Kim unutabilir; mazinin tozlu sayfalarının, toprak yollarının, o sararmış kuru yapraklarının artık hayal olduğu o güzelim çocukluk günlerini?
Kim unutabilir, başımızda kavak yellerinin estiği ve her anı bir sevgilinin hayaliyle sarhoş geçen o ilk gençlik yıllarını kim, kim unutabilir ki?
Kaç ilkbahar yaşadık, cıvıl cıvıl sevgiliyle ilk buluşmanın, o tadına doyulmaz tarifsiz hazzıyla!
Kaç hazan mevsimi ayrılıkların, o ömür boyu bitmez tükenmez kahrolası, kanatan acısıyla!
Hepsi, ama hepsi; hicran dolu, ıpılık, hüzün yüklü, saf ve tertemiz duygularla ellerimizden su misali kayıp gitti.
Tutamadık
Şimdi; içi tıka basa anılarla yüklü, bir kara trenin eski, boyası dökülmüş, yorgun vagonlarını seyreder gibiyim hayal istasyonunda tek başıma
Yapayalnız!
Artık, ne o kırmızı şapkalı hareket memurları var, ne kondüktörler, ne telaşla sağa sola koşuşan yolcular, ne trenlerin o tiz çığlığı, ne iki yanı parlak sarı tunçlu, siyah meşin koşumlu paytonlar, ne sekiz köşeli kasketleriyle, kaç gündür tıraş yüzü görmemiş uykusuz paytoncular, ne de payton tekerleklerinin tıkırdayarak döndüğü o taş döşeli yollar
Hiçbiri, hiçbiri yok artık!
Şarkılar kaldı geriye yalnız.
" Rüzgâr söylüyor şimdi o yerlerde, bizim eski şarkımızı.." diyen; o hicran yüklü, o hüzün kokan o eski zaman şarkıları
Evet, sadece şarkılar.
Nice seneler efendim, mutlu anılarla eskiteceğiniz nice uzun senelere