Mardin Masalları

Son güncelleme: 11.06.2009 20:25
  • ARCUN ile BERCUN

    Bir varmış bir yokmuş, memleketin birinde iki kardeş yaşarmış.Bu kardeşlerden büyüğü olanın adı Arcun, küçüğün adı ise Bercun'muş.Arcun akıllı mı akıllı, çalışkan mı çalışkan bir insanmış. Bercun ise çok yaramaz, tembel üstelik çok inatçıymış.......
    .Günlerden bir gün Arcun, Bercun'un epeyce sıkıldığını görüp onu gezdirmek istemiş.
    Arcun: - Bercun kardeş, kalk seninle bağa gidip üzüm toplayalım. demiş.
    Arcun'un bu teklifini beğenen Bercun'da kalkmış ve böylelikle bağa gitmişler.Arcun durmadan üzüm toplarken, Bercun'da bir kenarda oturup hep onu izlemiş durmuş, derken vakit dolmuş, akşam olmuş.Arcun, Bercun'un yanına gelerek :
    - Haydi Bercun kardeş, kalk evimize gidelim, demiş.
    - Hayır ben gelmem....demiş. Arcun yalvarmış,yakarmış,allem etmiş,kullem etmiş, ama nafile Bercun "Nuh" diyor "peygamber" demiyormuş.Arcun bakmış ki çaresi yok, bu sefer Bercun'u tehdit ederek:
    -Bak, demiş. Kalkıp eve gelmezsen gider seni çobana şikayet ederim.
    Bercun: Gidersen git, demiş... bunun üzerine Arcun kalkıp çobana gitmiş:
    Ey çoban kardeş! bu sabah kardeşim Bercun'la bağa gidip üzüm topladık, akşam olduğunda ona kalk eve gidelim dedim, ama o inat edip eve gelmek istemiyor, ne olursun gel, şu köpeklerini kardeşim Bercun'a sal!. O da korksun .böylelikle evimize apar topar gidelim. demiş.Çoban daha inatçı çıkmış ve:
    Yoook ben gelmem. demiş.Arcun bu sefer çobanı tehdit etmek mecburiyetinde kalmış:
    Bak gelmezsen gider seni bit sürüsüne şikayet ederim!. demiş.Ama çoban da :
    -Git! demiş. Bunun üzerine Arcun kalkmış, bitlerin piri sayılan en büyük bite giderek durumu anlatmış.
    -Ey bit kardeş! Gel şu bitlerini çobana sal,çoban korksun,o da köpeklerini kardeşim Bercun'a salsın böylelikle evimize apar topar gidelim, demiş, bitlerin piri biraz düşündükten sonra :
    -Hayır ben gelmem, demiş.
    -Arcun: Bak, seni ateşe şikayet ederim, demiş.
    -Bitlerin piri : Edersen et. demiş....Bunun üzerine Arcun ateş'e giderek durumu baştan başa anlatmış ve:
    Ateş kardeş, gel şu bitleri yakmakla tehdit et, bitler de çobana musallat olsun, çobanda köpeklerini kardeşim Bercun'a salsın.Kardeşim Bercun'da korksun. Bizde evimize apar topar gidelim. demiş.Ateş biraz düşündükten sonra:
    -Yook arkadaş ben gelmem. demiş.Arcun bu sefer ateşi suya şikayet etmekle tehdit etmiş,ama ateş "Şikayet edersen et." diyerek meydan okumuş.Arcun ordan da kalkarak suya gitmiş.Bütün durumu anlattıktan sonra yalvarmış:
    -Ey su kardeş; gel de şu ateşi söndürmekle tehdit et,Ateş de bitleri tehdit etsin, Bitler de çobanı, çoban da köpeklerini kardeşim Bercun'a salsın, böylelikle evimize apar topar gidelim. Su da aynı cevabı vererek:
    ..........-Hayır ben gelemem. demiş, bunun üzerine Arcun:
    -Bak gider seni deveye şikayet ederim, sonra deve gelir seni içer, demiş . Su : "Şikayet edersen et." diyerek Arcun'u başından savmış. Arcun, bu sefer deveye giderek derdini anlatmış.Ve:
    -Ey deve kardeş gel, şu suyu içmekle, su da ateşi söndürmekle, ateş de bitleri yakmakla, bitler de çobanı tehdit etsin,çoban da köpeklerini kardeşim Bercun'a salsın.böylelikle evimize apar topar gidelim. diye yalvarmış.
    Ama deve de aynı inatla "Yook ben gelmem" deyince, Arcun, deveyi bıçağa şikayet etmekle tehdit etmiş ama deve buna aldırmamış. Bunun üzerine de Arcun başını alarak bıçağa gitmiş.
    -Bıçak kardeş, bıçak kardeş."diyerek başından geçenleri tek tek anlatmış ve :
    -Gel de şu deveyi kesmekle, deve de suyu içmekle, su da ateşi söndürmekle, ateş de bitleri yakmakla, bitler de çobana musallat olsun,çoban da köpeklerini kardeşime salsın.Böylelikle evimize apar topar gidelim.Bıçak uzun uzun düşündükten sonra Arcun'a acımış ve "Peki "diyerek hemen işe koyulmuşlar.
    Bıçak gidip deveyi kesmekle, deve de suyu içmekle, su da ateşi söndürmekle, ateş de bitleri yakmakla, bitler de çobanı tehdit etmiş,bunun üzerine çaresiz kalan çoban, köpeklerini Bercun'a salmış.Bunlardan korkan Bercun Arcun'un elini tutarak apar topar evlerine gitmişler........






    KOCAKARI
    Bir varmış bir yokmuş; çook uzak bir ülkede bir acuze (yaşlı kadın) yaşarmış.
    Bu acuze, günlerden bir gün, evini süpürürken yerde bir kuruş bulmuş,öylesine sevinmiş öylesine sevinmiş ki hemen gidip bununla kendine pekmez almış,ama gelin görün ki bizim acuze çok cimri olduğu için bu pekmezi yemeyip rafa kaldırmış.......
    Aradan günler geçmiş, derken günlerden bir gün, bir kara kartal süzülerek gelmiş ve rafta bulunan pekmezi alarak havalanmış.
    Bunu gören Acuze kartalın peşine düşmüş.Ama nafile ancak kartalın kuyruğundan bir tüy koparabilmiş.
    Elindeki tüy ile kalkmış memleketin kadısına gidip başından geçenleri bir bir anlatmış:
    Acuze:-Ey kadı Efendi, günlerden bir gün evimi süpürdüm,
    Kadı Efendi: - İyi ya.... Paklandın,
    Acuze: -Yerde bir kuruş buldum,
    Kadı Efendi: -Bahtiyar oldun,
    Acuze: -Hemen gidip bununla kendime pekmez aldım,
    Kadı Efendi: -Hayatın tatlılaştı,
    Acuze: -Sonra bu pekmezi rafa koydum, diye devam etmiş
    Kadı Efendi: -Yükseldin, diye karşılık vermiş
    Acuze: -Derken bir kara kartalın evime süzülerek geldiğini gördüm,
    Kadı Efendi: -Devleştin, demiş.
    Acuze: -Ve bu kara kartal, rafa koyduğum pekmezimi alıp götürdü,arkasından koştum ama nafile, Ancak onun kuyruğundan şu elimde gördüğün tüyü koparabildim,demiş.
    Kadı Efendi: -İyi ya ödeştin, diye karşılık vermiş.
    Acuze şaşkın şaşkın kadı Efendiye bakarak:
    - Bu ne demek oluyor Kadı Efendi? demiş.
    Kadı Efendi, gözlerini bir noktaya dikmiş, bembeyaz sakalını eliyle sıvazla*****, tane tane konuşmaya başlamış:
    - Bak acuze, bu demek oluyor ki; haydan gelen huya, selden gelen suya gider,bu birincisi, İkincisi de yemeyenin malını öylece alır götürürler,demiş.
    Böylelikle bizim acuze ömrünün son günlerinde de olsa iyi bir ders alarak evinin yolunu tutmuş......
    Bizim masalda burada sona ermiş....




    SEDEFLİ MERCAN

    Bir varmış, bir yokmuş; zamanın birinde çook uzaklarda bir ülke varmış. Bu ülkenin de başında akıllımı akıllı , yiğit mi yiğit, cesur mu cesur, iyi yürekli ve merhametli bir padişah varmış.Yalnız bu padişahın dağlar kadar büyük mü büyük bir derdi varmış.Hiç padişahların derdi mi olur ? diyeceksiniz olur olur elbette, bu padişahında derdi çok arzu etmesine rağmen bir çocuğu olmamasıymış........Bir çocuğu olsun diye çalmadık kapı, derdini dökmediği ne kimse kalmış ne de lokman ı hekimler.Hatta ALLAH'a yalvarır yakarır ve çocuğum olursa yedi gün yedi gece kalburlar dolusu altın ve gümüş dağıtıp çok fakiri doyuracağım diye adaklarda da bulunurmuş ama hepsi nafile.... Bu yüzden padişah çok üzülür, düşünür ve derdinden gün be gün mum gibi eriyormuş..... .......Günlerden bir gün odasında derin derin düşüncelere dalıp gitmişti ki aniden sarayın kapısı çalınmış . Hizmetçi kız hemen aşağıya inmiş, kapıyı açmış bakmış ki aksaçlı ak sakallı dilenci kılıklı ama nur yüzlü bir adam. Bunu dilenci sanan hizmetçi kız, birşey söylemeden tekrar içeri girip mutfaktan yiyecek gibi birşeyler alarak geri dönmüş . bunları gören yaşlı adam , gülümseyerek dilenci olmadığını, tek amacının padişahı görmek olduğunu söylemiş .Hizmetçi kız, padişahın huzuruna varıp durumu anlatmış ama padişahın o anda canı sıkkın olduğu için her halde para ister düşüncesiyle hizmetçinin eline birkaç kuruş verip kendisini savmasını istemiş. Biraz sonra hizmetçi kız bu sefer elinde para ile yaşlı adamın karşısına dikilmiş. Fakat yaşlı adam ,çok tatlı bir dille dilenmeye değil padişahı görmeye geldiğini söylemiş. Hizmetçi kız,padişaha bir kez daha çıkıp durumu anlatmış. Bunun üzerine padişah da meraklanmış. Ve bu yaşlı adamı istemeye istemeye huzuruna kabul etmiş. Yaşlı adam padişahın huzuruna varınca önce padişaha kendisini kabul ettiği için teşekkür etmiş. Ve: "Ey yüce padişahım; ben; dertlilere derman olan, düşkünlere yardım eden, yolunu kaybedenlere yol gösteren kısacası her yere ve herkese iyilikler ,güzellikler dağıtan DERVİŞ BABA'yım. Seninde çok dertli olduğunu gayet iyi biliyorum.Onun için huzurunuza çıkmaya ısrar etttim."demiş.Ve kucağında sakladığı kıpkızıl bir elmayı çıkarmış ve padişaha verip sonra eklemiş: "uykuya çekileceğiniz zaman bu elmayı iyice soyunuz. Soyduktan sonra iki eşit parçaya bölerek bunun yarısını siz diğer yarısını da hatununuz yesin,.arta kalan kabuklarıda çok sevdiğiniz atınıza yedirirsiniz.Arkasında ne muradınız varsa ister o niyetle yatarsınız.Bundan sonra ne muradınız varsa yüce ALLAH mutlaka verir." Demiş ve gözden kaybolmuş. Padişah sevincinden midir? hayretinden midir? bilinmez ama ne yapacağını şaşırmış, biraz sonra kendine gelmiş ve hizmetçisine el çırparak hatununu çağırtmış durumu ona tek tek izah etmiş.Akşam uykuya çekildikleri vakit, padişahla hanımı ,Derviş Baba'nın buyruklarını yerine getirip arta kalan kabukların da ata yedirilmesi için hizmetçi kıza vermişler. Hizmetçi kız, odadan çıkarken elindeki kabuklara bir daha bakmış. Öylesine parlak ve kırmızı kabuklarmış ki, hayatında böyle kabuk görmediğini kendi kendine itiraf etmiş. Sonra da bunları ata yedirmeğe kıyamayıp kendi yemiş
    Padişahın hatunu yüce Allah'ın takdirleriyle hamile kalmış. Yalnız sarayın hatunu mu? hayır!... Kabukları ata yedirmeğe kıyamayıp kendisi yiyen hizmetçi kız da bakire olmasına rağmen hamile kalmış.Bunun sebebini bilmeyen hizmetçi kız , korkudan hasta olduğunu bahane etmiş ve hep kendi odasına çekilip kimseye görünmemiş.....
    Aradan dokuz ay geçtikten sonra padişahın hatunu ile hizmetçi kız nur topu gibi birer erkek evlat doğurmuşlar.Hizmetçi kız içi cız etmesine rağmen bebeğini sarayın karşısında bulunan mağaraya bırakmış... Bu arada, saray padişahın sevincini paylaşmaya gelenlerle ana baba gününe dönmüş. padişah, yedi gün yedi gece üst üste kalburlar dolusu altın ve gümüş dağıtıp adaklarını yerine getirmiş. Arkasında bütün ülkede kırk gün kırk gece muhteşem şenlikler yapılmış ve bu şenlikler arasında da çocuğa MEHMETŞAH ismi verilmiş... .......Birkaç gün sonra padişah ,sarayın penceresinden dışarıyı keyifli keyifli gözlerken bir de ne görsün?.Uzaktan görünen bir dişi aslan, büyük bir hızla gelerek sarayın hemen karşısında bulunan mağaraya dalmış, biraz sonra ağzında bir bebekle çıkıp bu bebeği mağaranın önünde emzirmiş. Bunları hayretle izleyen padişah hemen askerlerine emir verip bu bebeğin dişi aslandan kurtarılarak saraya getirilmesini emretmiş. Emri yerine getirmek için askerlerin kendisine doğru geldiğini gören dişi aslan, bebeği kaptığı gibi tozu dumana katarcasına kaçmış ve gözden kaybolmuş...... Bu durum karşısında çok hiddetlenmiş padişah. Askerlerine hemen mağaranın çevresine pusu kurup beklemelerini emretmiş ve: "Ya kelleniz ya da bu bebek" demiş.....
    Askerler mağaranın çevresinde günlerce pusuda yatmışlar.Aradan hayli zaman geçmiş. Bir gün bakmışlar ki, ağzında bebekle dişi aslan doğru mağaranın önüne gelip bebeği emzirmeye başlamış. Ama askerler buna fırsat vermeyip pusudan kalkıp dişi aslanın üzerine gidince dişi aslan korkudan bebeği oracıkta bırakıp kendi canını zor kurtarmış..... ........Askerler, doğru bebeğe koşup almışlar.Bu öylesine şirin bir bebekmiş ki ,askerler de buna hayran kalmışlar. Bebeği alıp padişaha götürmüşler. Bebeği gören bütün saraylılar bu bebeği öylesine sevmişler ki, hepsinin ağzı kulaklarında ama bebeği en çok seven ve bu işe sevinen bebeğin öz annesi hizmetçi kız olmuş. Ancak bu sevincini pek belli edememiş.... Bebeği sevip okşayan padişah , "Bu bebek aslan sütü ile beslendiğinden çok gürbüz. Bunun için bu çocuğun adı ARSLANŞAH olsun." demiş. Ve bu çocuğu evlat edindiğini ilan etmiş. Bebeğin öz annesi olan hizmetçi kız, padişahın huzuruna çıkıp bu bebeğin bakımını üstlenmiş. Padişah da buna rıza göstererek mutlu yaşamlarına devam etmişler
    Mehmetşah'la Arslanşah ,beraberce güle oynaya ,o kucaktan bu kucağa nazlı nazlı büyümeğe devam etmişler.Ama Mehmetşah ne kadar çelimsizse Arslanşah da o kadar gürbüz üstelik akıllıymış......
    Dokuz on yaşlarına basan Mehmetşah ile Arslanşah günlerden bir gün bahçede oynarlarken, saraya dilenmek için geldiğini anladıkları bir acuze (kocakarı) görmüşler. Mehmetşah, sırf eğlenmek için bu acuzeye taş atmağa başlamış.Arslanşah'ın uyarılarına kulak asmadan bu oyuna devam eden Mehmetşah , zavallı acuzenin başını yarmış. Arslanşah telaşla acuzenin yanına gidip gömleğinden yırttığı parçalarla onun yarasını hem sarmış hem de Mehmetşah'ı azarlamaya devam etmiş.Zavalı acuze gözyaşı akıtarak kendisine gülen Mehmetşah'a dönerek "Evladım, sana kötü kötü beddua etmeğe kıymam ama Allah'tan tek dileğim , Sedefli mercan'a sevdalanasın!.." deyip sadakasını almadan saraydan uzaklaşmış
    Mehmetşah, bir gece rüyasında Dünyada eşi menendi olmayan ve sanki gökyüzündeki aya: "sen batıver, ben doğacağım senin yerine." diyebilecek kadar güzel bir kız görmüş. Bu kız Mehmetşah'a cilveler yaparak adının da Sedeflimercan olduğunu birkaç defa tekrarlamış.Büyük bir heyecanla uyanan Mehmetşah, gözlerini oğarak kendi kendine "Hayırdır İnşallah!" demiş. Fakat arkasında böyle güzel bir kızın varlığını düşünmeye başlamış Mehmetşah. Sedeflimercan denen kızı düşüne düşüne, hayal ede ede mecnuna dönmüş adeta...... Günden güne sararıyor soluyor , yüzündeki ve gözlerindeki canlı pırıltılar kayboluyormuş. Fakat bütün ısrarlara rağmen de kimseye birşey anlatamıyormuş..... Yalnız sararıp solan Mehmetşah değil , hemen hemen sarayda bulunan herkes hem Mehmetşah'ın derdini merak etmişler,hem de çok üzülmüşler. Derdini öğrenmek için bir yandan bütün aile çevresinde fır fır dönerken öte yandan aracılar ko***** öğrenmeye çalışıyorlarmış....
    Nihayet günlerden bir gün; Mehmetşah , ne bu ısrarlara ne de bu acıya dayanamayıp derdini anlatmış. Anlatmış anlatmasına ama rüyaya girmiş bir kız kolay şey olmasa gerek....... Bütün saraydakiler Mehmetşah'ı avutup bunu unutturmak istemişlerse de başaramamışlar........Onlar bu derdin çaresini kara kara düşünürlerken, Arslanşah ,padişah babasının huzuruna çıkıp bu kızı arayacağını bildirmiş. Padişah uzun uzun düşünmüş bakmış ki bu işin başka yolu yok. Bu arama işine müsaade etmiş.
    Ertesi gün Arslanşah ile Mehmetşah yanlarına bol bol yiyecek, para ve iki yedek at alarak büyük bir törenle saraydan ayrılmışlar.Az gitmişler ,uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler; yokuşlarda ter dökerek , inişlerde fer dökerek ; günlerce haftalarca, aylarca ve yıllarca yol almışlar.Uygun yerlerde konakla*****, gördüklerine yol sorarak o yer senin bu yer benim epeyce yollarına devam etmişler, derken uzakta bir ağacın altında tuhafça hareketler yapan iki insan görmüşler.Mehmetşah'la Arslanşah atlarını o yöne doğru sürmüşler. Yanlarına yaklaştıkları zaman bunların kavga ettiklerini öğrenmişler. Mehmetşah, korka korka yaklaşırken Arslanşah şimşek gibiyanlarına varmış. Atından inerek yanlarına gitmiş: "Hey....sizler kimsiniz? neyin nesi siniz? kimin fesi siniz ne için dalaşıp duruyorsunuz öyle ?" diye sormuş.İkisi de bu davudi sesten ürkerek birbirlerini bırakıp ağlamaklı ve titrek sesle Arslanşah'a : "Efendim; biz ikimiz kardeşiz babamız ölürken şu ağcın dibinde gördüğünüz halıyı ve birkaç parçayı bize miras olarak bıraktı. Şimdi bunları paylaşmak istiyoruz ama anlaşamıyoruz" deyip anlatmışlar dertlerini, Arslanşah, ağacın altında duran eşyaların yanına giderek; "Ne var bunların içinde ? "diye sormuş. kardeşlerden biri: "Efendim ,uçan bir halı , bu halıyı harekete geçiren bir asa, giyilince insanı saklayan sihirli bir külah ile denizde batmadan giden bir çift pabuçtur." Arslanşah : " Peki kardeşlerim bunları ben size paylaştırırsam kabul eder misiniz ?" diye sormuş. Her iki kardeş te bu teklifi sevine sevine kabul etmişler bunun üzerine Arslanşah ,eline orta büyüklükte bir karataş alıp: "Şimdi ben bu taşı uzağa fırlatacağım kim bu taşı önce koşup bana getirirse bu eşyalar da onun olacak." demiş ve sağ kolunu havada bir daire çizer gibi birkaç defa çevirerek taşı fırlatmış ama bu fırlatış öyle bir fırlatış ki taş gidip birkaç kilometre uzağa düşmüş. Mirasçı kardeşler düşmüşler bu taşın arkasına.Kah koşarak , kah yürüyerek ,kah düşerek ,kah kalkarak taşın yanına kadar varmışlar.Kardeşlerden daha atik davrananı taşı aldığı gibi aynı hızla geriye dönmüş.Biraz sonra arkasından diğer kardeşi de yetişmiş. Yetişmişler yetişmesine ama ağaca bağlı Arslanşah'la Mehmetşah'ın atlarından başkaca bir şey görmemişler.İş işten geçmesine rağmen yaptıkları hatayı da anlamışlar. Ve kendilerine kalan atlarla yetinmişler...
    Arslanşah havada giden halıdan ,onları sedeflimercan'ın bulunabileceği yere götürüp evin damına konmasını istemiş, havada kurşun hızıyla epeyce yol aldıktan sonra halı ,onları uçsuz bucaksız bir çölün ortasında bulunan yüksekçe duvarlarla örülmüş ; aşılmaz ,geçilmez en az iki minare boyunda bir konağın damına indirmiş....Arslanşah ,Mehmetşah'ı halıyla beraber damda bırakarak kafasına külahı geçirdiği gibi dalmış sarayın içine ...Bir kaç odayı dolaşıp sedeflimercan'ı aramış.Ve derken onu kendi odasında yatağına uzanmış vaziyette bulmuş. Sedeflimercan; ama ne sedeflimercan, bunca uğraşlarına değecek kadar güzel mi güzel bir kızmış. Hemen gidip sedeflimercan'ın yanına oturmuş.Tabii sihirli külahı başında olduğu için sedeflimercan onu görememiş bile Arslanşah sedeflimercan'ı saatlerce hayran hayran izlemiş.Neden sonra kendine gelmiş ve başındaki sihirli külahı çıkarmış.Sedeflimercan aniden yanında oturan bir delikanlı görünce , korkudan bir çığlık atıp olduğu yerde bayılmış.Arslanşah,bir hayli uğraşıp Sedeflimercan'ı ayıltmış.Korkmaması gerektiğini, kötü niyetli olmadığını tatlı tatlı anlatıp sedeflimercan'ı buna inandırdıktan sonra asıl maksadının ne olduğunu anlatmış.Tüm bu sözlere inanan sedeflimercan,kendisine aşık olan Mehmetşah'ı görmek istediğini söyleyince birlikte sarayın damına çıkmışlar. Mehmetşah rüyasında gördüğü kızla karşılaşınca dili tutulmuş ve neredeyse kalbi duracakmış gibi halden hale girmiş. Sedeflimercan: önlerinde büyük bir engel olduğunu bu engeller ortadan kaldırılmadıkça Mehmetşah'la tüm isteğine rağmen evlenemeyeceğini anlatarak işte böyle...." beni kendi aralarında paylaşamayan dev yapılı amcamın kırk çocuğunu ortadan kaldırıp bunlara ait kırk burun ile ****en kulağını görmeden kesinlikle bu isteğinize evet diyemeyeceğim. Büyük bir merakla dinleyen Arslanşah ile korkudan bayılacak duruma giren Mehmetşah , biraz duraklamışlar sonra, Arslanşah sessizliği bozup: "Peki bu kırk devi nerede bulabiliriz?" sorusunu sorup cevabını almadan sarayın kapısı büyük bir gürültüyle açılmış. Sedefli mercan: "Eyvah! ağabeylerim avdan döndü.Hemen saklanıverin" der demez Mehmetşah kaçıp saklanmış.Arslanşah ise başına külahını geçirip olduğu yerde kalmış.Az sonra yukarıya çıkan dev yapılı sedefli mercanın ağbeyleri, avları evin ortasına bıraktıktan sonra ,sedeflimercan'a dönüp :"Bu evde yabancı insan kokusu var.Eve kimi aldın?" diye sormuşlarsa da Sedeflimercan bu uçsuz bucaksız çölde kimi bulup da eve alacağını söyleyip ağabeylerini atlatmış. Sedeflimercan ağabeylerine güzel bir ziyafet verip onları uğurlamış. Sonra tekrar misafirleriyle baş başa kalmış. Sedeflimercan: "İşte böyle....amcamın çocuklarını sordunuz bunların kırkı da bir arada yaşarlar ama hangi çölde olduklarını ben de bilemiyorum .Bildiğim bir şey varsa onlara yaklaşmak bile büyük bir tehlikedir.Onun için çok dikkatli olmalısınız...."
    Fazlaca vakit geçirmek istemeyen Arslanşah'la Mehmetşah bir daha görüşmek üzere sedefli mercan ile vedalaşıp, uçan halılarına oturarak havalanmışlar Günlerce havada yol aldıktan sonra sihirli halı, bu iki kardeşi uçsuz bucaksız bir çöle indirmiş.Gözleriyle çevreyi süzerlerken çok uzaklarda bir ateşin yandığını görmüşler. Olsa olsa aradığımız kırk dev ordadır deyip tahmin yürütmüşler. Arslanşah,Mehmetşaha dönerek: "Haydi kardeşim onlara doğru gidelim ." demiş.Fakat Mehmetşah korktuğunu söyleyerek olduğu yerde durup Arslanşah'ı bekleyeceğini söylemiş.Arslanşah bakmış ki başka çaresi yok halısına oturarak ,Mehmetşah'ı orada bırakıp ateşin yandığı tarafa doğru uçmuş. Ve onlara yakın bir yerde inerek halıyı oraya bırakmış.Kafasına da sihirli külahını geçirerek biraz daha yaklaşmış. Bir de ne görsün her biri dağ kadar ,iri yari , bellerine kadar çıplak siyah derili ve gözleri karanlıkta faltaşı gibi parlayan devler . Bu devler ancak kırk kişinin kaldırabileceği kırk tutamaklı bir koca kazanın çevresinde oturmuş. kazanda pişen yemeğin çevresinde toplanmışlar.Arslanşah bunlara bir yandan yaklaşırken öte yandan bu devleri saymış.Bakmış ki kırk dev değil de otuz sekiz dev.... Diğer ikisini merak ede ede yanlarına varmış.Tabiii başında sihirli külahı olduğu için onlar Arslansah'ı farketmemişler bile.Arslanşah aniden başındaki külahı çıkararak adeta çölde büyük yankılar yapan gür sesi ile:" Merhaba Arkadaşlar." demiş dememiş yerden mi bittiğini gökten mi indiğini bilemedikleri bir kişiyi görünce otuz sekiz dev de ürkmüş.... Sonra bu devlerden biri önce atılıp Arslanşah'a "Yerden mi bittin, gökten mi indin ? İn misin? cin misin? kimsin ?aramızda ne işin var ey yabancı ?" diye sormuş. Arslanşah, bir yabancı olduğunu bu çöllerde aç kaldığını ve onların yemek pişirdiklerini görünce karnını doyurmak istediğini uydurmuş......Arslanşah'ın sözlerine inanıp ona acıyan devler:"Senin karnını doyururuz yabancı fakat bu koca kazanı indirebilmemiz için diğer iki kardeşimizi bekliyoruz."demişler.Arslanşah:
    "müsaade edin de şu kazanı ben indireyim."deyip otuz sekiz devin hayret dolu bakışları arasında ancak kırk devin kaldırabileceği o koca kazanı tek başına kaldırmış Arslanşah. Bu durum karşısında devlerin otuz sekizi de Arslanşah'tan korkmağa başlamışlar..Onlar yemeklerine daha yeni başlamışlardı ki,diğer iki dev de çıkıp gelmişler. Bu iki dev bir yandan ateşten indirilmiş kazanı hayret ederlerken diğer yandan sofranın başında oturan bu yabancı insanı meraklı gözlerle süzmüşler.Devlerden biri sofradan kalkarak yeni gelen iki deve doğru gidip Arslanşah'ın olağanüstü gücünü sessizce anlatmış.Bunun üzerine o iki dev de hayret ve korku ile yemeğe oturmuşlar. Devler, yemekten sonra Arslanşah'ı başlarından savmak istemişlerse de Arslanşah çok yorgun olduğunu ve bu geceyi arlarında geçirmek istediğini yalvarır bir şekilde anlatmış.Çaresiz devler birbirine bakarak bunu da kabul etmişler biraz sonra kırk dev yan yana uzanarak bir günlük avlanmanın verdiği yorgunlukla horlamağa başlamışlar. Bu öyle bir horlama imiş ki uzaktan duyanlar o çölde top atışları yapılıyor sanırmış. Uyuyormuş gibi yapan Arslanşah yattığı yerden kalkarak kılıcını çekmiş. Ve kırk devi teker teker kılıçtan geçirip ,burun ve kulaklarını yanında getirdiği heybeye doldurmuş.Halısına oturduğu gibi gelip Mehmetşah'ı bıraktığı yerden alıp ver elini Sedeflimercan'ın evi...... Günlerce yol aldıktan sonra konmuşlar Sedeflimercan' ın damına Sedeflimercan,candan karşılamış bu aziz konuklarını biraz sonra başlarından geçen maceraları anlatarak heybede duran burun ve kulakları dökmüşler Sedeflimerca nın önüne. Tam başlamışlar ki saymağa sarayın kapısı büyük bir gürültüyle açılmış. Arslanpşah la Mehmetşah tam telaşlanmışlarken,Sedeflimercan gülerek,"Artık korkmayınız ,birazdan ağabeylerim ile tanışır, beni de onlardan istersiniz.Demiş.Gerçekten de öyle olmuş.İçeri giren Sedeflimercan'ın ağabeyleri maceralarını dinledikten sonra sevmişler bu iki delikanlıyı Kız kardeşlerini de Mehmetşah a vermeği kabul etmişler, hemen oracıkta kendi aralarında nikahlarını kıyıp Mehmetşah ile Sedeflimercan'ı bırakmışlar başbaşa.Arslanşah ile Sedeflimercan'ın ağabeyleri uyumak üzere çekilmişler odalarına
    Sedeflimercan'ın yatak odasının ortasında kare biçiminde büyükçe bir demir kapı ve bu demir kapıya vurulmuş paslı koca bir kilit varmiş. Mehmetşah, kendisine cilveler yapan gelini bırakıp bu kapının ne anlama geldiğini merak etmiş.Sadece merak etmekle kalmamış, bu kapının açılmasını istemiş. Meraklı Mehmetşah, güzeller güzeli Sedeflimercan 'dan/.Her ne kadar Sedeflimercan , daha önce kendisini zorla isteyen Çampolat isimli bir devin ağabeyleri tarafından oraya kapatıldığını söylemişse de inat etmiş durmuş Mehmetşah....Mehmetşah ın ısrarlarına dayanamayan Sedeflimercan kilidi açmasıyla birde ne görsünler yücelerden yüce dev Çampolat gerine gerine çıkıp da bir vuruşla Mehmetşah ı bayıltıp taze gelini kaptığı gibi kaçmasın mı? iki gün, gelinle güveyin çıkmasını bekleyen Arslanşah'la gelinin ağabeyleri iyice meraklanıp odanın kapısını kırdıklarında donup kalmışlar gördükleri manzara karşısında. Gelinin ağabeyleri anlatmışlar bu garip olayı Arslanşah'a /.Arslanşah, Mehmetşah ı oracıkta bırakarak oturmuş halısına vurmuş sihirli asasını Sihirli halımız aylardan sonra indirmiş Arslanşah'ı ,Sedeflimercan'ın bulunduğu yere.Ama burası öyle bir yermiş ki,büyükçe bir deniz ve bu denizin tamortasında koca bir saray..Denizi geçmek için ayağına sihirili pabuçlarını giyip varmış evine.Bir kaç odayı aradıktan sonra Sedefilmercan'ı ağlar durumda görmüş. Yanına varıp külahını başından çıkarmış ama Sedeflimercan,aniden yanında biten Arslanşah'ı görünce korkmamış tam aksine sevinç çığlıkları atıp Arslanşah'ın boynuna sarılmış. Arslanşah, Sedeflimercan'a toparlanıp kaçmalarını isteyince Sedeflimercan hüngür hüngür ağlamağa başlamış,biraz sonra ona şaşkın gözlerle bakan Arslsnşah'a bakarak ağlamaklı şekilde bunun mümkün olmadığını zira nereye kaçarlarsa Çampolat'ın kendilerini mutlaka bulacağını bu işin tek çaresinin Çampolat'ı öldürmek olduğunu,bunun da kılıçla, silahla mümkün olmadığını,bunu öldürmenin tek yolunun bu devin ölüm tılsımını çözmek olduğunu anlatıp daha sözlerini bitirmeden, taa uzaklardan Çampolat'ın evine doğru yüze yüze geldiğini görmüşler. Arslanşah, külahını başına geçirip olduğu yerde kalmış. Sedefilimercan'da Arslanşah'la planladıkları gibi Çampolat'ı güleryüzle karşılamış, yemeğinini yedirdikten sonra ona türlü cilveler yaparak o gece ölüm tılsımını öğrenmiş.
    Ertesi gün harekete geçer Arslanşah.Biner sihirli halısına vurur sırtına sihirli asasını çok uzakça bir memlekete uçarak bulur Çampolat'ın bahsettiği demirciyi. Garip gariaban kılığında karın tokluğuna çalışımış demircide. /Yalnız kaldığı bir günde Sedeflimercan'ın yolup verdiği Çampolat'a ait üç tutamlık sakal kıllarını sürtünce demircinin sağlam örsüne/. Atalardan yadigar olan bu örs kırılır orada hemen../ Demirci görünce ata yadigari ekmek kapısı örsün kırıldığını biner küplere öfkesinden./ ama sevdiğinden Arslanşah'ı geçer öfkesi birazdan,/ ricada bulunur Arslanşah ustasından. /Bana bu kırılmış örsten bir kılıç yap diye./ bu ısrarlara dayanamayan demirci yapar istediğini Arslanşah'ın./ Kılıcı alan Arslanşah bu memleketin dışında bulunan sulu mağaranın yolunu tutar./ Beklerken mağaranın önünde. Anlattığı gibi Çampolat ın /çıkagelir iki inek / biri sarı, biri siyah /.Su içmek için yaklaşınca sarı inek,/ savurur kılıcını arslanca Arslanşah./ Sağ boynuzunu ikiye böler / Sarı ineğin boynuzundan çıkan kutuyu alarak uçar halısıyladenizin ortasında hapsedilen Sedeflimercan'a./ Sedeflimercan ile beklemeye başlarlar Çampolat'ı./ Birazdan yüze yüze çıkagelir Çampolat./ Yaklaşınca evine büyük bir sevinçle / daha önce Çampolat'tan dinlediği gibi yapar Arslanşah./ Açar o sihirli kutuyu / içinden çıkan üç güvercinin kafalarını koparır tek tek.Aldırış etmeden Çampolat'ın yalvarışlarına /. üç kuşun ölümünden sonra denizin ortasında bir bomba gibi patlar.Çampolat./ Biraz sonra azgın sular sürükler onu.. Keyiflerine diyecek yoktur artık Arslanşah ile Sedeflimercan'ın / uçan halıları ile gelirler evlerine./ Sarmaş dolaş olurlar güzeller güzeli Sedeflimercan ile nazlı Mehmetşah Uçarlar baba diyarına doğru üç kahramanımız./Bir akşam üzeri inerler muhteşem konaklarına./Büyük bir törenle karşılanmış gençlerimiz./kırk gün, kırk gece dillere destan bir düğün yapılmış / böylelikle.Kavuşurlar yüce padişahla hatunu Mehmetşah'a,/ kavuşurlar hizmetçi kız ile oğlu Arslanşah../..Mutluluk içerisinde yaşarlar bir arada hayatları boyunca
    Darısı sevenlerin ve sevilmeyenlerin,sevip te kavuşamayanların,
    ayrılıp da hasret çekenlerin başına...............




    HAMDANİLER
    Bir varmış bir yokmuş zamanın birinde bir memlekette Hamdaniler diye çok iyi bir aile yaşarmış. Yalnız bu aile yoksul mu çok yoksulmuş.
    Günlerden bir kış günü baba: "çocuklarıma biraz un bulurum." Ümidiyle yola düşmüş.Az gitmiş, uz gitmiş, üç otuzluk gün ile artı on gün daha gitmiş.
    Derken bir yerden kendine un bulmuş. Unu sırtlayıp sevine sevine evinin yolunu tutmuş. Ancak unu eve getirmekle iş bitmemiş... Bu sefer de unu yoğurup pişirmek için odun gerekmiş.
    Her neyse, odunu bulmak için ormana dalmış, ama odun da balta istemiş, balta için demirciye koşmuş, demirci de baltaya karşılık bir yumurta istemiş, zavallı adam yumurtayı bulmak için tavuk hazretlerine başvurmuş. Bu sefer de tavuk hazretleri bir yumurtayı vermek için yem istemiş. Baba, yemi bulmak için yollara düşmüş.....
    Nihayet, yemi, kapalı bir sandıkta bulmuş ama sandık da; 'anahtarı getirip beni açmadan yem alamasın.' demiş.
    Baba, bu sefer de anahtarı bulmak için yola düzülmüş.Sora sora anahtarın Sabahat teyze isimli yaşlı bir kadında olduğunu öğrenmiş ve Sabahat teyzeyi bulmuş, yalvararak sandığın anahtarını istemiş. Sabahat teyze çok iyi yürekli bir insan olduğu için hiçbir karşılık istemeden anahtarı bu fakir babaya vermiş.
    Anahtarı büyük bir sevinçle kapan baba, hemen sandığa gelerek sandığı açmış, sandıktaki yemi alıp tavuğa yedirmiş, karşılığında yumurtayı alıp hemen demirciye koşmuş, yumurtayı vererek, yumurtaya karşılık demirciden de baltayı almış ve ormana dalmış, odunları kesip eve getirmiş...
    Baba, bir yandan odunları kırarken diğer yandan anne de hamurunu yoğurup, pişirmiş. ..........Çocuklarıyla bir arada oturup güzelce karınlarını doyurmuşlar...
    Bizim masal da burada sona ermiş.
#11.06.2009 20:25 0 0 0