Sonsuzluk Bir Özlemdir

Son güncelleme: 22.07.2013 17:03
  • yağmur derğisi deneme yazıları - elif konar yazıları - hayatın ilacı
    Hüznün ilacı, inna lillah; tesellisi ve inna ileyhi raciun idi”

    Adı Jo’ydu. İstediği, dünya mutluluklarını kendisine tattıran hayat arkadaşını bir daha görebilmekti. Yaşarken o, kendisine, güvenmenin ve inanmanın önemini öğretmişti. Onu hem sevmişti, hem güvenmişti. Ona inanmıştı. Saygı duyduğu ve inandığı değerleri vardı. İnsan değerleri için gerekirse canını bile feda edebilmeli, diye düşünürdü. Kendisi de öyle yapmıştı zaten…
    Ve Jo, kendisine onca güzelliği tattıran ve sevgilerinin “sonsuzluğuna” inandığı eşini, kaybettiği ve bir daha göremeyeceği için kahroluyordu. Çünkü ölümden sonrasını yok biliyordu. Dünya onun için manasızlaşmıştı. Yaşadıkları güzel anlar bir bir beliriyordu içinde… o samimi ve sıcak bakışları, gülüşü,… hatırlamak güzeldi, ama yok olduğunu düşündükçe…
    *
    Adı Abdullah’tı. Hani şu yaratılmışlardan herhangi birisi olan… yani Allah’ın kulu olan… O da tıpkı Jo gibi, sevmişti ve yaşadıkları her gün için şükretmişti. O da güvenmişti, inanmıştı. Onun hayat arkadaşının da değerleri vardı, uğruna gerekirse can verilmesi gerektiğine inandığı…
    İnsandı ve elinden geldiğince “güzel” bir insan, kul olmaya gayret ederdi. Hataları olurdu, sürçerdi kimi zaman. Lakin bilirdi ki kalkabilmek ve af dilemekti önemli olan, elinden gelen için gayret etmekti. Gözyaşları ve duaları vardı. Değerlerini rıza için bilmişti. Gayreti rıza içindi. Yorulurdu kimi zaman, gücü tükenirdi, şeytan kandırırdı bazen ve nefis… Ama bütün bunları kendisine hatırlatabilecek bir arkadaşı vardı. Şükürdü. Ne büyük nimetti.
    Onca güzelliği kendisine tattıran ve sevgilerinin kendilerine emanet edildiğini düşündüğü eşini bir daha göremeyeceğine inanmıyordu. Çünkü ölümden sonrasını var biliyordu. Dünya, geride kalanlarıyla yaşanması zor olsa da anlamsız değildi. Zira güzel olabilmek için çalışmaya devam etme vakti verilmişti kendisine bir borç olarak. Özlem’ine daha güzel gidebilmek için belki de… Bak, sen emanetini güzelce taşıyıp buradan alındıktan sonra esas diyara, ben senin kadar güzel olabilmek için çalıştım/ çalışıyorum, diyebilmek için… Öyleyse hamd ile, gayrete devamdı.
    *
    Adı Kerem’di. Tükendiği zaman “Ha gayret, gönlündeki güzel özü görüyorum ben, sen de hep gör olmaz mı?” diyen titrek ama coşkulu sesini hatırladığı yârine şükreden Kerem. Dünyaydı. Her istenilene kavuşulamayan mekândı. Üstelik de fâniydi, ömür ne kadardı ki?! Ne kadarı gitmiş, ne kadarı kalmıştı. Kanatsız meleği haklıydı. Öğrencilerine güzellikleri anlatmalıydı. Onlara, içlerindeki cevheri gösterebilmek için kelimelerden elbiseler giydirmeliydi hakikatlere… İmtihanların altında ezildiğini hissettiğinde, “Paşam, ha gayret” diyen eşinin titrek ve coşkulu sesini hatırlayıp yeniden bilenmeliydi. Her imtihandan daha güçlü çıkabilmek içindi madem çaba… Yine de er’di, gözyaşları ve duaları vardı.
    *
    Adı Nur’du. Dünya, ona, zor yönleriyle gülüyordu sanki çoğunlukla… Bazen gitmek istiyordu buralardan, her şeyden uzaklaşmak... İmtihanlardan, zorluklardan, sıkıntılardan, telaşelerden; hepsinden, yani ki her şeyden… Ama olmuyordu işte, öyle istenince gidilmiyordu. Müsaade gerekiyordu. Gelmek için olduğu gibi gitmek için de…
    Coşku dolu ve ümitli başlangıçları olmuştu. Lakin… öyleydi işte!
    Ah, o mesut günler, ne kısaydılar. Sanki bir andılar. Zamansız ve mekânsız bir an… Sanmışlardı ki bir ömür sürecekti. Olmamıştı. Nasipten öte yol yoktu. Yaşanmıştı da bilmişti.
    Hasret ne yakıcıydı. Kendilerine tattırılan doyumsuz ve tarifsizdi de ondan mıydı? Kalplerine yüklenen acı mecburiyetler…
    Yine de şükürdü. O kısacık an içinde sevmiş, sevilmiş; özlemiş, özlenmişti. Gözlerinin içinden gönlüne bakıp da “Bitanem, zayıf yanlarımız olabilir, insanız.. lakin yine de güçlüyüz, unutmayalım, yalnız değiliz, her dem Hu var.” diyen bir eşi olmuştu. Kalemi vardı. İçinde biriktirdiği nice öykü vardı.
    Dünya, bazen kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyebilmekti. Hem afacanlıkları olsa da anbean, inanıyordu ve aşk ile bir Yâsin olabilirdi.
    *
    Adı Necat’tı. “Bize de kûşede zemheriden yalazlanan bir ah düşer...” der ve vazifelerini yerine getirmeye çalışırdı. Değerleri vardı ve onlar için koşuşturup dururdu. İnsandı, yorulurdu; sonra yeniden bilenirdi. Yağmurlu günlerde şakır şakır meşk ederdi, rahmeti yeryüzüne taşıyanlar ile… Kar’a şarkılar hediye ederdi kimi zaman. Baharları severdi. Dünya geçici bir imtihan mekânı, bir hayat mektebiydi bilirdi. Güzel bir hayat, güzel bir gidiş ve güzel bir karşılanış için, rıza için gayret ederdi. Canânı yârdı, yârendi, sadıktı... Nice duaları vardı.
    *
    Ben? Ben Can. Bütün bunlara tanık olandım. Bunlara ve daha nicesine… Her insan farklı bir âlemdi ve her âlemin birbirinden farklıydı sergüzeşti… Kiminin hayatı daha kar, kış, boran geçiyordu; kiminin biraz daha baharı bol… Dağına göre kar, derlerdi ya atalar. Öyle olmalıydı. Böyle inanılırdı. Lakin bilinen bir hakikat vardı ki hayatın içinde sevgi, saygı, güven, inanç, … gibi güzel hakikatler çoğunluktaysa işte o vakit kış içinde baharlar tadılabiliyordu. İmtihanlara daha rahat girilip çıkılabiliyordu. Yani ki destek de önemliydi, maddi-manevi.
    "Her ıstırap çeken sanır ki çektiği acıyı başka kimse çekmemiştir." demiş ya Cenab Şehabeddin, dünya için haklı bir sözdü doğrusu! Lakin yaşama telaşesi içinde hayatlara tanık olurken ve de görürken nice hayatı biraz dikkat ederse insan, böyle demiyordu, diyemiyordu. O kadar çok kırık hayata tanık olmuştum ki ve olmaya da devam ediyordum... Her kişiye kendi imtihanları zor geliyordu. Gelmeliydi belki de er kişi olabilmek adına zor gele gele imtihanlar, gayret ve dua ile atlatılmaya çalışılmalıydı. Sanki dünya hayatının özeti bu idi...
    ...
    -Efendim! Yazınız hazır mı? Dergiden aradılar da…
    -Hı, yazı… bak görüyor musun, ben en son yazımı yazmaya oturmuştum. Hayatın kıyısından hikâyeler aktaracaktım okurlarımıza. Şahit olduklarımdan bahsedecektim. Kim bilir, o hayatlara benzer hayatları olup da ufacık ayrıntılar yakalayan olur diye…
    -Evet. Peki, n’oldu efendim?
    -Sonsuzluk Bir Özlemdir, diye başlamışız, lakin… anların içine dalınca ve geçmişte yolculuğa çıkınca kelimeleri unutmuşuz.
    -Yani?
    -Tamam, tamam… Hadi sen işine bak Hayri. Birazdan gönderirim. Önce şu pencereyi açıp biraz bahar havası alalım odamıza.
    -Ama efendim, dışarıda kar fırtınası var. Bahar…
    -Hele sen bir bardak çay getiriver bana, tek şekerli… hem unutma, kış içinde bahar gizlidir… sonra, sonsuzluk bir özlemdir.

    Elif KONAR
#22.07.2013 12:09 0 0 0
  • Her kişiye kendi imtihanları zor geliyordu. Gelmeliydi belki de er kişi olabilmek adına zor gele gele imtihanlar, gayret ve dua ile atlatılmaya çalışılmalıydı. Sanki dünya hayatının özeti bu idi...

    Çok güzeldi.Paylaşım için teşekkürler. Abdullah gibi Abdullah'lar olmalıyız galiba :)
#22.07.2013 14:57 0 0 0
  • düşüncedeki yazılara hakerekete geçirirsek zaten herkes ideal bir abdullah olur
#22.07.2013 17:03 0 0 0