Önemli bir liman ve ticaret kenti olarak ünlenen Aspendos antik kenti'nde mısır, gül ağacından yapılmış süs eşyaları, şarap, tuz ve at ticareti yapıldığı biliniyor. At yetiştiriciliği ile de antik dünyada ün salmıştır.
Pamphylia bölgesinin önemli kentlerindendir. Antalya'nın 48 km. doğusunda yer almakta ve Antalya-Alanya karayolundan, Serik geçildikten sonra kuzeye dönülerek 4 km.'lik Aspendos yolundan ulaşılmaktadır. Adı M.Ö. 5. ve 4. yüzyılda sikkelerinde Estwediiys/Estuediya biçiminde yazılmıştır.
Aspendos, Strabon'un belirttiğine göre, Mapsos yönetiminde Argos'tan gelen göçmenlerce Troia savaşlarından sonra kurulmuştur. Bu kent adı Adana yakınlarındaki Karatepe'de bulunan ve M.Ö. 8. yüzyıl sonuna tarihlenen Hitit hiyeroglif yazıtlarında Asitawadia/Asitawandas isimli kralın adıyla da birleştirilmektedir. Side gibi M.Ö. 5. yüzyılın ilk yıllarında sikke basan yegane şehirdir. Attik-Deniz Birliğinin üyesidir.
M.Ö. 411'de Perslerin üssü olan Aspendos M.Ö. 333'de Büyük İskender'in fethiyle Pers egemenliğinden çıkmıştır. Bir kitabede şehirli askerlerin Ptolemaios'un hizmetinde olduğu belirtilmektedir. Şehir özellikle M.S. 2. ve 3. yüzyıllarda olmak üzere Roma egemenliği altındayken büyük bir gelişme göstermiştir. Bugün ayaktaki kalıntıların hepsi Roma dönemi ve sonrasına aittir. Kent 8. yüzyılda Arap akınlarından etkilenen şehir Selçuklu dönemiyle Türk egemenliğine girmiştir.
Aspendos Amfi Tiyatrosu
Aspendos'ta Türkiye'nin en iyi korunmuş tiyatrosu bulunmaktadır. İmparator Marcus Aurelius zamanında Theodoros'un oğlu Mimar Zeno tarafından yapılmıştır. 2. Yüzyılda inşa edilen Aspendos Tiyatrosu 17.000 kişilik olup, günümüzde ayakta kalmış ve en iyi korunmuş anfi tiyatrodur. Mimarisi sayesinde sağladığı mükemmel akustik günümüz için bir sırdır. 13. yüzyılda Selçuklar yapıyı kervansaray olarak kullanmış ve tipik Selçuklu mimarisi tarzında bir kemerle yapının kuzey tarafını sağlamlaştırmışlardır. Günümüzde çesitli konser, şenlik, festival ve yaglı güreşlerde kullanılmaktadir.
Antalya'nın doğusuna gidilirken 39 km. sonra serik İlçesi'ne , oradan 7 km sonra da Eurymedon nehrine varılır. Köprüçay (Eurymedon) nehrinin yanında kurulmuş olan Aspendos, muhteşem antik anfi-tiyatrosuyla dünyaca tanınmaktadır. Yunan efsanesine göre, şehir Truva Savaşı'ndan sonra Pamphylia'ya gelen kahraman Mopsos liderliğindeki Argive kolonicileri tarafından kurulmuştur.
Aspendos bölgede kendi adına madeni para bastıran ilk şehirlerden biridir. Tarihi M.Ö.V. ve IV. yüzyıla uzanan bu gümüş sikkelerde şehrin adı yerel yazı ile Estwediiys olarak geçer. 1947'de yapılan Adana yakınındaki Karatepe kazılarında bulunan M.S. VIII. yüzyılın sonlarına ait hem Hitit hiyeroglifi hem de Finike alfabesi ile kazılmış olan iki dildeki yazıt, Danunum (Adana) Kralı Asitawada'nın kendi isminden türetilmiş Azitawadda adında bir şehir kurduğunu ve kendisinin Muksas ya da Mopsus hanedanı üyesi olduğunu belirtir. "Estwediiys" ve "azitawaddi" isimleri arasındaki bu şaşırtıcı benzerlik Aspendos şehrinin Asitawada'nın kurduğu şehir olabileceğine işaret eder.
Aspendos, eski çağlarda politik bir güç olarak önemli rol oynamamıştır. Aspendos'un kolonileşme dönemindeki siyasi tarihi Pamphylia bölgesindeki akımlarla uyum sağlar. Bu eğilim ile Aspendos, kolonileşme döneminden sonra bir süre Likya egemenliği altında kalmıştır. Şehir, M.Ö. 546'da Pers hakimiyeti altına girmiştir. Aspendos'un bu dönemde de kendi adında parasını basmaya devam etmiştir.
M.Ö. 467'de devlet adamı ve askeri komutan Cimon ve onun 200 gemiden oluşan filosu, ani bir saldırıyla Eurymedon (Köprüçay) Nehri'nin ağzında konuşlanan Pers donanmasını yok etmiştirBundan sonra Aspendos, Attika-Delos Deniz Birliği'nin üyesi oldu.
M.Ö. 411'de Persler şehri tekrar ele geçirdiler ve üs olarak kullandılar. Şehrin Peleponnes Savaşlarında kaybettiği prestijin bir kısmını yeniden kazanma çabası içindeki Atina komutanı, M.Ö. 389'da şehrin teslim olmasını garanti altına alabilmek için Aspendos kıyısına demir attı. Yeni bir savaş istemeyen Aspendos halkı aralarında para topladılar ve topladıkları parayı Atina komutanına vererek herhangi bir zarara meydan vermeden geri çekilmesi için yalvardılar. Komutan parayı aldığı halde, adamları bütün tarlalardaki ekinleri çiğneyerek Aspendosluları zarara uğrattı.
Büyük İskender Perge'yi ele geçirdikten sonra M.Ö. 333'te Aspendos'a girdiğinde, daha önce Pers kralına haraç olarak çok sayıda at veren ve vergi ödeyen halk, İskender'in de bunları istememesini rica etmek için kendisine elçi gönderdi. Anlaşmaya varıldıktan sonra İskender teslim olan şehirde bir garnizon bırakarak Side'ye gitti. Sillyon üzerinden geri dönerken Aspendosluların kendi elçilerinin teklif ettiği anlaşmayı onaylamadıklarını ve kendilerini müdafaaya hazırlandıklarını öğrenen İskender, hemen şehre doğru ilerledi. İskender'in bölükleriyle geri döndüğünü görünce acropolis'e çekilen Aspendoslular yeniden barış sağlayabilmek için elçi gönderdiler. Ancak bu kez oldukça ağır koşulları kabul etmek zorunda kaldılar. Bu anlaşmaya göre, bir Makedon garnizonu şehirde kalacak ve yıllık vergi olarak 4000 atın yanı sıra 100 talent vereceklerdi. İskender'in ölümünden sonra devam eden savaşlarda dönüşümlü olarak Ptolemilerin ve Seleucidlerin kontrolü altına giren kent, daha sonra M.Ö. 133'e kadar Pergamum Krallığı'nın eline geçirmiştir.
M.Ö. 79'da Cicero'nun davayı Roma senatosuna sunmasından önce, Cilicia konsey yardımcısı Gaius Verres'in tıpkı Perge'de yaptığı gibi Aspendos'u da yağmaladığını biliyoruz. Verres, halkın gözleri önünde tapınaklardaki ve meydanlardaki heykelleri almış ve onları at arabalarına yüklemiştir. Öyle ki Verres, kendi evinde bulunan Aspendos'un ünlü harpçı heykelini bile almıştır.
Aspendos diğer Pamphylia şehirleri gibi en parlak dönemine M.S. ikinci ve üçüncü yüzyıllarda ulaşmıştır. Bugün hala bu bölgede görülebilen anıtsal mimarinin büyük bölümü bu altın çağda yapılmıştır. Şehir kıyıda olmasa da, Eurymedon (Köprüçay) Nehri'nin kenarında bulunması gemilerin şehre ulaşımını mümkün kılmıştır. Bu ulaşım imkanı, Aspendos'un arkasında yer alan verimli ova ve sık ormanla örtülü dağlarla birlikte şehrin gelişiminde belirleyici faktörler olmuştur. Şehirde dokunan altın ve gümüş işlemeli duvar halıları, limon ağacından yapılmış mobilyalar ve heykelcikler, yakındaki Kapria Gölü'nden elde edilen tuz, şarap ve özellikle Aspendos'un meşhur atları, Aspendosluların ihraç ettikleri ürünler arasında en başta gelenlerdir. Üzüm yetiştirmekle ve şarap tüccarlığı ile tanınmış olsalar da dini törenlerinde tanrılarına şarap sunmayan Aspendoslular, bunun sebebini "Eğer şarap yalnızca tanrılara ait olsaydı, kuşlar üzümleri yemeye cesaret edemezlerdi" diyerek açıklamışlardır. 13. yüzyılın başından itibaren, Aspendos, Selçuklu Türklerinin yerleşimlerinin izlerini taşımaya başlar. Özellikle I. Alaeddin Keykubat'ın hükümdarlığı sırasında tamamen restore edilen tiyatro, Selçuklu tarzında zarif çinilerle süslenmiş ve saray olarak kullanılmıştır.
Antalya - Alanya karayoluna dönen yolun sonunda en görkemli, aynı zamanda işlevsel açıdan en iyi tasarlanmış ve en eksiksiz Roma tiyatrosu örneği ile karşılaşılır. Yapı, Yunan geleneğine uygun olarak bir tepedeki bayıra yapılmıştır. Günümüzde ziyaretçiler yapıya epey sonra inşa edilen ön cephedeki kapıdan girerler. Aslında orijinal giriş, sahne binasının iki ucundaki tonozlu paradoslardandır. Caeva yarım daire şeklindedir ve geniş bir diazoma ile ikiye bölünmüştür. Yukarda 21, aşağıda 20 oturma sırası vardır. Seyircilerin güçlük çekmeden yerlerine oturabilmesi için dolaşım kolaylığı sağlamak amacıyla giderek yayılan merdivenler yapılmıştır, aşağı bölümde orkestra seviyesinden başlayan merdiven sayısı 10 iken bu sayı yukarıda diazomanın üst başlangıcında 21'dir. Daha sonraki bir tarihte yapıldığı düşünülen 59 kemerli galeri, üst caeva'nın bir ucundan diğer ucuna uzanır. Mimari açıdan bakıldığında diazomanın tonozlu galerisi üst caeva'yı destekleyen bir alt yapıdır. Protokolün genel kuralı olarak caeva'nın her iki tarafındaki girişlerin üzerinde bulunan localar imparatorluk ailesine ve kendilerini Roma'nın yürek tanrısı Vesta'ya adamış kutsal bakirelere ayrılmıştır. Orkestradan başlayıp yukarı çıkarak, ilk sıra senatörlere, yargıçlara ve büyükelçilere, ikinci sıra ise şehrin diğer ileri gelenlerine ayrılmıştır. Diğer kısımlar tüm vatandaşlara açıktır. Kadınlar genellikle galerinin altındaki üst sıralarda otururlardı. Cavea'nın üst kısmındaki oturulacak belirli yerlere yontulmuş isimlerden buraların da belli kişilere ayrıldığı açıkça anlaşılmaktadır.
Tiyatronun en dikkat çekici öğesi sahne binasıdır. Yığma taştan yapılan iki katlı bu binanın alt katında, sanatçıların sahneye çıkışlarını sağlayan beş kapı vardır. Ortada porta regia olarak bilinen büyük kapı ve bunun iki yanında da porta hospitales olarak bilinen iki küçük kapı vardır. Orkestranın hizasındaki küçük kapılar ise, vahşi hayvanların saklı tutulduğu yerlere açılan uzun koridorlara aittir. Kalan parçalardan, duvarlardaki nişler ve bina formundaki küçük yapıların içine üçgen ve yarım daire biçimindeki küçük süs çatılar (pediment) altında heykeller yerleştirildiği anlaşılmaktadır.
Sütunlu üst kattın ortasındaki pediment'te şarap tanrısı, tiyatroların kurucusu ve koruyucusu olan Dionysos'un kabartması vardır. Sahne binası cephesinin bazı bölümlerinde görülebilen beyaz sıvanın üzerindeki kırmızı zikzak motifler, Selçuklu dönemine aittir. Sahne binasının üst kısmı oldukça süslü ahşap bir çatı ile örtülmüştür.
Aspendos'taki tiyatro olağanüstü akustiğiyle de çok ünlüdür. Orkestranın ortasında çıkartılan en ufak bir ses bile en üst sıradaki galerilerden rahatça duyulabilir. Zengin bir kültürel mirasın ortasında yaşayan Anadolu asilzadeleri şehirlerle ve onların etrafında bulunan anıtlarla ilgili hikayeler yaratmışlardır. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu hikayelerden biri Aspendos Tiyatrosu ile ilgilidir. Buna göre; Aspendos Kralı, şehre kimin en fazla hizmet sunabileceğini görmek için bir yarışma düzenleyeceğini ve kazananın kızı ile evlenebileceğini ilan eder. Bunu duyan sanatkarlar son hız çalışmaya koyulurlar. Nihayet karar günü geldiğinde, kral herkesin çabasını bir bir inceler ve iki aday seçer. Bu adaylardan birincisi, şehre su kemerleri yolu ile çok uzak mesafelerden su getiren bir sistemi kurmayı başarmıştır. İkinci aday ise tiyatroyu inşa etmiştir. Kral birinci adaydan yana karar vermek üzere iken tiyatroya bir daha bakması istenir. Tiyatronun en üst galerisi civarında gezinirken nereden geldiği belli olmayan bir sesin derinden ve defalarca "Kralın kızı bana verilmeli." dediğini duyar. Büyük bir şaşkınlık yaşayan kral, sesin nereden geldiğini arar ancak kimseyi bulamaz. Bu kişi, tabii ki, yarattığı şaheserin akustiği ile övünen ve sahnede çok kısık bir sesle konuşan tiyatronun mimarının ta kendisidir. Sonunda güzel kızı mimar kazanır ve düğün töreni de bu tiyatroda yapılır. Güney parados'taki bir yazıttan, tiyatronun İmparator Marcus Aurelius (M.S. 161-180) döneminde Theodoros isimli bir Aspendoslunun oğlu mimar Zeno tarafından yapıldığını biliyoruz. Bu yazıta göre, Aspendos halkı Zeno'yu takdir etmiş ve onu stadyumun yanında geniş bir bahçe ile ödüllendirmiştir. Sahne binasının her iki tarafındaki girişlerin üzerinde bulunan Yunanca ve Latince yazıtlar, sahne binasının Curtius Crispinus ve Curtius Auspicatus isimlerinde iki kardeş tarafından hizmete sokulduğunu ve binayı tanrılara ve İmparatorun ailesine ithaf ettiklerini anlatmaktadır.
Aspendos'un başlıca diğer kalıntıları tiyatronun arkasında, acropolis'in yukarısındadır. Tiyatronun yanından başlayan bir patikadan ulaşılan acropolis'te karşılaşılan ilk yapı, 27X105 metre ölçülerindeki bazilikadır. Bazilika, Romalılar tarafından icat edilen mimari bir yapıdır. Roma bazilikaları farklı amaçlar için kullanılırdı ancak bunların hepsi toplumla ilgili meseleler olurdu. Bu binalarda mahkemeler ve alışveriş pazarları kurulurdu. Bazilikanın planı, etrafı odalarla çevrili geniş bir merkezi holden oluşur. Merkez hol, binanın diğer bölümlerinden yanlarındaki sütunlarla ayrılır ve çatısı daha yüksektir. Bazilikanın içinde yargıç kürsüsü vardır. Bizans döneminde binada büyük değişiklikler yapılmış ve bina orijinal yapısını kaybetmiştir.
Bazilikanın güneyinde, şehirdeki ticari, sosyal ve politik faaliyetlerin merkezi olan üç yanı evlerle çevrili agora vardır. Batıya doğru gidildiğinde, az ileride, stoanın arkasında hepsi bir sırada olan eşit büyüklükte on iki dükkan vardır. Agoranın kuzeyinde, bugün sadece ön duvarı ayakta duran nymphaeum vardır. Genişliği 32.5 metre ve yüksekliği 15 metre olan iki katlı bu cephenin her katında beş niş vardır. Alt katta bulunan ortadaki niş diğerlerinden daha geniştir ve kapı olarak kullanılmış olduğu düşünülmektedir. Duvarın dibindeki mermer zeminden, binanın orijinalinde sütunlu bir cephesi olduğu anlaşılmaktadır.
Nymphaeumun arkasında alışılmadık planlı, ya konsey üyelerinin toplandıkları bir bouleterion ya da odeon olarak kullanılan bir bina vardır.
Aspendos'un bir diğer kalıntısı da su kemerleridir. Kuzeydeki dağlardan şehre su getiren bir kilometre uzunluğundaki bu kemerler dizisi olağanüstü bir mühendislik becerisini ortaya koyar ve eski çağlardan günümüze kalan nadir örneklerdendir. Su, kaynağından 15 metre yüksekliğindeki kemerlerin üzerinde, oyulmuş taş bloklardan oluşan bir kanal aracılığıyla şehre getirilirdi. Su, kemerin bitim noktasının her iki tarafında bulunan 30 metre yüksekliğindeki kulelerde biriktirilir ve buralardan şehre dağıtılırdı.
Aspendos'ta bulunan bir yazıt, su kemerinin Tiberius Claudius Italicus tarafından yaptırıldığını ve şehrin hizmetine sunulduğunu anlatır. Mimari özellikleri ve yapılış teknikleri, su kemerinin M.S.II.yüzyılın