Yeniçağ Felsefesi - Aöf Sosyoloji Dersleri

Son güncelleme: 18.05.2011 20:08
  • yeni çağ felsefesine ait görüşler - yeni çağ felsefesi kavramları - çağdaş epistemolojiDeneyimcilere göre; bilginin kökeninde yalnızca duyulardan gelen veriler bulunur.

    Akılcılara göre; bilginin algı dışında da kaynakları bulunmaktadır.

    Özne ve nesne arasındaki bağın güvenilirliği üzerine kurulmuş temsil epistemolojisi, öznenin zihinsel yapısının nesneyi-dış dünyayı-doğru temsil edebilme gücünü merkeze alır.

    'İdea' deyimi Batı dillerinin bir kısmında günlük dilde halen yaygın olarak kullanılır ve genelde "fikir" anlamına gelir.

    'Bilişsel' deyimi "insan aklının çalışma mekanizmalarına, bilgilenme süreçlerine ve yapılarına ait olan" anlamına gelir ve özellikle psikoloji alanında yaygın olarak kullanılır.

    Descartes'e göre zihnimizde bulunan ideaların pek çoğu deneyimsel olarak kazanılsa da bazı önemli ideaların veya bilişsel unsurların doğuştan geldiği şeklindedir. Örneğin Descartes Tanrı ideamızın deneyimden değil doğuştan geldiğini düşünmüştür.

    - Rene DESCARTES(1596-1650): Şüpheci Yöntem, Bilginin Temellendirilmesi, USÇULUK Bilginin kaynağı AKIL'dır.

    Doğru bilgiye ulaşma yöntemi ŞÜPHE'dir. Descartes'in görüşüne göre, maddenin ve insan zihninin varlığı birbirinden bağımsızdır. Bu metafizik (varlıkbilimsel) perspektifi sunarken Descartes Aristoteles'in kullandığı deyimlerden ve kavramlardan yararlanır. En önemlisi 'töz' dür.

    'Töz' tanım gereği, varlığı için diğer bir şeye gereksinimi olmayandır. Örneğin Aristotelesçi örnek verirsek, her insan bir tözdür.

    • Zihin ve maddeyi iki ayrı töz olarak alan Kartezyen (descartesçi, descartes'li ilintili) felsefe kendine çözülmesi hiç de kolay olmayan bir sorun yaratmıştır.
    • Algısal bilgi, Descartes'in anladığı anlamda, bilgi binamızın en güvenilir yapı taşı olamaz.

    • Kafamın içi her türlü yanlış bilgiyle doldurulabilir; ancak şüphelenme veya düşünme eylemini gerçekleştiren bir şeyin var olduğu kesindir. Cogito ergo sum (Düşünüyorum o halde varım.)

    • Descartes'e göre, bir ideanın zihnime açık ve seçik bir şekilde verilmiş olması, bu ideanın herhangi bir araca gerek duymadan doğrudan doğruya verilmiş ve içeriğinin de başka şeylerle karışmamış olduğu anlamına gelir. Bu anlamda Tanrı ideası, hiçbir aracı ideaya gerek duymadan zihnimde canlandığı için açık ve bu ideanın içeriksel özellikleri diğer idealarla karışmadığı için de seçiktir.

    - John LOCKE ve David HUME: Bilginin Deneyimsel Kökleri

    Deneyimciliğin ilk büyük temsilcisi: - John LOCKE
    Locke'ye göre, insan zihni doğuştan boş bir sayfa gibidir. Bu sayfa deneyimler tarafından doldurulur.

    Locke'ye göre, zihinden bağımsız olarak var olan birincil nitelikler, bir cismin uzamı,(uzayda kapladığı yer) şekli ve devinimleridir.

    Zihinden bağımsız bir şekilde var olamayan ikincil nitelikler ise bir cismin renk, koku, tat, ses gibi nitelikleridir.

    • Bilginin deneyimle geldiğini düşünen düşünce deneyiylede (kapalı ve ışıksız odaya kapatılan bebeğin mavi ideasını edinmesinin olanaksızlığı)bunu ispatlamaya çalışan Locke birincil nitelikler zihnimizde deneyimimizden bağımsız olarak vardır.(algıladığımız bir cismin uzamı) Bu teziyle deneyimciliği aşan bir tez ortaya koymuştur.

    • Bu anlamda Locke epistemolojisinin radikal (katıksız) bir deneyimci olmadığını söyleyebiliriz.

    • Daha radikal deneyimciler G. Berkeley ve David Hume

    - David HUME Nesnelerin zihinden bağımsız olarak var olduğu ideasının, yani "bağımsızlık ve süreklilik" ideasının kaynağı "imgelem" yani hayal gücümüzdür. İmgelem ya da hayal gücü, nesneleri, onlar karşımızda olmaksızın, deneyim parçalarını bir araya getirerek tasarımlama gücüdür.

    Temel tezi
    • bir nesnenin zihinden bağımsız varolduğu inancımızı zihnin dışına çıkarak test etmemizin olanaksız olduğudur.
    • Onun sunduğu epistemolojik tabloya göre insanlar zihinsel içeriklerini izleyen veya deneyimleyen sinema seyircileri gibidir.
    Sonuç: şüpheciliktir. İki tip bilgi mümkündür.
    Olgusal bilgi: deneyimle kazanılan
    Formel bilgi: idealarımız arasındaki ilişkilerden ortaya çıkar. (mantık)
    Bunların dışındaki bilgiler saçmadır. Örneğin metafizik.

    - Immanuel KANT: Deneyimcilik-Usçuluk Bağlamında Farklı Bir Yaklaşım
    Kant, en önemli eseri olan ARI USUN ELEŞTİRİSİ'nin önsözünde, kendisini önceleyen filozofların özne-nesne ilişkisinde hep bilginin kendini nesnelere uydurmasından yola çıktıklarını, oysa bu çabanın boşa çıktığının görüldüğünü söyler. Ona göre, bir kez de nesnelerin kendilerini bilgimize uydurmaları gerektiğinden yola çıkmalıdır.

    Bilginin gerçekleşmesini sağlayan şey aslında öznenin nesneye zihinsel bakımdan uyması değildir. Tersine, bir nesnenin bizim açımızdan bilginin nesnesi olarak varlık kazanması için o nesne insanın bilişsel olanaklılıklarına, sınırlarına uygun olmalıdır.

    Çevremizde gördüğümüz nesnelerin bize görünebilmesi için öncelikle ve mutlaka zihnimizin sınırlı bilişsel olanaklarına ve kalıplarına uymasının gerektiğidir.

    Kant bilgi söz konusu olduğunda sınırlardan bahseder. Burada kastettiği 'entelektüel' veya 'bilimsel' anlamda sınırlanmışlık veya geri kalmışlık değil, bir canlı türüne ait belirlenmişlik durumlarıdır. Bizim 5 değil 50 duyumuz olsaydı bile, evreni hala belli sınırlar çerçevesinde algılıyor olacaktık.

    Kant bu ayrımı açıklarken Yunancadan gelen "fenomen" ve "numen" kavramlarını kullanır. Fenomen algıladığımız dünyaya, numen ise algılayan bir özneyle herhangi bir bağlantısı olmaksızın var olan gerçekler dünyasına karşılık gelir.

    Kant'ın insan bilişselliğine yaklaşımını bir benzetmeyle açıklayabiliriz. Sıradan bir kullanıcı, bilgisayarına farklı yazılımlar yükleyerek onlar aracılığıyla işlem yapabilir; ancak tuşlara basarak yızılımı kullanan kişi bu yazılımların çalışmasını olanaklı kılan ve sınırlayan techizata etki edemez.

    ÇAĞDAŞ EPİSTEMOLOJİNİN TEMEL SORUNU BİLGİ KAVRAMININ ÇÖZÜMLENMESİ

    Yeniçağ epistemolojisinden farkı ilgisinin bilginin çözümsel tanımı ve kavramsal unsurlarının açıklanması.

    Platon bunu ilk kez THEAETETUS eserinde bir düşüncenin bilgi olabilmesi için "inanç, doğruluk ve gerekçelendirme" koşullarını öne sürmüş ve bu üç koşulun bilginin tanımlanmasında gerek ve yeter koşulları oluşturduğunu iddia etmiştir.
    Bilginin çözümlemesi açısından çok önemli bir dönüm noktasını oluşturan bir eserden söz edersek Edmund Gettier'in Analysis dergisinde yayımlanan "Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Bilgi midir? Başlıklı makalesi, bir öznenin bilginin üç gerek koşulunu sağlaması durumunda bile tümcesel bilgiye sahip olmayabileceğini gösterme amacını taşır.

    Gettier'in argümanından çıkardıkları önemli sonuçlardan biri, bilginin gerekçelendirme koşulunun derinlemesine irdelenip açıklanmaması durumunda önermesel bilginin geleneksel çözümlemesinin veya tanımının yalın haliyle bize çok yardımcı olmayacağıdır.

    alıntı
#18.05.2011 20:08 0 0 0