GÖNÜL BOŞLUK KABUL ETMİYOR - ŞEYTAN PUSUDA

Son güncelleme: 11.01.2009 16:06
  • Cenab-ı Hak, insanı her bakımdan üstün yaratmıştır. Yarattıkları içinde en kıymetlisi, düşüneni ve başka her şeyin kendisi için yaratılmış olanı...

    Bu dünya meydanına imtihan için gönderilmiş olan insan, Peygamberlere komşu olacak derecede yücelebilir. Aynı insan hayvanlardan daha aşağılara kadar düşebilir, hatta Şeytanlaşabilir...

    Yücelmek için aklı, ruhu ve bunlara yol gösteren, ışık tutan vahyi dinlemek gerekiyor. Düşmek için ise, nefsi ve şeytan'ı izlemek yeterlidir. Ancak yücelip yükselmek ve meleklerden bile daha değerli hale gelmek zor iştir. Çalışma ister, emek ister, çile ister... Kendini, nefsini ve şeytan'ı aşmak, ruhun zevklerine, kalbin hazlarına, maneviyatın saadetlerine razı olmak gerekir. İnsan ancak böyle insan olur, hatta sultan olur...

    Benliğini aşan, yoklukta varlığı, tevazuda izzeti bulan bir kuldur gerçek insan... Benlikten kurtulamayan, bencillikten zevk alan, daima nefsinin izzeti peşinde olan insan ise, sadece görünüşte,
    şekilde, biçimde insandır. Özde, gerçekte, iç dünyasında insanlıktan eser kalmamıştır.

    Bediüzzaman Hazretleri'nin deyimiy-le böyleleri, dış içe, iç dışa çevrilseler, insan değil hayvan suretlerinde görüneceklerdi...Ama, "belhüm adal" sırrınca, "hayvandan daha aşağı", fıtrat dışı bir mahlük suretinde olacaklardı.

    Hilkaten hayvan olanlar, binbir hikmetle bu dünyada bir görevi yapmak üzere yaratılmışlardır. Sahiplerini, maliklerini, yaratıcılarını unutmadan, yaratılış çizgisinden sapmadan fıtrat istikametinde yaşayıp gitmektedirler.

    Ancak Allah'ın kulu olmak yerine nef-sinin köleliğini tercih edenler, isyankar-lardır. Yaratıcı'larına başkaldırmış olan bu varlıklar, bütün kainatla irtibatlarını koparmış, yalnız başlarına kalmış, ve en çok zararı da kendilerine vermiş olan zavallılardır.

    Bunların işleri anarşidir, terördür, kandır, kindir. Başkaca bir işe yaramazlar. Zamanla zehirlemekten zevk alır hale gelirler ve Şeytan'ın ücretsiz askeri olurlar. Bunların yüzünden Şeytan günü-müzde bolca istirahat etmektedir. Çünkü bunlar, Şeytan',ın batırma, saptırma, fıtratına ters düşürme işinin taşaronlarıdır. Ya da, Şeytan'ın görünen temsilcileri ...

    Oysa ki Şeytan, Rabbimiz'in bizi tekamül ettirmek için önümüze koyduğu bir engeldir.
    Ama gerekli donanıma sahip olduğumuz zaman kolayca atlayıp geçebileceğimiz bir antreman engeli...Ruhi yapımızı, manevi dokumuzu geliştireceğimiz güçlendireceğimiz bin mania... Askerin eğitim alanında önüne konulan engeller, çukurlar, ipten merdivenler, gibi.. Bunlar askeri beden olarak geliştirmek, savaşa hazırlamak ve daha sıhhatli olmalarını sağlamak için değil midir?

    Seytan da iç dünyamızı geliştirmek, kötülüklere karşı mücadeleye hazırlamak ve ruhi sağlımızı korumak maksadiyle önümüze konulan, bir imtihan engelidir.

    Nefis de içimize konmuş bir kötülük odağıdır. O da takılıp kalınacak bir tuzak değil, aşılıp gerilecek bir engeldir. Nasıl ki mikroplara karşı beden direncini artırmak için aşılar yapılıyor, yani bir miktar mikrop veriliyorsa vücuda, aynen onun gibi... Nefis de ruhumuzun kötülüğü tanıması ve ona karşı her daim mücadeleye hazır olması için benliğimize konulmuştur.

    Nefse takılıp da onun esiri olan insan, vücuduna aşı olarak verilen mikroplara yenik düşen zayıf, zavallı ve aciz insan gibidir.

    Böyle biri aşağıların aşağısına düşer. Ancak nefis engeline takılmayan, Şeytan'ın tuzaklarına düşmeyen bir insan ise, yücelerin yücesine erişir, varlığını ebedi bir saadet yurdunda ölümsüzleştirir. Bu Allah'ın apaçık bir vaadidir.

    Böyleyken, insan niçin Şeytan'a. takılır kalır, nefsin engellemesine karşı koyamaz. Çünkü Şeytan'ın , işi tahriptir, bozmaktır, imhadır. Tahrip ise çok kolaydır. Nefsin çağırdığı kötülükler ise,
    dış yüzleriyle çok makyajlı, süslü ve cazibelidir.
    Dışları süs, içleri pis olan bir anlık lezzetlere çoğu zaman anlık gafletlerle, bazen de dalaletten gelen gönüllü itaatlerle düşer insanoğlu...

    İnsan acelecidir. Hemen gelen gayrı meşru lezzetlere tamah eder. Sonra-dan gelecek olan günahın acılarını düşünmez. Ruhun lezzetlerine ulaşmak, bilgi ister, arınma ister, sabır ister: Halbuki bedenin gelip geçici olan hayvani lezzetlerini tatmak için hiçbir çabaya ve çileye ihtiyaç yoktur.

    Ne var ki çok defa Şeytan'ın galibiyeti ruhun hakiki gıdasını bulamamasından kaynaklanır. Aç kalan insanın leş bile yiyebilmesi gibi, ruh da Allah inancının lezzetiyle doyurulup tatmin edilmezse, kötülük odaklarına yönelebilir, onları ilahlaştırabilir, kısacası şerrin emrine girebilir.

    Gönül boşluk kabul etmez. Orada ya Allah olacaktır, ya da onun karşıtları... Allah bir gönülde gerçekten tecelli etmiş, inancın nuruyla orasını aydınlatmışsa, yani hakiki bir kul olmuşsa, Şeytan'ın o gönülde yapacak işi kalmamış demektir.

    Elbette Allah'ın sarsılmaz bir inançla gönüllerde tecelli etmesi, ilimle, irfanla, derin kavrayışlarla mümkün olacaktır. İman hem köklü, ciddi ve devam-lı çabalarla güçlü tutulacak, hem de ömür boyu aynı itina ile desteklenecektir.
    Çünkü, nefsin ortadan kalkması, Şeytan'ın kesin olarak ümidini yitirmesi imkansızdır. Her daim bir açık kapı bulmanın dikkatiyle bekler ve tuzağına düşürmek için pusudadır.

    İnsanın iç dünyası bomboş bırakılırsa, gerçek anlamda Allah inancına geçit verilmezse, bu defa Yüce Yaratıcı'nın yerine kötülük odağı olan Şeytan gelip kurulmaktadır. Böyle bir durum Şeytan'ın bile, beklemediği bir vaziyettir. Çünkü onun temel işi, insanı sapıtmak, gaflete atmak ve günah çukurlarına düşürmektir. Fakat kendisinin ilah bilin-mesi, kutsanması Yaratıcı'nın yerine konulması, muhakkak ki şeytanı da şaşırtan bir akıl almaz tersliktir.

    Ancak bu durum da gösteriyor ki, insan inanca muhtaçtır. Bir gönül Allah'a mecburdur. Eğer iyiliğin, güzelliğin, doğruluğun kaynağı olan Rabbi'ni bulamaz, O'na kul olamaz ve yoluna gidemezse, bunalıyor. Bu boşluktan akla hayale gelmez kötülükler fışkırıyor. Sürülmeyen, bakılmayan ve uzun yıllar boş bırakılan tarlanın gereksiz, hatta zararlı bitkilerle dolması gibi.. Yıllarca boş bı-rakılan, bakılmayan, temizlenmeyen evin kendi kendine kir, pas ve çürümeye maruz kalması gibi...

    Gönül evi ve ruh tarlası da yaratılış amacından uzaklaşarak bozuluyor, kirleniyor, çürüyor ve orada hiç olmaması gerekenler oluyor. Zira gönül boşluk kabul etmez.

    Boş bırakılmış ruhlarının karanlıklarında yalnız kalamayarak Şeytan'a tutunan ve onun hoşlandığı şerleri işleyen gençler ne kadar suçludurlar?
    Onların gönül boşluklarını oluşturan-lar, Şeytan'a ve nefse karşı savunmasız kalmalarına sebep olanlardır asıl suçlular...
    Kimdir bunlar?
    Anne-babadır.
    Eğitim veremeyen eğitim sistemidir.
    İrtica mirtica yaygarasıyla sapla smanı birbirine karıştırarak, insanları inanç odaklarından
    uzaklaştıran basın yayın dünyasıdır.
    Kötü arkadaşlardır.
    Nefsâni arzuları, insanin tabii ve zaruri ihtiyaçları gibi gösteren ve bunların tatmininde de hiç bir
    ölçü, kural ve sınırlama tanımayan çağdaş sapıklıklardır.

    Ancak hep başkalarını suçlamak gerekir. Bütün bu Şeytan'ın işini kolaylaştırmalar, hep Müslümanların gevşekliğinden ileri geliyor. İnanç zayıflığından, bilgisizlikten, ya da irade gevşekliğinden yararlanıyor Şeytan...

    Şeytan'ın yolunu açan ve manevra alanını genişleten çok önemli bir sebep de, Allah'tan çok Şeytan'a uyan din mensuplarının davranışlarıdır. Özellikle de Müslümanların inandıkları gibi yaşama-maları, batıl ve asılsız inançların peşinde yuvarlanmaları Şeytan'ın işini kolaylaştırmaktadır.

    Çünkü bu suretle gönüllerde fay hatları oluşuyor. İç dünyalarda menfi enerji kaynağı zehirli gazlar birikiyor. Şeytan da bunları nefis işbirliğiyle kolay tetikliyor, ateşliyor, patlatıyor.

    Bu sebeple dir ki Efendimiz (s.a.v.) "Rabbim, beni bir an bile nefsimin eline bırakma" diye yakarmıştır.

    Biz Müslümanlar günün kaç saatinde nefsimizin, kaç saatinde Rabbimiz'in emrindeyiz? Günlük hayatımızda yaptıklarımızın yüzde kaçı Mevla'nın rızasına, yüzde kaçı Şeytan'ın isteğine uygun durumdadır?...

    Her Müslüman, mutlaka, Şeytan'ın işine yarayacak neler yapıyorum?" diye düşünmelidir... Eğer bizim hayatımızdaki inanç ve ahlak boşlukları olmasaydı, Şeytan'a tapanlar ortaya çıkar mıydı?

    Eğer mü'minler gerçekten emredilen güzel ahlakı pırıl pırıl, tertemiz yaşasalardı, İslam toplumunda batıl düşünceler, kan, kin, Şeytancılık yaşanır mıydı?

    Değerli okuyucular, kabul edelim ki, hepimiz inancımızda, ibadetimizde, ahlakımızda boşluklar bırakmıyoruz. Hatalar yapıyoruz. İşte bu hatalar ve boşluklar, batılla doluyor, aykırı ve ters olanla doyuruluyor.

    Her şeye rağmen ve mazeretlere sığınmaksızın, hepimiz teker teker sorumluluğumuzun bilincinde olmalı, kendimizi; nefsimizi hesaba çekmeli ve açıklarımızı acilen kapatmaya koşmalıyız.

    Zira gönül ferman dinlemiyor. Gönül boşluk kabul etmiyor. Gönül aç ve susuz kalamıyor. Daha doğrusu gönül O'nsuz olamıyor. O'nun, O Yüce Yaratıcı'nın zikri, fikir ve inancı ile doyurulamayan gönül, çölleşiyor. Rabbimiz bizi, ancak imanla insan olacak, mutlu olacak, normal olacak şekilde yaratmıştır.

    Seçimin alternatifi fazla değildir:
    Ya Allah, ya da Şeytan...
    Terazi iki kefelidir. Ya inanç ağır basacak, iyilik, güzellik hakim olacaktır. Ya da Şeytan'ın hükümranlığı altında şerler yayılıp gidecek, ve dünya yaşanmazlaşacaktır.

    Bu sebeple seçimi doğru yapmalı, tam ve kesin yapmalı, biraz iman, biraz da şer ve kötülük yanlısı olmamalıyız. Küçük hesapları bir yana itmeli ve mutlaka ahiret boyutlu düşünmeliyiz.

    Allah ortak kabul etmez.
    Bazen kendi yolunda, bazen de Şeytan'ın hoşlandıkları peşinde olmayı kabul etmez. Bu sebeple bir deruni arın-ma ameliyesinden geçmemiz şarttır.

    Eğer Şeytan'ı yüceltenler olmasın istiyorsak... Eğer Şeytan'ın istediklerini yapan, kan ve kine sapan sapıklar olmasın istiyorsak... Önce biz Şeytanlıklardan arınmalıyız. Sonra da çevremize yardımcı olmalıyız. İnsanların imanlarına her vesileyle ve bütün imkanlarımızı zorlayarak yardımcı olmalıyız.

    Şuurlu mü'minlerin çoğunlukta olduğu yerde Şeytan barınamaz. Seytan'ı herkesin EÜZÜ-BESMELE ile taşladığı ve bunu işleriyle, ahlakıyla da pekiştirip teyit ettiği yerde Şeytan'a düşen mağlubiyettir.

    Şeytan'ın barınamayacağı güzel ortamlar oluşturmak hepimizin görevidir. Şeytan, ancak günahların yoğunlaştığı, insanların da neme lazım dediği manevi bataklıklarda mekan tutar ve at oynatır.

    Şeytan'ın barınamayacağı ortam,ahlak ile sağlanır. Her şeyin mübah, her günahın helal telakki edildiği ortamlar Şeytan'ı mutlu eder... İnsana yaraşır ahlakı bulunduğumuz her mekana hakim kılmalıyız. Ancak şunu da unutmamalıyız ki, ALLAH'SIZ AHLAK OLMAZ!

    Satanizm; polis baskınıyla, gözaltıyla, dergi toplamakla önlenemez. Dergi, kötü arkadaş, sapkın müzik, ancak içi boşalmışları etkileyebilir. Bu dış etkenlerin insanın içinde iş yapabilmesi için, önce gönül güzelliklerinin ortadan kalkması gerekir. Bu da birden bire olmaz.

    Bu sebeple aileler çocuklarını sürekli gözetim ve denetim altında tutmalıdırlar. Onları polis'ce ye casus gibi değil, sevgiyle, arkadaşça bir yakınlıkla, şefkatle kucaklamalıdırlar. İmandan doğan güzellikler sürekli beslenip büyütülmeli, sözle değil, hal ve hareketle yalnız olmadıkları duyurulmalı-dır.

    Gençleriyle olumlu, sürekli ve sıkı iletişim kurabilen aileler, onları yitirmezler, Şeytana kaptırmazlar.

    Satanizme uzanan yollara ne kadar kendi hal ve hareketlerimizle pirim verdiğimizi düşünmeliyiz ve ilk düzeltmeyi kendi içimizde yapmalıyız.

    Satanizme değilse bile, Şeytan'ı mutlu kılmaya giden yollar, ekranlardan
    mikrofonlardan, kasetlerden, CD'lerden, beyaz perdeden açılıyor. Sanat kılıfı altında da olsa, gözümüzü ve gönlümüzü bu tür faaliyetlere karşı da dört açmak mecburiyetindeyiz.

    Çocuklar ne okuyor?
    Ne seyrediyor?
    Hangi müziği dinliyor?
    Hangi felsefeye meylediyor?
    Ne düşüncedeki kimselerle arkadaşlık kuruyor?

    Bunları sık sık araştırmak ve bizzat onlarla kuracağımız sıkı ve samimi arkadaşlık sayesinde doğrudan kendilerinden öğrenmek durumundayız. Yoksa bazı ana-babalar gibi, kızımız, ya da oğlumuz, Allah korusun ekranlara çıkınca, "Hiç haberim yoktu, bu çocuk ne zaman bu hale geldi?" deriz...
    Şer cephesi boş durmuyor. Şeytan'ın askerleri yıkma kolaylığından da yararlanarak habire çalışıyorlar... Ya yapma, imar etme, tamir etme durumunda bulunanlar...Onlar ne haldeler...
    Onların mazeretlerini, zorluklarını, önlerine konulan engelleri biliyorum. Biliyorum bilmesine de, yine de onları Hakk'a hizmete ve Hakk'a seferberliğe çağırmaktan başka bir yol da düşünemiyorum.

    Çocuklar bizimdir.
    Gençler de geleceğimizdir.
    Bu yarışı kazanmak ve Şeytan'ı yenmek zorundayız.

    Şeytan'a galip gelmenin zevkini tattıkça, moralimiz artacak, çabalarımız çoğalacak ve zaferlere koşacağız inşallah...
#11.01.2009 16:06 0 0 0