Mavi yalnızlığım...

Son güncelleme: 06.07.2012 23:31
  • Mavi bir yalnızlıksın bende. Denizden rica ederek aldığım bir emanet yüreğimin saklı koyunda. Susmak istemesem de susuyorum ve kızıyorum zorunlu uzaklıklara. Bir yanlışlık olmasın, elbette barıştım aşkın yabancı, huysuz ve uzak diliyle. Ama yine de ağır geliyor bazen palamarı çözmek ve açılmak kıyısız limanlara. İnsanız sonuçta, an geliyor özlüyoruz konaklamayı, kalmayı, “kal” denmesini. Kim istemez yorgunluğunun sıcacık ellerle temizlenmesini?..İstemem deme, yüzünden aktığım gün sana değdi düşlerim, yüzümde resimlenmedin, deme.

    erimemek adına bütün şeker biriktirmelerim
    siz bilmezsiniz, ben bilerim acıları
    kanatmadan

    Ağlara takılan ağlamalarım kadar genç kaldım vedalarda. Balıkçı motorlarına sakladım huysuz bekleyişlerimi. Sabah ezanlarında sabahladım ve tazeledim umutlu dualarımı. Kimseler görmedi birikmişliğimi, evinin önünü süpüren, yetmiş yaşını saçlarında gizleyen Anna teyze bile. Dilinden düşmeyen Rum türkülerinde ağladım, anlamını çözemediğim kelimelerin ağıt yakan seslerinde. Bilir misin, şarkılar her dilde anlaşılır, her dilde aynıdır sevmeler.

    Şiirlere gömülüyor dudaklarım, mısralar boyu yalnızım işte, tıpkı mavi bir yalnızlık oluşun gibi bende. Engin Turgut yazmasaydı, ben de aynı şekilde sana dökülebilir miydim sence?

    “size her gün zarfsız mektuplar yazar,
    gönderemediğim için pula dönerdim! siz

    acı bir şarap, zalim bir bahane, başkasının
    kuğusu değil miydiniz?”

    Ya geç kalırız ya da erken geliriz hayata, aşk adına başka yollara sapmak, başka göllerde yüzmek hep mavi yalnızlıklar adına. Göndermediğimiz, göndermeyeceğimizi bildiğimiz ama yine de yazdığımız pulsuz mektuplarda akarız sevgilinin kuytularına. Çünkü mektuplarda bize aittir aşk, başka kollarda olduğunu düşünemeyeceğimiz kadar. Çünkü sevmeler, kalemimizden damlayan bir duadır inatla beklenene, gelmeyecek olsa bile. Sen de bir duasın dilimde, mutluluğun için her gece yüreğimden gökyüzüne gönderdiğim masum sessizliğim işte.Bu defa aklıma Akgün Akova düşüyor; “ sevişmeden seni seviyorum diyen kadınların sevgisine inanmıyorum” diyor. Haklı sevda direnişi, anlamlı bir sürgün ten çıkmazlarında, aleni bir itiraf. Ama sen bana inanabilirsin tüm kalbinle. Sadece bedeninle değil, gözlerinle, ruhunla, sessizliğinle, yorgunluğunla ve direnişinle, arlı arsız kelimelerinle, kırılgan teninle, masumiyet abidesi uykunla, hala okulu kıran çocukluğunla, sevimli haylazlığınla, gülüp geçtiğin sakarlığınla, inadına aşk kokan uzaklığınla seviştim, seninle beraber Sen nehri gibi akan kahkahalarınla. İşte bu yüzden daha çok inanabilirsin seni sevdiğime, sensiz isimlenen sevişmelerime. Mavi bir yalnızlıksın, dudaklarımda tazelenen ruj izlerinde.

    Ağlamak istiyorum ama sıkışıp kalıyor göz yaşlarım derinlerimde. Benimle hep uğraşan hayatı sevdim ve bu yüzden sevginin acı tarafında yıkılıyorum bazen. Özlemlerimin hep uzakta olması büyüttü belki de yüreği ama artık büyümekten de yoruldum. Özne olmayı beklediğim cümlelerin yükleminde sıkışıp kalmak terletti belki de. Ellerim kavuşmaya meyilli, yani sana, yani özlediğim her uzaklığa. Ertan Mısırlı yanaşıyor yanıma, Cemal Süreya’ya seslendiği kelimeleriyle;

    “aşk dedim sana Cemal abi!
    ırmağa ilk taşı atan sendin
    sakladım içinde suyun sesini
    bu yalnızlığı ben istemedim
    kalbim, alışmalısın daha büyük sarsıntılara”

    Canım sıkılıyor ve canımın bir posa haline getirilmesi kimsenin umurunda değil. Zaman zaman kapıma uğrayan gitmek arzusu yine zile bastı, açıp açmamak konusunda kararsızım. Ne istediğimi sorsan, gitmekten yana olduğumu belki de en saf haliyle sana itiraf edebilirim. Nereye mi? Kendime gitmek istiyorum. Düşlerime, dokunmak istediklerime, koynunda kalmak istediğime, huzura...Beni benden alan sende dinlendirebilir misin? Bak ne diyor Oğuzhan Akay, “ sen büyük bir aşka halayıksın çocuk / benimse gidecek yerim yok kendimden başka” Beni elimden tutup kendime getirir misin? Mavi yalnızlığım, benden yana düşer misin?

    seni sevmelerin portakal durağındayım
    soydum düşlerimi
    çıplak sensizliğim çarptı aynaya
    kapattım ellerimle yüzümü,
    acıtmadım

    Nerede yüzüm gülüyorsa biraz da oralıyım. Terminaline girdiğim her şehirde bir bakış bıraktım sulanmak üzere. Yine de bilmiyorum nereye ait olduğumu, aitlik diye bir şey var mı yalnızlığım? En çok İzmir kucakladı beni, en çok İzmir sarıldı, en çok İzmir bekledi, belki de bu yüzden en çok İzmir’in kadınıyım. Birinin kadını olmak yaraları temizler mi süt dökülmüş dilim? Deli kanlı umudumun tahliyesi için bir imza da sen verir misin? “belki değil mutlak umudu paylaşırdık” diyor Düş Sokağı Sakinleri, umudumu beklerken duvara benimle çentik atar mısın? Mavi yalnızlığım, umudumu paylaşır mısın?Kalemi de şarkıları kadar keskin kadın, Umay Umay, nasıl da güzel döküyor aslında benim de dökmek istediklerimi;

    “..sana iyi şeylerden bahsetmek istiyorum, iyi olan şeyler, iyi ve uzun olan. Bizi sevgi dolu ve güçlü yapan şeyler. Gülmeyi yeni öğrenen bir kız çocuğu gibi acemiyim. Sana anlatacak doğru dürüst bir gerçek ya da avutacak kadar güzel bir yalan bulamıyorum. Sadece seni hayatımda üç kez görmüş ve unutamamış olabilirim. Sadece seni sevmiş olabilirim..”

    Sabah olmak üzere, birazdan gün doğacak tatlı sessizliğiyle. Uzaktasın, senin yürüdüğün sahilde de gün aydınlanmak üzere mi acaba? Öyleyse yeni doğan gün için benim adıma bir ‘merhaba’ bırakır mısın denizin kenarına?

    Ne çok susuyoruz, ne çok ama. Oysa kelimelerimiz var dolu dizgin, gözlerimizde yazılan hikayeler var, koşarak gelip de bize sarılan imgelerimiz var, gülüşlere bağışlayan lirik sarhoşluğumuz var, ıslak öpüşlerle kutsadığımız şiirler var...Ne çok susuyoruz, ne çok kalabalığız ama. Neyi özlüyorum, neyi arıyorum diye düşünürken, sessizce yanaşıyor yanıma Yılmaz Odabaşı, başımı sallıyorum geçerken kelimelerinin içinden: “....sonra gelip geçen her sabahla öyle susadım ki yüzüne yokluğunda...yüzünü özledim, yüzünü... anlasana...” Derin bir yanıt bırakıyor suskunluğumda, yüzünü ararken beyhude bir özlemin içinde. “ İnsan sevince birdenbire ağlıyor”, diyor, insan sevince birdenbire susuyor belki. Birdenbire susturuluyor belki de. Mavi yalnızlığım, yüzünü özledim, yüzünü, anlasana.

    Şarkılar geçiyor yüreğimden, usul usul, uslanmadan, dalgalanarak kimi yerde. Uzakları getiriyor, eritiyor, dinlendiriyor, en azından bir süre. En azından şarkılar var mavi yalnızlığım, en azından yalnız değilim notaların içinde.

    söylediğim bütün şarkılar sarhoş
    yalpalıyor notalar dilimde
    şişeleri ben değil,
    çocuklar devirdi ve kaçtı
    yalanlarım ergenlik çağında, bakire

    Yalnızlık aslında en kalabalık anlarımız değil mi zaten. Düşlerimizin kulaç attığı zamanlar, kuşların göğsümüzde uçtuğu, denizin bedenimizde köpürdüğü, vedaların elini uzatamadığı zamanlar değil mi? İstediğin yere gidebilirsin, istediğin kadar uzakta durabilirsin, istediğin kadar susabilir ve istediğin koyda kalabilirsin. Beni merak etme, şarkılarım ve gülümseyen yalnızlığım var. Deli eden yansımalarım, her gün yeniden ‘merhaba’ diyen yüreğim, sapına kadar haylazlık kokan çocukluğum var. Sanki sesimi duymuş gibi konuşuyor Azime Akbaş, sesime ses verir gibi;

    “mor özlemlerin dağınık yüzlü masalıydın sen
    söylenmeyen
    iri ve maviydi zamanların
    yıldız yıldız özlemdin, vuruldum çocuk tavrına”

    Artık kabuğuma çekiliyorum dökmek için eteğimdeki şiirleri. Dudaklarımı ıslatan taze gülümseyişler doğuracağım seni içimde sonsuza dek koruyarak ve kor vedalardan alabildiğine uzakta tutarak. Sen sus ama yüreğimdeki sesine dokunma, o hep konuşmak isteyecek. Biz böyleyiz, düşler ve düş sesleri içinde, kırılgan yanlarımızı bileyerek, sevgiyi keskin tarafından yaşamayı seçeceğiz. Biz, düşlerim ve ben, seni durduk yere özleyeceğiz. Mavi yalnızlığım, özlenmek seni rahatsız etmez değil mi?

    balıklara kanat takarsak, uçururlar mı bizi suların karanlığında,
    merak ediyorum
    komik aldanışlar kulübünde şarkı söylemiyorum artık,
    sana söylüyorum

    gelmeyeceğini bilerek beklemektir aşk!
#06.07.2012 23:31 0 0 0