fidye

Son güncelleme: 02.09.2009 09:50
  • C) FİDYE
    Fidye konusunu içeren âyetteki "ve ale'llezîne yut¢k†nehû" ifadesinin
    (el-Bakara 2/184), dil açısından oruca güç yetiremeyenler anlamına gelebileceği
    gibi zorlukla güç yetirenler anlamına da gelebileceği dile getirilmiştir.
    Hatta kimi rivayetlerde, "Sizden ramazan ayına yetişenler o ayda oruç tutsun"
    (el-Bakara 2/185) meâlindeki âyet nâzil oluncaya kadar, fidye âyetinden
    hareketle, ashaptan dileyenin oruç tuttuğu, dileyenin de tutmayıp fidye
    verdiği, bu âyet nâzil olduktan sonra ise oruç tutmaya gücü yetenler hakkında
    fidye hükmünün kaldırılıp sadece hasta ve yaşlılar için bir ruhsat olarak
    devam ettirildiği belirtilmektedir (Müslim, "Sıyâm", 149-150). Hz. Peygamber
    ve sahâbenin uygulamasının da bir sonucu olarak âyetteki "oruç
    tutmakta zorluk çekenler" ifadesiyle, şeyh-i fânî (düşkün ihtiyar) denilen
    yaşlı kimselerin kastedildiği yaygın olarak benimsenmektedir. Buna göre
    âyet, oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlıların tutamadıkları oruç için fidye
    vermesi hükmünü getirmiş olmakta ve fidyenin miktarını "bir fakir doyumluğu"
    olarak belirlemektedir. Ağır bir hastalığa yakalanan ve iyileşme
    umudu bulunmayan hasta, orucu ileride kazâ etme ihtimali çok düşük olduğu
    için, bu ihtimal yok sayılarak şeyh-i fânî gibi değerlendirilmiş ve fidye
    hükmü kapsamına alınmıştır. Bu kimselerin, tekrar sağlıklarına kavuşup
    oruç tutabilir hale gelmeleri ümit edilmediğinden tutulamayan orucun, aynı
    cinsten bir ibadetle telâfisi talep edilmemiş, ibadet şevkinden mahrum kalmamaları
    için, bunun yerine "her bir oruç için bir fakiri doyurma" şeklinde,
    orucun mahiyetiyle alâkalı olması yanında sosyal amacı da bulunan bir
    telâfi şekli önerilmiştir.
    Her geçen gün bünyesi zayıflayan hasta ve yaşlılar, tutamadıkları her
    bir oruç için bir yoksulu doyurabilecekleri gibi, bir fakir doyumluğu fidyeyi
    ramazanın başında veya sonunda, nakit para veya mal olarak da verebilirler.
    Bu fidyeyi sağlıklarında ödeyemezlerse, fidyenin ödenmesini vasiyet etmeleri gerekir. Böyle bir vasiyetin mevcudiyeti ve terekenin üçte birinin de
    yeterli olması halinde mirasçıların bu fidyeyi ödemeleri dinî bir vecîbedir.
    Vasiyeti yoksa veya terekenin üçte biri fidyeyi karşılamaya yeterli değilse,
    mirasçıların teberru kabilinden bunu ödemeleri tavsiye edilmiştir.
    Fidye yoluyla telâfi biçimi, devamlı hastalık ve yaşlılık sebebiyle oruç
    tutamayanlara mahsus olup bu iki durumun dışındaki mazeretler (bk. "Orucun
    Şartları"), oruç tutmamaya veya başlanmış bir orucu bozmaya ruhsat
    teşkil etse de, tutulamayan oruçlar için fidye ödenmesini câiz kılmaz. Fakat
    bu kimseler kazâ edemeden vefat etmişlerse, mirasçıların aynı şekilde bu
    oruçlar için de fidye vermesi İslâm âlimlerince câiz, hatta mendup görülmüştür.
    Çünkü kazâ borcunu geciktirmemek gerekli ise de, burada söz konusu
    olan terk, başlangıçta mazerete, devamında ise ileride kazâ etme ümidi
    taşınan hoş görülebilir bir ihmale dayalıdır. Ayrıca vefat, bu kimsenin orucunu
    kazâ etme imkân ve ihtimalini ortadan kaldırdığından yaşlı ve hasta
    için söz konusu olan acz halinin bunlar için de söz konusu edilmesi mümkündür.
    Orucu sağlığında kasten terkeden kimseler için ölümden sonra fidye
    verilip verilmeyeceği, aşağıda ıskat-ı savm konusunda açıklanacağı üzere,
    tartışmalıdır.
    Ağır işlerde çalışanların da oruç yerine fidye vermelerini câiz görenlere
    göre âyetin hükmü kaldırılmamıştır. Bu durumda olanlar her orucu için bir
    fidye ödemekle yükümlüdürler.
    Tutulamayan oruçların fidyesi birçok yoksula verilebileceği gibi toplam
    tutar topluca bir yoksula da verilebilir. Ebû Yûsuf'a göre ise tek fidyenin
    birkaç yoksul arasında bölüştürülmesi de mümkündür.
    Fidye olarak bir yoksulu fiilen doyurma, genellikle pratik olmadığı için,
    başlangıçta yoksul doyumluğunun gıda maddesine çevrilmesine ihtiyaç duyulmuştur.
    Buğday, hurma, arpa gibi gıda maddelerinin başlıca tarımsal üretimi
    oluşturması ve bu maddelerin yaygın olarak bulunması sebebiyle yoksul
    doyumluğu için başlangıçta getirilen oldukça pratik olan bu çözüm, ileriki
    dönemlerde, tarımsal üretim anlayışının değişmesine bağlı olarak üretim biçim
    ve ilişkilerinin değişmesi sebebiyle sıkıntı doğurmuş ve ülkemizde olduğu gibi
    fakir doyumluğu nakde çevrilmeye başlanmıştır. "Bir fakiri bir gün doyurma"
    şeklindeki ölçü sabit ve değişmez olmakla birlikte, bunun tekabül edeceği nakit
    veya mal, toplumunun üretim biçim ve ilişkilerine, geçim şartlarına ve
    ekonomik seviyesine göre değişebilir. Hanefî fakihlerin o dönemlerde belirledikleri ölçüye göre bir fakir doyumluğu olan fidye miktarının, buğday cinsinden karşılığı ve dengi yarım sa' arpa, hurma, kuru üzümden kariılığı ise 1 sâ'dır. Oruç fidyesinin tutarı, fıtır sadakası tutarına denktir. Günümüzde
    fitrenin (sadaka-i fıtr) miktarı, mükellefe kolaylık olsun diye her yıl para olarak
    duyurulur. Fakat "bir fakir doyumluğu" esprisi gözden kaçırılıp, fıkıh mekteplerinin büyük ölçüde kendi dönemlerinin üretim biçimlerini ve geçim standartlarını dikkate alarak tesbit ettikleri buğday, arpa, hurma miktarları esas
    alınarak her yıl, fitre miktarının buğdaydan şu kadar, hurmadan şu kadar diye
    açıklanması yanlış anlamalara yol açabilmektedir. "Fakir doyumluğu"nun ne
    demek olduğu herkes tarafından anlaşılmakla birlikte, bu doyumluğun, paraya
    çevrildiği vakit, hesabın yapıldığı yiyecek maddesine göre değişmesi mâkul
    karşılanmamaktadır. Bir fakir doyumluğunun, günümüzde, asgari geçim ve
    hayat standardı, asgari geçim endeksi gibi ekonomik verilerden hareketle bölgelere göre ayrı ayrı hesaplanması mümkün ve daha sağlıklı olmakla birlikte,
    hiç değilse, hesapta esas alınan buğday, arpa, hurma ve üzümün tekabül ettiği
    ortalama miktarın asgari tutar olarak açıklanıp, ötesinin mükelleflerin ortalama
    aylık veya yıllık geçim standartlarına göre ayarlamasına bırakılması daha
    uygun görünmektedir ( diyanet)
#02.09.2009 09:50 0 0 0