Âhiretin Varlığının İspatı

Son güncelleme: 06.09.2009 18:20
  • Âhiret hayatının mahiyeti ve âhiretteki durumlar, duyular ötesi ve gayba
    ait konular olduğu için, gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerle ve akılla
    açıklanamaz. Bu konuda tek bilgi kaynağı vahiydir. Kur'an'da ve sahih hadislerde
    ne haber verilmişse onunla yetinilir. Bunun ötesinde aklî bir yoruma
    gidilemez. Çünkü âhiretteki durumlar dünyadakine benzemez. Aralarında isim
    benzerliğinden başka bir benzerlik yoktur. Meselâ "İsrâfil sûra üfürecek, insanların
    amelleri tartılacak, herkesin defteri ortaya çıkacak" denildiği zaman,
    hatıra dünyada bilinen bir alet, bir terazi, kâğıttan yapılmış bir defter gelmemelidir.
    Bunların gerçek şeklini ve iç yüzünü ancak Allah bilir. Onların varlığına
    inanılmalı, mahiyetleri konusunda ise yorum yapılmamalıdır.
    İslâm dini ve kutsal kitabı, âhiret inancına büyük önem vermiştir. Bu
    sebeple Kur'an'da, hem Mekkî hem de Medenî sûrelerde, 100'den fazla terim
    veya deyim kullanılarak, âhiret inancı pekiştirilmiştir. Kur'an'da âhiret
    gününden bahsetmeyen hemen hiçbir sûre yoktur. Kur'an, âhiret fikrini,
    insanın düşünce ve kalbine bazan apaçık delillerle, bazan da örnekler
    vermek suretiyle yerleştirmeyi amaçlamıştır. Âhiret hayatından söz eden
    çok sayıdaki mânası apaçık âyetler ile sahih hadisler âhiretin varlığını ispat
    eden, bu konuda şüpheye asla yer vermeyen naklî delillerdir.
    Sağlıklı düşünebilen insan; aklı, kendisinde bulunan adalet, sorumluluk,
    ebedîlik ve sonsuzluk duygusu ile, insanın başı boş ve amaçsız yaratılmadığı
    fikrinden hareketle, âhiret hayatının varlığını tabii bir şekilde kabul eder. Çeşitli
    Kur'an âyetleri bu hususlara açıklık getirmektedir:
    1. İnsandaki adalet duygusu, âhirete inanmayı zorunlu kılar. Biz, yüce
    Allah'ın mutlak ve sonsuz adaletine, inanırız. Bilindiği gibi bu dünyada herkes
    işlediği suçun cezasını tam anlamıyla çekmemekte, birtakım haksızlıklar meydana
    gelmektedir. Âhirette ise durum böyle olmayacak, hiçbir şey gizli kalmayacak,
    hak yerini bulacak, Allah mutlak adaleti ile kötüleri cezalandıracak,
    iyileri de mükâfatlandıracaktır. Şu âyet iyilerle kötüleri bir tutmanın ilâhî adalete
    uymayacağını ortaya koymaktadır: "Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde
    ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı
    sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar? Allah gökleri ve yeri yerli yerince
    yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık
    edilmez" (el-Câsiye 45/21-22). İyi ile kötünün, zalim ile mazlumun hesaplarının
    görüleceği o gün Kur'an'da "din günü, ceza ve mükâfat günü" diye nitelendirilmiş,
    bu terimin geçtiği Fâtiha sûresi beş vakit namazın her rek'atında
    okunarak, âhiret inancı ve adalet duygusu sürekli canlı tutulmuştur. 2. İnsandaki sorumluluk duygusu da âhirette inanmayı zorunlu kılar.
    Yüce Allah insanı, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, hayır ile şerri ayırt eden
    ve seçen bir varlık olarak yaratmış, bu seçiminden dolayı da sorumlu tutmuştur.
    İnsanın belli davranışlarından sorumlu olması bu sorumluluğunun
    karşılığını göreceği bir hayatı ve yurdu gerekli kılmaktadır. Bir âyette şöyle
    buyurulur: "Göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri biz boş yere yaratmadık.
    Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline! Yoksa biz,
    iman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi
    tutacağız? Veya (Allah'tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız"
    (Sâd 38/27-28).
    3. İnsandaki sonsuzluk ve ebedîlik duygusu, âhirete inanmayı gerekli kılar.
    İnsanlık tarihi ile ilgili olarak, değişik alanlarda yapılan incelemeler, insanda
    bir ebedîlik ve sonsuzluk duygusunun varlığını göstermiştir. Vatanından
    ayrı kalmış fakat yurduna dönmek isteyen bir garip yolcu olduğu duygusu,
    insanda onu ebedî hayat inancına hazır tutan, yaratılıştan bir özelliktir. Bununla
    birlikte, dünya hayatına aşırı tutkunlukları yüzünden, âhiret inancına
    karşı çıkan ve bütün varlık gayelerini geçici dünya yaşantısına hapseden insanlar
    da olagelmiştir. Kur'an "Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır, ölürüz
    ve yaşarız. Bizi tüketip bitiren ancak ve ancak zamandır" diyenlerin, gerçek bir
    bilgiye dayanmadıklarını ifade ederek, inkârcıları ve âhireti yalanlayanları
    mahkûm etmiş (el-Mü'minûn 23/33-37), bu konudaki ölümsüz gerçeği şöyle
    hatırlatmıştır: "De ki: Allah sizi diriltir, sonra öldürür. Sonra sizi şüphe götürmeyen
    kıyamet gününde bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler.
    Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o
    gün bâtıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır" (el-Câsiye 45/26-27).
    4. İnsanın başı boş ve amaçsız yaratılmayışı da âhirete inanmayı gerektirir.
    Kur'an'da da ifade edildiği gibi insan boş yere ve amaçsız yaratılmamıştır.
    O, yaratılış gayesini gerçekleştirmek, yeryüzünde halife olmak, ancak kulluk
    etmek için yaratılmıştır. Öyleyse o bu görevleri yerine getirmekle yükümlüdür.
    Getirirse âhirette karşılığını da görecektir. Bir âyette şöyle buyurulur: "Sizi
    sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi
    mi sandınız? Mutlak hâkim ve hak olan Allah çok yücedir. O'ndan
    başka Tanrı yoktur. O, yüce Arş'ın sahibidir" (el-Mü'minûn 23/115-116).
#06.09.2009 17:13 0 0 0
  • paylaşım için sağol
#06.09.2009 18:20 0 0 0