Çevremizdeki Su Hava Ve Toprak Kirliliğinin Boyutları

Son güncelleme: 02.05.2009 02:08
  • Su Kirliliği - Hava Kirliliği - Toprak Kirliliği - Çevremizdeki Su Hava Ve Toprak Kirliliğinin Boyutları

    Çevre; insan veya başka bir canlının yaşamı boyunca ilişkilerini sürdürdüğü dış ortamdır. Hava, su ve toprak bu çevrenin fiziksel unsurlarını, insan, hayvan, bitki ve diğer mikroorganizmalar ise biyolojik unsurlarını teşkil etmektedir.

    Doğanın temel fiziksel unsurları olan, hava, su ve toprak üzerinde olumsuz etkilerin oluşması ile ortaya çıkan ve canlı öğelerin hayati aktivitelerini olumsuz önde etkileyen çevre sorunlarına "Çevre Kirliliği" adı verilmektedir.

    İnsanlar, toplumsal yaşam ilişkiler içerisinde doğal kaynaklan kullanarak, teknoloji geliştirerek, ekonomik faaliyetlerde bulunurlar. Bu faaliyetlerin gelişimi ile insanlar kendilerine yapay çevreyi oluştururlar. Toplumlar, yapay çevre içindeki yaşam koşullarını geliştirirken doğa ile sürekli bir ilişki içindedir. İnsan ve doğa arasındaki bu ilişki, ekolojik sistemin bir parçasıdır. İnsanoğlu'nun yer yüzünde yaşamaya ve kendisine ait yapay çevre oluşturmaya başlamasından bu yana insan ve doğa arasındaki denge, insan aleyhine devamlı olarak bozulmuştur. Özellikle son yıllarda ekolojik dengeyi süratle bozarak çevre sorunları yaratan insan, bu sorunların kendisine dönmesi ve sağlığını olumsuz yönde etkilemesi üzerine çevre bilincine varabilmiş ve bu kavramı kabul etmiştir .

    ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN SINIFLANDIRILMASI
    Çevrenin temel unsurlarından olan doğa, kendine has fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklere sahiptir. Bu özelliler dikkate alındığında çevre kirliliği şu bölümlere ayrılır:

    l. Fiziksel Kirlenme

    Çevreyi meydana getiren toprak, su ve havanın fiziksel özelliklerinin tamamının veya bir kısmının insan, hayvan ve bitki sağlığını tehdit edecek, olumsuz yönde etkileyecek biçimde bozulması ve değişmesi olayıdır. Örneğin; çeşitli fabrika atıklarının akarsu ve göllere boşaltılması, doğal erozyon ile toprakların göl ve denizlere taşınması açık kahverenginden, kırmızı siyaha kadar değişen renk almasına neden olmaktadır. Bu olay suların fiziksel kirlenmesidir.

    2. Kimyasal Kirlenme

    Doğal çevreyi oluşturan toprak, su ve havanın kimyasal özelliklerinin canlıların hayati faaliyetlerini ve aktivitelerini olumsuz yönde etkileyecek biçimde bozulmasıdır. Örneğin; çeşitli fabrika katı ve sıvı atıklarının verimli tarım arazilerine veya akarsu ve nehirlere boşaltılması söz konusu tarım topraklarının, akarsu ve göllerinin zararlı ağır metallerle kirlenerek kimyasal kirlenmeye maruz kaldığım gösterir.

    3. Biyolojik Kirlenme

    Doğal ortamı oluşturan toprak, hava ve suyun çeşitli mikroorganizmalarla kirlenmesi ve dolayısıyla mikrobiyolojik yapının bozulması mikrobiyal kirlenmeyi, aynı ortamların mikroorganizmalarla kirlenmesi ise biyolojik kirlenmeyi tanımlar. Örneğin, tarım alanlarının kanalizasyon suyu ile sulanması veya kanalizasyon sularının akarsu, göl ve denizlere boşaltılması ile kanalizasyon sularında bulunan hastalık yapıcı mikroorganizmalar toprağa, suya ve atmosfere geçerek bu ortamların mikrobiyolojik kirlenmesine yol açar.

    Çevre unsurlarına göre çevre kirliliği 4 gruba ayrılır.

    a) Hava kirliliği

    B) Toprak kirliliği

    c) Su kirliliği

    d) Ses kirliliği


    SU KİRLİLİĞİ
    Yer yüzündeki sular, güneşin sağladığı enerji ile sürekli bir döngü içinde bulunur. İnsanlar, ihtiyaçları için, suyu bu döngüden alır ve kullandıktan sonra tekrar aynı döngüye iade ederler. Bu süreç sırasında suya karışan maddeler, suyun fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini değiştirerek "su kirliliği" olarak adlandırılan durum ortaya çıkar. Su kirlenmesi, su kaynağının fiziksel, kimyasal, bakteriyolojik, radyoaktif ve ekolojik özelliklerinin olumsuz yönde değişmesi şeklinde olur.

    Yeryüzünü saran ve okyanuslarda, denizlerde, göllerde, akarsularda ve yer altı sularında bulunan sularla atmosferdeki su buharının tümüne hidrosfer (su küre) adı verilir. Yeryüzündeki sular, güneş enerjisi etkisi ile sürekli bir dolaşım içinde bulunur. Yeryüzünden buharlaşarak atmosfere çıkan sular yoğunlaşarak tekrar yeryüzüne dönerler. Bu dolaşma "Hidrolojik devre" denir. İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek ve ekonomik ihtiyaçlarım giderebilmek için suyu bu dolaşımdan alır, kullandıktan sonra yine aynı dolaşıma iade ederler. Bu olaylar sırasında suya karışan maddeler suların fiziksel, kimyasal ve biyolojik olarak özelliklerinin değişmelerine neden olurlar. Su kirliliği olara.k adlandırılan bu özellik değişimleri, aynı zamanda sularda yaşayan çeşitli canlı varlıkları da etkiler. Böylece su kirlenmesi suya bağlı eko sistemlerin etkilenmesine, dengelerin bozulmasına ve giderek doğadaki tüm suların sahip oldukları kendi kendini temizleme kapasitesinin azalmasına veya yok olmasına yol açabilir.

    Çevre kirlenmesi denilince genellikle hava, su ve toprağın kirlenmesi düşünülür. Bunlardan en kolay ve çabuk kirlenen kuşkusuz sudur. Çünkü her kirlenen şey genelde su ile yıkanarak temizlenir, bu da kirliliğin son mekanının su olması anlamına gelir. Havanın ve toprağın kirlilik bakımından zamanla kendi kendilerini yenilemeleri bir bakıma kirliliklerini suya vermelerine neden olur.

    Havanın içinde bulunan katı ve sıvı tanecikler, havadan çok ağır olduklarından, çok geçmeden aşağı doğru inerek karalara ve sulara ulaşırlar. Havanın içinde bulunan gaz ve buhar halindeki kirleticilerde zamanla yağmur suları ile yeryüzünde toprak ve suya karışırlar. Bunlara örnek olarak, kükürt, azot ve karbon dioksitler verilebilir. Havaya karışan pek çok kirletici madde çok dayanıklı olmadığından, zamanla oksijen, ışık ve ültraviyole ışınlarının etkisi ile parçalanır. Daha sonra dünyada toprağa, göle, denize ve havaya inerler. Bu kirleticilerden toprağa yayılanlarda zamanla mekaniksel ve sel suları yardımı ile veya başka etkenlerin yardımı ile topraktan suya geçerler.

    Su kirliliği antropojin etkiler sonucunda ortaya çıkan, kullanımı kısıtlayan veya engelleyen ve ekonomik dengeleri bozan kalite değişimleridir. Su kirliliğinin bir başka tanımı ise; su kaynağının kimyasal, fiziksel, bakteriyolojik, radyoaktif ve ekolojik özelliklerinin olumsuz yönde değişmesi, şeklinde gözlenen ve doğrudan veya dolaylı yoldan biyolojik kaynaklarda, insan sağlığında, su ürünlerinde, su kalitesinde ve suyun diğer amaçlarla kullanılmasında engelleyici bozulmalar yaratacak madde ve enerji atıklarının boşaltılmasını ifade etmektedir.

    a) Havadaki ve topraktaki kirletici maddeler eninde sonunda suya geçerler.

    B) Dünyadaki tüm suların % 99'undan daha fazlası bir tek sistem içinde birbirine bağlı olup genel mahiyette kirlenme tehdidi altında bulunmaktadır.

    c) Sularda, muazzam bir canlı varlık hazinesi, dolayısı ile gıda deposu mevcuttur. Burada vaki olabilecek bir denge bozulması bütün dünyamızdaki yaşamı ciddi ve olumsuz yönde etkiler.

    d) Kirletici madde miktarı çok az olsa bile suda erimediği zaman, su üzerinde çok ince bir tabaka teşkil edince sudaki hayat önemli bir derecede etkilenebilir. Bunun nedeni atmosferden oksijen ve ısı alışverişinin zorlaşmasıdır.

    Denizlerden buharlaşan sular yukarıda yoğunlaşıp yağmur halinde aşağıya düşünce pek çok pislikleri ve suda eriyen maddeleri beraberce nehirlere ve özellikle denizlere doğru sürüklerler. Bu şekilde pislikler ve kirleticiler durmadan havadan ve topraktan sulara geçerler. Karalardan sökülebilen ve sular tarafından sürüklenen taş ve topraklarda bu kirletici maddeler gibi denizlere ulaşınca bir daha eski yerlerine gidemezler. Onun içindir ki denizler bilhassa nehir ağızlarında mütemadiyen dolmakta ve karaların yüzölçümü az da olsa artmakladır. Kısacası karalardan ve atmosferden ister suda erimiş olsun, ister erimemiş olsun suya sürüklenen maddeler ve bu arada kirleticiler bir daha eski yerlerine gidemezler. Her şeyden önce yer çekimi buna manidir. Erozyon sonucunda her yıl milyonlarca ton kıymetli toprak karalardan sulara ve dolayısı ile denizlere geçer. Bir bakıma bu da önemli bir çevre sorunudur.

    Dünyamız verimliliği bu yüzden gittikçe azalmaktadır. Sulara ve denizlere geçen maddeler okside edilebilir cinsten iseler (mesela organik maddeler) sudaki erimiş oksijeni yakacaklarından sudaki hayat şartlarını zorlaştırırlar. Genellikle organik maddeler oksijenle tahrip edilip zamanla parçalanırlar ve hüviyetlerini kaybedip zararsız hale gelirler. Suda erimiş

    Haldeki oksijen oradaki hayatın devamında büyük bir etkendir. Bir kısım organik madde çok dirençli olup uzun zaman bozulmadan kalabilirler. Bu gibi maddelerin çevre üzerindeki menfi etkileri de uzun sürer ve ekolojik sistem dengesini ciddi olarak bozabilirler. Örnek olarak petrol ürünlerinden, suda ağır olup dibe çökenler gösterilebilir.


    YÜZEYSEL SULARDA KİRLETİCİ ETKİ YAPABİLECEK UNSURLAR
    Suların kirlenmesi çeşitli bakımlardan canlı varlıklar için büyük önem taşır. Her şeyden önce sular çok büyük bir canlı varlıklar hazinesini barındırıyor. Bundan dolayı dünyanın en büyük gıda maddeleri deposu sulardadır. Bir an için suda hayatın son bulduğunu farz edelim. Dünyadaki canlı varlıklar zinciri kökten sarsılır. Suların kirlenmesinin bir önemli yanı da dünyamızda mevcut olan bütün suların (bazı iç deniz ve göller hariç) birbirine bağlı olup tek bir sistem teşkil etmelidir. Sürekli ve etkili bir su kirlenmesi çok uzun zaman sonra bütün dünya sularının kirlenmesine neden olabilir. Dolayısı ile sulardaki bütün hayat böyle bir durumdan olumsuz yönde etkilenebilir. Bugün suların en ciddi ve düşündürücü kirlenme şekli, petrol ve petrol ürünlerinin su üzerinde ince bir tabaka teşkil etmeleriyle meydana gelir. Denilebilir ki çevre bakımından en önemli sorun da budur. Petrol ve ürünleri her şeyden önce bol miktarda kullanılmaktadırlar. Aksine bu ve benzeri maddeler suda erimediklerinden dağılıp büyük su kitlelerinde kaybolmazlar. Aksine suyun yüzeyine yayıldıkça yayılırlar ve önlem alınmaz ise çok büyük alanları kapsarlar. Kaza sonunda suya dökülen büyük miktarlardaki petrol vs ürünlerini büyük oranda toplayabilen pek çok usuller bulunmuştur.

    Yüzeysel sularda kirletici etki yapabilecek unsurlar Dünya Sağlık Örgütü'nce (WHO) sınıflandırılmıştır. Bunlar:

    l. Bakteriler, Virüsler ve Diğer Hastalık Yapıcı Canlılar

    Suların hijyenik açıdan kirlenmesine neden olan bu organizmalar, genellikle hastalıkla veya portör (Hastalık taşıyıcı) olan hayvan ve insanların dışkı ve idrarlarından kaynaklanır. Bulaşıcı etki ya da bu atıklarla doğrudan temasla veya atıklarının karıştığı sulardan dolaylı olarak gerçekleşir. İçme suyu temini açısından hijyenik kirlenme önemli bir sorun oluşturmaktadır.

    2. Organik Maddelerden Kaynaklanan Kirlenme

    Ölmüş hayvan ve bitki artıkları ile tarımsal artıkların yüzeysel sulara karışması sonucunda ortaya çıkan kirlenmedir.

    3. Endüstri Atıkları

    Çeşitli endüstri faaliyetleri sonucu oluşurlar ve fenol, arsenik, siyanür, krom, kadmiyum gibi toksik maddeler içerirler.

    4. Yağlar ve Benzeri Maddeler

    Tankerler veya boru hatlarıyla taşınan petrolün kazalar sonucunda yüzeysel sulara karışmasının yarattığı olumsuz etkiler açısından önem taşımaktadır.

    5. Sentetik Deterjanlar

    Sentetik Deterjanlar içerdikleri fosfatlar yüzeysel sularda titrofikosyona ve dolayısıyla ikincil kirlenmeye neden olmaktadır. Sentetik deterjanların evlerde kullanılmaya başlaması evsel atık sularının özelliğini değiştirmiş ve bu sulara endüstriyel sularda rastlanılan benzer nitelikler vermiştir.

    6. Radyoaktivite

    Radyoaktif kirlenme hastanelerden, araştırma kuruluşlarında ve bazı endüstri dallarından kaynaklanabilmektedir. Nükleer silah denemeleri sonucunda artan radyoaktivite, yağmur sularım da kirletmekte ve bunun sonucu olarak yüzeysel sular, radyoaktif kirlenmeye maruz kalmaktadır.

    7. Zirai Mücadele İlaçları

    Bunların besin zincirine girmesi ekosistemlerde önemli sorunlar yaratır.

    8. Yapay Organik Kimyasal Maddeler

    Bu maddelerin üretimleri giderek artmaktadır. Bu yapay maddeler yerlerini aldıkları doğal maddelere göre kirleticilik derecelerini daha fazladır.

    9. İnorganik Tuzlar

    Çok yüksek dozlarda kirletici olduklarından sulan içme, sulama ve bir çok endüstriyel kullanım için uygunsuz duruma getirebilirler.

    10. Yapay ve Doğal Tarımsal Gübreler

    Gübrelerin içerdiği azot ve fosfor, sulamadan dönen drenaj sulan ile yüzeysel sulara karışır.

    11. Atık Isı

    Tek geçişli soğutma suyu sistemlerine sahip termik santraller, yüzeysel sulara büyük miktarlarda atık ısı verir. Sıcaklığı da artmış sular, içme suyu kaynağı olarak uygun değillerdir.

    TÜRKİYE'NİN SU POTANSİYELİ
    Su potansiyelinin bilinmesi, çeşitli kullanımlara yönlendirilecek su miktarının çerçevesini de belirleyeceğinden büyük önem taşır. Bu sebeple su potansiyelimizi belirleyecek pek çok detaylı çalışma bulunmaktadır.

    İnsan ve tüm canlıların vazgeçilmez yaşam öğesi olan su kaynaklarımız açısından Türkiye genelinde yeterli ve sürekli bir potansiyele sahip olduğumuzu görüyoruz. Türkiye'nin yıllık yağış ortalaması 670 mm'dir. Bu ortalama Doğu Karadeniz'de 1400 mm Kızılırmak Konya Kapalı Havzası'nda ise 400 mm'dir. Bu yağışlara karşı, ülkemizin, brüt su potansiyeli 521 milyar m3 tür. Bu toplam potansiyelin yaklaşık l66 milyar m3/ yılık kısmı doğrudan akışa geçmekte, geriye kalan % 68, 11 sızma, buharlaşma ve bitkisel terleme gibi sebeplerle yüzeysel akışa geçememektedir.

    Akarsularımızın toplam potansiyeli yılda 180 Milyar m3 tür. Bu suyun tamamını kullanmak teknik yönden imkansızdır. Bu suların bir kısmı, komşu ülkelere akıp gitmekte bir kısmı da ya denize dökülmekte ya da göl ve bataklıklarda son bulmaktadır.

    Diğer taraftan, bazı yerlerde topoğrafık ve jeolojik şartlar, barajlar inşa edilerek suların depolanması ve tüketici amaçlarla kullanılmasına imkan vermeyebilir. Bütün bu sebeplerle tüketici amaçlar için kullanılmayan yüzey sularının miktarı yaklaşık 86,3 milyar m3/ yıl olarak tahmin edilmektedir. Yer altı su kaynaklarımız ise yılda 9,4 milyar m3 olarak hesaplanmaktadır.

    Türkiye'nin kullanılabilir toplam su potansiyeli 104,5 milyar m3/yıl olup, bu miktar akarsular, göller ve yer altı sularından oluşmaktadır. DPT tarafından (1985-1989) 5 yıllık kalkınma planında Türkiye'nin su ihtiyacı için ileriye dönek tahminler yapılmıştır. Buna göre 1985 yılı esas alınarak, toplam tüketimin % 11,7'i içme ve kullanma, % 78,5'i tarımsal sulama ve % 9.9'u endüstride kullanılmaktadır.

    İçinde bulunduğumuz yıllarda ve uzun vadeli kullanımlarda gereksinmeleri karşılayacak kadar potansiyele sahibiz. Ancak Türkiye'de su tüketimi ülke genelinde homojen olarak dağılmamaktadır. Ülke bütününde çekilen su sıkıntısının yanı sıra, yerel olarak su tüketiminde büyük farklılıklar görülmektedir.

    Yer yer karşılaşılan içme ve kullanma suyu sıkıntıları, plansız ve yoğun yerleşmeler, su toplama havuzlarında yapılan kaçak yapılanmaların, büyü şehirlerdeki hızlı nüfus artışlarına paralel altyapı su temini çalışmalarının geride kalması ve yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Havzalar arası su aktarmaları yeni su depolamaları ile su sıkıntıları giderilebilecektir.

    Su konusunda asıl sorun suların hızlı bir tempo ile kirlenmesi ve içme ve kullanmaya elverişli temiz su kaynaklarının bulunmasındaki güçlüklerden kaynaklanmaktadır. Aslında Türkiye su potansiyeli açısından dünyadaki zengin ülkeler arasında yer almamakla birlikte fakir de sayılamaz. Ancak Türkiye'de akarsu akımlarının düzensiz oluşu, kış ve yaz mevsimleri anasında büyük debi değişikliklerine yol açmakta ve bu potansiyelin iyi değerlendirilememesine sebep olmaktadır. Yazın akarsularımızın önemli bir kısmı tamamen kurumakta ve büyük maddi hasarlara sebep olmaktadır.

    ORTAMLARA GÖRE SU KİRLİLİĞİ

    Akarsu Kirliliği

    Bir akarsudaki su kalitesi ile hidromekanik ve hidrolojik özellikler arasında çok yakın bir ilişki vardır. Akarsulardaki debiler bu ortamlara verilen kirleticilerin seyreltilmesi ve taşınmasını sağlayarak, ortamlarda meydana gelecek kirletici birikimlerini birinci derecede etkilerler. Akarsuların debileri ile hidrojik dolaşım arasında ilgi vardır.

    Akarsulardaki kalite belirlenmesinde ölçüm ve istatistiksel analiz önemlidir. Akarsularda kalite ölçümleri, ülkemiz nüfus ve sanayi üretiminin, dolayısı ile kirlenmenin, daha yoğun olduğu Batı Bölgesindeki havzalarda yoğunlaşmıştır. Ancak bu havzalarda bile ölçümlerde yeterli düzeye ulaşılamamıştır. Örneğin, akarsuların hiçbirinde bilimsel bir değerlendirme yapabilecek düzeyde, mikro kirletici (ağır metaller, pestisidler vb.) ölçümleri yapılmamaktadır. Organik kirleticilerin aksine bu tür toksik ve kalıcı unsurların, kaynaktan denize döküldüğü noktaya (doğduğu yerden denize döküldüğü yere ) kadar akarsular boyunca bozunmadan ve giderek artan miktarlarda toplanarak taşındığı düşünülürse, ortaya çıkan problemin boyutlan anlaşılır. Bu tür ölçümlerin mevcut olmaması, kirliliğin olmaması anlamına gelmemektedir. Nitekim akarsularımız üzerinde yapılan genellikle akademik nitelikli bazı ferdi çalışmalar, pek çok alıcı ortamda mikro kirleticiler tarafından tehlike sınırlarının önemli ölçüde aşıldığını kanıtlamaktadır.

    Hızla artan nüfusun içme, kullanma, sanayi ve sulama suyu ihtiyacının, çok kısıtlı olan kıta içi su kaynaklarıyla karşılanması milletçe hepimizi çok yakın bir gelecekte çözümü çok güç problemlerle karşı karşıya bırakacaktır. Güç durumlara düşmemek için, akarsulardaki kalite ölçüm çalışmalarının yeniden ele alınması acilen gerekmektedir.

    Ağır metaller: Bakır, Kurşun, krom, gümüş, çinko, arsenik, cıva vb...

    Pestisidler : Her türlü zirai mücadele ilaçları: Suların yüzeyine yayılan organik sıvı maddelerin (ekseriya akaryakıt) sebep olabilecekleri sorunları kısaca şöyledir:

    1) Suların atmosferden oksijen emmesi zorlaşır. Su yüzeyine yayılan sıvıların teşkil ettikleri zar, son derece ince olabilir. İnsan bu zarı görmeyebilir. Bu durumda dahi su ve atmosfer arasındaki oksijen alışverişi zorlaşıyor. Suyun içindeki pek çok olay ve reaksiyonda oksijen harcanıyor. Böyle durumlarda sulardaki erimiş oksijen miktarı mütemadiyen azalır. Neticede bu suların kalitesi düşer, yani canlı varlıklar için gerekli koşullar bozulur.

    2) Su yüzeyindeki ince zar, su ile atmosfer arasındaki ısı alışverişini de etkiler.

    3) Su üzerindeki ince sıvı tabakası deniz kuşlarının yüzme olanaklarını etkileyebilir, hatta tamamen yok edebilir. Bilindiği gibi kuşların tüylerini kuru tutan ifrazat vardır. Sulara dökülen akaryakıt, bu ifrazatı eritince tüyler ıslanır ve kuşların uçması çok zorlaşabilir. Sulardaki sıvı organik maddeler (katran vs.) ayrıca kuş tüylerini birebirlerine yapıştırmakla da kuşların uçuş yeteneklerini azaltabilir. Son yıllarda martı vs. kuş ölülerine sık bir,şekilde rastlanmasının nedeni budur.

    4) Netice itibariyle denizde yaşayan her türlü bitki ve hayvanın yaşamalarını sürdürmeleri ve üremeleri, sulardaki kirlenmelerle orantılı olarak zorlaşıyor.

    5) Yaşamları sularda olmayan ve fa.kat gıdalarını sulardan sağlayan kuşların da yaşamları tehlikeye giriyor.

    6) Deniz yüzeyinden her türlü kirletici madde mütemadiyen sahillere de intikal etmektedir. Özellikle yağlar, katranlar ve benzer maddeler kıymetli sahilleri, plajları ve her türlü bina ve tesisi fiziksel olarak kirletmekte ve maddi hasarlara sebep olmaktadır.

    YER ALTI SUYU KİRLİLİĞİ
    Yeryüzüne ulaşan suyun özellikleri, yağmur ve kar suyu analizleriyle belirlenebilmektedir. Genellikle yağmur suyunda pek fazla çözünmüş ya da kolloidal madde bulunmaz. Yağmur suyunun PH değeri, endüstrileşme ve şehirleşmenin yoğun olmadığı yörelerde genellikle 5-6 değerindedir.

    Yağmur suyu yeryüzüne indiği andan itibaren kirlilik yükünde ani bir artış olur. Organik ve Anorganik partiküller, hayvansal ve bitkisel yaşam artıkları, doğal ve yapay gübreler ve mikroorganizmalar su ile birlikte yeraltına doğru taşınır.

    Yer altı sularının genellikle içme ve kullanma amacına uygun özellikler taşıdığı, bakteriyolojik açıdan emniyetli olduğu, arıtma gerektiği durumlarda yüzeysel sulara oranla açık daha az bir arıtma ile kullanılabildiği söylenilebilir. Yer altı sulan çok eski tarihlerden beri kullanıla gelmiştir. Ancak sağlık açısından taşıdıkları önem, 19. Yüzyılın ortalarına kadar yeterince anlaşılamamıştır.

    Yer altı sulan kirlenmeye karşı sulardan çok daha duyarlıdır. Özellikle toksik ve kalıcı bir kirlenmeye maruz kalmış bir yer altı su kaynağı pek çok kulanım açısından değerini çok uzun bir süre yitirmiş olur. Bunun sebebi, yer altı sularındaki değişim ve seyerlem kapasitesinin çok sınırlı oluşudur.

    Türkiye'de içme suyu olarak önemli bir yeri olan ve hemen daime yüzeysel sulardan çok daha az bir arıtma ile kullanılma imkanı bulunan (çoğunlukla da hiçbir arıtma yapılmaksızın kullanılan) yer altı sularının, gözden uzak oluşan sebebiyle, kirlenmeyeceği düşünülmüştür. Ancak dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye'de de yer altı suyu kirlenme olaylarının ortaya çıkması, toprağın arıtma kapasitesinin sınırsız olmadığını ve bu kaynağın da kirlenebildiğini göstermiştir.

    Türkiye'de yer altı sularının kirlenme sebepleri :

    a) Türkiye'de yer altı suyu kirlenmesinin en önemli sebebi, evsel atıkların yer altı suyuna taşınmasıdır. Büyük kentlerde bile yetersiz kalan altyapı tesisleri, küçük yerleşim yerlerinde hemen hiç bulunmamakta, fosseptik çukurlardan sızan yer altı sularına ulaşabilmektedir. Bunun sonucu olarak su ile geçen bulaşıcı hastalıklara ( Sanlık, barsak parazitleri) Türkiye'de sık rastlanmaktadır. Bornova Ovası yer altı sularında yapılan deneysel çalışmalar, zaman zaman koliform bakteriye rastlandığını, dolayısıyla bazı kuyulara. evsel atıkların sızıntı olduğunu ortaya koymuştur. Ancak söz konusu kuyulardan alınan sular, daha sonra dezenfekte edildiği için tehlike önlenebilmektedir.

    Ayrıca, yer altı sularında deterjan bulunması da evsel atıkların yer altı sularına ulaştığının bir göstergesidir. Evsel katı atıkların (çöpler gibi) zeminde depolanması ya da arazi doldurulmasında kullanılması da bir diğer kirlilik sebebidir. Çöplerin uygun bertaraf yöntemleriyle arıtılarak uzaklaştırılmaması halinde, sızıntı sulan çok miktarda mikroorganizmanın yanı sıra organik madde, çeşitli tuzlar ve ağır metaller gibi kirleticileri içermekte, yer altı suyu kalitesinde önemli bozulmalara yo1 açmaktadır.

    B) Yer altı suyu kirlenmesinin nedenlerinden biri de endüstrilerdir. Endüstri kuruluşları, ulaşım imkanlarının iyi ve su kaynaklarının bol bulunduğu ovalan tercih etmekte, Kemal Paşa ovasında olduğu gibi, bazı durumlarda su kaynağının üzerine yerleşmektedirler. Bu durum, endüstriyel kirliliğe yol açmaktadır. Nitekim, Kemalpaşa ovası yer altı suyunda siyanür çıkması, Bornova Ovasında yer altı suyuna. tuz karışması endüstriden kaynaklanan kirliliklerdir. Bornova Ovasındaki endüstrilerden bir tanesi, zeminde tuz bıraktığı için 116 m derinlikteki kuyu suyunda klorür, sodyum ve bikarbonat iyonu konsantrasyonları ile buharlaştırma kalıntısı değerlerinde ani bir artış görülmüştür. Suyun içilemez hale gelmesi üzerine endüstri kuruluşu uzun süre pompajla suyu atma yoluna gitmiş, suyun eski özelliğine kavuşması yıllar almıştır. Bu tür örneklerin azlığı, yer altı suyu kirliliğinin azlığına değil, bu konuda yapılan araştırmaların azlığına işarettir.

    c) Türkiye, endüstrileşme yolunda, mesafeler kat etmekteyse de halen tarım ülkesi olma özelliğini de devam ettirmektedir. Özellikle son 20-25 yıldır ürün verimini artırma amacıyla tarım ilaçlan (pestisid) ile doğal ve yapay gübre kullanımındaki artış, önemli bir kirlenme kaynağı oluşturmaktadır. Bornova ovasında, yer altı suyu kirliliği konusunda yapılan çalışmada, bazı kuyularda nitrat konsantrasyonunun zaman içinde büyük salınımlar gösterdiği ve bir yıllık süre içinde nitrat konsantrasyonun arttığı, bir başka sığ kuyuda ise nitrat konsantrasyonunun TSE'ce sınır değer olarak verilen 45 mg/lt değerine ulaştığı belirlenmiştir.

    Bursa ovasında açılmış olan sondaj kuyularından bir tanesi de yapılan periyodik kontrollerde normal olarak kuyudaki nitrat birikimi 16-20 mg/lt iken, gübrelemenin yapıldığı mevsimlerde bu değerin 110-150 mg/lt'ye çıktığı gözlenmiştir. Çukurova'da yapılan bir çalışmada, yer altı suyunda pestisid kirlenmesi olduğu tespit edilmiştir. Yer altı sularında pestisid kirlenmesi konusunda yapılacak araştırmalara büyü ihtiyaç vardır. Ancak ölçümlerinin pahalı aletler gerektirmesi ve güç olması gibi sebeplerle, bu konuda yapılmış araştırma sayısı çok kısıtlıdır.

    d) Deniz kıyısına yakın yerlerde karşılaşılan bir problem de deniz suyu girişimidir. Yer altı suyunun aşın çekilmesi (kullanılması) sonucu meydana gelmektedir. Deniz kıyılarında, deniz suyu ile akarsu ve yer altı sulan arasında bir tatlı su-tuzlu su karışma bölgesi bulunmaktadır. Denize yakın akiferlerden aşın miktarlarda su çekildiğinde, tatlı su basıncı düşmekte ve deniz suyu kara içinde ilerlemektedir. 167 sayılı kanun ile, DSİ'nin izni olmadan yer altı suyu çekiminin, yasaklanmış olmasına rağmen, yapılan hesaplar Türkiye'de büyük miktarlarda kaçak çekim olduğunu ortaya koymaktadır. Bu da yer altı suyu seviyesinin yıldan yıla düşmesi sonucunu doğurmaktadır.

    Türkiye'de önemli miktarda olan yer altı suyu tüketimi ve toplam faydalanılabilir 9,4 milyar m3/yıllık yer altı suyu potansiyeli göz önüne alındığında, yer altı sularının Türkiye açısından taşıdığı önem kolayca anlaşılmaktadır.

    DENİZ VE KIYI KİRLİLİĞİ
    Deniz kirliliği çevre kirliliğinin bir parçasıdır. Denizlerin dezavantajı, kara, nehir, göl, atmosfer gibi ortamlara atılan hemen hemen her tür kirleticinin bir şekilde denizlerde sonlanmasıdır. Malzeme üretim ve kullanımı ile enerji üretimi sonucu denizlere binlerce madde girmektedir. Bunların bir kısmı içlerinde klorür bulunduran pestisidler yapay radyoaktif maddeler, gibi insan yapısı olup denizlere tamamen yabancıdır. Diğer kısmı ise, denizlerde doğal olarak bulunan maddeler olmasına. karşın, kurşun örneğinde olduğu gibi girdi fazlalığı sebebiyle doğal dengeleri bozulmaktadır. Denizlere bırakılan maddelerin dolaylı ve dolaysız etkileri, insan dahil, canlıların ölümü ile sonuçlanabilmektedir. Deniz içinde bulunan canlı cansız bir çok öğeden oluşan eko sistemde üretici, tüketici, çürütücü, canlıların faaliyetleri çevrenin fiziksel ve kimyasal özelliklerinden etkilenirler. Bunlar çevredeki değişimlere uyacak önlemler alırlar. Bu çerçevede çok büyük ve köklü değişme ve bozulmaların önlenmesi için, doğa kendi kendine bir dizi savunma mekanizması geliştirmiştir. Denizlerde bu savunma ve kendini yenileme, temizleme mekanizması çok güçlüdür. Fakat doğal dengenin insan eliyle bozulduğu savunma mekanizmasının yetersiz ve güçsüz kaldığı bölgelerde deniz ve kıyı kirliliği karşımıza çıkmaktadır.

    Türkiye'nin deniz kıyılarının uzunluğu, 8300 km'den fazladır. Deniz kaynaklan ise, ilerisi için ümit vericidir. Mesela: Protein gereksiniminin karşılanmasında önemli yeri olan balık üretimi, yılda ortalama 511.526 ton olup, % 86"ı Karadeniz'dendir. Ülke beslenmesinde ve deniz taşımacılığında çok önemli yeri olan Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz'in insan faaliyetlerinden çok fazla etkilenmiş olmalarının sebepleri:

    1- Kapalı deniz olmaları,

    2- Medeniyetin ilk geliştiği bölgede bulunmalarıdır.

    Kapalı deniz olmaları, su yenilenme zamanının uzun olmasına ve dolayısı ile denize giren atıkların ortamda uzun süre kalmasına sebep olmaktadır. Medeniyetin erken gelişmesi, denizleri çevreleyen ülkelerde doğal çevrenin erken bozulmasına ve denizlerin erken kirlenmesine sebep olmaktadır. Nitekim, tarım ve madenciliğin Akdeniz kıyılarında, tarih boyunca varlığı, ormanları yok etmiş ve ayrıca metal kirlenmesini ön plana çıkarmıştır. Yakın tarihte ise sanayi ve turizmdeki gelişmeler, Akdeniz'in kirlenmesini daha da kritik bir boyuta ulaştırmıştır.

    Sanayi, deniz taşımacılığı, şehirleşme ve turizmin gerekli kurallara uyulmadan yapılması, kıyılarımızda ve özellikle körfezlerde onarılması imkansız zararlara yol açmıştır. Akdeniz'de: İskenderun Körfezi, Ege'de İzmir körfezi, Marmara'da hemen hemen tüm körfezler, Karadeniz'de Trabzon limanı ve çevresi aşın kirliliğe örnek verilebilir. İstanbul'da Haliç kirlendikten sonra temizlenmesi için harcana para, insan gücü ve diğer giderlerin bedeli çok büyüktür ve bütün gayret ve masraflara rağmen Haliç, hiçbir zaman I5. Yüzyıldaki doğasına döndürülemeyecektir. Bu gelişmelerin başlıca sebepleri, Türkiye'yi çevreleyen denizlerin birikim niteliklerinden kaynaklanmaktadır.

    Türkiye'yi çevreleyen denizlerin her biri diğerinden az veya çok ayrılmış durumdadırlar. Karadeniz ile Marmara Denizi arasıdaki bağlantı, İstanbul Boğazı ve bu boğazın iki ucunda bulunan, 36 m ve 56 m derinlikte yer alan eşiklerle büyük çapta kısıtlanmıştır. Marmara denizi ile Ege denizi arasında ise, dar ve sığ Çanakkale Boğazı sözü edilen kısıtlamayı meydana getirmiştir. Ege denizi üzerinde Girit, Rodos ve diğer bazı Ege adalarının yer aldığı Anadolu ile Mora Yarım adaları arasında uzanan bir eşikle Akdeniz'in diğer bölümlerinden ayrılmaktadır. Akdeniz ise, Atlas okyanusundan dar ve sığ Cebelitarık Boğazı ile, Hint Okyanusundan da insan yapısı Süveyş Kanalı sığlıkları ile ayrılmaktadır.

    Bu kısıtlanmalar, denizler arasındaki su alışverişini geniş çapta etkilediğinden, bu kesimlere boşaltılan atıkların seyreltilmesi ve uzaklaştırılması imkanlarını da sınırlamış olmaktadır. Bu kısıtlanmanın yarattığı diğer bir etkide su kütleleri arasındaki düşey karışımın belirli bir derinlikten sonra durmasıdır. Bu dunun da kirleticilerin bir bölümünün belirli tabakalarda kalmasına ve birikimin giderek artmasına neden olmaktadır.

    GÖL KİRLİI.İĞİ
    Yüzeysel sular içinde kirlenmeye karşı en hassas olan ortam gölledir. Özellikle dışa akışı olmayan göllerin havzasından toplanarak, gerek akarsular ve gerekse yüzey akışıyla gelen her türlü çözünmüş ve askıda maddeler gölde birikmeye başlar. Göle giren suların antropojen etkilerle kirlenmiş olması, su kalitesinin giderek bozulmasına sebep olur. Göle giren kirleticiler, ağır metaller, güç parçalanabilen pestisidler gibi, bozunmayan tipte ise, bu kirleticiler gölde giderek artan yoğunlaşmalar meydana getirir. Askıdaki maddeler, göl tabanına çökerek birikirler ve gölün dolmasına sebep olurlar.

    Kolay parçalanabilen organik maddeler, gölün kendi kendini temizleme kapasitesi ile zararsız hale getirilirler. (Yani göller normal şartlarda organik kirliliği yok edebilirler) ancak, gölün doğal arıtma kapasitesini aşan organik yükler, göldeki oksijenin tüketilmesine ve gölün, anaerobik (oksijensiz) duruma dönüşmesine sebep olur.

    Göllerde görülen diğer bir kirlenme ve kalite bozulması türü de şudur.

    Evsel ve bazı endüstriyel atık sular ile tarımsal drenaj sulan, fosfor ve azotça zengindir. Bu maddeler, göllerde, fotonsentezle aşın alg üremesine ve organik madde miktarının artmasına yola açar. Üreyen algler, dışardan göle gelen organik maddeler gibi sudaki oksijen miktarının etkilerler. Göllerdeki, çok fazla sayıdaki algler göl sularının ışık geçirgenliğini azaltırlar. Bulanıklığı artırırlar. Doğal yaşam dengesi bozulması ve çökelmenin hazırlanması sonucunda bataklıklar meydana gelir.

    KIYI KENTLERİMİZİN SORUNLARI
    Kıyı; deniz, tabii sunu göl ve akarsularda taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktadan sonraki kara yönünde su hareketlerini oluştuğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık vb. alanlardır.

    Karadeniz, Marmara ve Akdeniz tarafından sanlı olan Anadolu Yarımadası, Asya kıtasından batıya doğru bir burun gibi uzanır. Bu yarımadayı binlerce kilometre uzunlukta bir kıyı şeridi çevreler 8.333 km'lik toplam kıyı şeridi uzunluğu ile Türkiye Avrupa ülkelinin içinde en uzun kıyı şeridi sahip ülkelerden biridir. Bunun 6,480 km'sini Anadolu Kıyısı, 786 km'sini Trakya Kıyısı, 1,067 km'sini Adalar Kıyısı oluşturur.

    Kıyıları Kirleten Faaliyetler

    1) Kıyı bölgelerinde nüfus artışının yarattığı plansız kentleşme

    2) Turizmin hızlı gelişmesi sonucu doğal ve tarihsel alanların korunamaması,

    3) Kıyı alanlarında yer alan faaliyetlerin teknik altyapı ve sosyal altyapı yetersizlikleri,

    4) Kentleşmenin etkin bir biçimde kontrol altına alınamaması ve çevreyi korumak amacıyla yeterli kentsel hizmet ve altyapı sağlanamaması,

    5) Hızlı ve düzensiz kentleşme sonucunda plansız kentsel alanlar, doğal değere sahip alanlar üzerinde dağınık yapılaşmalar, doğal alanların tahribi, görünüm bozulması ve su kaynaklan üzerinde aşın talep,

    6) Atık suların kıyılara deşarj edilmesinin kıyıların rekreasyon amaçlı kullanım değerini düşürmesi.

    7) Deniz sularının kirlenmesi neticesinde deniz canlılarının yok olması ve ekolojik bütünlüğün bozulması,

    8) Kumsal boyunca dolgu yapılarak konut ve turistik tesislerin inşa edilmesi,

    9) Mevcut kanalizasyon tesislerin yeterli seviyeye getirilmemesi, deşarj noktasından önce gerekli arıtımın yapılmaması ve talebin mevcut kapasiteyi aşması,

    10) Uluslararası taşımacılık yapan gemilerin yarattığı kirlilik,

    11) Balıkçılık ve balık çiftliklerinden kaynaklanan kirlilik,

    12) Su kaynağı, teknelerin motor gürültüleri, araçların gürültüleri gibi aktivitelerden kaynaklanan gürültü kirliliği,

    13) Petrol çıkarımı, dip taraması, maden işletilmesi, sintine ve balast sularının denize boşaltımı gibi deniz aktivitelerinden kaynaklanan kirliliklerdir.

    Kıyıların Çevre Sorunlarına Çözüm Önerileri

    Yukarıda sayılan kirlilik faaliyetlerinin önlenebilmesi için gerekli çözüm önerileri ise;

    1) Mevcut kanunlardaki çakışmalar ve çelişkiler gözden geçirilmeli ve kıyı alanları yönetimi programında yetki ve sorumluluk kargaşası ortadan kaldırılmıştır.

    2) Kıyı alanlarının planlama anlayışı değiştirilmeli, merkez, bölge ve yerel düzeylerde görev-yetki paylaşımı yeniden tasarlanmalıdır.

    3) Hem belediye imar planlaması, hem de alt yapı oluşumunun kentsel büyümeyle uyum sağlayacak şekilde planlanması ve denetlenmesi gereklidir.

    4) Turistik yörelerdeki inşaat ve yapı ruhsat harçları yükseltilerek, Belediyelere ek gelir oluşturulmalıdır. Böylece kıyı alanlarının hızlı yapılaşmasına kısıtlama getirilmiş olur.

    5) Kıyı boyunca yer alan plajların su kalitesini izlemeye yönelik düzenli bir program oluşturulmalıdır. Plajlar kirlilik derecelerine göre sıralanmalı ve sonuçlar yayınlanmalıdır.

    6) Kıyı bölgelerinde yaşayan bozulma sürecinin halk sağlığı ve çevre üzerinde yaratacağı tehditlere ilişkin kamuoyunun bilinçlendirilmesini sağlamaya yönelik acil ve pratik önlemler alınmalıdır.

    7) Kıyı alanlarının doğal ve yapılı çevresinin tüm değerlerini ve özelliklerini ortaya koyan bir kıyı bilgi bankası kurularak, veri tabanı oluşturulmalı, gelecekteki yönetim kararlarına esas oluşturacak bilgileri sağlayacak Kıyı Kaynak Envanteri çıkarılmalıdır.

    8) Devlet bütçesinden belediyelere verilmekte olan payların dağıtımında, kıyılardaki ve turistik yörelerdeki belediyeler, daha büyük pay sahibi olmalıdır.

    9) Kıyı yerleşmelerinde, kirletenlerden ek vergi alınmalıdır.

    10) Kitle iletişim araçlarından yararlanarak kıyı alanlarının korunması doğrultusunda eğitim ve tanıtım çalışmaları yapılmalıdır.

    11) Kıyıya paralel yani kıyılan tümüyle kapatan yapılaşma biçimi değiştirilerek, kıyıya dik gelişen ve doğa ile bütünleşen yapılaşma hedeflenmelidir.

    12) Sahil kesimlerini ve deniz çevresini asit yağmuru tehlikesinden korumak amacıyla, bu kesimi olumsuz yönde etkileyen hava kirlenmesinin büyük ölçüde azaltılması için gerekli tedbirler alınmalıdır.

    13) Nesli tükenmekte olan deniz türlerinin balık, kabuklu deniz canlıları ve diğer deniz yaşamım kapsayan deniz kaynaklarının korunmasına önem verilmelidir.

    14) Ulusal ve bölgesel turizm politikaları, çevrenin taşıma kapasitesi ve koruma politikaları ile eşgüdüm içinde olmalıdır.

    15) Sürdürülebilir turizm için gerekli altyapı, doğal kaynakların fiyatlandırılması, atıkların vergilendirilmesi ve turistik vergiler gibi araçlardan sağlanacak finansmanla yapılmalıdır.

    16) Kıyı kaynaklarının aşırı kullanımının önlenebilmesi amacıyla endüstri, enerji, tarım vb. faaliyetler için ulusal gelişim politikalarının entegrasyonu sağlanmalıdır.

    Bütün yukarıda sıralanan önerileri içine alan planlama yönetimine Kıyı Alanları Yönetimi adı verilmektedir. Uygun çözümün geliştirilmesi için Kıyı Alanları Yönetimi planının yapılmasına gerek vardır.

    Kıyı Sorunlarının Uluslararası Boyutu
    Kıyı bölgelerindeki problemler ulusal boyutta önemli olduğu kadar uluslararası boyutta da önemlidir. Çoğu ülke bu problemleri uluslararası orta.k bir çaba olmadan çözeceğinden endişe duymaktadır.

    İklimsel değişiklikler sonucu deniz seviyesinin yükseleceği uluslararası temel bir problemdir. Bu çerçevede II. Dünya İklim Konferansı'nda açıklanan "business as usual" senaryosunun gerçekleşmesi halinde günümüzden 2025 2050 yıllan arasında atmosferdeki ikiye katlanan C02 nin etkisi küresel ortala.ma sıcaklıkta 1.5°C ile 4-5°C ve 205'de 0,3-0,5 m. 2100'de ise 1 m kadar deniz seviyesinin yükselmesine sebep olacaktır.

    Uluslararası İklimsel Değişiklikler Paneli'nde (IPCC) (1990) belirtildiği gibi deniz seviyesi yerel jeolojik hareketlerin neden olduğu bölgesel değişikliklerle her 50 yılda ortalama 6 cm yükselmektedir. Deniz seviyesinin yükselmesinin etkileri, deniz seviyesinin altındaki alanların ve sulak alanların su altında kalması kıyı erozyonunun artması kıyıların sellere karşı savunmasızlığının artması, kıyıların bütünlüğünün tehdit altında kalması, ırmakların, nehirlerin ve yer altı sularının tuzluluğunun artması olarak özetlenebilir. Kıyı ekosistemlerindeki olası değişiklikler kuşların veya yavru balıkların yaşam ortamların yok olması, körfezlerdeki balıkların yemlerini sağladıkları organik materyallerin üremesinde azalmalara neden olacaktır. Deniz seviyesindeki çok hızlı ve ani değişiklikler kıyı eko sistemlerini yok edebilecek veya zarar verebilecektir. Bu da mercan kayalıklarının sular altında kalması, biyolojik çeşitlilikteki azalmalar, ekonomik ve kültürel değerleri olan birçok türün yaşam döngüsünün zarar görmesine neden olacaktır.

    Deniz seviyesinin yükselmesinin en önemli sosyo-ekonomik etkisi yoğun kullanımı ve yoğun nüfusa sahip kıyı düzlüklerinin su altında kalmasıdır. Örneğin Mısır'da deniz seviyesinin 1 m. yükselmesi Mısır'ın verimli topraklarının %12 - %15'inin sular altında kalmasına neden olacaktır. Bangladeş'te bu oran % 14' dür.

    Kıyı ülkelerindeki bir diğer sorun da ulusal sınırlan aşan kirliliktir. Uluslararası sular gittikçe kirlenmekte ve kalitesi düşmektedir. Bu kirliliğin sebeplerinden biri de uluslararası taşımacılık yapan gemilerin yarattığı kirliliktir. Bu tür kirlilikten en çok etkilenen ülkeler Avustralya, Finlandiya, Almanya, Hollanda, Norveç ve İsveç şeklinde sıralanabilir.

    Uluslararası turizm özellikle İspanya ve İtalya'da bazı çevresel problemler yaratmaktadır. Uluslararası ticarette genişletilmiş liman aktivitelerine ihtiyaç duyulmakta; bunun sonucunda da kıyı bölgeleri zarar görmektedir. Okyanuslarda petrol araştırma ve işleme faaliyetleri de çoğunlukla olumsuz çevresel etkiler ve tehlikeler yaratmaktadır.

    KİRLENMİŞ SULARIN TEMİZLENMESİ
    Gerek yerleşim merkezlerinin, gerek türlü sanayi ve enerji üretim tesislerinin ve gerekse insanların diğer faaliyetlerin- den dolayı sayılamayacak kadar çok kirletici madde kullanılmış sularla beraber tabiata iade edilmeden önce, onları tabiata zarar vermeye neden olmayacak hale getirmek, yani temizlemek, bütün insanların ortak görevidir. Sayılamayacak kadar kirletici barındırabilen su kitleleri netice itibariyle birbirlerine bağlandıklarından ve ülkeleri de birbirlerine bağladıklarından, bu konunun önemi ülkelerin sınırını aşar.

    Suyu kirletebilen tüm maddelerin vasıfları aşağıda gruplanmıştır:

    1) Bu kirleticiler ya suda eriyorlar ya da erimeyip su ile her oranda karışıyorlar.

    2) Bu maddeler suda erimiyorlar ve özgül ağrılıkları sudan küçük ise, su yüzeyinde yüzerler. Büyük ise suyun dibine batarlar. Eğer suyunkine yakın ise suda asılı halde kalırlar.

    3) Kirleticiler ya organik veya anorganik maddelerdir.

    4) Kirleticiler ya oksijenle okside olup parçalanabiliyorlar veya dayanıklı olup uzun zaman parçalanmadan hüviyetlerini koruyabiliyorlar.

    5) Bahis konusu kirleticilerin ışık ve diğer koşullara karşı dayanıklıları az veya çoktur.

    6) Bahis konusu çevre kirleticileri olan organik maddeler aktif kömürü ile bol miktarda emdirilebiliyorlar. Veya bu gibi maddeler aktif kömür tarafından yeterli bir derecede emilemiyorlar. Suyu kirletebilecek bütün maddelerin vasıflarına göre durumları böyle olduğuna göre su arındırma tesisinin ana iskeleti de buna göre tesis edilmektedir. İdeal bir su arındırma tesisinden arındırılarak çıkan suların tekrar kullanılır hatta içilebilir hale gelmesi mümkündür.

    Arınma sonucunda meydana gelen atıkların "katı maddeler" bir kısmı tekrar kullanılabilir veya başka bir maddenin üretiminde tekrar kullanılabilir. Bu atıkların bir kısmı ise fazla zarar vermeden atılabilir. Bazı durumlarda ise atık maddeleri yakmak suretiyle zararsız hale getirmek, böylece çevrenin kirlenmesinin önlenmesi sağlanmış olacaktır.

    Aşağıda su kirliliğinin engellenmesine yönelik olarak bir takım çözüm önerileri ve stratejiler verilmiştir.

    a) Yapılacak olan içme suyu, kanalizasyon ve katı atık işleme ve depolama tesislerinin çevrenin ekolojik dengesini geliştirecek ve çevreye en az zarar verecek şekilde gerçekleştirilmelerini savunmak ve bu yoldaki çalışmaları desteklemek.

    B) Koruma altına alınan bölgelerin bozulmaması ve çevre sorunlarının artırılmaması için duyarlı yörelere atık su ve kanalizasyon gibi altyapı şebekelerinin uzatılmasının ve deşarjların bu yörelere yapılmasının önüne geçmek

    c) Atık suların yerüstü akarsu ve durgun suları ile yer altı su kaynaklarını kirletmesinin önüne geçilmesini öngören çalışmaları desteklemek

    d) Su kalitesi standartlarının geliştirilmesi ve en iyi şekilde uygulanması için gerekli çalışmaları yapmak ve gerekli eşgüdüm önlemlerini almak

    e) Su kalitesi ile ilgili olarak yürürlükte bulunan kanun, tüzük ve yönetmeliklerin en etkili bir şekilde uygulanmasını öngören önlemler almak

    f) İçme suyu temini ve atık su deşarjı ile ilgili çalışmalar yapan birimler arasında eşgüdüm sağlamak ve çevre-imar planlarına aykırı düşen bireysel çalışmaların önüne geçmek

    Çevre İle İlgili Gönüllü Kuruluşlar:

    Türkiye Erozyonla Mücadele ve Ağaçlandırma Vakfı (TEMA) Türkiye Çevre Vakfı (TÇV)

    Türkiye Tabiatım Koruma Derneği (TTKD) Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD)

    İl Çevre Koruma Vakıfları

    Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÎTL)

    SOS-Akdeniz Grubu

    Türkiye Ziraatçiler Derneği

    Türkiye Ormancılar Derneği
#02.05.2009 02:08 0 0 0