda suçlu olan benim. O halde atın parasını ödemem lâzım, diyerek atın parasını adama öder.
İkinci hadise de şudur:
Hadise İznik'de meydana geliyor. Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alır. Zamanı gelince sürmeye başlar. Sabanla tarlayı sürerken, sabana bir şey takılır. Bakar ki bir küp altın... Alır, bunu tarlayı satın aldığı adama götürür ve:
- Bu altınlar senindir. Çünkü ben senden tarlanın kendisini satın aldım. Benim hakkım olamaz, der.
Diğer müslüman ise altınları kabul etmeyip:
- Ben sana tarlanın tamamını sattım. Dolayısıyla benim o tarlada hiç bir hakkım kalmadı. Bu altınları alamam, diye cevap verir, ikisi de altınları almak istemedikleri için mesele kadıya intikal eder. Kadı her ikisine de çocukları olup olmadığını sorar. Birisinin evlilik çağında oğlu, diğerinin de aynı yaşta kızı olduğu anlaşılır. Kadı efendi ikisine de:
- Bu çocukları evlendirin ve bu altınları da onlara harcayın ve kalanları da onlara verin, der. Onun dediği gibi yaparlar ve mesele bu şekilde halledilmiş olur.
Bu her iki hadise de İstanbul'un fethinden sonra meydana gelmiştir. Bu ibretli hadiseye şahit olan iki hıristiyan papazı hayretler içinde kalarak İslam dinine inanan müslüman topluluğu takdir ederler. Ve:
- Böyle bir dinin saliklerinden, başka dinin mensuplarına da zarar gelmez, derler.
Nitekim zarar gelmediğini kendileri de görmüşlerdir. Çünkü Fatih hem onlara hem de diğer din saliklerine her türlü dini serbestliği sağlamış ve onları asla dinlerini terk etmeye zorlamamıştır.
İslâm'a hizmet etmek, hemen her müslümanın birinci vazifesidir. Hem bu vazifenin de dereceleri vardır. Kimi bütünüyle hizmete girer, kimi yarısıyla, kimi de bir söz, bir cümlesiyle...
Bütünüyle, yahutta yarısıyla veya bir çeyreğiyle hizmete girenleri şöyle bir yana bıraksak da, sadece bir cümlesiyle hizmet edeni düşünsek, Resûlullah bir cümlelik İslâm taraftarlığına nasıl bakıyor, ona bir göz atsak, ne dersiniz?..
Geliniz, sizinle İslâm tarihinin bir yaprağına şöyle bir göz atalım, bir sahabinin hatırasında geçen bir cümlelik hizmeti Resûlüllah'ın nasıl karşıladığını inceleyelim. Sonra içinde bulunduğumuz günlerdeki hizmetin derecesini düşünelim...
Basra'nın seyyidi olan Ahnef bin Kays'a sormuşlar;
- Sen dört halife devrini de yaşadın, hayatının en mesud hâdisesi nedir, seni en çok sevindiren hangi olaydır?
Şöyle cevap vermiş:
- Ben Hazret-i Osman zamanında Kabe'yi tavaf ediyordum. Ansızın elimden birinin tuttuğunu anladım. Dönüp baktığımda Leys'li birinin tebessüm ettiğini gördü. Meçhul kimse bana:
- Ey Ahnef! Sana bir müjde vereyim mi? dedi.
Heyecanlandım, "seni dinliyorum" dedim. Leys'li adam şöyle anlattı;
- Resûlüllah, beni sizin kabilenize İslâm'ı tebliğ etmek üzere göndermişti. Ben kabilenize vardığımda toplanan halka dilimin döndüğü kadar İslâm'ı anlatmaya çalıştım. Ancak, dinleyenlerde bir tereddüt seziliyordu. İşte o sırada sen de dinleyenlerin içindeydin. Benim anlattıklarımı dinleyince, dedin ki: "Gerçekten de sen bizi hayırlı bir şeye davet ediyorsun, tereddüt etmemek lâzım!".
Bundan sonra halktaki tereddüt gitti. Bana sahip çıkmaya başladılar.
Ben dönüşte durumu Resûlûllah'a anlatırken:
- "Ahnef adında biri beni teyid eden bir cümleyle: Gerçekten de sen bizi hayra davet ediyorsun, dedi. Bundan sonra da beni dinleyenlerin itimadı kuvvet buldu, dedim. Senin bu cümleni duyan Resûlüllah ne dedi biliyor musun?
- Hayır bilmiyorum.
- Dinle öyleyse, bak Resûlüllah ne dedi? Mübarek ellerini açarak şöyle dua etti:
- Allah'ım, Ahnef kulunun günahını affeyle!
İşte sana vereceğim müjde, Resûlüllah'ın, (senin tek cümlelik sözünden sonra) sana yaptığı bu dua mûjdesidir.
Ahnef der ki:
- Uzun ömür yaşadım, bir çok mesud ve bahtiyar olaylarla karşılaştım, ama hiç biri beni bu müjde kadar mesud ve bahtiyar kılmadı. Bir ömrü. bu duaya mukabil görmekteyim!
Ne dersiniz, Ahnef'in tek cümlelik İslâm hizmetine böylesine memnun olup ellerini açarak dua eden Resûlüllah, acaba İslâm'a büyük çapta taraftarlık eden, hizmet veren, malıyla, mevkiiyle fiilen çalışmasıyla destek olanlara nasıl dua eder, memnun olur, hiç düşündünüz mü?
Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş. "Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal, "Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş. Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar. "O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış.
- Tamam, servetin yarısı senin, demişler.
- Aman,demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?
* * *
Hayatını ve hayatın içerisinde istifade edilen lütufların hesabını vermek hafife alıncak şey değildir.