Nazan Bekiroğlu yazıları - Yıldızname - Nazan Bekiroğlu Yıldızname - Nazan Bekiroğlu Sözleri
Bir yıldızname çıkartmaya heves etse de, iş yerindeki odası gibi evinin en geniş pencereleri de hep o aynı yöne bakan birinin talihine kuzey göğünden bir parsel düşer sadece.
Çatısız gökyüzünün harita zenginliğine mukabil ne yoksulluk! Yabancı göklere sefer etmeyi göze alamayanın, gecenin en karanlık anında parlayan yıldızı görme şansı yok besbelli. Oysa eski kültürlerin başı üstünde duran yıldızbilim, sağlamlığını, ilk astronomlar sayılması gereken rahiplerin asırlar boyunca titizlikle tuttuğu yıldız defterlerine borçluydu.
İlk insanlar gözlerini göğe dikeli beri yıldızlara bakmak kanımızda var. Gizemli ve görkemli zigguratlar gözlem evleriydi aynı zamanda. Kendisine hayat veren ırmağın bir eşinin de gökte aktığını varsayan Eski Mısır, gökyüzü ile yeryüzü arasında güçlü bağlar kurmayı seviyordu ve çölün genişliğinde bakılacak en uygun yer de gökyüzüydü. Gece göklerinin parıltılarına ilişkin bilgileri ziyadeydi bu yüzden. Mısırlı rahipler seyyare ve yıldızları birbirinden ayırabiliyor, pek çok yıldızı ayrıntıyla betimliyorlardı. Ama gök cisimlerinin arasında hiçbirisine, Sotis olarak adlandırdıkları Sirius'a verdikleri değerden daha fazlasını vermediler. Çünkü Sirius, gökyüzünde Güneş'ten ve Ay'dan sonra tanıdıkları en parlak cisimdi ve yıl ona göre tanzim ediliyordu. Üstelik Sirius yıldızının gökte parladığı ilk an, Nil'in taşkınını haber veren ilk dalganın uğultusuyla da aynı zamana denk düşüyordu. Her yıl haziran ayının 19′uncu şafağında, bir yıldız, güneşle aynı hizada durduğunda, üstelik onun ışığında silinip yok olmadığında, Nil de taşma mevsimine giriyordu. İşte o zaman nehir vadisi gibi çölün de bir kısmını üzerinden gemilerle geçilen bir denize çevirecek ilk dalganın uğultusunu beklemek kalıyordu insanlara sadece.
Bir tanrılar kalabalığının ortasında, Mutlak olanın akıl yoluyla da bulunabileceğini insanlığa öğreten Hz. İbrahim'in gördüğü yıldız Sirius muydu acaba? Onun arayışlarına bir cevap vehmettiren bu yıldızın çok parlak olması gerek. Ama gök semada çokça ışık salmaya başlayan bu yıldızcık önce dolunayın sonra da muhteşem bir güneşin ışığında görünmez olmuştu. Ne kadar parlak olsa da yıldızın kaderi batmak. Öyleyse, "Lâ uhıbbül âfilin", batıp gidenleri sevmem. Batması olan batıp gittikten sonra görmüş olmalı batıp gitmesi olmayanı. Dünyanın gecesine erdim batıp gidenle, doğsun artık doğacak olan, dediğinde bulmuş olmalı batıp gitmesi olmayanı. Değil mi ki İbrahim "Yıldızlara şöyle bir baktı", 37/88.
Batışı gibi doğuşuyla da haber taşır yıldız. Dakik hesaplara dayanarak şu zamanda, şu yörüngede, şu saatte insan gözünün o vakte değin görmediği bir yıldızın doğacak olduğunu hesaplamak muhteşem bir haberi vermektir. Ama asıl haber o yıldızın görünmesidir. "Beytlehem Yıldızı". Hz. İsa'nın doğduğu yeri, o ücrayı, o samanlığı arayan müneccim krallara yol gösteren şark yıldızı. Yıldız haritalarını okumayı bilen müneccim krallar, doğuda parlamaya başlayan alışılmadık bir yıldızın ardı sıra yola çıkmışlardır bile. Müneccimdir onlar, yıldızların dilinden anlarlar. Bilirler ki: Bu bir peygamberdir.
Yıldızlardan talih okumak insanlık kadar eski ve eski zamanlarda yerde ne varsa hepsinin düğümü göklerin seyyareleri ile yıldızlarında. Eski kültürde, dünyayı saran gökyüzünü üst üste dokuz kat olarak sıralayan göksel tasavvur, bu katların her birini felek olarak adlandırırdı ve ilk yedi felekte seyyarelerin, 8. felekte de yıldızların durduğunu var sayardı. Bu şema, bir yandan yıldızların bize olan tarifsiz uzaklığını diğer yandan da insan cinsinin 8. feleğe olan mecburi yakınlığını imler. Çünkü bütün yıldızlar gibi, her insanın, onunla aynı anda doğan talih yıldızı da bu kattadır. Bu ilgiyle felek eski kültürde talih anlamına da gelmektedir ve insanlığın lügatinde genellikle de ters gider, kötülük unsuru taşır. Neticede her insanın gökte bir yıldızı. O parlaksa biz de parlak. O siyahsa biz baştankara. O yalnızsa biz yapayalnız. Fazla söze ne hacet, ez-cümle: