Bilgiden Bilim Sosyolojisine

Son güncelleme: 13.02.2011 00:44
  • bilim sosyolojisi - bilim ve toplum - bilgi sosyolojisi - bilgi kültürü - aristokrat bilimi geometriYrd. Doç. Dr. Ö.Faruk NOYAN


    1940'lara doğru oluşmaya başlayan bilim sosyolojisi, bilimleri (sosyal bilimler ve özellikle sosyoloji dahil olmak üzere) sosyal realiteleri oluşturan önemli faktörler olarak incelemeyi esas alır. Bu basit tanım bilim sosyolojisini bilim tarihi ve bilim felsefesi gibi yakın disiplinlerden net olarak ayırır. Fakat bilim sosyolojisine farklı manalar da verilebilmektedir:

    1) Bilim sosyolojisi, belli kurumlardaki bilim adamlarının özel durumlara göre işbirliği yapan veya rekabet eden sosyal aktörler olarak yaptıkları faaliyetleri içine alır. Mesela bir deprem felaketinden sonra toplumun barınmayla ilgili tercihlerinde -ki bunların içtimai hayattaki münasebetlerde belirleyici ve güçlü bir rolü vardır- bilim damlarının bir kamu kurumu projesinde rol alarak, daha emniyetli belli tip yerleşim mekanları geliştirmeye çalışması gibi.

    2) Bilim sosyolojisi, bilim adamlarıyla bütün bir toplumun münasebetidir. Mesela, bilim adamının oturduğu muhitin büyüklüğü, onun buradaki faaliyetleri, ailesi ve yakınlarıyla görüşme sıklığı, işine gidip gelme ve alış-veriş şekli, halk kitleleriyle interaktif bir münasebete girmesi gibi. Paris'in merkezindeki bir üniversitede çalışan fakat şehre elli kilometre uzaklıktaki küçük bir yerleşim merkezinde oturan bir bilim adamının durumunu düşünelim. Bu kişi ekmeği evinin yakınındaki fırından alır ve bu sırada fırıncıyla ayaküstü sohbet eder. Aynı sokaktaki kuru temizlemeciyi ve gazete bayiini iyi tanır. Hatta diğer alışverişlerini oradaki tek süpermarketten yaptığı için kasiyerlerle bile belli bir tanışıklığı vardır, işine gidip gelirken banliyö trenini ve metroyu kullanır. Bu arada çeşitli yaş, ırk, din ve meslek grubundan insanlarla birarada bulunur. Onlar üzerinde gözlemler yapar, konuşmalarına şahit olur. Fransa'nın Pasifik'teki nükleer denemeleri, insan genomu projesi, içişleri bakanlığının mülteciler politikasıyla ilgili olarak sokaktaki insanın neler düşündüğü hakkında belli kanaatlere sahip olur. Mahalli kilisenin idare kurulu üyesi olduğu için haftada iki akşamını ve her pazar gününün belli bir kısmını o bölgedeki insanlarla birlikte geçirir.

    Kalabalık şehir merkezinde oturan, işine otomobille gidip gelen, dev marketlerden alışveriş yapan birçok meslektaşının durumu ise daha farklıdır. Alkollü içki üreten fabrikada çalışan bir bilim adamının medya gibi popüler bilim araçları yoluyla alkolün insan sağlığı için faydalı olduğunu ileri sürmesi, buna karşılık tıp fakültesinden bir bilim adamının bunun tam tersini söylemesi de bilim adamı-toplum münasebetine verilebilecek bir örnektir. Bir bilim adamının toplumun nabzını tutması, toplumla özel veya mesleki ilişkiler geliştirmesi onun faaliyetlerinin, dolayısıyla sosyal realitelerin şekillenmesinde önemli rol oynar.
    3) Bilim sosyolojisi, (sosyolojik analize tabi tutulmak istenen) kendi muhteva ve yapısı içinde bilimsel bilgilerin bizzat kendisidir. Mesela şehir kanalizasyon şebekesinden içme suyu hatlarına sızıntı olması sonucu başgösteren bulaşıcı hastalıklarla ilgili ilmi açıklamaların değerlendirilmesi veya şehir atmosferindeki kirlilik sebepleriyle ilgili bilimsel bilgilere dair yürütülen tartışmalar gibi yahut füzyon enerjisi veya doğal-gazla ilgili deneylerin ve neticelerin insan için ne anlam ifade ettiği gibi.
    E. Durkheim, M. Weber, M. Scheler, K. Mannheim, P.A. Sorokin gibi isimler bilimin insanlığa kazandırdığı bilgilere mutlak ve evrensel kesinlik niteliği verirken, diğer bilgi tiplerinin ve sosyal aktörlerin özellikle estetik, etik, politik veya dini konulardaki görüşlerinin, onların toplumdaki konumları tarafından belirlendiği düşüncesini savunmuşlardır. Yani bilimsel bilgilerle; estetik, etik, politik veya dini bilgiler arasında bir ayırım yapmışlardır. Buna karşılık Kari Popper, bilimsel araştırmalarda metafiziki paradigmaların da (mesela yaratılış gibi) kullanılabileceğini ileri sürerek, alışılagelmiş pozitivist bilim anlayışının karşısına çok mühim bir metot ve bakış açısı teklifi getirmiştir.

    Bilim, toplumu ne kadar ilgilendiriyor?
    Merton ise "bilimin normatif yapısı" kavramında, bilimin topluma kabul edilebilir bir şekilde girdiğine dair temeller bulur. Bu kavrama göre, bilimlerin konusu ve gayesi toplumun değer hükümleri tarafından teşkil edilmekte ve neticede bu konu ve hedefler bilimsel normları ve kuralları üretmektedir. Bilim sosyolojisi de esas olarak, bu ideal normlar karşısında bilim adamlarının gerçek ve müşahhas davranışlarında farklılaşmanın yolaçtığı fonksiyon bozukluklarını konu edinir. Mesela bir toplumdaki genel kabul gören değer hükümlerine göre kürtaj ahlaki bir iş değildir, bu yüzden kürtaj yapma durumuna gelmeden önce vicdanlarla ve değer hükümleriyle çelişmeyen, tıbbi açıdan da sakıncası en az olan korunma metotları geliştirilmelidir, işte bu düşünce o toplumda tıbbın önemli bir konusu ve gayesi haline gelebilir. Buna yönelik çalışmalar yapılırken tıbbın bazı bilimsel norm ve kuralları bu tabii süreç içerisinde şekillenir. Fakat bu ideal normlar karşısında bilim adamları -neticede birer insan olarak- farklı davranışlarda bulunabilirler. Bu ise bir fonksiyon bozukluğudur ve bilim sosyolojisinin faaliyet alanına girmektedir.
    Başlangıçta statik olan Merton'un bu sistemi öncelik prensibiyle birlikte dinamik bir hal almıştır: buna göre bir araştırmacıya olan güven ancak öncelikle onun tanıtmak durumunda olduğu keşif veya yeniliklerle ortaya çıkar. Popper'a göre ise bilimsel bilgilerin gelişmesi, ileri sürülen öneri veya teorilerin geçerliliğinin (veya akla uygunluğunun) değil, bunların hatalı olduklarının gösterilmesine dayanır (falsifikasyon). Bilim, Popper'a göre, esas olarak eleştirel ve ferdi bir aktivi-tedir. Daha sonra Kuhn, Merton'un analizine yeni faktörler getirmiş ve tarihe dayanan analizler yapmıştır. Kuhn, "normal bilim" olarak adlandırdığı dönemler sırasında bilimin "paradigmalar" tarafından kolektif ve dogmatik şekilde iletildiği görüşündedir. Paradigmalar ise, belli bir bilim camiası tarafından kabul edilmiş olan organize haldeki teori ve bilgiler bütünüdür. Mesela evrim teorisi, canlılar aleminde türden türe geçişler şeklinde bir evrim olduğu paradigmasına dayanmaktadır. Paradigma artan sayıda bilmeceyi çözmeye elverişli gözükmediğinde, "bilim devrimi" devreye girer. Beraberlik sunan iki kavram durumundaki paradigma ve bilim camjası sosyolojik çalışmaları önemli ölçüde zenginleştirir. Aslında bilgiler (veya paradigmalar) benzer bilim grupları tarafından somutlaştırılmış bir lokal tesire (menzi-le) sahiptirler. Buna karşılık, bu grupların iç uyum ve bütünlüğü de paradigmalar üzerine oturur.
    1970'lere gelindiğinde yeni bir akım gelişmeye başlamıştır: bilimsel bilgilerin sosyolojisi. Analizlerini ilmi bilgileri incelemeye kadar genişleten bu yaklaşım şu postülaya dayanmaktadır: bilime ait olgular, tabiatın gözlenmesinin değil, bir sosyal yapı inşasının sonucunda ortaya çıkarlar. D. Bloor tarafından geliştirilen bu temel kabul bilimsel bilgiyi mutlak ve evrensel olmaktan çıkartıp neredeyse tamamen sosyal bir olgu durumuna sokmaktadır ki, oldukça cüretkardır ve bilimin objektifliği tartışmalarına yeni boyutlar getirmektedir. Bilimsel bilgi sosyologları Bloor'un bu programını tamamıyla kabul etmemekle birlikte, şu noktalarda hemfikirdirler:
    1.Bilimi, mantıkçıların ve bizzat bilim adamlarının rasyonelleştirmelerinin ötesinde, kendi gündelikliği içinde "meydana geldiği şekliyle" incelemek kaygısı;
    2.Bilimi kutsallığından çıkarmak ve toplumu anlamada bir muhakeme ve tartışma yolu olarak inceleme arzusu;
    3. Bilimsel bilgilerin bile, sebepler açısından sosyolojik bir analize duyarlı olduğunu göstermek arzusu.
    Bu endişeler, ilmi tartışmaların ve sosyal etkileşim sürecinin incelenmesinde yenilikler getirmiştir. Böylece, bilim felsefecilerinin ve mantıkçılarının o güne kadar olan egemen nüfuzuna karşı, daha az kesin, daha az rasyonel ve alışılagelenden farklı olarak, sosyal yapıda daha tesirli bilgiler olma iddiasındaki önerme ve ifadelerin ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur. Bu durum ise öncelikle bilgiyi, sosyal ilgileriyle birlikte incelemeyi gerekli kılmaktadır.

    Bilgi sosyolojisi
    "Farklı bilgi tipleriyle, bunların geliştiği sosyal çevreler arasındaki fonksiyonel münasebetleri incelemek," "bilgi sos-yolojisi'nin en genel tariflerinden biridir. Burada temel düşünce şu şekilde özetlenebilir: bütün zihni faaliyetlerin (ampirik, teolojik, felsefi, bilimsel vs.) sosyal bir mevcudiyeti vardır. Kognitif (idrak ve kavramaya ait) bilimler bilgi ve bilginin süreçleriyle ilgilenen bilimlerin tamamıdır: psikoloji, linguistik (dilbilime ait), nörobiyoloji, mantık, enformatik. İşte burada çeşitli toplumların niçin bir başkasından ziyade belli tip bilgileri üretip değerlendirdiği sorusu gündeme gelmektedir.

    Sanat gibi bir kültür ürünü: bilgi
    Bir yandan bazı kültürel, ekonomik ve politik şartlar, bazı araştırma alanlarını ve bazı metotları teşvik etmiş, gelişmesine katkıda bulunmuş, diğer yandan, bilginin tekamül sürecinin, her zaman hemen görülebilir olmasa da, sosyal hayatın çeşitli sektörlerinde çok çeşitli tesirleri olmuştur.
    "İptidai" olarak adlandırılan toplumların zihni işleyişleri sosyolojik şemalara göre açıklanmaktadır. Yani, bu toplumların "bilgileri" belli bir sosyokültürel gerçekliğin (tıpkı sanat veya din gibi) hususi bir ifadesi olarak kabul edilmektedir: Kuzey ve Güney Amerika yerlileri gibi. Bu tip bir değerlendirme diğer toplumlara da uygulanabilir. Mesela antik Yunan'da el işinin itibar görmemesi bilgi kavramını saf düşünce yoğunlaşması olarak teşvik etmiştir ("teori" kelimesi Yunanca'da "saf düşünce yoğunlaşması" manasına gelmektedir). Üst tabaka Yunan vatandaşları felsefeyle, hükümet işleriyle, matematikle ve fiziki güç gerektirmeyen diğer işlerle uğraşan teorisyen-lerdi; bunlar ticaret ve teknolojiyle ilgilenmiyorlardı. Düşünmeye, ruh dünyasına yönelik iç gözleme ve entelektüel buluşlara verdikleri önem eşi görülmedik ölçüde büyüktü. Mekanik teknolojide çok önemli icatlar yapmalarına rağmen bunu ön plana çıkarmaktan kaçınıyorlardı. Mesela Archimedes bileşik makaraları, hidrolik vidaları, büyüteci ve çeşitli savaş makinelerini icat etmiş, fakat Yunanlıların statü sistemine bağlılığını korumuş ve buluşlarının yalnızca entelektüel alıştırmalar olarak kalmasında ısrar etmişti. Hatta bir keresinde, tasarlamış olduğu savaş makinelerinin önemini halkın önünde inkar etmişti, çünkü alet yapan birisi olarak tanınmak istemiyordu. Aynı şekilde, Ortaçağ toplumlarının, kendilerine has karakterleri ve siyasi yapıları da gözönüne alındığında, teolojik kaygıların ve Kitab-ı Mukaddes'e atıfların hakim olduğu "bilgiler" üretmiş olması oldukça normaldir. Bizzat "modern bilim"in doğuşu bile uygun sosyal şartlar gerektirmiştir.
    Bilginin yapısı ve hiyerarşisi ekonomik, politik ve kültürel ihtiyaçların, ayrıca mevcut tekniklerin ve zihni faaliyetlerin bir fonksiyonu olarak tekamül etmektedir. Bazı bilgiler belli bir dönemde hakim ve esas durumundayken, diğer bazıları ikinci derecelerde, paralel veya marjinaldirler. Bilgi sosyolojisinin ideal görevi bilginin çeşitli faydalarını, şu veya bu şekilde zihni faaliyetlerle ilgili bütün yeniliklerin sebep ve sonuçlarını açıklama imkanı veren tamamen genel bir teorik çerçeve sunmaktır. ABD veya Fransa gibi bir sanayi toplumunda bile, oldukça heterojen ve büyük bir bilgi yığınının birarada varolduğu görülmektedir: astroloji, astronomi, resmi tıp, alternatif tıp, ekoloji, moleküler biyoloji, teoloji, tanecik fiziği, grafoloji (yazı şekli analizi), spiritizma, enformatik, psikanaliz, malzeme direnci, felsefe, ekonomi-politik vs. Bu çeşitliliğin sosyokültürel sebeplerini açıklamak kolay değildir. Kendinden emin bazı "rasyonalistler" durumu iki kelimeyle özetleyeceklerdir: bir yanda gerçek bilimler vardır (fizik, kimya, biyoloji gibi), diğer yanda hurafeler, efsane ürünleri... Fakat "bilgi sosyolojisi" açısından, bu tür bir yaklaşım tarzı temel olguların izahından kaçmak olur. Otantik (saf ve gerçek şekliyle kalmış) bilgi ile otantik olmayan bilgiyi ayırt etmek için mutlak ve nötr kriterlerin varlığı kesin değildir; dahası, modern ve metodik anlamdaki "bilimler" açısından bile, sosyal problemler ortaya çıkmaktadır. Gerek sansasyona açık olma, gerekse karıştırıla-bilme özelliğinden dolayı ekolojiyi (ve ekolojizmi) bir yana bırakalım; moleküler biyoloji ve enformatiği ele alalım. Mesela, moleküler biyolojiye çok büyük bir bütçe (buna karşılık "tabiat tarihine" çok daha az bir pay) ayrılmasına yolaçan husus, sadece epistemolojik kriterler midir? Şüphesiz bunda sosyal sebepler de rol oynamaktadır. Benzer sorular beşeri bilimler açısından da sorulabilir: Türkiye'de olduğu gibi Batı'da da, "teknokrat" seçkinlerin yetişme sürecinde bir disiplin olarak "tarih" çok küçük (hatta sıfır) bir yer işgal etmektedir. Acaba analitik "tarih" etüdlerinin istenmeyen tartışmalara veya karanlık bırakılmış bazı dönemlerin aydınlanmasına yolaçma-sından mı korkulmaktadır? Evrim teorisi veya kuantum fiziği, etnoloji veya ekonometrik modeller, genetik veya zeka katsayısı (IQ) hakkında durmaksızın devam eden tartışmalar bize şunu hatırlatıyor: bilimsel bilgilerin statüsü ve anlamı üzerinde yapılacak çok küçük bir fikir jimnastiği bile, en azından üstü kapalı şekilde "bilgi sosyolojisi"ne başvurmayı gerektirmektedir. Yanlış anlamaya meydan vermemek için daha açık ifade edelim: bilgi sosyolojisinin temel gayesi bütün ilmi akıl yürütmeleri ve teorileri en küçük detaylarına varıncaya kadar "sosyal faktörlerle açıklamak değildir. Her şeyden önce maksat bilginin işlerliğini tarihi ve global olarak anlamaktır.

    Bilgi sosyolojisi tehlikeli mi?
    Bilgi sosyolojisi araştırmaları kurum ve metot açısından henüz çok dağınık gözükmekte olup, sosyologlardan, etnologlardan, tarihçilerden veya filozoflardan kaynaklanmalarına göre, bazen birbirinden çok uzak özellikler taşırlar.
    Kısmen bilgi sosyolojisine duyulan güvensizlikle açıklanabilecek bu durum, her şeyden önce, potansiyel olarak tehlikeli gözükmektedir; çünkü genel olarak zihni faaliyetlerin, özel olarak da b/7/min sosyal yönlerini ortaya koymakta ve böylece bilimin değerini izafileştirme, yani bilimin önem, değer ve gücünü saf olarak kendi muhtevasına değil de sosyal tesirlere bağlama riski taşımaktadır. Burada herkes tarafından kabul edilebilir bir dengenin kurulması kolay gözükmüyor. Diğer yandan her toplum kendi "egemen bilgisi"nin başarısını korumaya çalışmakta; bilgi sosyolojisi de özellikle Batı'da otoritelerin karanlıkta bırakmayı tercih ettikleri (mesela bilim adamları ile sanayiciler arasındaki) "fonksiyonel ilişkileri günyüzüne çıkarmaktadır. Birçok bilim tarihçisi ise, teorilerin dikkatli şekilde incelenmesi yerine sosyolojikleştirici yorumların yapılmasından ve bilimsel araştırmalara basitmiş gibi bir görüntü verilmesinden korkuyorlar. Fakat "bilim sosyolojisi"nin statüsündeki belirsizliklerin şüphesiz teorik seviyede sebepleri de vardır. Gerçekten, bütün bilgilerin -dolayısıyla diğer bütün bilimlerin- işleyişini objektif olarak inceleyen bir disiplin tahayyül etmek kolay değil. Fizikte ve özellikle biyolojide bile çok derin felsefi sorular ortaya çıkıyor. Bu durumda böyle bir "sosyoloji" hem açık, hem sağlam, hem de evrensel olarak kabul edilebilir temeller üzerine nasıl kurulur? "Yorum"a ayrılan kısım çok büyük olmakta, teorisyenlerin felsefi veya siyasi kanaatleri de bu tip derin sorulara çok çabuk müdahalede bulunmaktadırlar. Örneğin Comte ve Marx, kendi "bilgi sosyolojilerini sosyo-politik projeleri çerçevesinde anlamışlardır. Bu alanda araştırmacılar, kendilerinin diğer bilimleri incelerken çok sık ilgilendikleri kültürel tesirlere, içtimai baskılara ve "şartlandırmalar"a daha fazla maruz kalmışlardır.
    Şu halde "bilgi sosyolojisi", bilimin ulaşılması zor bir idealini ifade ediyor. Dolayısıyla, tam bir tarif getirmek pratik olarak imkansız görülüyor. Buna rağmen, bu disiplinin yaklaşımda bulunduğu problemler sadece teorik planda değil, pratikte de önemli ve ayrıca acildir. Böylece bilgi sosyolojisi, bizi bilgilerin gelişimi sırasında rol alan herşeyi farketmeye zorluyor. Bu düşünme işini nasıl yapacağız?

    Eski Yunan'dan bir örnek

    Fikir vermesi açısından, belli bir bilimin (geometri) M.S. birinci yüzyıl Yunan toplumunda nasıl fonksiyon gördüğünü anlatan ikibin yıl öncesine ait bir metinden sözedebiliriz. Plu-tark'a (M.S. 50-125) ait Masa Konuşmaları isimli bu metinde çeşitli şahsiyetler yeralıyor. Konuşmalardan birisi Eflatun'a atfedilen "Tanrı herzaman bir geometrici gibi davranır" sözü üzerinde odaklanmıştır. Sokrates gibi derin bir Allah inancına sahip bir şahsiyetin talebesi olan Eflatun da ilimlerdeki ilahili-ği görmüştür hiç şüphesiz. Çünkü ondan önce, ilimlere konu olan bütün bir kainatın sınırsız ilim sahibi bir Yaratıcı'nın eseri olduğuna inanmaktadır. Peki, entelektüel bakımdan Yunanlıların o kadar çok sevdiği bu bilimin "ilahi" statüsü nasıl açıklanmaktadır? Geometrinin bu şekilde övülmesinin sosyal dayanakları ne olabilir?

    Geometri: ruhu arındıran bir bilim

    İlk konuşmacı Tyndare'dır. Ona göre Eflatun, geometrinin üstün bir bilim olduğunu söylemek istemiştir, çünkü geometri, ruhu maddi şeylerden alıkoyup, insanı, idelerin, yani duyularla değil entelektüel kabiliyetle kavranabilen ebedi gerçekliklerin üzerinde yoğunlaşmaya götürmektedir. Bu etik bir yorumdur: buna göre geometrinin değeri, onun öğretiminin insanları felsefi, hatta mistik yoğunlaşmaya yöneltmesinde yatmaktadır. Eflatun'a göre geometrik şekiller, dünyada duyularımızla algıladığımız maddi nesnelerle ilahi öze ait olan ve mümkün bütün realitelerin modellerini oluşturan meşhur ideler arasındaki geçiş realiteleridir. Şu halde, geometrik formların bilgisine ulaşmak, ruhunu Tanrı'ya doğru yükseltmek, daha iyi ve daha arınmış hale gelmek demektir. Peki bizi çevreleyen kainatın ortaya çıkışında belirleyici rol oynamış olan temel formlar nelerdir? Eflatun bize bir anahtar verir: Tanrı, kozmik nizamı tasarlayıp gerçekleştiren geometrici bir hükümrandır. Eflatun'a göre dört unsur düzgün çok yüzlülerin şekline sahiptir: ateş dört yüzlü, hava sekiz yüzlü, su yirmi yüzlü, toprak ise küp (altı yüzlü)'tür. Kozmos'un bütününe ve bizzat Yer'e gelince, bunlar evrendeki en ideal form olan küre şeklindedirler (Eflatun, kainatta madde ve enerji israfı olmadığını gösteren küre esprisini keşfetmiştir). Yine küresel olan gezegenlerin yörüngeleri de daireseldir, yani bir nizamın ve nizam koyucunun ifadesidir. Kısacası alem ilahi kaynaklı bir "geometri"yi temsil etmektedir.
    Bu inanca, geometrinin bilim olarak çok kesin kavram kalıplarına oturtulması eşlik eder. Eflatun bütün geometrik "hakikatler"i rasyonel davranışların sonunda keşfedilen sırlar olarak açıklar. Başlangıçta etimolojinin de çağrıştırdığı gibi geometri, "yeri ölçme sanatı" idi. Fakat otantik bir bilim haline gelmek için ölçümcülere ve tüccarlara has bütün ampirik işleyiş biçimlerinden vazgeçmesi gerekiyordu. Mesela Eflatun kübün düplikasyonu (bir kü-bün aynısından bir tane daha yapılması) gibi problemleri çözmek için mekanik aletlerden yararlanılmasını reddediyordu. En fazla cetvel ve pergele müracaat edilebilirdi. İşte burada Eflatun'a göre epistemoloji ve ahlak eleledir ve bu yüzden, rasyonel saflık endişesi taşıyan bir geometrici hem idealist bir pedagogdur, hem de ilahi ışığa ayna olan bir din bilginidir.
    Buna karşılık bir başka konuşmacı, Florus ise böyle düşünmemektedir. Ona göre insanın ruhunu yüceltmek için geometriye ihtiyacı olduğu varsayımında bulunmak boştur. Eflatun bu bilimi överken daha ince bir mesaj vermek istemiştir. Florus bununla ilgili olarak Ispartalı bir kanun adamı olan Lycurgue'a atıfta bulunur. Bu sonuncusu şehrinde geometrik anlayışı yerleştirmek için aritmetik ölçümü kovmuştur.

    Geometri, aristokrat bilimi

    Lycurgue'un bu kararını haklı çıkaran siyasi mantık şuydu: aritmetik, eşitlikçi bir adalet kavramını destekliyordu. Çünkü sayılarla oynuyor, sayılara hükmediyor, oranları düşünmüyor ve bütün herkese eşit paylar veriyordu. Mesela en basitinden üç, beş ve sekiz kişiden oluşan ailelerin herbirine eşit şekilde günde üçer ekmek vermek gibi. Böyle bir eşitlikçi anlayış gerçeklere aykırıydı. Geometri ise "büyüklükler arasındaki nisbet" fikrini dikkate alıyor ve değerlerin hiyerarşisini hesaba katıyordu. Bu şartlarda eşitlikçi düşünce taraftarları "aritmetik" paylara hususi bir eğilim duyarken, aristokratik yaklaşımcılar, ödemelerini yetenekler ve sağlanan hizmetler oranında yapan "geometrik" dağılımları tercih ediyordu.
    Bu söylem net bir kültürel koda karşılık gelmektedir ve bugün bize anlaşılmaz görünebilir. Fakat aslında pratik kaygıları ifade etmektedir. Mesela, azınlıkta kalanların da belli kazanımlar elde ettiği "nisbi" seçim ve azınlıkta kalıp kaybeden tarafın yok kabul edildiği "çoğunlukçu" seçimle ilgili tartışmaları düşünelim. Son tahlilde, otantik adaleti geometrinin ifade ettiği ortaya çıkmaktadır. Florus burada kendi düşüncesini net bir şekilde ortaya koyar: vatandaşlar eşit değildir, o halde şehirde kaosa yolaçma riski taşıyan eşitlikçi paylaşımdan kaçınmak ve siyasi geometri sayesinde hiyerarşik sistem halindeki yapıları korumak gerekir.
    Görüldüğü gibi, bir bilim disiplini içinde sirkülasyon yapabilen sosyo-kültürel mesajlar, çok çeşitli şekiller alabilmektedir. Ayrıca Batı toplumlarının siyaset sosyolojisi anlamında demokrasi ve azınlık hakları gibi konulardaki düşünce köklerinin ne kadar eskiye uzandığını da göstermesi açısından ayrıca üzerinde düşünmeye değerdir.
    Bilgi sosyologları ise çoğunlukla indirgeyici olmakla suçlanmaktadır: il-mi faaliyetleri "sosyal faktörlerle açıklarken, bu faaliyetlerin gerçek mahiyetini iyi anlamamakla ve bunları haksız şekilde değersiz göstermekle, neredeyse geometrinin sosyal kaygılarla ortaya çıkmış bir ürün olduğunu düşünmektedirler. Fakat Eflatun düşüncesindeki gibi, ilimlerin kaynağında ila-hilik olduğu inancı da hiç şüphesiz sosyolojik değerlendirmelerde önemli bir belirleyici unsur olarak gözükmek-
    tedir. ikibin yıl öncesine ait bu sosyoloji; sosyal bakımdan faydalı açık bir yüzleşme olarak görülüyor ve modern bilimin günümüzde üstlendiği rollerden, kültürel baskılardan ve otoriteyle olan daha ince münasebetlerinden dolayı bu ölçüde cesaretle sorgulanamadığını hatırlatmış oluyor.

    Netice

    Bugün "bilimsel" denilen bilgilerin veya bilim disiplinlerinin sosyal hayatın çeşitli sektörlerinde giderek daha çeşitli ve artan rol oynadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bilimsel bilgi anlamında ortaya konan düşünceler sadece zihni ve teorik değil, oldukça da pratiktir. Sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel, etik ve politiktir. Kurum ve uzmanlık temelindeki irade, güç ve yetki dağılımlarını anlamak, bilgi yoluyla yayılan birçok mesaja duyarlı hale gelmek, bilimsel bilginin ayırt edilmesi açısından oldukça önemlidir. Daha da önemlisi, bilim sosyolojisi çalışmalarının da, taşıdıkları sosyal endişeler ölçüsünde sosyalleşmesinin gerektiğidir.
    Türkiye için ise durum çok farklı ve bir ayrıştırma zorluğuna meydan vermeyecek kadar net. Türkiye'de ciddi ölçüde ve manada bilim üretilememesinden dolayı, henüz ülkemizin bilim sosyolojisinin faaliyet alanına giremediğini, bunun için gerekli temel veri ve dinamikleri sağlayamadığını söyleyebiliriz. Bilgi sosyolojisine gelince, bu konudaki araştırmalar için aslında çok zengin bir alan olan Türkiye'de henüz ne tür bilgiler üretildiği, Türk toplumuna has bilgi tiplerinin neler olduğu ve bunun neden böyle olduğu, kamuoyunun ilgisini daha çok hangi tür bilgilerin çektiği gibi soruların bile pek soruluyor olmaması, sosyal bilimleri ciddiye almıyor olmamızdan, bu da toplum dokusunun, tarih ve kültür birikiminin henüz analitik zihinlerin ortaya çıkma şartlarını sağla-yamamasından kaynaklanıyor. Eski Yunan'da mücerret düşünceden yana tavır koyan entelektüel kaygılara yukarıda değinmiştik. Batılı entelektüel gelenek aracılığıyla günümüze kadar gelen bu anlayış, teknolojinin yapısı kökten değişmiş olsa da Batı toplumlarını etkilemeye devam etmektedir. Bu yüzden Oxford, Harvard ve Sorbonne gibi ünlü okullarda hala mühendislik eğitimi verilmemektedir. Diğer yandan Romalılar ise Yunanlıların tersine, icat eden kişiler olmak yerine teknolojinin uygulayıcıları olarak nam salmışlardı. Acaba günümüz Türkiye'sindeki bilim ve bilim eğitimi kurumlarını yönetenlerin tercihi hangi yöndedir veya böyle bir tercihleri, bilgiyle ilgili entelektüel bir kaygıları var mıdır? Hangi konular ve sorunlar zihinleri meşgul etmektedir? Veya daha da önemlisi, zihinler ciddi konularla ilgilenmekte midir, meşgul olunuyorsa hangi oranda? Bilgi sosyolojisi analizlerinde şüphesiz önemli kolaylıklar sağlayacak olan bu sorulara cevap arayışı, aynı zamanda Türkiye'nin insanlık ailesi içindeki bugünkü konumunun okunmasında da katkılar sağlayacaktır. Yeni ve tertemiz zihinlerin bu problemler üzerinde tam bir samimiyet, hizmet aşkı ve entelektüel gelişmişlikle ilgileneceği ümidini taşıyoruz. ?



    Kaynaklar
    - Larousse, (1990) - Dictionnaire de la sociologie. Librairie Larousse. Paris.
    - Popper, K., (1989) - La quete inachevee. Editions Calmann-Levy. Paris.
    - Thuillier, P., (1988) - Science et Societe. Editions Fayard. Paris.
    - Adams, J.L, (1994) - Bir Mühendisin Dünyası. Tübitak Popüler Bilim Kitapları Çev. Cem Soydemir).

    sızıntı dergisi
    alıntı
#13.02.2011 00:44 0 0 0