Bu İşin Sırrı

Son güncelleme: 22.01.2007 15:29
  • "Ne biliyor musun bu işin sırrı?
      Bırakacaksın kendini. Mutlu olmak  istiyorsan teslim olacaksın.   Hayatını mı mahvediyor çok sevdiğin? Bırak mahvetsin. Sen severken mahvolmayacak kadar değerli misin?    Diyelim o kadar değerlisin. Peki o zaman üstat, o değeri harcamayıp ne halt  edeceksin?"   Kim öğretti bize teslim olmamayı? Başımıza bir şey gelir diye başımıza bir şey getirmeden yaşamaya çalışmayı, hiçbir şey getirmeden ölüp bitmeye çabalamayı, böyle sürüp gitmeyi... Kim öğretti?
    Kadınlar adamlara,adamlar kadınlara teslim olmadan, yıllar yılı elinde bir  mızrakla, bir mesafeden ve tetikte. Kaskatı kesilerek, "Kimse beni teslim alamaz" diye  büyük ordularımızı birbirimize karşı böyle küçük numaralarla yönetmeyi... İki seven insan gibi değil de, bir teneke başarı madalyası için çabalayan  kale komutanları gibi... Sınır boylarımıza bu uç beylerini, bu asabi, hırçın ve aslında korkulu  çocukları kim yerleştirdi?
    "Benim sosyal hayatım, benim param, benim başarım, benim hayatım" diye sakındığınız, "kimsenin peşinden gitmeyerek" çok müthiş savunduğunuz bütün o şeyler, hakikaten söylesenize, sizi gerçekten -ama gerçekten diyorum- mutlu etti mi? Teslim olmadan tamamladınız hayatı, tebrik ederiz, bırakmadınız hiç kendi yakanızı. Söylesenize, etiniz acısa acısa en çok ne kadar acıyabilirdi? Ona buna, şu adama, bu kadına değil aslında, biz, -tebrik edelim  kendimizi!- kendimize teslim olmadık. Gece kremlerini kimse alamaz şimdi sizden, tenis derslerinizi ve  arkadaşlarınızla eğlenmeye çabalayarak içtiğiniz "bağımsız" gece içkilerini, tek başınıza, keyifle izlediğiniz  maçları ve ucu görünmediği için daha da korkunç olan "kendi geleceğinizi." Şimdi siz tam da dergilerdeki, şık dizilerdeki, gıcır reklamlardaki  kadınlara ve adamlara benzediniz. Teneke madalyanızı güneşe döndürünüz, ne güzel de parıldıyor. Pırıl pırıl, parıl parıl. Çok tebrik ederiz!
    Buenos Aires'te ihtiyar bir adamdı. Briyantinli, gümüşten saçları vardı.
      Güney Amerikalı bir beyazdı pantolonu, ayakkabıları yumurta topuktu. Gömleğinin önü göbeğine kadar açıktı, eski zaman parfümlerden kokuyordu.   Kulüp Grisel'in pistinde kırmızı ışıklar yanıyordu. Adam, ayağa kalktığında biraz, bana doğru yürürken biraz daha, adım adım daha da gençleşiyordu. Dansa kaldırdığında beni, iyiden iyiye zıpkın gibiydi.
    Zaten genç olmayı en iyi ihtiyar adamlar bilir, genç kız cilvesi yapmayı en iyi ihtiyar kadınlar. İnsanlar çünkü, yıllar içinde rahatlar, gençliklerinde cesaret edemediklerini ancak ihtiyarladıklarında olurlar.
      Kulüp Grisel'de tangoların en beteri çalıyor; en sevmişi, en terkedilmişi, epey görmüş geçirmişi. Bakılmaz tango yaparken göz göze, sanılanın aksine... Gövdeyle ilgili bir meseledir, orada, pistin ortasında sürüp giden; kadınla  ve tamamen erkekle ilgili.
    Fakat bir şey var, adımlar takip etmiyor birbirini. Ve adam, ihtiyar olan, belimden tutup sarsıyor beni. Gırtlağının en belalı dibinden, hatta belki karnının yaralanmış yerinden  geliyor sesi:
    "Teslim olmuyorsun" diyor, "Sen, bu yüzden dans edemiyorsun"
#07.11.2005 05:01 0 0 0
  • cok gusel

    paylaşımın için saol
#07.11.2005 09:30 0 0 0
  • Ellerine yüregine saglik
#08.11.2005 14:19 0 0 0
  • derin duygulardan kaydirildi
#18.01.2007 17:14 0 0 0
  • ellerine sağlık
#18.01.2007 20:59 0 0 0
  • ellerine sağlık
#22.01.2007 15:29 0 0 0