Tebük Seferi

Son güncelleme: 23.12.2010 12:11
  • Hz. Peygamberin Hicretin dokuzuncu yılında, Şamda toplanan kırkbin kişilik Bizans ordusuna karşı çarpışmak üzere Medineden Tebüke kadar sevkettiği en son ve en güçlü askerî hareket.

    Tebük arap yarımadasının kuzeyinde Medine ile Şamın ortasında bir yerin adıdır. Suyu ve hurmalığı olan bir yerdir. Bu savaş yolculuğunun son ucu burası olduğu için "Tebük Gazası" adı ile anılmıştır. Bu seferde savaş olmamış fakat en güçlü bir İslâm ordusu techiz edilmiş, böylece askerî ve siyasî açıdan önemli bir zafer kazanılmıştır.

    Seferin nedeni: Bizans İmparatoru Herakliusa bir mektup yazan Suriyeli hristiyanlar, Muhammedin öldüğünü, müslümanların da kıtlık ve yokluk içinde perişan olduklarını, üzerlerine asker gönderilirse, onları kendi dinine katmanın tam zamanı bulunduğunu bildirdiler (Heysemî, Mecmauz-Zevâid, VI, 191). Bunun üzerine Heraklius silahlandırdığı kırk bin kişilik askeri bir gücü Kubadın komutası altında yola çıkardı. Cüzam, Lahm, Gassân ve Âmile adını taşıyan arap kabilelerinin de Rumlarla birlikte hareket edecekeri haberi Medineye ulaştı. Zaten Allahın elçisi kuzey sınırından güvende değildi. Böyle bir askerî harekât hazırlığını öğrenince genel seferberlik ilân etti. Allahın Resulu diğer gazvelerde genellikle seferin nereye olacağını gizli tutarken bu defa Bizans ordusuna karşı bir sefer düzenleneceğini açıklamıştı. Çünkü gidilecek yer uzak, havalar sıcak ve kurak, düşman güçlü idi. Ordunun buna göre hazırlık yapması gerekiyordu. Mekkeden ve diğer arap kabilelerinden asker toplamak için de görevliler çıkarılmıştı.

    Sıcak, kuraklık, kıtlık, uzaklık ve güçlü düşman unsurları bu seferi "güç ve zor bir sefer" haline getirmişti. Bu yüzden seferin rastladığı zamana Kuran-ı Kerimde "Sâatül-usre" (güçlük zamanı) denilmiş, bu sefere de Kuran dilinden alınarak "Gazvetül usre (zorluk gazâsı)" adı verilmiştir. Bu sefere katılan orduya da "Ceyşül-usre (Güçlük ordusu)" denilmiştir (bk. et-Tevbe, 9117; ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarih, Terc ve Şerh, Kamil Miras, 6. Baskı, Ankara 1983, X, 408, 409; İbn İshak, İbn Hişam, es-Sîre, IV, 161; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 75; Vâkıdî, Meğâzî, III, 991).

    Hz. Peygamber savaş için hazırlık yapılmasını emrettiği zaman mevsimin olumsuzlukları, ürünün hasat zamanı oluşu ve insanların yazın sıcağında ağaç gölgesinde oturmayı sevmesi yüzünden, böyle sıkıntılı bir yolculuğa isteksizlik vardı. Ashab-ı kiramın ağır davranması dikkati çekmişti. Bu yüzden Allahu Teâlâ müminleri şöyle uyardı:

    "Ey iman edenler Size ne oluyor da: Allah yolunda cihata çıkın, denildiğinde, bazılarınız ağırdan alarak, bulunduğunuz yerden kımıldamak istemiyorsunuz? Yoksa siz ahireti bırakıp, sade65533; dünya hayatına mı razı oldunuz? Halbuki dünya hayatının geçici zevki ahiret saadeti yanında pek az ve değersizdir" (et-Tevbe, 938). Devamı ayetlerde, eğer bu cihata çıkmazlarsa can yakıcı bir azapla karşılaşacakları, bunun zararının Allaha değil kendilerine olacağı, Allahın Resulune yardım etmeseler bile, Allahın Ona yardım edeceğini, nitekim Mekkeden hicret ederken de Resulullaha yardım edildiği, mağarada da o, arkadaşına; "üzülme, Allah bizimle beraberdir" diyordu, böylece Allahın Resulune emniyet ve güven verdiği, şimdi de aynı yardımı yapabileceğini bildirdi (et-Tevbe, 939, 40).

    İslâm toplumu su ayetle topluca cihata çağrıldı: "Ey müminler Güçlünüz zayıfınız hep birlikte savaşa koşun. Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihat edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır" (et-Tevbe, 941).

    SAHABENIN ORDUYA YARDIMLARI:

    Hz. Peygamber her gün minberine oturur ve "Allahım Sen şu bir avuç İslâm toplumunun yok olmasına fırsat verirsen, artık yeryüzünde sana ibadet olunmaz" diyerek yalvarır ve müminleri mallarıyla ve canlarıyla cihata teşvik ederdi. Bunun üzerine servet sahibi müminler orduya yardım getirmeye başladılar.

    Hz. Ömer bu sefere dörtbin dirhem gümüş para (beş dirhem yaklaşık bir koyun bedeli) getirmiş ve Hz. Peygamberin "Geride ne bıraktın?" sorusuna "malımın yarısını" diye cevap vermiştir (İbn Esîr, Üsdül-Gâbe, III, 326-327; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 2. baskı, İstanbul, t.y., IX, 156, 157). Hz. Ebû Bekir de dörtbin dirhem getirince, Allah elçisinin "Aile fertleri için ne bıraktın?" sorusuna; "Onlara Allah ve Resulunü bıraktım" diye cevap verince, bunu işiten Hz. Ömer hayır yarışında Ebû Bekiri geçemeyeceğini belirterek ağlamıştır (Vakıdî, Meğâzî, III, 991; İbnül-Esîr a.g.e., III, 327).

    Abdurrahman b. Avf da sekizbin dirhem sermayesinin yarısını getirince Allah elçisi; "Allah senin getirip verdiğini de, ev halkın için ayırdığını da bereketlendirsin" (Vâkîdî, Meğâzî, III, 991; Taberî, Tefsir, X, 197) diye dua etmiştir.

    Hz. Osman ise ordunun techizinde en büyük yardımı yapmıştı. O, üçyüz deve, yüz at bağışlamış, ayrıca bin altın lirayı Resulullahın kucağına dökünce, Allah elçisi; "Ey Allahım Ben Osmandan râzıyım, sen de razı ol65533; diye dua etmiş ve Osmanın bundan sonra olmuş olacak şeylerden bir sorumluluğunun bulunmayacağını bildirmiştir (bk. Ahmed b. Hanbel, IV, 75; Vâkıdî, a.g.e., III, 991; İbn Ishak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 161). Ayrıca Hz. Osmanın birer altın sarfı ile onbin askeri techiz ettiği, su içtikleri kapların ağız bağlarına ve askı iplerine kadar sağlanmadık ihtiyaçlarının bırakmadığı nakledilmiştir. (Vâkıdî, Megâzî, III, 991; Belâzurî, Ensâbül-Eşraf, 1, 368).

    Malî durumu zayıf olanlar da ellerinden gelen yardımı yapıyorlardı. Hz. Peygamber; "Kim bugün bir sadaka verirse sadakası kıyamet günü Allah katında onun lehine şahitlikte bulunacaktır" buyurunca, bir adam başına sardığı sarığı vermiş, siyah, hor görünüşlü bir yoksul da çok güzel bir deveyi bağışlayıp gitmişti. Ebû Ukayl iki ölçek hurma karşılığında sabaha kadar su çekmiş, bir ölçeğini ev ihtiyacı için ayırmış, bir ölçeğini de orduya bağışlamıştı. Hz. Peygamber onun için de hayır ve bereketle dua etti (Taberî, Tefsir, X, 194, 195). Başka bir yoksul Ulbe b. Zeyd ise malı, mülkü, biniti olmadığı için cihata hiçbir katkısı olamayışından çok üzgündü. Gece namazından sonra Allaha niyazda bulundu, imkânlarının olmayışından yakındı. Ertesi gün sıkılarak, alay edilmeyi göze alarak çok az bir metaı Hz. Peygambere getirdi. Bu da sadakalara karıştırıldı. Ertesi gün Hz. Peygamber az bir sadaka veren bu yoksulu davet etti ve şöyle buyurdu: "Muhammedin varlığı, kudreti elinde bulunan Allah a yemin ederim ki, sen sadakası kabul olunanların Divanına yazıldın" (İbn Kayyim, Zâdul-Meâd, Mısır 13901970, III, 4; Vâkıdî, a.g.e., III, 994; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 500).

    Kadınlar da ellerinden gelen yardımı yapmaktan geri durmuyorlardı. Ümmü Sinan el-Eslemiyye şöyle anlatır: "Hz. Âîşenin evinde Resulullah (s.a.s)ın önüne serilmiş bir örtü gördüm ki üzerinde bilezikler, bazubentler, halhallar, yüzükler, küpeler, develerin ayaklarını bağlayacak bir takım kayışlarla, kadınlar tarafından gönderilen ve savaşta işe yarayabilecek bir takım şeyler bulunuyordu" (Vâkıdî, Meğâzî, III, 991, 992).

    Tebük Seferi ve Münafıklar:

    Münafıklar müminleri başarıya götürebilecek her önemli işte olduğu gibi gerek Tebük gazvesi hazırlıkları ve gerekse yolculuk sırasında bozgunculuk yapmaktan geri durmadılar.

    Münafıkların başı Abdullah b. Ubey b. Selül; "Muhammed Roma devletini oyuncak mı sanıyor? Onun ashabıyla birlikte yakalanıp esir olacaklarını gözümle görmüş gibi biliyorum" diyerek halka korku ve ümitsizlik vermeye çalışıyordu (Ahmet Cevdet Paşa, Peygamberlerin Kıssaları ve Halifelerin Tarihleri, İstanbul 1977, I, 206).

    Münafıklardan bir topluluk hiçbir özürleri olmadığı halde Tebük seferine katılmamak için Hz. Peygamberden izin istediler. Allahın Resulu seksenden fazla münafığa izin verdi. Kimi münafıklar da ganimet almak için Tebük ordusuna katılmış ve gittikleri yerlerde bozgunculuk yapmaktan geri durmamışlardır (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, 160 vd.; Taberî, Tarih, III, 142 vd.; Vâkıdî, Megâzî, III, 995; et-Tevbe, 966).

    Orduya özürsüz katılmayan münafıklarla ilgili çeşitli ayetler indi. Bazıları şunlardır: "Onlardan bazısı peygambere: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" diyordu. Bilin ki onlar zaten fitne içine düşmüşlerdir. Şüphesiz cehennem, kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır" (et-Tevbe, 949). "Cihatdan geri kalanlar, Allahın Resulune muhalefet ederek oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihat etmeyi hoş görmediler. "Bu sıcakta savaşa çıkmayın " dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır". Keşke bilseydiler. Yaptıklarının cezası olarak, artık az gülsünler çok ağlasınlar" (et-Tevbe, 981, 82; ayrıca bk. 942-48, 63-64, 79, 83, 86, 87, 90, 93-96).

    YAHUDI SÜVEYLIM IN EVININ YAKILMASI:

    Münafıklardan bazı kişilerin Yahudi Süheylimin Casum mevkiindeki evinde toplanıp, Tebük gazasına çıkacak halkı Hz. Peygamberin etrafından dağıtmak üzere toplandıkları haber alındı.

    Bunun üzerine Allah elçisi Talha b. Ubeydullahı (ö. 36656) bazı sahabelerle birlikte onlara gönderip Süveylimin evini ateşe vererek üzerlerine yıkmasını emretti. Emir yerine getirildi. Dahhâk b. Halîfe evin damından atlayınca ayağı kırıldı. İbn Übeyrık ve arkadaşları ise damdan atlayıp kaçtılar (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 160; Diyarbekri, Hâmis, II, 124).

    İHMALCILIK YÜZÜNDEN SEFERE KATILMAYAN MÜSLÜMANLAR:

    Mümin oldukları halde ihmalcilik yüzünden sefere katılamayanlar da olmuştu. Bunlar: Kâb b. Mâlik, Mirâre b. Rabî ve Hilâl b. Ümeyye (r. anhüm) idi.

    Kâb b. Mâlik; Akabede Hz. Peygambere beyat etmiş, Bedir dışında tüm gazalara katılmıştı. Tebük seferine katılmak için her türlü imkâna sahip olduğu halde sırf ihmalciliği nedeniyle bu gazaya katılamadığını şöyle belirtmiştir: "Hz. Peygamber bu gaza için hazırlanmaya başladılar. Ben de onlarla birlikte yol hazırlığını görmek üzere sabahleyin evden çıkıp dolaşır, hiç bir iş görmeden akşam üzeri döner, gelirdim. Kendi kendime; hazırlanmak için çok vaktim var, derdim. Bu ihmalcilik bende sürdü gitti. Sonunda Resulullah ve ashabı birden yola çıkıverdiler" (Vâkıdî, Meğazî, III, 997, 998).

    Diğer iki sahabe de benzer ihmal içinde olup gecikmişler ve sefere katılmamışlardı. Ancak daha sonra bu üç sahabe ruhen çok daraldı ve dünya kendilerine dar geldi. Onların bu sıkıntısı Kuran-ı Kerîmde şöyle açıklanır: "Ve savaştan geri kalan o üç kişinin tövbesini de kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzünün kendilerine dar geldiği, ruhları son derece sıkıldığı, Allahtan başka bir sığınak olmadığını anladıkları zaman tövbe etsinler diye, Allah onları bağışlamıştı. Şüphesiz ki, Allah, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandır" (et-Tevbe, 9118).

    ÖZÜR NEDENIYLE SEFERE KATILAMAYANLARIN ECRE ORTAK OLUŞU:

    Ashab-ı kiramdan meşrû özürleri yüzünden Tebük gazvesine katılamayanların, katılan askerlerin kazandığı tüm ecre ortak oldukları hadis-i şerifle sabittir.

    Enes b. Mâlik (r.a)den rivayete göre Hz. Peygamber Tebük seferi sırasında şöyle buyurmuştur: "Medinede bir topluluk kalmıştır ki, biz bir dağ yolunda, bir vadide her yürüyüşümüzde, onlar da bizimle birliktedirler. Ashap: Yâ Resulullah, onlar nasıl bizimle birlikte olur?" diye sorunca da; "Onları burada bulunmaktan (hastalık, gücü yetmemek gibi) meşrû özürleri menetmiştir" (Buhârî, Cihâd, 140, Temennî, 9, Menâkıbul-Ensâr, 1, 3, Megâzî, 56; Müslim, Zekât, 133, 136136; Tirmizî, Menâkıb, 65; Kâmil Miras, Tecrid-i Sarîh, VIII, 299, 300)

    TEBÜKE BÜYÜK YOLCULUĞA İMKÂN BULAMAYANLARIN AĞLAYIŞI:

    Varlıklı sahabelerin yardımı ile ihtiyaçlı gaziler techiz ediliyor, fakat sayı çok fazla olduğu için bu yardım da yetişmiyordu. İslâm tarihinde "ağlayanlar" diye anılan yedi kişi Resulullah (s.a.s)a gelerek, bu gazveye katılmak istediklerini, fakat binit ve yiyeceklerinin bulunmadığını bildirdiler. Hz. Peygamberin kendilerine binit kalmadığını söylemesi üzerine bu yedi kahraman ağlayarak geri dönmüşlerdi. Bunlar Salim b. Umeyr, Ulbe b. Zeyd, Ebû Leylâ el-Mâzinî, Seleme b. Sahr, Irbâd b. Sâriye; bir rivâyete Abdullah b. Muğaffel ve Makıl b. Yesâr veya Amr b. Gunme (r. anhüm)dür. Onların bu hali Kuran-ı Kerimde şöyle haber verilir: "Cihada çıkabilmek için binek vermen için sana geldikleri vakit: "Size verecek bir binit bulamıyorum" dediğinde, savaş araç ve gereçleri bulamadıklarını üzülüp gözleri yaşla dolu olarak geri dönenlere de bir sorumluluk yoktur" (et-Tevbe, 992).

    Bunun üzerine bu yedi mücahidden ikisine İbn Yamin, ikisine Hz. Abbas b. Abdilmuttalib, üçüne de Hz. Osman binit sağlamıştır (İbn İshak, İbn Elisâm, Sîre, IV, 161, 162; Vâkıdî, Megâzi, III, 994; Taberî, Tarih, III, 143).

    TEBÜK YOLCULUĞUNUN BAŞLAMASI:

    Hz. Peygamber (s.a.s) Tebük gazasını Medîneden Hicretin 9. yılı Recep ayında perşembe günü çıkmıştı. Çünkü O, cihada perşembe günü çıkmayı severdi. Bu, Resulullah (s.a.s)ın sonuncu gazası oldu.

    Medinede vekil bırakılan Hz. Ali için münafıkların "Muhammed, Aliyi onda görüp hoşlanmadığı bir şey için geri bırakmıştır" gibi dedikodular yapması üzerine, Hz. Ali silahlanıp Cürf mevkiinde Hz. Peygambere yetişti. Resulullahın geliş nedenini sorması üzerine hakkındaki dedikodudan söz etti. Hz. Peygamber; "Onlar yalan söylemişlerdir. Ben seni arkamda bıraktıklarıma vekil tayin ettim. Hemen geri dön, gerek benim ev halkım ve gerekse senin ev halkın içinde vekilim ol. Sen bana göre, Musaya göre Harunun durumunda olmak istemez misin? Ancak benden sonra Peygamber gelmeyecektir" dedi. Hz. Ali; "Ey Allahın elçisi öyledir" diye cevap verdi ve Medîneye geri döndü" (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 163, İbn Sad, Tabakât, III, 24 25, Taberî, Tarih, III, 144, İbnülEsîr, el-Kâmil, Beyrut 13851965, II, 278).

    Hz. Peygamberin komutasındaki onbin kişilik İslâm ordusu Medineden Tebüke kadar onsekiz yerde konakladı, ondokuzuncu konaklama yeri Tebük oldu. Bu konaklama yerlerinde namaz kılınan yerler günümüzde de adlarıyla mescit olarak bilinmektedir. Zülhuşub, Feyfâ, Zülmerve, Raka ve Vâdilkurâ mescidleri gibi .

    Yolculuk sırasında ve konaklama yerlerinde pek çok ibretli ve hikmetli olaylar vuku buldu. Allahın elçisi yol boyunca öğütlerini sürdürdü. Bunlardan bazıları şunlardır:

    1) Sekizinci konaklama yeri olan Hicrda olanlar:

    Hicr, Semûd kavminin yaşayıp helâk olduğu yerdir. Salih Peygambere isyan eden bu topluluğu Yüce Allah korkunç bir haykırışla helâk etmişti (bk. el-Arâf, 773-9; el-Hicr, 1580-84; eş-Şuarâ, 26141-159; Hûd, 1161-68; en-Neml, 2745-53). Hz. Peygamber bu kavmin mucizeleri gördükleri halde peygamberlerine karşı gelmelerini açıkladı ve bu yerden hızlı geçilmesini emir buyurdu.

    Hicr kuyularından alınan suları döktürdü ve bununla hazırlanan ekmek hamurlarının develere yedirilmesini emir buyurdu (Vâkıdî, Megâzî, III, 1008; Ahmed b. Hanbel, II, 9: Asım Köksal, a.g.e., IX, 185 vd.). Böyle hüzünlü bir beldeye neşeyle girilmesini, Hıcrda oturan halkla temas etmemelerini emir buyurdu (Vâkıdî, Meğâzî, III, 1008; Ahmed b. Hanbel, V, 231).

    Allah elçisi, Hicrda gece şiddetli kasırganın kopacağını, bu yüzden kimsenin yanında arkadaşı olmaksızın dışarı çıkmamasını ve develerin dizlerinin bağlanmasını bildirdi. Kasırga çıktı ve uyarıya uymayan iki kişiden birisi nefes darlığına uğradı, diğerini fırtına sürükledi.

    Mücahitler Hicrda sabahlayınca şiddetli susuzlukla karşılaştılar. Allah elçisi özellikle Hz. Ebû Bekirin yağmur duası yapmasını istemesi üzerine, ellerini kaldırıp yağmur için dua etti. Daha ellerini indirmeden yağmur yağmaya başlamıştı (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 165; Taberî, Tefsîr, XI, 55; Tarih, III, 144). Bunun üzerine daha önce; "Muhammed hak peygamber olsaydı, Musa peygamberin Allahtan yağmur istediği ve yağdırdığı gibi, O da yağmur ister ve yağdırırdı" diyerek dedikodu yapan münâfıklar seslerini kesmişlerdi.

    Hz. Peygamberin devesi "Kasvâ"ın kaybolması:

    Bir konaklama yerinde Resulullah (s.a.s)in devesi Kasvâ kaybolmuş ve aramalara rağmen bulunamamıştı. Benî Kaynuka Yahudilerinden müslüman olan Zeyd b. Lusayt adlı münafık; "Kendisinin peygamber olduğunu söyleyen ve size göklerden haberler veren Muhammed bugün kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor" diyerek müminlerin kalbine şüphe sokmaya çalışıyordu. Bunu haber alan Resulullah (s.a.s), Cebrail (a.s) haber vermesi üzerine devenin bulunduğu yeri ve ipinin bir dala takılı bulunduğunu bildirdi ve "Allaha yemin olsun ki, gerçekten ben, bir şeyi Allah bana bildirmedikçe bilemem" buyurdu. Gerçekten o yana giden sahabiler deveyi bulup getirdiler (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 166, 167; Vâkıdî, a.g.e., III, 1010).

    Zeyd b. Lusayt bu olaydan sonra, ertesi sabah kalbindeki Hz. Muhammedin peygamberliği konusundaki şüphelerinin yok olduğunu söylemiştir (Vâkıdî, Megâzî, III, 1010). Bazıları onun tövbe ettiğini söylerken Hârice b. Zeyd gibi bazı sahabiler de onun tövbe ettiğini kabul etmemişlerdir (İbn İshak, İbn Hişâm, IV, 167;Vâkıdî, a.g.e., III, 1010).

    Abdurrahman b. Avfın imam oluşu:

    Hicrle Tebük arasında bir konaklama yerinde tan yeri ağardıktan sonra Allah elçisi ihtiyacını gidermek için uzak bir yere gitmişti. Cemaat güneşin doğmasından korkarak Abdurrahman b. Avf (r.a)ı öne geçirdiler. Hz. Peygamber abdest alıp dönünce Abdurrahman rukûda idi. Cemaat Resulullahın geldiğini anlayınca neredeyse namazı bozacaklardı. Abdurrahman da imamlıktan çekilmek istedi. Fakat Resulullah (s.a.s)in işareti ile namaza devam etti. Allah elçisi bir rekâtı imamla, bir rekâtı da selãmdan sonra ayağa kalkarak tek başına kıldı. Namaz bitince de; "Güzel yaptınız" buyurdu (Ahmed b. Hanbel, IV, 247; Vâkıdî, Megâzî, III, 1011).

    Abdestte tek yıkama ve mestlere meshetme:

    Avf b. Mâlikten rivayete göre, Hz. Peygamber Tebük seferi sırasında yolcular için mestler üzerine üç gün üç gece, mukîm olanlar için bir gün bir gece süreyle meshedilmesini emir buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 27). Hz. Ömerin bildirdiğine göre abdest alınırken abdest azaları birer defa yıkanmakla yetinilmiştir (Ahmed b. Hanbel, 1, 23).

    Vaktinde kılınamayıp kaza edilen sabah namazı:

    Yolculukta Allah elçisi uykuda iken kaldırılmamış ve sabah namazı vakti çıkıp güneş bir mızrak boyu yükselmişti. Resulullah (a.s) Bilâle: "Ben sana bu gece bizi bekle ve sabah olunca uyandır" demedim mi?" buyurdu. Bilâl: "Seni uyutan beni de uyuttu" dedi. Hz. Peygamber o yerden kalkıp biraz gittikten sonra, önce sünneti sonra da farzı kaza etti (Vâkıdî, Megâzî, III, 1015, 1016).

    Hz. Peygamberin Tebükte ashabı ile istişare etmesi:

    Tebüke geldikten sonra Şam üzerine yürünüp yürünmemesi konusunda Allah elçisi ashabı ile istişare etti. Hz. Ömer: "Eğer gitmekle emrolundun ise git" dedi. Hz. Peygamber: "Eğer bu konuda Allah tarafından emrolunmuş bulunsaydım, size danışmazdım" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ey Allahın Resulu orada Rumlar çok fazladır, müslümanlardan tek kişi bile yoktur, senin bu derece yakına gelmen onları korkutmuştur. Uygun bulursanız bu yıl buradan geri dönülsün veya yüce Allah bu konudaki buyruğunu bildirir" Bunun üzerine Hz. Peygamber Tebükten ileri geçmedi (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre; IV, 170; İbn Sad, Tabakâl, II, 166; Vâkidî, a.g.e., III, 1019).

    Diğer peygamberlere verilmeyip yalnız Hz. Muhammede verilen beş haslet:

    Hz. Peygamber Tebükte gece namazını (teheccud) çadırının önünde kıldığı bir gece, yanına gelen sahabilerle sohbet ederken şöyle buyurmuştur: "Benden önceki peygamberlerden hiç birisine verilmeyen şu beş şey bana verilmişti:

    a- Önceki peygamberler yalnız bir kavme gönderilmişken, ben bütün insanlara gönderildim.

    b- Yeryüzü bana mescit ve temizlik aracı kılındı. Bu yüzden namaz vakti nerede olursa teyemmüm edip namazımı kılarım. Önceki ümmetler ise ibadetlerini ancak Kilise ve Havralarda yapabilirdi.

    c- Savaş ganimetleri bana helal kılındı. Halbuki önceki peygamberlere helâl kılınmamıştı.

    d- Bana şefaat makamı verildi.

    e- Ben bir aylık uzak yerdeki düşmanın kalbine korku salmakla yardım olundum" (bk. Buhârî, Teyemmüm, 1, Salât, 56; Müslim, Mesâcid, 3, 4, 5; Ebû Dâvud, Salât, 24; Tirmizî, Mevâkît, 119, Siyer, 5; Nesâî, Cusl, 26; İbn Mâce, Tahâre, 90; Dârimî, Salât, 111, Siyer, 28; Ahmed b. Hanbel, I, 250, 301, II, 222, 240, 250, 312; Vâkıdî, Megâzî, III, 1021 vd .).

    Hz. Peygambere ve ümmetine ayrıcalık sağlayan bu niteliklerin Bizansa karşı yapılan böyle büyük bir harekât sırasında açıklanması şu noktaları akla getirmektedir.

    Çevrede en güçlü olarak bilinen Doğu Roma imparatorluğuna karşı durabilecek bir güce sahip olan İslâm topluluğu, yakında bu yöreleri ele geçirecek ve rum diyarı İslâma girecek, böylece arap toplumları dışına çıkan İslâm evrensellik özelliğine kavuşacaktır .

    İslâm ordusu yolculuk sırasında günlerce çeşitli yer ve mevkilerde, arz üzerinde farz ve nafile namazları kılmış ve böylece ibadetin yalnız mescidlerde yapılabileceği imajı yerine namaza evrensel bir mescid anlayışı kazandırılmıştır. Abdest ve gusülde de su yerine, gerektiğinde teyemmümle yetinmenin uygulamaları yapılmıştır.

    Bu gibi askeri hareketlerde zafer sonrası elde edilecek ganimetlerin beşte biri beytülmalin, beşte dördü de gazilerin hakkı olmak üzere meşrû kılınmıştır. Bu da savaşlarda ayrı bir teşvik unsurudur (bk. "Ganimet" mad .).

    Çevrede bir aylık uzak yerde bulunan düşman o gün için Doğu Roma İmparatorluğu ve bunların başkanı Heraklius olmalıdır. İmparatorun ve askerlerinin kalbine korku düştüğü için Hicaza saldırıp yakıp yıkmak üzere yola çıktıkları halde bu cesareti gösterememişlerdir. Güçlü İslâm ordusunun hazırlıklı, düzenli ve her çeşit savaş rizikosunu göze alarak Tebüke kadar gelmesi, güç dengesini psikolojik bakımdan Müslümanların lehine çevirmiştir. Böylece düşman için, savaş olmasa bile güç hazırlamayı emreden ayetin hükmü gerçekleşmiştir .

    Ayette şöyle buyrulur: "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, bununla Allahın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve daha bundan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allahın bildiği diğer düşmanları korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, karşılığı size eksiksiz ödenir, asla haksızlığa uğratılmazsınız" (el-Enfâl, 860).

    Hz. Peygamber Tebükte bulunduğu sırada Halid b. Velidi dört yüz atlı ile bir hristiyan topluluk olan Dûmetülcendelin kralı Ükeydir b. Abdilmelik üzerine gönderdi. Dûmetülcendel Şam yolu üzerinde Tebüke yakın, sulu, hurma ve ekinleri bol, büyük bir ticaret merkezi idi. Halid b. Velid az sayıda bir askerle bilmedikleri bir yörede kralı nasıl bulacaklarını sorunca, Allah elçisi onu "yabanî sığır avlarken bulup yakalayacağını" haber verdi.

    Gerçekten Halid ve arkadaşları kaleye yaklaştıkları sırada normal kırsal kesimde az rastlanan bir yaban sığırının kale kapısına yaklaşmakta olduğunu gördüler. Yukarıdan Ükeydir ve ailesi de bu semiz hayvanı görmüşlerdi. Ükeydir silahlanıp birkaç adamı ile birlikte sığırı avlamak üzere kaleden dışarı çıkınca da onu yakaladılar ve elleri bağlı olarak kalenin önüne getirdiler .

    Orada Halidle Ükeydir arasında yapılan anlaşmaya göre, Ükeydir Müslümanlara: İki bin deve, sekiz yüz at, dört yüz zırh gömlek, dört yüz mızrak vermek ve Ükeydir ile kardeşi Mudad Hz. Peygambere kadar götürülüp haklarında Allah elçisi hüküm vermek üzere sulh oldular. Bundan sonra kaleye girilerek belirlenen ganimet malları teslim alındı (bk. Vâkıdî a.g.e., III, 1027, 1034; İbn İshak, İbn Hişam, Sire, IV, 169 vd; İbn Sad, Tabakât, II, 62, 166).

    Eyle, Ezruh ve Cerba Melikleri ile Sulh Anlaşması Yapılması:

    Hz. Peygamber Tebükte bulunduğu sırada Kızıldenizin kuzeyinde ve Akabe körfezinin sonunda deniz sahilindeki Eyle hükümdarı Yuhanna b. Rube, gelerek yıllık belirli miktarda cizye vermek üzere kendisi ile sulh anlaşması yaptı. Hz. Peygamber Yuhannaya şu ahitnameyi yazılı olarak verdi.

    "Bismillahirrahmânirrahîm . Bu, Allah ve Peygamberi Muhammedden Yuhanna b. Rube ile Eyle halkından denizdeki gemilerde bulunanları ve karadaki gezen, dolaşanları için eman yazısıdır: Gerek bunlar ve gerek Şam, Yemen ve deniz sahili halkından Eylelilerle birlikte bulunanlar, Allahın ve Resulunün himayesindedirler. Onlardan bir kötülük işleyeni yanındaki malı koruyamayacak, bu mal, alana da helâl olacaktır. Denizde, karada herkes dilediği tarafa yolculuk yapma hakkına sahiptir65533; (Ebu Ubeyd, el-Emvâl, Mısır 13881968, s. 287 vd; İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, VI, 169).

    Eyle kralı Yuhanna ile birlikte Ezruh ve Cerba halkı temsilcileri de Tebüke gelip Hz. Peygamberle cizye vermek üzere anlaşma yaptılar. Bunlar her yıl Recep ayında saf altından yüz dinar cizye ödemeyi kabul ettiler ve buna karşılık onlara birer emannâme (güven mektubu) verildi. Bu iki topluluk da Eyleliler gibi Yahudi toplumudur (İbn Sad, Tabakât, 1, 289 vd; İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 169; Vâkıdî, Megâzî, III, 1031).

    MESCID-I DIRÂR OLAYI:

    Hz. Peygamber Tebükte yirmi gün kadar kaldıktan sonra, ashab-ı kiramın ileri gelenleri ile istişare ederek geri dönmeye karar verdi. Çünkü Bizans ordusu saldırmaya cesaret edememiş ve amaca ulaşılmıştı. O gün için daha fazla ileri gidip kan dökmeye ihtiyaç yoktu. Çünkü Şam yöresini fetih gibi bir amaçla yola çıkılmamıştı. Üstelik Şam yöresinde bulaşıcı bir hastalık (tâun) olduğu da haber alınmıştı. Geri dönüş için yola çıkan ordu Ramazanın ilk günlerinde Medîneye ulaştı. Hz. Peygamber Tebüke giderken Medineye bir saat uzaklıktaki Ziyevan köyüne geliniğinde münâfıklardan bir heyet gelerek: "Ey Allahın Resulu Biz hastalar ve Kuba mescidine gelemeyenler için özellikle yağmurlu gecelerde namaz kılmak üzere bir mescid bina ettik. Teşrif edip burada namaz kıldırsanız, hayır ve bereketle dua buyursanız" dediler. Hz. Peygamber bunun dönüşte olabileceğini söylemişlerdi. Bunun üzerine Tebük dönüşü bu sözü Allah elçisine hatırlatıp yeni yapılan mescide gelmesini rica ettiler.

    Bu mescid Ebû Âmir Fâsık adlı bozguncu münafık ve fasığın teşviki ile münafıklarca Kuba Mescidinin cemaatını bölmek niyetiyle yapılmış ve Hz. Peygambere suikast düzenlemek üzere içi silâhla doldurulmuştu. Hz. Peygamber bu mescide gitmeye hazırlanırken Cebrail (a.s) gelerek durumu haber verdi.

    Kuran-ı Kerîmde bu mescidden şöyle söz edilir:

    Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah ve Resulune karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak üzere bir mescid yapanlar; "Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk" diye yemin ederler. Allah da şahittir ki bunlar yalancıdırlar" (et-Tevbe, 9107). "Ey Muhammed Bu mescidde asla namaz kılma. Şüphesiz ki, başlangıcından itibaren takva üzere kurulan mescidde (Kuba mescidi) namaz kılman daha hayırlıdır. O mescidde kendilerini maddî ve manevi kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardır. Allah temizlenmek isteyenleri sever" (et-Tevbe, 9108; bk. 109, 110).

    Bunun üzerine Hz. Peygamber ashab-ı kiramdan Mâlik b. Dehsan ile Man b. Adiyy (r. anhümâ)yi Mescid-i Dırarı yıkmak üzere gönderdi. Bu sahabeler mescidi yakıp yıktılar. Böylece kötü amaç için bina edilen bir mescid ortadan kaldırılmış oldu (bk. İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, III, 71; İbn Sad, Tabakât, III, 540 vd; İbn Kesîr, Muhtasar Tefsîr, II, 169; Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarih, X, 422).

    Özürsüz cihada katılmayan üç kişinin çilesi:

    Resulullah (s.a.s) Tebükten dönüşte Medîneye girişte doğrudan Mescidi Nebevîye girip iki rekat namaz kıldı. Çünkü seferden dönüşte bu, Resulullah (s.a.s)ın âdeti idi. Sonra mescitte oturdu. Tebük gazvesine katılamayıp Medinede kalanlar tek tek gelip özürlerini yeminle teyit ettiler. Hz. Peygamber dış görünüşlerine bakarak özürlerini kabul edip, iç yüzlerini Allaha havale etti ve haklarında istiğfarda bulundu. Bunların sayısı seksen kadar idi.

    Ancak Kâb b. Mâlik, Mirare b. Rabî ve Hilâl b. Ümeyye meşrû bir özürleri bulunmadığı halde cihada katılmamışlardı. Hz. Peygamberin huzuruna girince mazeret uydurma yoluna gitmeden doğruyu söylediler.

    Resulullah (s.a.s) halkı bu üç sahabe ile görüşüp konuşmaktan menetti. Üçü de bir köşeye çekilerek elli gün süreyle yalnızlığa itildiler. Dünya başlarına zindan oldu. Kırk gün geçince Hz. Peygamber bunlara Hüzeyme b. Sâbit (r.a)i göndererek kadınlarından da ayrı durmalarını bildirdi. Böylece eşlerinin cihaddan geri kalan bu sahabelere hizmeti de men edilmiş oluyordu. Yalnız Hilâl b. Ümeyyenin eşi Allah elçisine gelerek; "Hilâl yaşlıdır, hizmetçisi de yoktur. Yalnız mutfak işlerine yardımcı olsam" diye izin istedi. Kendisine yalnız ev hizmeti için izin verildi.


    Elli gün tamamlanınca bu üç sahabenin mağfiret edildiğini bildirilen ayet indi. Bunu müjdeleyen sahabeye, Kab b. Mâlik sevincinden bir kat elbise giydirmişti. Mescide geldiklerinde Allahın Resulu Kab b. Mâlike şöyle buyurdu: "Annen seni doğurduğu günden beri yaşadığın günlerin en hayırlısını sana müjdeliyorum". Kab; "Bu müjde tarafınızdan mı, yoksa Allah tarafından mı?" diye sorunca, Hz. Peygamber; "Doğrudan Yüce Allah tarafından" buyurdu. Bunun üzerine Kab, bütün servetini Allah yolunda tasadduk etmek istediğini bildirdi. Hz. Peygamber, bir bölümünü kendisine ayırmasının daha hayırlı olacağını söyledi (Kâmil Miras, Tecrîd, X, 424 vd, Hadis No: 1659; İbn Kesîr, a.g.e., II, 175 vd.).

    Allah Teâlâ bu üç sahabenin halini ve affedilmelerini şöyle bildirir: "Ve savaştan geri kalan o üç kişinin tövbesini de kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzünün kendilerine dar geldiği, ruhları son derece sıkıldığı, Allah tan başka bir sığınak olmadığını anladıkları zaman tövbe etsinler diye, Allah onları bağışlamıştı. Şüphesiz ki Allah, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandır" (et-Tevbe, 9118).

    Kab b. Mâlik ve arkadaşları bu ilâhî iltifata, doğru sözlülükleri ve samimi davranmaları sayesinde kavuştular. Kab bu olay üzerine, artık ömrü boyunca doğrudan başka bir söz söylemeyeceğine dair Allah elçisine söz verdi. Diğer münâfıklar uydurdukları yalan mazeretler yüzünden helâk olurken onlar selâmete çıktılar.


    abdurrahman b avfın imam oluşu, mescıd-ı dırar olayı, tebük seferi, tebük seferinin hakkinda, tebük seferinin hakkinda bilgi, tebük seferinin neden yapildi?, tebük seferinin nedeni, tebük yolculuğunun başlaması
#17.11.2008 12:29 0 0 0
  • ellerine sağlık
#23.12.2010 12:11 0 0 0