Gezi'nin sureti halktan gözüken sürümü!

Son güncelleme: 24.12.2013 12:14
  • Gezi'nin sureti halktan gözüken sürümü!

    'Gezicileri ilk üç gün ben de destekledim' benzeri bir cümleye dönüştü bu, 'hırsızlık yapan elbette cezasını çeksin'. Serdedeceği yorumun yolsuzluğu savunmak anlamına gelmediğinin altını çizmek zorunda kalmak yeterince kötü; ama daha kötüsü kurulan her cümlenin 'tüyü bitmemiş yetimin hakkı' duvarına çarpıp geri dönmesi…

    Oysa bırakın demokratik süreçleri, modern adalet algısını; yetim hakkını neredeyse kutsal mesabesinde önemseyen bir inanma biçiminin, adaletle hükmetmeyi salık veren, aslında salık vermeyen direkt emreden bir dinin müntesibiyiz. Dolayısıyla hırsızlığa, soygunculuğa yeşil ışık yakıldığını kimse düşünmesin, öyleymiş gibi gösterilmeye de kalkışılmasın.

    Gelgelelim bu operasyonda göz ardı edilemeyecek ölçüde büyük çapanoğulları var. Gülen grubu medyasının, cemaatin ileri gelenlerinin tavır ve cümlelerinde; Doğan medyasıyla hızlıca kurulan ve hiç de 'doğal' gözükmeyen acele ittifakta bir tuhaflık var. Etki dozu yüksek olsun diye planlanmış olduğu belli olan üç operasyonun aynı güne denk getirilmesinde; bunun seçimlere üç ay kala yapılmasında; eski CIA ajanı ABD büyükelçisi Ricciardone'un 'Halkbank'ın İran'la ilişkilerini kesmesini istedik dinlemediler, bir imparatorluğun çöküşünü izliyorsunuz' şeklinde cümleler kurmasında –elbette yalanlandı- bir tuhaflık var.

    Hem 'operasyonu niye cemaatten biliyorsunuz' diye tafra yapıp, hem de 7/24 yöntem olarak son derece sorunlu olan ve doğal olarak tartışılan operasyonu cansiperane savunmakta ciddi bir taraflılık var. Fethullah Gülen'in Peygamber (sav) hiçbir zaman bir Müslümana beddua etmemişken; ehli imana beddua edilmemesi gerektiği apaçık şekilde ortadayken; milyonlara seslenerek 'Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkan vermesin' diye beddua edişinde kocaman bir soru işareti var. Muhatap suçluysa bile, evlere düşecek ateşin o evlerdeki masumlara verebileceği zararı hesaplamayışında/hesaplamak istemeyişinde; üstelik bedduayı milyonların önünde yaparak O'nun ağzından çıkanları emir telakki eden binlerce insanı, aynı ülkede yaşayan beş vakit namazında diğer Müslümanlarla karşı karşıya getirme –ama kerhen ama isteyerek- eyleminde yabana atılamayacak ölçüde derin bir sorun var.

    Herkesin açıktan ilan edilmiş savaşın bir veçhesi olarak algıladığı bu operasyonla, güya rüşveti kovalarken, güya halkın çıkarlarını korurken, ülkenin onbinlerce dolar zarar ettirilmesinde hiçbir sorun görmemekte tuhaflık var. CHP'den kovulan Sarıgül'ün, Ergenekon medyasının, Ricciardone'un açıktan açığa cemaate destek vermesinde büyük ve devasa ünlemler var. Karşımızda duran şeyin, 07 Şubat'ta Hakan Fidan'ı sigaya çekmeye çalışma hamlesiyle bunca büyük benzerlikler taşımasında da problem var. Bunun Başbakan Erdoğan'a değil, aslında Türkiye'ye ihanet anlamına geldiğini kimsenin görmüyormuş gibi yapmasında da sorun var.

    Cemaatin sözcüsü olarak bilinen Hüseyin Gülerce'nin New York Times'a verdiği röportajda; 'Gülen'in tavrı çok açıktı, her zamanki gibi Türkiye'nin dış politika konusunda maceracı olmaması, Batı'ya yönelmesi ve dış politika sorunlarını diyalog yöntemiyle çözmesi gerektiğini önerdi' deyişinde de telafisiz bir haksızlık var. Demokrasinin başkentindeki ünlü gazetenin muhabiri sormamış, biz soralım; 'Demokrasilere, 'ülkelerin dış politika stratejilerini dini cemaat liderleri belirler' kuralı geldi de, biz mi kaçırdık?'. Bunun seçilmiş hükümetin iradesine ipotek talebi anlamına geldiğini kimsenin görmemesinde bir sorun yok mu sizce de?

    17 Aralık operasyonunu aylar önce twitterdan, Bakan Güler'in adını anıştırarak akrostiş düzeyindeki söz oyunlarıyla açıklayan Emre Uslu'nun, Todays Zaman'da 'Gülen hareketi Türkiye'nin İsrail'le çatışma içinde olmaması gerektiğini düşünüyor, çünkü İsrail'le olan çatışmanın Türkiye'yi Batı'dan uzaklaştırdığını ve ülkeyi İran, Rusya ve Ortadoğu'ya yakınlaştırdığına inanıyor' şeklinde yazılar döktürürken, aynı grubun yayın organlarının, verilen imajın aksine Türkiye'nin aslında İsrail ile çok iyi ilişkiler içinde olduğunu kanıtlamak için, bu ülkeyle yapılan ticaretin rakamlarını önümüze sermesinde de büyük bir adaletsizlik var. Bu, Başbakan Erdoğan'ı kamuoyu nezdinde yalancı çıkarmaya dönük bir çaba olduğu gibi; Erdoğan nefretinin bazılarını, kendini inkar noktasına getirdiğinin de delili. Bunu kimsenin görmeyişinde tuhaflık var.

    Hırsızlık elbette cezalandırılmalı; ama yolsuzluk operasyonunun sadece yolsuzluğu ortaya çıkarmak için yapılmış olduğuna; yukarıda saydığım ve onlarcasını ekleyebileceğim nedenlerle, akıl, mantık, muhakeme yeteneği olan ve elbette demokrasiye inanan insanların ikna olması mümkün değil.

    Operasyonun geziden farkı ise şu, Gezi tencere tavalarla halkın huzurunu bozanların eylemiydi; bu sureti halktan gözüküyor; yolsuzluk gibi kamuoyunun hassasiyet noktasını hedefliyor. Ama amaç değişmiyor; Erdoğan gitsin, düşsün, devrilsin, kaybetsin!

    O çok önemsiyor gibi gözüktükleri halk ve onun iradesi mi? Onu takan kimse bulunmuyor!

    Yeni Şafak
    Özlem ALBAYRAK
#24.12.2013 12:14 0 0 0