Türk İslam Birliği'ne Çağrı

Son güncelleme: 09.01.2009 20:52
  • İslam Birliği'nin sağlanamamış olması dünya Müslümanlarının yaşadığı birçok sorunun temelinde yer almaktadır. Yaşanan parçalanmışlığın tam aksi bir birlik sağlandığında, bugün içinde bulunan olumsuzluklar yaşanmayacak ya da yaşansa dahi kısa zamanda bir çözüme kavuşturulacaktır.

    Tarihte büyük ve köklü bir medeniyet inşa etmiş ve bu medeniyet ile, dünya tarihine yön vermiş olan İslam dünyası günümüzde de önemli bir güçtür. Birçok düşünür tarafından da ifade edildiği gibi İslam dünyasının geleceği, dünya barışını ve güvenliğini doğrudan ilgilendirmektedir. Bugün jeo-politik, jeo-kültürel ve jeo-ekonomik açıdan büyük bir güç olan İslam dünyası şu an sahip olduğu özgürlüğü, II. Dünya Savaşı sonrası bağımsızlık hareketleri ile elde etmiştir. Elde edilen bağımsızlıklar sonucunda coğrafi görünümü de değişen İslam ülkelerinin asıl değişimi, Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle yaşanmış, Afrika-Asya coğrafyası olarak kabul edilen İslam dünyası, Avrasya (Avrupa-Asya) coğrafyası haline gelmiştir.

    20. yüzyıl başına kadar -kısa süreli işgaller hariç- genellikle İslam topraklarında yaşayan Müslümanlar, 20. yüzyılın ilk dönemlerinden itibaren kendi iradeleri ile çeşitli Avrupa ülkelerine ve Amerika'ya göç etmişler ve bu topraklarda önemli bir nüfus haline gelmişlerdir. Böylece İslam bu ülkelerde en hızlı yükselen din konumuna gelmiş ve İslam dünyası büyük bir coğrafyaya dönüşmüştür..

    İslam dünyasının dünya ticaretinde sahip olduğu ana geçit noktalarının önemi ve petrol ve doğalgaz gibi stratejik yer altı kaynaklarında söz sahibi olması, Müslümanların 21. yüzyılda önemli bir rol sahibi olacağını göstermektedir. Ancak bugün İslam dünyasına bakıldığında Müslüman kimi ülkelerde demokrasinin henüz yeterince yerleşmemiş olması teknolojik olarak geri kalmışlık ve ekonomik sıkıntılar gibi bazı sorunlar göze çarpmaktadır. Ancak tüm bu sorunlardan önce aciliyetle çözüme kavuşturulması gereken çok daha hayati ve temel bir sorun vardır: İslam dünyasının birlik halinde olmaması.. İslam Birliği'nin sağlanamamış olması dünya Müslümanlarının yaşadığı birçok sorunun temelinde yer almaktadır. Yaşanan parçalanmışlığın tam aksi bir birlik sağlandığında, bugün içinde bulunan olumsuzluklar yaşanmayacak ya da yaşansa dahi kısa zamanda bir çözüme kavuşturulacaktır.

    Parçalanmışlıkla dikkat çekilen husus, elbette çoğulluk, yani İslam dünyası içinde farklı mezhep ve uygulamaların var olması değildir. Müslümanların birlik olması da hepsinin tek bir uygulama ya da yöntem altında toplanması anlamını taşımaz. Önemli olan, bu farklılıkların inanç birliği altında, çoğulcu bir hoşgörü ve dayanışma içinde toplanmasıdır. Görüş, düşünce ve uygulama farklılıkları her toplum içinde karşılaşılan olağan durumlardır. İslam ahlakının gereği tüm farklılıklara rağmen Müslümanların, birbirlerinin kardeşleri oldukları gerçeğini unutmamalarıdır. Yazı dizimiz boyunca, kurulacak bir İslam Birliğinin Müslüman dünyası için gerekliliğini ve dünya barışı için önemini, siyasi, sosyolojik ve ekonomik açılardan ele alacağız.

    Parçalanmanın Nedenleri

    İslam dünyasının bugün içinde bulunduğu parçalanmışlık, 20. yüzyılın başında ortaya çıktı. Ancak 19. yüzyılın en yıkıcı akımlarından biri olan radikal milliyetçilik, daha önce birarada huzur içinde yaşayan farklı mezhep, ırk ve dillerden Müslümanları etkisi altına aldı. Bu sırada zayıflayan İslam İmparatorlukları, Batılı güçlerin sömürgesi durumuna düştüler. Bu güçler İslam topraklarından çekilirken, toprakları yapay sınırlarla bölüp çeşitli devletler oluşturdular. Daha önce huzur içinde yaşayan halk, başta sınır anlaşmazlıkları olmak üzere birçok konuda karşıt olan toplumlara dönüştüler. Bu ise İslam dünyasının bir yüzyıl boyunca devam edecek olan istikrarsızlığının başlangıcı oldu. Belirtmek gerekir ki, millet ve vatan sevgisi, bağımsızlık talebi meşru ve asil duygulardır. Ancak milliyetçilik duygusunun gayrimeşru hale gelmesi, sevginin saplantılı bir tutkuya dönüşmesiyle olur. Yüce Allah ayetlerde "öfkeli soy koruyuculuğu" olarak dikkat çektiği bu çarpık anlayışı, ayrıca cahiliyenin (din ahlakından uzak toplumların) bir özelliği olarak da bildirmiştir:

    "Hani o inkâr edenler, kendi kalplerinde, 'öfkeli soy koruyuculuğu'nu, cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculuğunu' kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve müminlerin üzerine 'güven ve yatışma duygusunu' indirdi ve onları "takva sözü" üzerinde "kararlılıkla ayakta tuttu." Zaten onlar da, buna layık ve ehil idiler. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir." (Fetih Suresi, 26)

    19. yüzyılda ortaya çıkan radikal milliyetçilik, yüce Allah'ın Kuran'da yasakladığı tavra ve ruh haline uyan öfkeli ve aşırı bir milliyetçiliktir. İnsanların farklı ırklar ve milletlerden olması bu çarpık anlayışın savunduğu gibi birer çatışma ve kin konusu değil, gerçekte yüce Allah'ın kusursuz sanatının bir tür zenginlik ve çeşitliliğidir.

    Müslümanların birbirleri ile olan ilişkilerinde, temel ölçü karşılarındaki kişinin ırkı, dili, ten rengi gibi özellikleri, sahip olduğu maddi imkanları, makamı ya da mevkisi değil, imanı, Rabbimiz'e duyduğu içli sevgi ve korkudur. İslam dünyasının günümüzdeki parçalanmışlığının en önemli nedenlerinden biri, bu bilincin eksikliğidir. Bu eksikliğin en önemli nedeni Batı'da gelişen din dışı felsefe ve ideolojilerin yanılgılarına kapılan bazı aydınların, bu fikirlerin İslam dünyasını ileriye götüreceğini sanmaları olmuştur. Bu tarihi hatanın neden olduğu tahribatın izleri bugün de açıkça görülmektedir. Müslüman dünyasında süregiden düzenin ve dayanışmanın yerini bu sapkın ideolojilerin etkisiyle kargaşa ve parçalanmışlık almıştır. Yalnız şunu da belirmek gerekir ki, bu kargaşayı sona erdirmek için bazı ülkelerde, yine Kuran ahlakına kesinlikle uymayan bir model ortaya çıkmış ve halkı acımasızca ezen despot rejimler kurulmuştur.

    Bu örnekler göstermektedir ki; İslam dünyası geleceğine yönelik stratejiler belirlerken yanlış yönlendirme ve telkinlere kapılmaktan sakınmalıdır. İslam dünyası ancak Kuran ahlakını samimi olarak yaşadığı ve bu ahlaka sahip çıktığında yükselebilir. Kuran ahlakının yaşandığının en önemli göstergelerinden biri ise, Müslümanların birliği ve beraberliğidir.

    Farklılıklara Hoşgörü Göstererek Birleşmek

    Müslümanların hayatlarının her anında olduğu gibi, ulusal ve uluslararası siyasetlerinde de Kuran ahlakına göre davranmaları gerekir. Kuran ahlakı ise öncelikli olarak İslam dünyasının ittifak etmesini gerektirmektedir. Kuran ahlakının esas alınması, bu ittifakın kalıcı olmasını ve kendisinden beklenen aktif rolü üstlenmesini sağlayacaktır.

    Vicdanı ve aklı ile hareket eden, kendi çıkarlarını değil adaleti gözeten bir müminin diğer iman edenlerle ittifak sağlayamaması, sürekli bir anlaşmazlık içinde olması mümkün değildir. Bu bireyler temelinde geçerli olduğu gibi toplumlar ve milletler genelinde de geçerlidir. Nitekim Allah Kuran'da bu gerçeğe de dikkat çekmiş, Müslüman toplulukların birbirlerine karşı adaletsizlik yapmalarını ve düşmanca davranmalarını yasaklamıştır. Ayrıca Rabbimiz, böyle davrananların durdurulması ve farklı Müslüman toplumların "aralarının bulunmasını" bildirmiştir:

    "Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever." (Hucurat Suresi, 9)

    Elbette her Müslüman toplum arasında bölgesel, kültürel ve geleneksek bazı anlayış ve uygulama farklılıkları olabilir. Olmaması gereken, bu farklılıklar nedeniyle bir Müslüman toplumun veya grubun diğerine cephe alması, onunla diyaloğu kesmesi, ortak değerlerde mutabakat sağlayamayacak kadar diğerini yabancı ve hatta hasım olarak görmesidir. Yüce Rabbimiz, Kuran'da Müslümanları bu hataya düşmemeleri için pek çok kez uyarmış ve Kitap Ehli'nin bu konudaki hatalarını ibret olarak göstermiştir. Sergiledikleri bu kötü ahlak özelliklerini bir ayette yüce Allah şöyle bildirmiştir:

    "Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki 'tecavüz ve haksızlık' dolayısıyla ayrılığa düştüler..." (Şura Suresi, 14)

    Allah'ın bildirdiği bu ayrılık nedeniyle Kitap Ehlinin tarihinin büyük çatışmalarla dolu olduğu bilinen bir gerçektir. Hıristiyanlığın ilk 1600 yıllık tarihi, birbirleri ile çatışan farklı Hıristiyan mezheplerinin tarihi sayılabilir. Dindeki en ufak yorum farkı bile Hıristiyanların birbirlerini inkarcılıkla suçlamalarına neden olmuştur. İlginçtir ki, Avrupa medeniyetinin yükselişi, ancak söz konusu mezhep savaşlarının bitmesinden sonra başlamıştır. Müslümanlar da kendi içlerinde birbirlerini desteklemeli, ihtilaflı konularda da hoşgörülü olmalı, anlayışlı davranmalıdırlar. Yukarıda da vurguladığımız gibi, özellikle bu konunun öneminin farkında olan samimi Müslümanlar ve İslam dünyasının önde gelen düşünür ve aydınları bu konuda yoğun girişimlerde bulunmalı, Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği teşvik etmelidirler. Müslüman dünyası içinde sevgi, saygı, merhamet, hoşgörü üzerine kurulu bir dayanışma inşa edilmelidir (Harun Yahya, İslam Birliği'ne Çağrı)

    Birlik Ruhunun Yaşatılması

    Birlik; fedakarlık ve sadakat gerektirir. Allah Kuran'da Müslümanlara birlik içinde olmalarını, şeytanın aralarını açıp bozmaya çalışacağını, bu birliği engellemek için çaba göstereceğini bildirmiştir. Şiddetin, terörün, zulmün, dolandırıcılığın, ahlaksızlığın, çatışmaların, yoksulluğun dünya genelinde yaygın olması da, yeryüzünün "fitne" ile dolu olduğunu göstermektedir. Bu durum karşısında, Müslümanların aralarında sorun haline gelmiş pek çok konu önemini yitirmektedir. Tüm bu zulüm ve dejenerasyon, Allah'ın varlığını ve birliğini inkar eden, ahiret gününe inanmayanların kurmuş oldukları batıl sistemlerden güç bulmakta ve gelişip yayılmaktadır. Buna karşılık vicdan sahibi müminlerin yapması gereken, iyilikte ittifak etmektir.

    Allah'ın izniyle bu ittifak, inkarcı ideolojilerin fikren mağlup olmasının en önemli aşamalarından biri olacaktır. Rabbimiz, Kuran'da inkarcıların ittifakına dikkat çekmiş ve iman edenlerin de birbirleriyle dost olmaları ve birbirlerine yardım etmeleri gerektiğini bildirmiştir. Bu, yeryüzünde bozgunculuğun ortadan kaldırılması için gereklidir.

    Tarihten Bir Örnek: Selahaddin Eyyubi'nin İslam Birliği

    İslam dünyasının Haçlılar karşısındaki durumu, İslam Birliği konusunda önemli bir örnektir. 1096 yılında başlatılan ilk Haçlı Seferinin orduları Ortadoğu'ya ulaştığında, Müslümanlar, aralarında çeşitli anlaşmazlıklar ve çekişmeler bulunan emirliklere bölünmüşlerdi. Bu bölünmüşlük nedeniyle Avrupa'dan gelen barbar işgalcilere karşı direnemediler. 1099 yılında Kudüs'te korkunç bir katliam yapılarak kurulan Haçlı Krallığı, on yıllar boyunca Müslümanların bu bölünmüşlüğünden yararlandı. Ancak büyük İslam kumandanı Selahaddin Eyyubi'nin Müslüman emirlikleri tek tek kendi idaresi altına alıp birleştirmesiyle birlikte, Müslümanlar Haçlı işgalcilere karşı koyabilecek güce ulaştı.

    Ancak Selahaddin Eyyubi Müslümanları tek bir bayrak altında birleştirirken, bir yandan da ilmi ve ahlaki bir uyanış başlamıştı. Bu ilmi, ahlaki ve imani uyanış Müslümanların siyasi birliğiyle de birleşince, İslam medeniyeti bir kez daha yükseldi. Selahaddin Eyyubi'nin komutasındaki birleşik İslam ordusu 1187'deki Hıttin Savaşı'nda Haçlı ordusunu bozguna uğrattı ve ardından Kudüs dahil olmak üzere Haçlı işgali altındaki Filistin topraklarının tamamına yakını kurtarıldı.

    Selahhadin Eyyubi'nin ve onun önderliğinde kurulan İslam Birliği'nin en dikkat çeken yönü ise, Kuran ahlakının gereği olan adalet, ılımlılık ve barışçılık gibi erdemleri en iyi biçimde temsil etmesiydi. Selahaddin Eyyubi'nin dikkat çeken bir diğer özelliği ise gerek Haçlılara gerekse tüm diğer Hıristiyanlara karşı, son derece adil ve bağışlayıcı davranmasıydı. Haçlılar Müslümanlara karşı çok büyük zulümler uygulamalarına rağmen, Selahaddin Eyyubi onlardan intikam almamış, Kudüs'ü fethettiğinde kentteki hiçbir Hıristiyana zarar vermemişti.

    Kısacası, Selahaddin Eyyubi'nin kurmuş olduğu İslam Birliği, Müslümanlara hem güç ve zafer vermiş, hem de İslam ahlakının özündeki adalet, hoşgörü, barışseverlik gibi erdemlerin hayata geçirilmesine imkan tanımıştı. Müslümanlar hem İslam'a hizmet etmek için harekete geçirilmişler, hem de Müslümanlar arasında doğan bazı radikal eğilimler engellenerek, Kuran ahlakına göre Müslümanların nasıl olması gerektiği gösterilmişti.

    "İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur." (Enfal Suresi, 73)
#09.01.2009 20:52 0 0 0