Nurlar Tekrar Tekrar Olsun Diye...

Son güncelleme: 12.05.2007 09:24
  • noimage
    Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nurları telif etmekle kalmamış, onları tekrar tekrar okumuş, talebelerinin de tekrar tekrar okumalarını ve yazmalarını temin etmiştir. Risaleleri okuyan ve yazanları talebe olarak kabul etmiştir. Hattâ kendisiyle görüşmek isteyenleri, yine Külliyatı mütalâaya teşvik etmiştir: ''Benimle hakikat meşrebinde sohbet isteyen ve görüşmek isteyen adam hangi Risale'yi açsa benimle değil, hâdim-i Kur'an olan Üstadıyla görüşür ve hakaik-i imâniyeden zevkle bir ders alabilir.'' (Kastamonu Lâhikası)

    Bediüzzaman, tahkiki imanı elde etmenin yolunu da Nurları okumak olarak göstermiştir: ''Kat'i ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkiki yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur'dadır. Evet on beş sene yerine, on beş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, iman-ı tahkikiye isâl eder.'' (Kastamonu Lâhikası)

    Zübeyir Gündüzalp şöyle der: "Bir gün Emirdağ'da Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin birkaç hizmetkârıyla bir çınar ağacına gittik. Üstad çınar ağacına çıktı: Burası benim medresemdir. Ders okuyun.' dedi. Biz de okuduk ve iki-üç saat ders yaptık." (Son Şahitler)

    Bayram Yüksel, Üstad'ın şöyle ders verdiğini anlatmıştır: ''Risale-i Nur'un gıda ve taam hükmündeki hakikatlarından hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his hisselerini alabilir. Yoksa yalnız akıl cüz'î bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler. Risale-i Nurlar sair ilimler gibi okunmamalı. Çünkü ondaki imanı tahkiki ilimleri başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin azığı ve nurudur.'' (Son Şahitler)

    Bayram Yüksel, Bediüzzaman'ın 1953'teki Mesne-vi-i Nuriye'den yaptığı dersleri de şöyle anlatır: ''Çok güzel izah ediyordu. Âdeta 20 yaşındaki genç ve faal birisi gibi 5-6 saat derse devam ederdi. Okudukça gençleşiyordu. Bizler tahammül edemezdik. Sabah namazından sonra başlar, tâ öğle namazına kadar sürerdi. (...) Üstad bir gün; ''Evlâtlarım, bu ders yalnız bizi değil, bütün kâinatı alâkadar eden bir derstir. Bu dersi mele-i alânın sakinleri de dinliyorlar. Bu ders çok mühimdir.' dedi. Hakikaten bizlere de acayip bir şey oldu. Yine bir gün dersten sonra; 'Evlâtlarım, siz zannediyor musunuz ki, biz beş-altı kişi ders yapıyoruz. Biz bu dersimizle Anadolu'da binler ders yapan cemaatlerin arasına mânen giriyoruz, beraber ders yapıyoruz.' demişti. (...) Biz Üstadımızın yanında kaldı-ğımız uzun seneler, boş oturduğunu görmedik. Ya okur, ya tashih eder veya okutur dinlerdi. Hattâ son zamanlarda teybe Risale-i Nur okuyorduk. Üstadımız da dinliyordu. Üstadımız, ziyarete gelenlere: 'Yeni bir âlet çıkmış, Risale-i Nur hafızı, Risale-i Nur'u çok güzel okuyor.' diyor ve alıp dinlemeye teşvik ediyordu.Üstadımız bazen de diyordu ki: 'Bugün kaç sayfa okudunuz?' Biz de üç veya beş dediğimiz zaman; 'Ben 200 sayfa okudum. Hem benim kalemim yok, çok ağır yazıyorum. Hem de sizin gibi gazete gibi okuyup geçmiyorum. Ben mânâsını da anlayarak okuyorum. Hem de bakın ne kadar tashih ettim. Elhamdülillah ben bugün bu kadar okudum. Çok istifade ettim. Bugün imanım çok inkişaf etti.' derdi. Hayretler içinde bize gösteriyordu. 'Fesubhanallah bu eseri hiç görmemiş gibi istifade ettim!' derdi. 'Nasıl mübarek günlerde camilerde tecdid-i iman ederler; biz de Risale-i Nur'u okumakla tecdid-i iman ediyoruz." derdi. (Son Şahitler)

    Mustafa Ekmekçi diyor ki: ''Üstad'ın yanına vardığımızda çok hiddetliydi. Bize şöyle hitap etti: 'Niye şahsımı ziyarete geliyorsunuz? Benim yerime Risale-i Nur'u okuyunuz. Beni görünce bir istifadeniz oluyorsa, Risale-i Nur'u okursanız yüz istifadeniz olur.'' (Son Şahitler)

    Bizzat Nur Müellifi, Risaleleri okumaktan elde ettiği feyz ve bereketi şöyle dile getiriyor: ''Ben kendim, on değil, yüz değil, binler defa müteaddit tecrübelerimle kanaatim gelmiş ki; Sözler ve Kur'andan gelen Nurlar aklıma ders verdiği gibi kalbime de iman hali telkin ediyor, ruhuma iman zevki veriyor. Hattâ dünyevî işlerimde, keramet sahibi bir şeyhin bir müridi nasıl şeyhinden ihtiyaçlarına dair medet ve himmet bekliyor. Ben de Kur'an- Hakîm'in kerametli esrarından ihtiyaçlarımın hallini beklerken, ümit etmediğim ve ummadığım bir tarzda bana çok defa hasıl oluyor.'' (28. Mektup, 3. Mesele, 5. Nokta, Birinci misal)

    Bediüzzaman Hazretleri, Risalelerdeki tevafukların üzerinde önemle durmasının esas sebebinin, Risalelerin okunmalarını sağlamak olduğunu izah babında şunları diyor: ''Birincisi: Onuncu Söz'ün kıymeti tamamiyle takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususî belki elli defa mütalâa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim. Böyle bir Risale'yi bazıları bir defa okuyup, diğer ilmî risaleler gibi 'Yeter' der bırakır. Halbuki bu Risale ulum-u imaniyedendir. Her gün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi ilme her vakit ihtiyaç var. Bu Risaleye nazar-ı dikkati ehemmiyetle celb etmeyi ruhum arzu ediyordu. Lâkin elimden bir şey gelmezdi. Cenab-ı Hak merhametinden bir işaret verdi. O işaret ne kadar gizli ise, benim o ciddi arzuma mütabık geldiğinden çok ehemmiyetli görünüyor.

    İkincisi: Bilirsiniz uzak yerlerden bazı beş günlük yoldan, bir zat bizi görmek ve uhrevî bir istifade etmek için gelir. Halbuki vaziyetim birkaç saatten fazla onunla görüşmeyi müsaade etmiyor. Halbuki o misafire Risalelerin kıymetini göstermek, onu onlardan istifadeye sevk etmek, hem muhtaç olduğu kuvvet-i imana ve kuvve-i mâneviyeye yardım etmek için birkaç gün lâzım. Çünkü Risalelerdeki kuvvetli bürhanlara herkes yetişemiyor. Tamamıyla kavramıyor. Ruhum çok arzu ediyordu ki, kısa, hafif bir vesile elime geçip, bîçare misafirlerin zahmeti beyhude gitmesin. Fakat kerametim yok, elimden bir şey gelmez. Yalnız misafirlerin niyet ve ihlâsına itimat edip onların mükâfatını Rahmet-i İlahiye'ye havale ediyorum. İşte Cenab-ı Hak evvel İşaretü'l- İcaz'da sonra Onuncu Söz'de çabuk kanaat verecek ve Risalelere itimat ettirecek, bir eser-i inayet ihsan etti. Hakikaten benim için çok kolay oldu. Ben de çok rahat ettim ve çok zatlara az bir zamanda kuvve-i mâneviye ve Kur'an-ı Hakîm'in hakkaniyetine gözle görünecek emâreler gösteriyordum. Hattâ çok muannidlerin inadı kırıldı. Çok dinsizler de onunla imana geldiler.'' (Barla Lâhikası)

    Biliyoruz ki, ömür az, okunacak kitap çok. Onun için kitapların en mühim olanlarını öne almak, sonra da okumaya ciddi bir vakit ayırıp, onları mütalâa etmek gerekiyor. Bunun için okuma alışkanlığının kazanılması icab ediyor. Bunun en güzel yolu okumanın çocuklukta kazanıldırılmasıdır. Gerçekten Batı ülkelerinde, bilhassa bazı özel kreş ve anaokullarında bu mevzuda büyük ilerlemeler kat' edilmiş. Bu tecrübeler ülkemize de aktarılabilir. Ama belli bir yaşa gelenler için ciddi teşviklere, hattâ arkadaşları arasında yapılacak yarışmalara ihtiyaç var. Aslında böyle toplu gayretlerle okumayı zevk haline getirmek mümkün.
#27.04.2006 18:25 0 0 0
  • arkadaşım ellerine sağlık allah razı olusun
#27.04.2006 18:32 0 0 0
  • Onlardaki sabıra insanın aklı ermiyor gerçekten. O azim o istek, helal olsun. Paylaşımın için teşekkür ederim arkadaşım. ellerine sağlık
#28.04.2006 10:10 0 0 0
  • Emeğine sağlık arkadaşım Allah RAzı olsun
#28.04.2006 10:14 0 0 0
  • "Ülema-i İlm-i Kelâm'ın binler cild kitabları, akla ve mantığa istinaden te'lif edilip, yalnız o marifet-i imaniyenin bürhanlı ve aklî bir yolunu göstermişler. Ve ehl-i hakikatın yüzer kitabları keşfe, zevke istinaden o marifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişler. Fakat Kur'anın mu'cizekâr cadde-i kübrası, gösterdiği hakaik-i imaniye ve marifet-i kudsiye; o ülema ve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir. İşte Risale-i Nur bu câmi' ve küllî ve yüksek marifet caddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur'an aleyhine ve İslâmiyet ve insaniyet zararına ve adem âlemleri hesabına tahribatçı küllî cereyanlara karşı Kur'an ve iman namına mukabele ediyor, müdafaa ediyor." (Emirdağ Lahikası-1 sh:104)
                "Kırk elli sene evvel Eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve felsefiyede hareket ettiği için, hakikat-ül hakaike karşı ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser ehl-i tarîkat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi. Çünki aklı, fikri hikmet-i felsefiye ile bir derece yaralı idi; tedavi lâzımdı. &&&             Mevlâna Celaleddin (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) ve İmam-ı Gazalî (R.A.) gibi, akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için, her şeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp, lillahilhamd && yarım asra yakın o mesleği Risale-i Nur suretinde, fakat dâhilî nefs ve şeytanla mücadeleye bedel, hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalalette giden ehl-i felsefeye karşı Risale-i Nur, geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçti.             O Yeni Said'in münazarasıyla, nefis ve şeytanın tam mağlub edilmesi ve susturulması gibi, Risale-i Nur dahi yaralanmış talib-i hakikatı kısa bir zamanda tedavi ettiği gibi, ehl-i ilhad ve dalaleti de tam ilzam ve iskât ediyor .&& dâhilî nefis ve şeytanla mücadelesi, nefs-i emmarenin ve şeytan-ı cinnî ve insînin şübehatından tamamıyla kurtarıyor. Ve o malûmat ise, meşhudat hükmünde ve ilmelyakîn ise, aynelyakîn derecesinde bir itminan ve bir kanaat veriyor.             Risale-i Nur, hem enfüsî, hem ekseri cihetinde turuk-u cehriye gibi âfâkî ve haricî daireye bakıp marifetullaha geniş ve her yerde yol açmış. Âdeta Musa Aleyhisselâm'ın asâsı gibi nereye vurmuş ise su çıkarmış ...&             Hem Risale-i Nur, hükema ve ülemanın mesleğinde gitmeyip, Kur'an'ın bir i'caz-ı manevîsiyle, her şeyde bir pencere-i marifet açmış; bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur'an'a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlub olmayıp galebe etmiş." (Mesnevî-i Nuriye sh:9)             "Esrar-ı Kur'aniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasib bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi' bir nur ve dalalet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım. && Cenab-ı Hak şu zamanda, i'caz-ı Kur'anın manevî lemaatından olan malûm Sözler'i, şu dalalet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım." (Mektubat sh: 23)             "Risale-i Nurun bir hususiyeti de şudur ki: Diğer Mütekellimîne muhalif olarak ehl-i dalâletin menfiliklerini zikretmeden, yalnız müsbeti ders vererek, yara yapmaksızın tedavi etmesidir. Bu itibarla bu zamanda Risale-i Nur, vehim ve vesveseleri mahvediyor, akla gelen sualleri, istifhamları; nefsi ilzam, kalbi ikna ederek cevaplandırıyor. Risale-i Nur; hem aklı, hem kalbi tenvir eder, nurlandırır; hem nefsi musahhar eder. Bunun içindir ki; yalnız akılla giden ehl-i mektep ve ehl-i felsefe, ve kalb yoluyla giden ehl-i tasavvuf, Risale-i Nura sarılıyorlar. Ve ehl-i mekteb ve felsefe anlıyorlar ki, hakiki münevverlik; akıl ve kalp nurunun mezciyle kabildir. Yalnız akılla gitmek, aklı göze indiriyor. Bu hal ise, bir kanadı kırık olanın mahkûm olduğu sukutu netice veriyor. İhlâslı, hâlis ehl-i tasavvuf idrak ediyor ki, demek zaman eski zaman değildir; böyle bir zamanda, hem kalb ile, hem akıl ile bizi hakikat yolunda götürecek ve hakikata vâsıl edecek Kur'ânî bir yol lâzımdır ki, biz zülcenaheyn olabilelim. İntibaha gelmiş olan ehl-i medrese vâkıf oluyorlar ki; eski zamanda medrese usulü ile onbeş senede elde edilebilen imanî ve İslâmî netice bu zamanda, Risale-i Nur'la onbeş haftada elde edilebiliyor. Üstadımız buyuruyorlar ki: "Bir sene Risale-i Nur derslerini anlayarak ve kabul ederek okuyan kimse, bu zamanın mühim ve hakikatlı bir âlimi olabilir." (Tarihçe-i Hayat sh:695)             "Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lâkayd kalmak, elbette kâr-ı akıl değil...             İşte otuzüç aded Sözler, böyle Kur'anî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar." (Mektubat sh:23)             "Risale-i Nur, yalnız bir cüz'î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal'ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bahusus avam-ı mü'minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılması ile bozulmağa yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur'an'ın i'cazıyla ve geniş yaralarını Kur'anın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor. && Bu zamanda Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın i'caz-ı manevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır." (Şualar sh:179)             "Asrımızın efkârının anlayışına ve idrakine hitab edici mahiyeti ve Kur'an-ı Hakîm'in bu zamanın fehmine bir dersi olması noktasından Nur Risaleleri, bilhassa bu memlekette büyük ehemmiyet kazanmıştır. Asırlarca Kur'an'a bayraktarlık yapan ve dünyayı diyanetiyle ışıklandıran bu necib millet, yine dünyaya örnek, ahlâk ve fazilette üstad olarak insanlığın geçirdiği müdhiş buhranlardan halas için çare-i necatı göstermektedir. Beşeriyeti dehşetli sadmelere uğratan, tehdid eden anarşiliğin, ifsad ve tahribin yegâne çaresi ancak ve ancak İlahî, semavî bir dinin ezelî ve ebedî hakikatlarıdır, hakikat-i İslâmiyettir. Risale-i Nur, hakikat-i İslâmiye ve Kur'aniyeyi müsbet ve müdellel bir şekilde insanlığın nazar-ı tahkikine arz ve ifade etmektedir." (Emirdağ Lâhikası-1 sh: 8)               Risale-i Nur'u bir mürşidin irşadını alırcasına dikkatli, devamlı ve teslimiyetle okumak veya dinlemek, Risale-i Nur'un değişmez bir düsturu ve Nur tahsilinin temelidir. Ancak ani bir ihtiyac karşısında, o ihtiyaca cevap veren parçaları okumak ve takdim etmek veya bir yerde icmali olan bir mes'eleyi yine Risale-i Nur'la izah etmek için Külliyatta geçen diğer yerleri bulmak veya bazı mes'eleleri müvazeneli anlayabilmek için o mes'elenin müteferrik parçalarını aynı zamanda görüp okumak gibi hususlarda böyle bir programa ihtiyaç hissedilmiştir.
#28.04.2006 10:26 0 0 0
  • üstadın hayatını her okuduğumda gözlerimdeki yaşlar sellere döner adeta.o sadece imanın kurtulması için savaşan bir büyük zattı.sizlere bir kitap önermek istiyorum arkadaşlar.ve bence hayata bakış açınız değişecek her satırını okuduğunuzda.yazarı vehbi vakkasoğlu kitabın ismi ise BAŞKASININ GÜNAHINA AĞLAYAN ADAM.selam ve dua ile
#28.04.2006 10:45 0 0 0
  • Rabbim Cumlemizden Razi Olsun Arkadaslar Amin

    Sahabeler abla onerdiginiz kitap icin tesekkur ediyorum...

    Selam ve dua ile
#28.04.2006 12:34 0 0 0
  • Paylasimin ve emegin icin ALLAH (c.c) razi olur insallah cok guzel aglayarak okudum
#28.04.2006 12:41 0 0 0
  • SAİD NUR VE TALEBELERİ


    Bahtiyar bir ihtiyar var. Etrafı, sekiz yaşından seksen yaşına kadar bütün nesiller tarafından sarılmış. Yaşlar ayrı, başlar ayrı, işler ayrı, Fakat bu ayrılıkta gayrılık yok! Hepsi bir şeye inanmış, Allaha!.. Âlemlerin Rabbı olan Allaha, Onun ulu Peygamberine.. Onun büyük kitabına.. Kur'ân henüz yeni nâzil olmuş gibi, herkes aradığını bulmuş gibi bir hal var onlarda. Said Nur ve talebelerini seyrederken, insan kendini âdeta Asr-ı Saadette hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz bir şeye bağlanmak, her yerde hâzır, nâzır olana, âlemlerin yaratıcısına bağlanmak, o yolda yürümek, o yolun kara sevdalısı olmak Evet!.. Ne büyük saadet!
    Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar. Gün görmüş bir ihtiyar. Üç devir; Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet. Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış! Yalnız bir adam var. O ayakta Şark yaylâlarından, Güneşin doğduğu yerden İstanbul'a kadar gelen bir adam. İmanı, sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı imanlı bağrını siper etmiş. Allah! demiş. Peygamber demiş, başka bir şey dememiş. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş Kayalar gibi çetin, müdhiş bir irade Şimşekler gibi bir zekâ İşte Said Nur!.. Divan-ı harbler, mahkemeler, ihtilâller, inkılâblar... Onun için kurulan idam sehpaları... Sürgünler... Bu müdhiş adamı, bu mâneviyat adamını yolundan çevirememiş! O, bunlara îmanından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş. Kur'ân-ı Kerîm'de "İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz" (Âl-i İmran sûresi âyet 139) buyuruluyor. Bu Allah kelâmı, sanki Said Nur'da tecelli etmiş!
    Mahkemelerdeki müdafaalarını okuduk. Bu müdafaalar bir nefs müdafaası değildir; büyük bir dâvânın müdafaasıdır. Celâdet, cesaret, zekâ eseri, şaheseri.
    Niçin Sokrat bu kadar büyüktür? Bir fikir uğruna hayatı hakîr gördüğü için değil mi? Said Nur en az bir Sokrat'tır; fakat İslâm düşmanları tarafından bir mürteci, bir softa diye takdim olundu. Onlara göre büyük olabilmek için ecnebi olmak gerek. O, mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Mahkûmken bile hükmediyordu. O hapishanelerden hapishanelere atıldı. Hapishaneler, zindanlar onun sayesinde Medrese-i Yûsufiye oldu. Said Nur zindanları nur, gönülleri nur eyledi. Nice azılı katiller, nice nizam ve ırz düşmanları, bu îman âbidesinin karşısında eridiler; sanki yeniden yaratıldılar. Hepsi halim selim mü'minler haline, hayırlı vatandaşlar haline geldiler& Sizin hangi mektebleriniz, hangi terbiye sistemleriniz bunu yapabildi, yapabilir?
    Onu diyar diyar sürdüler. Her sürgün yeri, onun öz vatanı oldu. Nereye gitse, nereye sürülse, etrafı saf, temiz mü'minler tarafından sarılıyordu. Kanunlar, yasaklar, polisler, jandarmalar, kalın hapishane duvarları, onu mü'min kardeşlerinden bir an bile ayıramadı. Büyük mürşidin, talebeleriyle arasına yığılan bu maddî kesafetler; din, aşk, îman sayesinde letafetler haline geldiler. Kör kuvvetin, ölü maddenin bu tahdid ve tehdidleri, ruh âleminin ummanlarında büyük dalgalar meydana getirdi. Bu dalgalar, köy odalarından başlayarak, yer yer her tarafı sardı; üniversitelerin kapılarına kadar dayandı.
    Yıllardır mukaddesatları çiğnenmiş vatan çocukları, mahvedilen nesiller, îmana susayanlar; onun yoluna, onun nuruna koştular. Üstadın Nur risaleleri elden ele, dilden dile, ilden ile ulaştı, dolaştı. Genç-ihtiyar, cahil-münevver sekizinden seksenine kadar herkes ondan bir şey aldı, onun nuruyla nurlandı. Her talebe, bir makine, bir matbaa oldu. İman, tekniğe meydan okudu. Nur risaleleri binlerce defa yazıldı, teksir edildi.
    Gözlerinin nuru sönmüş, iç âlemlerinin ışığı sönmüş, harabeye dönmüş olan körler; bu nurdan, bu ışıktan korktular. Bu aziz adamı, dillerden hiç eksik etmedikleri "İnkılâba-lâikliğe aykırı hareket ediyor" diye, tekrar tekrar mahkemeye verdiler; tekrar tekrar hapishanelere attılar. Kaç kerre zehirlemek istediler. Ona zehirler, panzehir oldu. Zindanlar dershane... Onun nuru, Kur'ânın nuru, Allahın nuru vatan sınırlarını da aştı. Bütün Âlem-i İslâmı dolaştı. Şimdi Türkiye'de, her teşekkülün, vatanını seven herkesin, önünde hürmetle durması lâzım gelen bir kuvvet vardır: Said Nur ve Talebeleri. Bunların derneği yoktur, lokali yoktur, yeri yoktur, yurdu yoktur, partisi, patırtısı nutku, alâyişi, nümayişi yoktur. Bu, bilinmezlerin, ermişlerin, kendini büyük bir dâvâya vermişlerin şuurlu, îmanlı, inanlı kalabalığıdır.
    O. Yüksek Serdengeçti--------------------------------------------------------------------------------
#29.04.2006 09:20 0 0 0
  • Allah razı olsun
#12.05.2007 09:24 0 0 0