لقد مضَتْ شهورٌ على بِدَايَتِنَا لهذهالتُّجربة الجديدة، تتلقَّوْنَ اللغةَ العربيةَ بالطريقِ المباشِرِ لأوّلِ مرَّةٍ. ولهذا فإنّكم تمتازون بحظٍّ سعيدٍ بين جميع فِئاتِ الطّلاّبِ الّذين يتعلَّمونَهَا في بلادِنا.
إنّ أسلوبَنا يمتازُ بالعلميةِ والواقعيَّةِ والمنهجيةِ ويُمَهِّدُ لَكُم سَبِيلَ الإتقانِ لهذهاللغةَ ولِتَكْتَسِبوا أربعَ مهاراتٍ فيها: أنْ تُعَبِّروا بها عن أنفُسِكُم نُطقًا وكتابَةً، وأن تفهموا كُلَّ ما تقرؤونَهُ وتسمعونَهُ
ولهذا ينبغي أن نواصِلَ مُمارَسَتَنا في نقلِ الجُمَلِ من اللُّغةِ التُّركيةِ إلى اللُّغَةِ العربيةِ حتّى نَتَعَرَّفَ على مواطنِ الإختِلافِ المنطِقِيِّ بين اللُّغَتينِ. لأنَّ هذهالمعرِفَةَ هي التي
سوفَ تَسَاعِدُنا على الترجمةِ السليمةِ والسّرِيعةِ.
والآن، سنقومُ بتعريبِ جُمَلٍ مُتنوِّعَةٍ بسيطةٍ في درسينِ مُتتالييْن.
9. Yöntemimiz, Türkçe'den Arapça'ya tercümeye dayanır.
تعتمِدُ أسلوبُنا على الترجمةِ من التركيةِ إلى العربيةِ.
10. Okuduklarımızdan bir şey ezberlemiyoruz; fakat çok yazıyoruz, çok okuyor ve çok diyalog kuruyoruz.
نحن لا نحفظُ شيئًا مما نقرأُهُ، ولكن نكتُبُ، ونُكثِرُ من القراءَةِ والحوارِ.
11. Hocamız bizimle Arapça konuşuyor.
أستاذُنا يكَلِّمُنا باللغةِ العربيةِ.
12. Ve bizden de Arapça cevap vermemizi istiyor.
ويطلُبُ منًّا أنْ نُجِيبَهُ بالعربيةِ أيضًا.
13. Şimdilik, Arapça ifade edememe sıkıntısını çekiyoruz.
نعاني عجزًا في التعبيرِ بالعربيةِ في الوقت الراهنِ.
14. Çünkü henüz baştayız.
لأنّنا ما زلنا في البدايةِ.
15. Fakat hocamızın gözetim ve denetimi altında çok alıştırma yapıyoruz.:
ولكن نُكثِرُ من التمريناتِ تحتَ إشرافِ ومراقبةِ أستاذِنا.
16. Görevimiz, genelde Türkçe kurulmuş cümleleri Arapça'ya çevirmekle sınırlıdır.
مهمّتُنا تقتصِرُ غالبًا على نقلِ جُمَلٍ صِيغَتْ باللغةِ التركيةِ، إلى العربيةِ.
17. Bu yolla iki dilin karakterini tanımaya çalışıyoruz.
وبهذهالطريقةِ نحاولُ أن نتعرَّفَ على طبيعةِ اللغتينِ.
18. Umarız Arapça'nın karakteri hakkında geniş bilgi kazanırız.
نأمَلُ أن نكتسِبَ معرفةً واسِعةً حولَ طبيعةِ اللغةِ العربيةِ.
19. Çünkü Arapça ve Türkçe, karakter bakımından çok farklıdırlar.
لأنّ اللُّغتين التركيةَ والعربيةَ، تختلِفانِ في الطَّبيعةِ اختلافًا كبيرًا.
20. Bu ise, öğrencinin önüne çıkan sorunların en büyük kısmının kaynağıdır.
وهذا هو مصدرُ مُعْظَمِ الْمَشَاكِلِ التي تعترِضُ سبيلَ المُتَعَلِّمِ.
CÜMLELERİN METNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ ŞEKLİ:
نتعلّم اللغةَ العربيةَ بأسلوبٍ علميٍّ متينٍ. منهجُنا تختلِفُ عن المناهج القديمةِ. في المنهج القديم، كانتْ الْمُهِمَّةُ تقتصرُ على حفظِ قواعِدِ الصّرفِ والنّحو.ِ أمّا الآن، نتعلّمُ كلَّ شئٍ، وندرُسُ موادَّ مُختَلِفةً. نتناولُ موضوعاتٍ متنوِّعةً. في بعضِ حِصَصِنا ندرس التاريخَ، وفي بعضِها ندرس الجوغرافيا، وفي بعضِها ندرس الأحياءَ. العلومُ التي نتناولُها كثيرةٌ. كالحسابِ والهندسةِ والاجتماعِ والصّحّةِ والفلسفةِ والمنطِقِ إلخ. تعتمِدُ أسلوبُنا على الترجمةِ من التركيةِ إلى العربيةِ. نحن لا نحفظُ شيئًا مما نقرأُهُ، ولكن نكتُبُ، ونُكثِرُ من القراءَةِ والحوارِ. أستاذُنا يكَلِّمُنا باللغةِ العربيةِ. ويطلُبُ منًّا أن نُجِيبَهُ بالعربيةِ أيضًا. نعاني عجزًا في التعبيرِ بالعربيةِ في الوقت الراهنِ. لأنّنا ما زلنا في البدايةِ. ولكن نُكثِرُ من التمريناتِ تحتَ إشرافِ ومراقبةِ أستاذِنا. مهمّتُنا تقتصِرُ غالبًا على نقلِ جُمَلٍ صِيغَتْ باللغةِ التركيةِ، إلى العربيةِ. وبهذهالطريقةِ نحاولُ أن نتعرَّفَ على طبيعةِ اللغتينِ. نأمَل أن نكتسِبَ معرفةً واسِعةً حولَ طبيعةِ اللغةِ العربيةِ. لأنّ اللغتين التركيةَ والعربيةَ، تختلِفانِ في الطبيعةِ اختلافًا كبيرًا. وهذا هو مصدرُ مُعْظَمِِ الْمَشَاكِلِِ التي تعترِضُ سبيل
2. Ta ki ona bakma ve onu koruma imkânına sahip olabilelim.
لكي نتمكّن من رعايتِهِ وحمايَتِهِ.
3. Çünkü atasözünde denildiği gibi «Korunmak, tedaviden daha hayırlıdır.»
لأنّهكما قيلَ في المثلِ: (الْوِقَايةُ خَيْرٌ مِنَ الْعِلاَجِ
4. Kültürlü insanın görevlerinden biri de sağlık bilgilerine sahip olmasıdır.
من واجباتِ الإنسانِ المثقّفِ أن تتوفّرَ لديهِ المعلوماتُ الصّحِّيةُ.
5. Fakat onun en önemli görevi, önce vücudunu tanımasıdır.
ولكن من أهمِّ واجباتِهِ أوّلاً أنّ يتعرَّفَ على جِسمِهِ.
6. İnsan, vücudunu tanımadan kendine yardım edemez.
إنّ الإنسانَ لا يستطيعُ أن يساعِدَ نفسَهُ قبلَ أن يتعرَّفَ على جسمِهِ.
7. İnsanın bilgisinin, sırf organları hakkında sınırlı kalması yeterli değildir.
لا يكفي أن تقتصِرَ معرفة الإنسانِ حول أعضاءِهِ فَحَسْبُ.
8. Bilakis psikolojisini de tanıması gerekir.
بل يحب عليهأن يتعرّفَ على نفسيَّتِهِ أيضًّا.
9. karakterini çok iyi bilmesi gerekir.
ينبغي أن يتأكّدَ من طبيعتِهِ.
10. Sakin midir, sinirli midir;
هل أنّههادئٌ أم عصبيٌّ؟
11. Olaylardan çabuk mu etkileniyor, yoksa onları sükûnetle mi karşılıyor;
هل يتأثّرُ من الأحداثِ بسرعةٍ، أم يستقبِلُها بهدوءٍ؟
12. Psikolojik bir problemi var mı, yoksa bütün komplekslerden arı mı;
هل يعاني من مشكلةٍ نفسيةٍ أم هو خالٍ من جميعِ أنواعِ المركّباتِ؟
13. Hiç kimseye ihtiyacı olmadığı zaman da mutlu mudur;
هل هو سعيدٌ أيضًا في الحين الذي يستغني عن غيرِهِ؟
14. insan kendi vücudunu tanıdıktan sonra ancak bu hususlar hakkında bilgi sahibi olabilir.
إنّ الإنسانَ لا يتمكّنُ من معرفةِ هذهالأمورِ إلاّ بعد أن يتعرَّفَ على جسمِهِ.
15. Ve tabiatıyla kendini eğer tanımıyorsa kendine yardımcı olamaz.
وطبعًا لا يتمكّنُ من مساعدةِ نفسِهِ إذا كانَ هو يجهلُ نفسَهَ.
16. Öyle ise haydin vücudumuzu tanıyalım.
إذًا هيَا بِنا نتعرّفُ على جسمِنا
17. Vücudumuz kaç kısma ayrılır;
إلىكم ينقسِمُ جسمُنا؟
18. Hücre nedir;
ما هي الخليةُ؟
19. Doku nedir;
ما هو النسيجُ؟
20. İnsan vücudunun yapılandığı aygıtların adları nelerdir;
ما اسمُ الأجهزة التي يتكوَّنُ منها جسمُ الإنسانِ؟
21. Vücudumuzu meydana getiren organların adlarını biliyor musunuz;
وهل نعرِفُ أسماءَ الأعضاءِ التي يتركَّبُ منها جِسْمُنا؟
CÜMLELERİN METNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ ŞEKLİ:
يجب علينا أن نتعرَّفَ على جِسمِنا. لكي نتمكّن من رعايتِهِ وحمايَتِهِ. لأنّهكما قيلَ في المثلِ: (الوقايةُ خيرٌ من العلاجِ. من واجباتِ الإنسانِ المثقّفِ أن تتوفّرَ لديهِ المعلوماتُ الصّحِّيةُ. ولكن من أهمِّ واجباتِهِ أوّلاً أنّ يتعرَّفَ على جِسمِهِ. إنّ الإنسانَ لا يستطيعُ أن يساعِدَ نفسَهُ قبلَ أن يتعرَّفَ على جسمِهِ. لا يكفي أن تقتصِرَ معرفة الإنسانِ حول أعضاءِهِ فحسب. بل يحب عليهأن يتعرّفَ على نفسيَّتِهِ أيضًّا. ينبغي أن يتأكّدَ من طبيعتِهِ. هل أنّههادئٌ أم عصبيٌّ؟ هل يتأثّرُ من الأحداثِ بسرعةٍ، أم يستقبِلُها بهدوءٍ؟ هل يعاني من مشكلةٍ نفسيةٍ أم هو خالٍ من جميعِ أنواعِ المركّباتِ؟ هل هو سعيدٌ أيضًا في الحين الذي يستغني عن غيرِهِ؟ إنّ الإنسانَ لا يتمكّنُ من معرفةِ هذهالأمورِ إلاّ بعد أن يتعرَّفَ على جسمِهِ. وطبعًا لا يتمكّنُ من مساعدةِ نفسِهِ إذا كانَ هو يجهلُ نفسَهَ. إذًا هيَا بِنا نتعرّفُ على جسمِنا. إلىكم ينقسِمُ جسمُنا؟ ما هي الخليّةُ؟ ما هو النسيجُ؟ ما اسمُ الأجهزة التي يتكوَّنُ منها جسمُ الإنسانِ؟ وهل نعرِفُ أسماءَ الأعضاءِ التي يتركَّبُ منها
فإنّ كَلِمَةَ الفَصِيلةِ، (وهي على وَزنِ فَعِيلة، مُشْتَقَّةٌ من فَصَلَ يَفْصِلُ؛ وهي مُصْطَلَحٌ حديثٌ. وجَمْعُهُ فَصَائِلُ.
يُطْلَقُ هذا الإسمُ على قِسْمٍ مِنْ أقْسامِ السُّلَّمِ التَّصْنِيفِيِّ، يَضُمُّ أجْنَاسًا مُتَقَارِبَةً، ذَاتَ خَصَائِصَ مُشْتَرَكَةٍ.
فَسَنَدْرُسُ في هذهالحِصَّةِ جِنسًّا مِنَ الحَيَوَانَاتِ، وسنتعرَّفُ على فَصِيلَتِهِ؛ وبذلك ستتبَلوَرُ أمَامَنا مَفهومُ الفَصِيلَةِ حتى إذا أردنا ان نستخدِمَ هذا المُصطَلَحَ اختَرْناها عندَ المناسبةِ. وهذهجُمَلٌ صِيغَتْ باللُّغةِ التُركيةِ، سنقومُ الآنَ بتعريبِها.
ARAPÇA KONUSUNDA SÖYLENECEK DAHA BİRÇOK ŞEY VAR...
Türkiye'de Arapça'nın ve Arapça öğrencisinin karşılaştığı sorunlar çoktur. Özellikle konuyu gündeme getirecek birinin bulunmaması bu sorunların en büyüğünü oluşturmaktadır. Bu nokta çok dikkat çekicidir.
Nitekim bugün Türkiye'de Batı dillerinin en iyi şekilde öğrenilmesi ve öğretilmesi konusunda birçok aydınlatıcı yayın bulabilirsiniz. Bu konu ile ilgili sorunların çözüme kavuşturulması için hazırlanmış doyurucu çalışmalar da az değildir. Fakat Arapça için durum tamamen farklıdır. Arapça'nın önünde ne gibi engeller vardır, kim, hangi amaçlarla bu engelleri koymuştur, bunlar nasıl aşılabilir, gibi sorulara cevap da bulamazsınız.
Demek ki Arapça'ya ilgi duyan insanlara Cumhuriyet tarihi boyunca öyle bir gözdağı verilmiştir ki bugün hiç kimse, Arapça'nın ve Arapça öğrencisinin bu ülkede karşılaştığı sorunlar hakkında bir tek kelime bile konuşma cesaretini kendinde görememektedir!
Arapça'nın ve Arapça öğrencisinin üzerindeki bu şiddetli baskı sırf statükocuların tavır ve politikalarıyla sınırlı değildir. Onun için Cumhuriyet tarihi boyunca hükümetleri yöneten ve yönlendiren Makedon Yahudilerini, bu politikayı ürettikleri için suçlamak mantıklı olmaz. Onlar elbette ki kendi inanç ve ideolojilerine uygun politikalar üretmek durumundadırlar. Dolayısıyla onların bu tavır ve politikalarını adeta desteklemiş olan başka bir engeli aramak gerekir.
Hemen ifade etmek lâzımdır ki bu engel tarikatçıların gerici zihniyetidir. Hiç bir zaman hiç bir noktada birleşimimiş olan tarikat örgütleri Arapça'ın önünü tıkamak için adeta omuz omuza vermişlerdir.
Tarikatçılar, Başta Ezher Üniversitesi olmak üzere, Arap ülkelerindeki eğitim ve öğretim kurumlarında Türk kökenli öğrencilerin okumasını hiç bir zaman istememişlerdir. Ounlara ait tekke medreselerinde bir süre kalmış, ancak kaçamaklar sayesinde aydınlanabilmiş gençler arasında, Arapça öğrenmek üzere Yurt dışına giden öğrenciler, bu cemaatler tarafından «baş belâsı» olarak damgalanmış, adeta aforoz edilmişlerdir. Bu öğrenciler yurda dönüş yaptıktan sonra -resmi görev alamadıkları için- başvurdukları tarikat şeyhleri ve örgütleri tarafından boş çevrilmişlerdir. Ezherlilere ve öbür Arap üniversitelerinden mezun olanlara karşı tarikatçıların koyduğu gizli amsargo son yıllarda işe yaramayınca bu kez bizzat kendileri, beyinlerini yıkadıkları öğrencilerini bu okullara göndermeye başlamışlardır. Bundan güdülen amaç son derece açıktır. Beyinleri yıkanan tekke öğrencileri sözde «Arapların ve özellikle Vahhabilerin sapıklıklarını aşılanmadan» dillerini öğrenecek ve döndükten sonra yine tekkeye bağlılıklarını sürdüreceklerdir. Üstelik Arapçayı da mükemmel öğrenmiş elemanlar olarak bu kez öbür aydın öğrenci kesimine karşı bir cephe oluşturacaklardır. Nitekim öyle de olmuşur.
Özellikle Tarikatçıların Mekke'deki Ummu'ul Qura ve Medine'deki El-Camia'tul-İslammiye Üniversitelerine gönderdikleri öğrencilerin çoğu, orada bulundukları sürece takiyye yapmış, Haremeyn imamlarının arkasında namaz kılmak zorunda kaldıkça onlara iktida etmemiş, Türk hacıları arasında yıkıcı propagandalar yapmış ve döndükten sonra da yine tekkede emsile, bina, İzhar ve benzeri çağdışı kitaplarla sözde Arapça dersi vermeye devam etmişlerdir. Günümüzde İlahiyat Fakültelerinden kovulan tarikatçı hocalırın hiç biri işsiz kalmamış, özellikle İstanbulda Fatih'in muhtelif semtlerinde onlara (kitaba uydurulmuş) işler verilmiştir.
Gerek statükocuların bu konudaki politikaları, gerekse tarikatçıların bu politikalarla örtüşen tavırları tamamen ideolojiktir. Türkiyeli Arapça öğrencisinin bilmesi gereken en önemli noktalardan biri de işte budur. Oysa mantıklı bir ilim yolcusuna göre ideoloji, bilimin karşınırda engel oluşturamaz. Onun için gerekçesi ne olursa olsun, Türkiye'de Arapça öğrenmeyi yasaklayan bir zihniyet daima tepki görecektir. Ancak bu haklı tepkiyi gösterebilecek aydın insanlara ihtiyaç vardır. Daha doğrusu şimdiye kadar gizli bırakılmkış olan bu sorun hakkında insanları aydınlatma zamanı artık gelip çatmıştır. Bu nedenle başta öğrenciler olmak üzere toplumun aydın kesimleri Arapça'nın önüne dikilmiş olan bütün gizli engeller hakkında bundan böyle bilgi sahibi olabileceklerdir.
Bu esrarlı engellerin temelini oluşturan çok önemli bir noktaya burada kısaca temas etmekte yarar vardır. Tarih boyunca İslam'ı paylaşmada ilginç hilelere başvuran, bu konuda kıyasıya rekabete girişen ve birbirini ölesiye kıskanan Araplar ve Türkler, İslam'ın ve onun getirdiği bilim ve uygarlık kurumları üzerinde büyük yıkımlara neden olmuş, sonuç olarak kendileri de tarihin sahnesinde çökmüşlerdir.
Kur'andaki İslam'ı, tarih boyunca sırf bir Arap dini olarak damgalayan Türkler, Tarikatlarıyla, tekkeleriyle, mezarlık ve ölü kültleriyle, Arapça'ya bakış açılarıyla kendilerine özgü bir din örmüşlerdir. Son bin yıl boyunca Türklerin egemenliği altında yaşamış olmayı zül sayan Araplar da yüzyıl kadar önce gösterdikleri şiddetli tepkilerden biri olarak İslam'ı sırf kendilerine ait bir kültürel kurum gibi görmeye başlamışlardır. Bu iki farklı tepki birçok alanda yıkıcı sonuçlar verdiği gibi, «Ümmet dili» olarak algılanması gereken Arapça'ya bakış açısını da değiştirmiştir.
İşte tarikatçıların Arapça'ya bakış açısı bundan kaynaklanmaktadır. Nitekim Hint dinlerine dayanan ve Türkistan'da kurulan Nakşibendi Tarikatı'nın şeyhleri, medreselerinde, Arap olmayan Birgili Mehmed Efendi, Molla Cami ve Cürcüni gibi yazarların eserlerini okutmaya daha çok ağırlık vermişlerdir. Aynı zamanda eski Arap medreselerine özgü: sınav, ödev, kompozisyon, müzakere ve münazara gibi sistemleri; matematik, fizik, kimya, ve biyoloji gibi pozitif bilimlerin okutulmasını yasaklamışlardır. Bundan amaç; Arapça'yı bir yaşam dili olarak değil, sadece Kutsal metinler ve ibadet dili olarak akıllara yerleştirmektir. Çünkü onlara göre «Arapça konuşan insan, Araplaşmış demektir. Bu ise Bir Türk insanına asla yakışmaz!» Bu gerçeğin en çarpıcı kanıtını ise Mahmut Toptaş vermiştir. Aynı zamanda bir «din adamı» olan bu şahıs, yazdığı bir sözlüğün önsözünü aynen şu satırlarla bitirmiştir: «Bu lügat arab milletinin dilini öğretmek için değil, Rabbimizin kelâmını öğretmek için hazırlanmıştır.»[1]
Günümüzde Türkiyeli Arapça öğrencisi bütün bu gerçekleri öğrenmeden ne önündeki engellerin farkına varabilir, ne de onları kaldırmaya çalışanlara yardımcı olabilir.
Bu dizi ile tertiplenen dersler aydın öğrencilere hem yabancı dil öğrenme bilincini kazandırmakta, hem de bu konuda karşılaştıkları bütün engeller hakkında onları bilgilendiren özellikler taşımaktadır. Onlara düşen görev önce bilinçlenmek ondan sonra öğrenmektir.
Dizimizin üçüncü kitabına girerken en büyük arzumuz, başarılarınza tanık olmaktır.
إذًا يَجِبُ على طَالِبِ الْعِلْمِ أنْ لا يَتَلَقَّى الدَّرسَ مِنْ كُلِّ مّن يَتَصَدّى بِصِفَةِ مُعَلِّمٍ. وَيَتَرَتَّبُ عَلَيْهِ خَاصَّةً أن يَتَاَكَّدَ مِنْ مُسْتَوى مَنْ يُدَرِّسُ اللُّغَةَ الْعَرَبِيَّةَ، نَظَرًا للإزْدِيَادِ الذِي لُوحِظَ في عَدَدِ الْمُنْتَحِلِينَ في بِلاَدِنا أخِيرًا.
إن الّذي يتصّدّى لِتَعْليمِ فنٍّ أو شُعْبَةٍ مِنَ الْعُلُومِ وَلاَ يُتْقِنُها، لا شَكَّ إنَّهُ يَفْشَلُ في مُحَاوَلاتِهِ إذا كَانَ فيِ مُجْتَمَعٍ يُقَدِّرُ للْعِلْمِ وَالْعَالِمِ مَكَانَتَهُمَا. أمَّا إذَا كَانَ فيِ مُجْتَمَعٍ لا يَتَّصِفُ بِهذِهِ الفَضِيلَةِ فَإنّهُ يََنْتَحِلُ صِفَةَ أهْلِ الْعِلْمِ وَيَعْمَلُ دَوْرًا هَدَّامًا.
إنّما أُنَبِّهُكُم على هذا الْخَطَرِ المُنْتَشِرِ فيِ بِلادِنَا حِرْصًا على سَلامَتِكُم مِنْ ضَرَرِهِم. وإلّيْكُمْ جُمَلاً أعْدَدْتُها باللغة التُركيةِ لِتَنْقُلُوها إلى العربية على سبيل التَّمْرِينِ.
1. Girişilecek iş ne olursa olsun o işi yapmak için yeterlilik temel şarttır.
والأدبُ إسمٌ يُطلَقُ على فُنُونِ اللّغةِ العربيةِ من شِعْرٍ ونَثْرٍ وإنْشَاءٍ وخِطَابَةٍ، للتّأْكيدِ على ما فيها من فَصَاحةٍ وبَلاَغَةٍ وبَيَانٍ، وتَأْثيِرٍ في النُّفُوسِ. والمُبْدِعُ في هذهالْفُنُونِ نَظْمًا كانَ أو نَثْرًا، يُدعىَ بِعُنوانِ الأديبِ؛ مثل مصطفى لُطفي المنفلوطي، وعبد اللهالنديم، وأحمد فارس الشدياق، وأحمد شوقي، وخليل مطران، ونزار قبّاني و أمثالهم.
وأدبُ اللُّغةِ ما أثَرَ عن شُعرَائِها وكُتَّابِها من بَدَائِعِ الْقَوْلِ المشتمِلِ على تَصَوُّرِ الأخْيِلَةِ الدَّقِيقةِ، وتَصْوير المعاني الرقيقةِ؛ مِمَّا يُهَذِّبُ النَّفْسَ، ويُرَقِّقُ الحِسَّ ويُثَقِّفُ اللِسانَ. وقد يُطلَقُ الأدَبُ على جميعِ ما صُنِّفَ في كُلِّ لُغةٍ من البحوثِ العلميةِ والفنونِ الأدبيةِ، فيشملُ كلَّ ما أنْتَجَتْهُ خواطرُ العلماءِ وقرائِحُ الكُتَّابِ والشُّعراءِ.
والآنَ سَنَقُومُ بِتَرجَمَةِ جُمَلٍ من اللّغةِ التُركيَّةِ إلىَ اللغةِ العربيةِ في هذا المَوضُوع.
1. Bizim Arapça'nın edebi yönü ile de ilgilenmemiz gerekir.
هُوَ مُشْرِفٌ عَلىَ الْمَوْتِ، لم يَعُدْ قَادِرًا عَلىَ النُّطْقِ.
19. Zavallı (kadıncağız), hayatını çocuklarına adamıştı,
تَعِيسَةٌ، كَانَتْ قَدْ نَذَرَتْ حَيَاتَهَا لِرِعَايَةِ أَطْفَالِهَا. (نَذَرَ: أيْ اسْتَوْجَبَ عَلىَ نَفْسِهِ صَدَقَةً، أو إحسانًا، أوْ غَيْرَ ذلك
20. Öyle ki kocasının ölümünden sonra evlenmeyi kendine haram etti.
حتى أنّها حرّمَتْ على نفسِها الزواجَ بَعْدَ مَوْتِ زَوْجِهَا.
21. Sana dönme diyorum, böylece seni bir kez daha uyarmış bulunuyorum!
أقولُ لك لا تَعُدْ، فَأَكُونُ بِهَذَا قَدْ أَنْذَرْتُكَ مرّةً أخرى. (الإنذار: الإعلامُ بأمرٍ مع التخويف
CÜMLELERİN METNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ ŞEKLİ:
التقينا معهقبل ثلاثةِ أيّامٍ. كانَ معنا في الباخرةِ؟ إنّهُ قضى عُطلَتَهُ في العام الأوّلِ بجزيرةِ أردك. إنهم ذهبوا من غيرِ رجعةٍ، ولن يعودوا أبدًا. اِتَّفَقْنَا معهعلى موعدٍ قبلَ اُسْبُوعٍ. سوف نلتقي (نجتمع في مكانٍ لا يعلمُهُ أحدٌ. أتتجاهلُني! لعمري قد رأيتَني أكثر من عشرِ مرّاتٍ. ألأخواتُ الثلاثُ تخرَّجنَ في نفسِ العامِ. الطهارةُ لم تكن من عادتِهمْ، حتّى أسلموا. من يكتم نصًّا من نُصوصِ القرآنِ، يكون قد حلَّ رِبقَةَ الإسلامِ من عُنُقِهِ. كان يُسايِرُني، فَعَلِِمْتُ أنّهُ يُنافِقُ. أَذْكُرُ أنّي كنتُ أتعلَّقُ بأذيالِ أمّي وأنا طفلةٌ صغيرةٌ. (الطفولةُ: فترةٌ ما بين الميلادِ والبلوغِ الكاهنُ العجوزُ قال لي: سترى أيّامًا يكونُ لك فيها شأنٌ، وصِيتٌ منتشِرٌ. سوفَ ترونَ لُعبَةَ الدّهرِ. أفلم تكن أنت الذي حملتَني على قتالِهم؟! ما كانَ ذلِكَ قصديِ، بل أساءَ فهمَ ما قصدتُهُ. تصرُّفاتُهُ تُبْدي أنّهُ لم يستقر الإيمانُ في قلبِهِ بعدُ. هو مُشْرِفٌ على الموتِ، لم يعُدْ قادِرًا على النطقِ. تعيسةٌ، كانت قد نذرتْ حياتَها لرِعايةِ أطفالِها. (نَذَرَ: أي اِسْتَوْجَبَ على نفسِهِ صَدَقَةً، أو إحسانًا، أو غيرَ ذلك حتى أنّها حرّمَتْ على نفسِها الزواجَ بعدَ مَوْتِ زَوْجِهَا. أقولُ لك لا تَعُدْ، فأكونُ بهذا قد أنذرتُكَ مرّةً أخرى. (الإنذار: الإعلامُ بأمرٍ مع التخويف
تمّ إجراءُ اختبارٍ في الأُسبوعِ الْمَاضي. كان هذا أوّلَ اختبارٍ تمّ إجْراءُهُ في دَوْرَتِنَا. لم تُوَاجِهْنيِ صُعُوبةٌ في هذا الامتحانٍ. الإجاباتُ لم تكنْ سَهْلَةً. ولكنَّ طَرِيقَةَ الإخْتِبَارِ جَعَلَتْنيِ أنْجَحُ. لأنّ الأُسْتَاذَ سَمَحَ لنا بِمُرَاجَعَةِ المصادرِ أثناءَ الإمتحانِ. وإنّما الْغِشُّ في اعْتِبَارِهِ هي إلْتِقَاطُ الْمعلوماتِ من الصَّاحِبِ بالْحَنْبِِ عن طريقِ النَّجْوىَ. آمُلُ أنْ أَنَالَ تَقْدِيرًا عَاليًا. عَدَدُ الأسْئِلَةِ كَانَ عَشْرَةً. كُلُّ سُؤالٍ كَانَ مُقَدَّرًا بِعَشْرِ دَرَجَاتٍ. مَا كَنْتُ أتوقّعُ أنّ مُشْكِلةً تُوَاجِهُنيِ. مَا رَسَبَ في هذا الأمْتِحَانِ إلاّ قَلِيلٌ منَّا. لم يَكُنِ الْغَرَضُ اختبارَ مستوياتِنا في هذا الإمتحانِ. وإنّما اختبَر أستاذُنَا مَدىَ انْتِبَاهِِنَا. سَيَتُمُّ إجراءُ اخْتِبَارٍ كَهَذَا، في كلِّ شهرين. سَيَتُمُّ إجراءُ الإختباراتِ بصورةٍ دوريةٍ. آمُلُ أن أَكُونَ أنا الْفَائزَ في الإمتحانِ القادمِ. ما كُنْتُ ضِِمْنَِ النَّاجِحِينَ في هذهالمرَّةِِ. إنّما يتميّزُ النَّاجِحُ عَنِ الرَّاسِبِ عَقِبَ الإختبارِ. لو لا الإختبارُ لما تميّزَ النَّاجِحُ عن الرَّاسِبِ.
18. Öğrenci, bazı fiil kiplerini birbirine karıştırabilir.
بعضُ صِيَغِ الأفعالِ قد يلتبسُ على الْمُتَعَلِّمِ.
19. Öğrenci fiiler hakkında çok bilgi edinmelidir.
يجب على الطالِبِ حفظُ معلوماتٍ كثيرةٍ حولَ الأفعالِ.
20. Özellikle nakıs ve muzaaf fiilin çekiminde öğrenci büyük zorlukla karşılaşır.
خاصّةً الفعلُ الناقصُ والمضعّفُ، يواجهالطالبُ صعوبةً كبيرةً في تصريفهما.
21. Çünkü bunların bazısında okuma şekli qalb, fek ve idğam arasında değişir.
لأنّ في بعضِها تختلفُ القراءّةُ بين قلبٍ وفكٍّ وادغامٍ.
CÜMLELERİN METNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ ŞEKLİ:
السؤالُ عن الشّئِ يجب أن يكونَ بطريقتِهِ الخاصّةِ. كذلك البحثُ عن الفعلِ. الفعلُ موضوع السؤالِ من وجوهٍ مختلِفةٍ. يُسألُ عن الفعلِ من جهة الوقت الذي يجري فيهِ. ويُسألُ عن الفعلِ من جهةِ بناءِهِ. ويُسألُ عن الفعلِ من جهةِ اشتقاقِهِ. الفعلُ من جهةِ الوقت الذي يجري فيهِ ثلاثةٌ: ماضٍ وحالٌ واستقبالٌ. الفعلُ من جهةِ بناءِهِ سبعةٌ: صحيحٌ، مثالٌ، مضعّفٌ، لفيفٌ، ناقضٌ، مهموزٌ، أجوفُ. الفعل من جهةِ اشتقاقهمجرّدٌ ومزيدٌ فيه. المجرَّدُ هو أصل الفعلِ، وهو قسمانِ: ثلاثيٌّ ورباعيٌّ. الثلاثيُّ المجرَّدُ ستّةُ أبوابٍ من حيثُ اعرابِ عينِ فعلِهِ. كذلك يُسألُ عن معنى الفعلِ. كذلك يُسألُ عن صيغَتِهِ. أي عما إذا هو مفردٌ، أم مثنًّى أم جمعٌ، أم مذكَّرٌ، أم مؤنّثٌ، أم ماضٍ أم مضارِعٌ. عدد الصِّيَغِ المختلفةِ للفعلِ أربعةٌ وعشرونَ. عدد صِيَغِ الفعلِ الماضي المطّردةِ أربعة عشر. عدد صِيَغِ الفعل المضارِعِ المطَّرِدَةِ أربعةَ عشر أيضًا. تصريف الأفعالِ ليس بسهلٍ. بعضُ صِيَغِ الأفعالِ قد يلتبسُ على الْمُتَعَلِّمِ. يجب على الطَّالِبِ حِفْظُ معلوماتٍ كثيرةٍ حولَ الأفعالِ. خاصّةً الفعلُ الناقصُ والمضعّفُ، يواجهالطَّالبُ صُعُوبَةً كبيرةً في تصريفهما. لأنّ في بعضِها تختلفُ القراءّةُ بين قلبٍ وفكٍّ وادغامٍ.
حقًّا إنَّ لَنَا في رسولِ اللهأسوةٌ رائِعةٌ بكلِّ جوانِبِ شخصِيَّتِهِ الكريمةِ، وسيرتِهِ الطَّيِّبَةِ. فلن نَحِيدَ عن الحقِّ ولن نَعْدِلَ عن الصِّراطِ الْمُسْتَقِيمِ ما اتّخَذْنَاهُ قُدْوَةً، وما دُمنا مُتَمَسِّكِينَ بِسُنَّتِهِ الشَّرِيقةِ. إلاَّ أنَّهُ يَجِبُ عَلَيْنَا أنْ نَدْرُسَ حَيَاتَهُ لِنَتَعَرَّفَ على ما فِيها مِن دُرُوسٍ وعِبَرٍ.
وإليكم فيما يلي جُمَلاً أعددْتُها باللُّغَةِ التُّرْكِيَّةِ، أوردتُ من خلالِها نُبْذَةً من سيرة الرّسولِ الكريمِ. تمهيدًا لما سوف ندرُسُ منها مُفَصَّلاً إنْ شَاء اللهتعالى.
KONU: Arapça bilmeyen bir öğrenciye yöneltilen bazı sorular.
الموضوع : أَسْئِلَةٌ موجَّهَةٌ إلى تِلْمِيذٍ غَيْرِ نَاطِقٍ بِاللَُغَةِ العَرَبِيَّةِ
ÖĞRETMENİN AÇIŞ KONUŞMASI:
أيها الإخوةُ والأخوات،
السلامَ عليكم ورحمة اللهِ وبركاتُهُ وبعد،
فإنَّ طالِبَ اللُّغَةِ العربيةِ في بلدِنا (تُركيا يُعَانيِ مِنْ أَزَمَاتٍ وَعَقَبَاتٍ تَمْنَعُهُ مِنْ إتْقَانِ هذهاللُّغَةِ، وَقَدْ عَلِمْتُمْ بَعْضَ أَسْبَابِهَا، وَفِيمَا يَليِ تَجِدُونَ أسْئِلَةً مُوَجَّهَةً إلى تِلْمِذٍ دَرَسَ اللُّغَةَ الْعَرَبِيَّةَ وَهَوَ صَامِتٌ، إلى أنْ يَقُولَ في النِّهَايَةِ:"- إنّيِ آسِفٌ! لم أفهمْ مُعْظَمَ هذهالأسْئِلَةِ."
فَلَكُمُ الْعِبْرَةُ فيِ هذا الحِوَارِ الذي قد جَرىَ بِصُورَةٍ حَقِيقِيَّةٍ، وَعَلَيْكُمْ بِنَقلِ الْجُمَلِ الآتِيَةِ إلى اللُّغَةِ الْعَرَبِيَّةِ على سبيلِ التَّمْرِينِ.
1. Ayşe Hanım! burada bulunuyor olmanın sebebi nedir?
يا سيّدةَ عائشةَ! مَا سَبَبُ وُجُودِكِ هنا؟
2. Seni buraya getiren (sebep) nedir?
ما الذي جاءَ بِكِ إلى هُنا؟
3. Seni buraya gelmeye iten sebep nedir?
ما الذي حَمَلَكِ على الْحُضُورِ هنا؟
4. Ders dinlemeye geldim.
جئتُ لاِسْتَمِاعِ الدُّرُوسِ.
5. Hocanın dersini dinlemek için geliyorum.
أحضُرُ لأسْتَمِِعَ إلى مُحَاضَرَةِ الأُسْتَاذِ.
6. Dersleri izlemek için geldim.
حضرتُ لأُتابِعَ الدُّروُسَ
7. Beni buraya, dersi dinlemekten başka bir sebep getirmemiştir
ما حَمَلَنيِ على الْحُضُورِ ألاّ الإستماع إلى الدّروسِ.
8. Hocanın her söylediğini anlıyor musun?
هل تَفْهَمِينَ كلَّ ما يقولُهُ الأستاذُ؟
9. Hocanın her söylediğini yazıyor musun?
هل تَكْتُبِينَ كلَّ ما يقولُهُ الأستاذُ؟
10. Hocanın söylediği her kelimeyi dikkatle dinliyor musun?
أتَسْتَمِعِينَ إلى كُلِّ كَلِمَاتِ الأُسْتَاذِ بوعيٍ؟
14. Anlamadığın bir şeyin manasını ondan nasıl soruyorsun?
كيف تَسْتَفْسِرِينَهُ مَعْنىَ شَيْءٍ لَمْ تَفْهَمِيهِ؟
15. Ona sorunu nasıl yöneltiyorsun?
كيفَ توجِّهينَ إليهِ سؤالَكِ؟
16. Onun sözünü keser misin?
هلْ تَقْطَعِينَ عَلَيْهِ كَلاَمَهُ؟
17. Yoksa sözünü bitirinceye kadar Onu bekler misin?
أم تَنْتَظِرِينَهُ حتَّى يَنْتَهِيَ مِنْ كَلاَمِهِ؟
18. Beklemiyorken Ona aniden soru sorar mısın?
هل تُفاجئينَهُ بسؤالٍ وهو لا يتوقَّعُ ذلكَ؟
19. Yoksa uygun bir sırada mı Ona sorarsın?
أم تَسْأَلينَهُ عندَ فُرْصَةٍ مُتَاحَةٍ؟
20. Hoca, sorduğun her sorunun cevabını sana veriyor mu?
هل يجيبُكِ الأستاذُ على كلِّ سؤالٍ تُوَجِّهِينَهُ إليهِ؟
21. Üzgünüm, bu soruların çoğunu anlamadım!
إنّي آسِفٌ، لم أفْهَم مُعْظَمَ هَذِهِ الأسْئِلَةِ.
CÜMLELERİN METNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ ŞEKLİ:
يا سيّدةَ عائشةَ! مَا سَبَبُ وُجُودِكِ هنا؟ ما الَّذيِ جَاءَ بِكِ إلى هُنا؟ ما الَّذيِ حَمَلَكِ على الْحُضُورِ هنا؟ جِئْتُ لاِسْتِمَاعِ الدُّرُوسِ. أحضُرُ لأستمِعَ إلى مُحَاضَرَةِ الأُسْتاَذِ. حَضَرْتُ لأُتابِعَ الدُّروُسَ. ما حَمَلَنيِ على الْحُضُورِ ألاّ الإستماعُ إلى الدّروسِ. هل تفهمين كلَّ ما يقولُهُ الأستاذُ؟ هل تكتُبينَ كلَّ ما يقولُهُ الأستاذُ؟ أتستمعينَ إلى كلِّ كلِماتِ الأستاذِ بوعيٍ؟ هل تجهلين شيئًا مِمَّا يقولُهُ الأستاذُ؟ هل تسألين الأستاذَ عن شيءٍ لم تفهميهِ؟ هل تستغربين شيئًا من كلمات الأستاذ؟ كيف تَسْتَفْسِرِينَهُ معنى شيءٍ لم تغهميهِ؟ كيفَ توجِّهينَ إليهِ سؤالَكِ؟ هل تقطعينَ عليهِ كلامَهُ؟ أم تنتظِرِينَهُ حتى ينتهيَ من كلامِهِ؟ هل تُفاجئينَهُ بسؤالٍ وهو لا يتوقَّعُ ذلكَ؟ أم تسألينَهُ عندَ فرصَةٍ مُتاحَةٍ؟ هل يجيبُكِ الأستاذُ على كلِّ سؤالٍ تُوَجِّهِينَهُ إليهِ؟
- إنّي آسِفٌ، لم أفْهَم مُعْظَمَ هَذِهِ الأسْئِلَةِ.
Evet, (ARAPAÇ ÖĞRENİYORUM) Serisinden üç kitabı geride bıraktık. Bu da en azından bir yabancı dilin, gerçek anlamda nasıl öğretilebileceği ve nasıl öğrenilebileceği konusunda size önemli ipuçları vermiş oldu. Bu arada Arapça'nın, Türkiye'de önüne çıkan engeller hakkında da epeyce malumat sahibi oldunuz. Bu engellerin ne kadar art niyetlerle tertip edildiğini ve ne kadar acımasız amaçlar taşıdığını da anlamış oldunuz. En azından Arapça'nın -Hıristiyanlıktaki Latince gibi sırf bir kutsal metinler dili değil, tam tersine- gerçek bir yaşam dili olduğunu çok iyi öğrendiniz.
Aslında Arapça'nın ülkemizde gerek öğretildiği ve öğrenildiği şartlar, gerekse konuya ilişkin öbür sıkıntılar (şimdiye kadar bu serinin önsözlerinde) anlatılanlarla sınırlı değildir. Bu ülkede siyah kedi ve köpekleri yaklaşık yüzyıldır «Arap, Arap!!» diye çağıran zihniyet, hiç kuşkusuz Arapça'nın önüne büyük barikatlar koymuştur. Bu tertipler, yine şüphe yok ki vaktiyle çok bilinçli olarak düşünülmüş ve yaygınlaştırılmıştır. Arap milletinin antipatik, çirkin, hatta düşman olarak toplulumuza lanse edilmiş olmasının arkasında çok yönlü amaçlar vardır. Bunların en önemlilerinden biri de Arapça'ya karşı savaştır. Batının müziğinden giyim tarzına; dillerinden, düşünce ve inanışlarına kadar her şeyi uygarlık sayan bu egemen zihniyet, Arapça'ya karşı yüz yıldır sürdürdüğü savaşa hiçbir zaman ara vermemiştir. Buna rağmen her yıl yüzbinlerce insan -yanlış yöntemlerle de olsa- bu dili öğrenmek için çaba harcamaktadır. Bu gerçek ise toplumumuzda Arapça'ya karşı, temelde iyi niyetli büyük bir kitlenin var olduğunu kanıtlamaktadır.
Şu var ki egemen azınlık tarafından çok yönlü olarak sömürülen bu geniş kitlenin hiç değilse Arapça'ya ilişkin sorunlar hakkında aydınlatılması gerekir. Çünkü bu kitle şimdiye kadar hep tarikatçıların tuzaklarına düşerek Arapça ile tanışmış ve onların ilkel yöntemleri yüzünden de bu dili bir türlü öğrenememişlerdir.
Bu kitleyi bilimsel yollarla ve «الطَّرِيقَةُ الْمُباشِرة» sistemiyle Arapça öğrenmeye yönlendirmenin sağlıklı ve emin bir yolu da bu seriyi onlara tanıtmaktır. Halen bu sistemle Arapça öğrenmekte olan değerli öğrencilere bu konuda büyük bir sorumluluk düşmektedir. İlimseverlik niteliği, sadece kişisel öğrenme ve aydınlanma ile gerçekleşmez. İlimsever insan, ilmin gerçek ve aydın yollarını başkalarına da gösteren kimsedir. Bu erdeme sahip olmak size yakışır.