Mevlâna Ve Hacı Bektaşi Veli

Son güncelleme: 27.02.2010 19:08
  • Mevlâna'nın yaşadığı devir, tasavvuf vadisinin Anadolu'ya açıldığı. Anadolu'da filizlenip, kökleştiği. dalbudak saldığı bir devirdir. Şeyh
    Ömer Şühreverdî, Muhyiddin Arabî, Fahreddin İrakî, Necmeddin Dâye gibi tasavvuf büyükleri Anadolu'ya gelmiş, saygı ve sevgi görmüşlerdir. Bu devirde Horasan'dan Anadolu'ya gelerek yerleşen erenlerden biri de Bektaşi tarikatının pîr'i Hacı Bektaşi Velîdir.
    Hacı Bektaşi Velî, 1209 yılında Nişapur'da doğmuş, Hoca Ahmed Yesevî'nin halifesi Lokman-ı Perendî'nin dervişi olmuş, onüçüncü yüzyıl ortalarında, birçok mutasavvıflar gibi Anadolu'ya göçerek, bugünkü Hacıbektaş kasabasının bulunduğu Suluca Karahüyük'te yerleşmiştir. Bir süre sonra. Babaî'lerin reisi Baba İshak'ın halifesi olan Hacı Bektaş-ı Velî, Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev II. tarafından Babaî isyanlarının bastırılmasından sonra, etrafına toplanan Türkmen aşiretlerini irşada başlamış, kısa zamanda büyük bir şöhret yapmıştır.
    Biri Selçuklu devletinin başşehri Konya'da daha çok aydın bir çevreye, diğeri Kırşehir taraflarında halk topluluğuna seslenen bu iki kutup. Mevlâna Celâleddin ile Hacı Bektaşi Velî'nin aralarında manevî bir bağın bulunduğu, birbirlerini tanıdıkları şüphesizdir. Her iki pîr'in de meşrep bakımından ayrılsalar bile yollan aynıdır. Hiçbir zaman tarikat kurucusu olmadıkları halde vefatlarından sonra, kendi adlarına kurulan Mevlevilik ve Bektaşîlik tarikatları aralarındaki rekabet yüzünden, bunları birbirine karsı gibi göstermiş, birbirlerinden ayırmaya çalışmıştır. Bir destan havası içinde Hacı Bektaş'ın menkıbelerinden bahseden velâyetnâme'ye göre. Mevlâna ve Şems-i Tebrizî, Hacı Bektaş'tan feyz alan, ona uyan bir derviştir. Velâyetnâme'ye göre, Hacı Bektaş'ın 133 gösterdiği kerametler. Mevlâna'dan çok üstündür. Mevlevi menkıbelerinde ise, her ikisi arasındaki münasebetler daha ağırbaşlı, daha âlımanedir. Her iki tarafın menkıbelerinde müşterek olan taraf ise. bu iki tasavvuf pir'inin zaman zaman birbirlerine dervişler göndermeleri. gönül anıp gönül vermeleridir.
    Bu rivayetlerden birine göre. Harı Bektaş müridlerinden Baba İshak'ı Konya'ya göndererek su haberi iletmiştir.
    — Eğer hakikat eriyse ve hakikati bulduysa, âleme ne diye gürültü salıyor, yok hakikati bulamamışsa ne diye aramıyor?
    Baba İshak. Karahüyük'ten Konya'ya gelmiş ve Mevlâna'nın huzuruna girmişti. Bu yıllar Mevlâna'nın coşkunluk devresidir. Semâ etmekte, gazeller söylemektedir. Baba İshak'ı görür görmez:
    — Dostu görmediysen ne diye aramıyorsun, sevgiliye ulaştıysan ne diye çalıp çığırmıyorsun?..
    diye başlayan bir gazeli okumaya başlamıştı. Bu gazeli kendisine ve pir'i Hacı Bektas-ı Velîye bir cevap sayan Baba Ishak, hiçbir şey söylemeden, geri dönmüş. Kırşehir yolunu tutmuştur.
    Kırşehir Beyi Nureddin Cacaoglu da Hacı Bektaş-i Velînin müridleri arasındaydı. Yine "Menakıb" kitaplarının verdikleri bilgilere göre. Nureddin Cacaogiu bir gün şeyhi Hacı Bektaş'a:
    — Şeriata uymak ve namaz kılmak gerektir. Halbuki siz bunları yerine getirmiyorsunuz..
    demişti. Bunun üzerine. Hacı Bektas abdest almak üzere derhal su istemiş. Cacaoğlu da ibriği, çeşmeden doldurarak getirmişti. İbriği döktüğü zaman su yerine kan akmıştı. Cacaoğlu, şaşırmış. Hacı Bektaş-i Velîde:
    — Görüyorsun ya, bununla abdest alınmaz., diyerek ibriği itmişti.
    Anlatılan bu olay üzerine, Mevlâna şöyle dedi:
    — Temizi pislemek, berrak suları kana çevirmek önemli değil. Asl olan, kanı berrak suya çevirmektir. Mürşid ona derler ki şarabı şerbet yapsın. Mürşid odur ki, bakırlaşmış gönülleri tam ayar altına çevirsin. Mürsid. müşkülün hal kapısıdır.
    Olay doğru veya yanlış.. Mevlâna'nın cevabında Mevlâna'nın rnürşidliginin ta kendisi görülmekte.. Şenıs'te de bu var. bu anlayış var. O'nun "Mâkalât" adı eserinden alınan şu sözler bu anlayışın tam ve olgun ifadeleri:
    — Marifet, kalbin Allahya yönelişi. Allah ile bir olmasıdır. Diriyi öldür, bu marifet değildir. Ölüyü diriltebiliyor, cahili âlim yapabiliyor musun? Ham ruhları pisirebiliyor. ona yeni bir sekil verebiliyor musun? İste ilâhî hüner buradadır.
    Mevlâna ile Hacı Bektas-ı Velî arasında geçtiği tahmin edilen olaylar, sohbetler uzar gider. Ne var ki bunlar tarikatlar teşekkül ettikten sonra sövlenrnis "Menakıb" kitaplarına geçmiş sözler. Bunları büyütmek, bunları sürdürmek, her iki mürşidin de ruhlarını üzer.
    Aslolan fikirdir, mânâdır. Mevlâna, Konya'da bulduğu yüksek kültürlü bir ortamda, fikirlerini, devrin yüksek edebiyat dili olan farsça ile vermiş, eserler ortaya koymuştur. Hacı Bektas'in etrafında ise öz be öz Türkler, göçebe Türkmenler, daha doğrusu Anadolu halkı vardır. Onlara, onların anlayacağı "Türkçe" ile seslenmiştir. Bu sözler zamanında derlenip toparlanmadığı için de büyük eserleri yoktur. Hacı Bektas. bütün edebi gücüyle, hüneriyle eser yazsa bile bunu okuyup anlayacak çevresi yoktur. Bu bakımdan birisi halka, öteki aydına rehberlik etmiş ve birbirlerini tamamlamışlardır. Ama ne yapalım ki, vefatlarından sonra kurulan tarikatlar, onların yollarını ayırmış, birbirlerini kınar, birbirlerini kırar duruma düşmüşlerdir. Mânâ bir tarafa itilmiş. şekiller, kalıplar yerleşmiş, bu sefer de rekabetler başlamıştır.
    Yoksa devrinde Hacı Bektaş-ı Velî, Mevlâna'ya saygı duyan ve onun gerçek dostları arasında bulunan bir mürşiddir. Devrin mutasavvıfları arasında kutup yıldızı gibi parlayan Mevlâna'yı takdir etmektedir.
    Hacı Bektaş'ın halifesi Baba İshak'ın torunlarından Elvan Celebinin elimizdeki tek nüsha "Menakıbnâme" sinde Mevlâna şu sözlerle övülmektedir:
    Ol Celâl, ol kemal. İbn-i kemâl llnı-ü erıuar içinde bedr-i rnisal Rahmetullahi aleyhi Mevlâna Mahz-i gene i revan idi cana
    İste bu sevginin belgesi, işte bir örnek... Söz burada biter..
#15.02.2010 13:56 0 0 0
  • çççoookk tşk.
#27.02.2010 19:08 0 0 0