'Min selamûn kalben li Beyrut!'
İbrahimin ateşine su taşıyan karınca misali tarafımız belli olsun diyerek, acıları paylaşan Yıldız Yıldırımın Şamdan yazdıklarını, o olağanüstü satırlarını okuyun...
Benim kelimelerim yetmiyor...
Sadece bütün dünyanın israilleşmesinden korkuyorum...
Demek ki bizler, karşılıklı birbirlerini öldürmekte uzmanlaşan bir hayvan türüyüz. (...) Daha ne kadar zaman ölüme böylesine âşık bir dünyanın mümkün olabilen tek dünya olduğunu kabul edeceğiz?
Sadece bu topraklarda israilleşmek için can atanların yazıp, çizip kustukları laflar midemi bulandırıyor...
Bu israilleşenler, İsrailin işlediği cinayetlere karşı gelmenin ilk adımının kendi topraklarında ölümden bahsetmekten vazgeçmek olduğunu görmek istemiyorlar... Kürt meselesi bizim meselemiz diyen, silahsız külahsız insanca düşünelim şu meseleyi diyenlere karşı gene, hâlâ, inatla hain demek için yırtınıyorlar...
Ama görmüyorlar İsraili... Baktıkları İsraili görmüyorlar...
İsrail akıllı bombalar atıyor düşman çocukları yer altında bile bulabilmek, onların kafalarını, bacaklarını koparabilmek, simsiyah kömür haline getirebilmek için... Taş taş üstünde bırakmıyor... Gözleri dönmüş vaziyette; çevre mevre dinledikleri yok; televizyon ekranlarına canlarını kurtarmaya çalışan katrana bulanmış yengeçler; bombalarla yakılmış, ezilmiş ağaçlar yansıyor...
Bu manzaraların kaçınılmaz olduğunu mu söylüyor bize israilleşmek?
Hiçbir gerekçe bu vahşeti doğrulayamaz! Ama her gerekçe sadece israilleşmenin gerekçesidir! Çünkü Galeanonun dediği gibi, İsrail daha önceki istilalarda Lübnanı yakıp yıktığında Hızbullah yoktu.
Vahşetleriyle yeni gerekçeler yaratıyorlar; bugün artık Hızbullah var... Eskisinden daha güçlü...
Yıllar sonra bir arada yaşamayı başarabilmiş o cânım Lübnanın halkı terörist Hızbullahın ve Nasrullahın arkasında birleşiyor... Hızbullahın şeriatçılığından şeytan görmüş gibi korkması gereken dekolte kıyafetli genç kızlar, ellerinde Hızbullah liderinin fotoğrafıyla sokaklarda haykırıyorlar: Hepimiz Hızbullahçıyız! Hepimiz Nasrullahız!
Ve bugün İsrailin ortalıkta yıkacağı bina, köprü, ev, yuva, okul kalmadığı zaman, öldüreceği Hızbullahçı kalmadığı, cinayetlerine son vermek zorunda kalacağı gün Hızbullah çok daha güçlü olarak küllerinden doğacak... Bugün öldürülenlerin ruhları yerin yedi kat altından çıkacak...
İsraile karşı çıkanların anti-semitizmle suçlandığı palavralar da katillerin yönettiği bu ülkeye artık fayda sağlayamıyor... Çünkü gene Galeanonun dediği gibi, İsrailin vahşetine karşı çıkan, Filistinlilerle bir arada barış içinde yaşamak isteyen, Filistinlilere, Lübnanlılara karşı savaşmak istemedikleri ve askerlik yapmayı reddettikleri için devletleri tarafından hain ilan edilen İsrail vatandaşlarını kimse kalkıp anti-semit olmakla suçlayamıyor...
Artık sadece İsrail ve cinayetleri var...
Ne utanç verici, bir ülkenin adının katillikle özdeşleşmesi!
Ve nasıl gurur verici bir şey olmalı, katillere katillerin dilinden cevap vermemeyi başarabilen bir ülke olabilmek! Gücünü öldürmemekten alabilen bir ülke olabilmek! Ve katil bir ülkeye tam da bu duruştan cevap verebilmek!
İsraile karşı direnmek onun kullandığı dilin ne kadar iğrenç ve sadece katillerin dili olduğunu söylemekten geçiyor... Katillerin diline karşı cevap vermenin yolu sadece o dili yeniden üretmemekten geçiyor... Bu iğrenç, küstah katillere karşı çıkmanın yolu burada israilleşmemekten; az ileride de sanki pek matah bir şeymiş gibi ulus-devlet olmaya, ABDnin uzantısı İsrail gibi olmaya özenmemekten geçiyor...
Ne saçma bir şey bütün bu insansızlık hali karşısında yazı yazmaya çalışmak... Ama gene de inatla yazmak, konuşmak, söylemek gerek...
Çünkü, silahlar, bombalar İsraile ve israilleşenlere ait olsa da, Lübnandan bir grup Şii, Sünni, Ermeni, ve Maronitin birlikte kaleme aldıkları mektupta söyledikleri gibi, Hiçbir ordunun karşı koyamayacağı, hiçbir katilin öldüremeyeceği zaman bize yani her yerin insanlarına ait... Sınırları olmayan, kimsenin yıkamayacağı söz, şiir, şarkı, müzik, görüntü, gözyaşları ve gülümsemeler, ölülerin hafızası ve yıkılmış kentlerin, yakılmış toprakların ağıtları, yaşam sevincinin timsali çocuklar bize ait...
Hafızamızı, acımızı, sesimizi, soluğumuzu bir yerlere anlatmak, kayda geçirmek gerekiyor... İsrailleşmenin yarattığı korkuya direnebilmek için...
Benim anlatamadıklarımı anlatan ve İbrahimin ateşine su taşıyan karınca misali tarafımız belli olsun diyerek, acıları paylaşan Yıldız Yıldırımın Şamdan yazdıklarını, o olağanüstü satırlarını okuyun en iyisi...
28 Temmuz, Şam
Annemin şarkısını dinliyorum.
Özlemden bahsediyor.. evladın anneye, annenin de evlada olan özleminden.
Annemi özledim.
Fakat gitmek istemiyorum.
Dönmek istemiyorum Türkiyeye.
Burada kalıp ve belki de buradan gidip acılara ortak olmak istiyorum.
Filistinli, Lübnanlı, Iraklı anneler de özlüyorlar çocuklarını.
Ve çocuklar da özlüyordur annelerini.
Ne kadar büyümüş olursa olsun insan, hep çocuktur ve anneye ihtiyacı vardır.
Burada kalıp zulme rıza gösterenlerden uzak olmak istiyorum.
Çocuğunu kaybeden anneye teselli olabilmeyi , teselli edebilmeyi ne kadar da çok isterdim.
Ve çocuklar.
Ah içim parçalanıyor.
O kimsesizliği o yetimliği nasıl da taşıyabiliyorlar yüreklerinde.
Filistin yıkılıyor!
Irak yıkılıyor!
Lübnan yıkılıyor!
Ve dünya bunu seyrediyor.
Elimden bir şeylerin gelmesini çok isterdim.
Kahrolası ben bu kadar tembel olmasam belki de şimdi kimseye bağımlı kalmaz ve kendi işimi kendim görürdüm...
Mülteci kampını ziyaret etmeliyim.
İnsanlara yardım etmeliyim.
Ablam telefonda sana ne diyor. Her şeye burnumu sokmamalıymışım. Türkiyeye dönmeliymişim.
Bunu cidden böyle düşünüyor olması ne acı.
O insanların yerinde biz de olabilirdik. Sevdiklerimiz de olabilirdi.
O insanların yerinde değilim. Ama ben o insanları seviyorum.
Kardeşim gibi seviyorum onları.
Yeğenlerim, dostlarım gibi seviyorum.
İnsanların yürekleri insanlık melekelerini kaybetti.
Müslüman olduğunu söyleyenler ise tamamen yalancı!
Kimse bana Müslüman olduğunu söylemesin.
Alçaklığın adı İslam olamaz asla.
Ve kimse Müslüman değil artik.
İçim acıyor.
Allahım beni zalimlerden uzak tut.
İçim acıyor.
Bombalar yüreğimin orta yerine düşüyor.
İnsanlık öldü Allahım. İnsanlık öldü.
İnsanlar kör, sağır ve dilsizler güruhuna dönüştü.
İnsanlıktan çıktık Allahım.
Hayvandan da aşağıyız artık.
Zulme rıza gösteren şeytanın uşaklarıyız.
İnsanlık öldü Allahım.
Kalan mazlumları da iblisler her gün biraz daha yok ediyor.
Zevk ala ala.
Tadına vara vara.................................
2 Ağustos...
(...)
Çaresizlik hele de yakınında olunca daha bir başkalaşıyor.
Hastaneler, okullar, yurtlar mülteci dolu.
Hergün yanlarından geçip gidiyorum sessizce.
Bazen ağlıyorum tuhaf bakışlar altında.
Çaresizliğim beni zayıflatırken diğerlerini, yani savaşı, yıkımı ve göz yaşını yaşayanları güçlendiriyor.
(...)
Sabah gözlerimi Min selamûn kalben li Beyrut ile açtım.
(Selam sana yüreğimin derinliklerinden Ey Beyrut!)
Saldırılar başladığından beri dilimde dönüp duruyor.
Acılı ama sevgi dolu söylüyor Feyruz...