Romantizm - Sanat AkımLarı

Son güncelleme: 25.11.2009 13:45
  • 1790'dan yaklaşık 1850'ye kadar Avrupa'da gelişim göstermiş büyük bir akım olan,edebiyatın,müziğin felsefenin görünümünü köklü bir şekilde değiştiren ve resimde bir yenilenmeye yol açan romantizm (fr.Romantisme),belli bir tanıma girmeyen niteliğni korumakla beraber,var olmanın özgür bir ruh halini işaret etmektedir

    Edebiyatta Romantizm Romantizm bir edebiyat akımı olmanın ötesinde,18.yy.sonu ile 19.yy.başlarında Avrupa'da yer etmiş belli bir duyarlılığı belirtir.İngiltere ve Almanya'da doğan bu hareket Fransa ve Güney Avrupa ülkelerine (İtalya ve İspanya) biraz daha geç girmiştir.

    Klasik edebiyat akımına tepki olarak 18. yüzyılın sonlarında doğan ve Victor Hugo'yla birlikte büyük ün kazanan Romantizm, insanın yaratma özgürlüğü önündeki her şeye karşı durur. "En iyi kural, kuralsızlıktır" diyen romantikler, insanın duygularını, düş gücünü hayata geçirmesini ve insanı düzeltmenin toplumu düzeltmekle olabileceğini savunurlar.


    İngiliz romantiklerinden Percy Bysshe Shelley. İngiltere [değiştir]İngiliz romantikleri yalnızca uygarlığın yapmacılığına,tarihin acımasızlığına değil,aynı zamanda köleliğin yeni biçimlerine,yabancılaşmaya,modern kapitalizm yolcuları acımasızca sömürmesine de karşı çıktılar.İlk kuşak İngiliz romantikleri William
    Blake (Masumluk Şarkıları,1789),William Wordswoth (Olgunluk Şarkıları,1794) ve Samuel Taylor Coleridge (Lirik Badlar,1798) coşkuyla Fransız devrimcilerinin yanında yer almışlardır.İlk İngiliz romantizmi doğuya,kadınlık,çocukluk dünyasına yöneliktir.

    İkinci romantik kuşak Lord Byron yaşamda duyulan acıyı dile getirmekte ya da asi kahramanların şarkısını söylemektedir.1824'te başkaldıran Yunanlılar'ın arasında ölümüyle romantik umutsuzluğun simgesi olmuştur.
    Percy Bysshe Shelley doğada insan için bir avunma getirmiştir (Ode to a Nightingale).İrlanda melodilerin yazarı Moore ve onu izleyen Keats,Shelley ve yapıtıyla uluslararası başarı yakalayan Byron önemli romantiklerdir.Walter Scott "Göldeki Kadın-The Lady of the Lake,1810" adlı tarihi romanıyla kendini kabul ettirmiştir.


    Almanya
    Friedrich Schiller,Alman romantiklerindendir.Alman romantizmin kaynakları XVIII.yy.'a kadar uzanır.Klapstock ve Lessing yenilenmenin öncüleridirler."Sturmn und Drang" hareketinin kökennde de onların etkisi hissedirlir.

    Herder'in yanı sıra Goethe ve Schiller de bu hareketin içindedirler.Romantizm, Hödlerlin ve Jean-Paul gibi sonraki kuşağın temsilcilerinde daha belirgindir.Son romantikler arasında Eichendorff,Ludwig Uhland,Mörike ile romantizmden etkilenmekle kalmayıp bu hareketin tüm özlemlerini paylaşmayan Heine sayılabilir.

    Fransa
    Geçmişten devralınan her şeyin söz konusu edilmesine dayanan ve anlaşılması güç bir modernlik verilerine göre biçimlenen bu yeni duyarlılığın ortaya çıkış biçimleri Fransız Devrimi'nin hemen öncesinden başlayarak Fransa'da her dönemde varlığını sürdürdü.Fransa'da romantizm Rousseau ve Mme de Stael'i okuyan ve Chateaubriand'ı ustaları sayan kuşağı temsil eder.


    Romantizm Lamartin,sanatta özgürlüğü savunan Hugo,Vigny,Musset kendini kabul ettirdi ve Nerval,Gauter,P.Borel gibi sanatçıları etkiledi.Stendhal,Dumas gibi geçmişe yönelmek yerine içinde yaşadığı toplumu betimlemeyi yeğledi.

    İtalya ve İspanya
    İtalya ve İspanya'dan çıkan romantikler beklendiği kadar geniş bir çevreye yayılamadılar.Tarihsel koşulların etkisiyle,edebi hareket bu iki ülkede sıkı sıkıya siyasete bağlı kaldı.İtalya'da liberaller ve yurtseverler öncelikle, romantiklerdi.G.Brechet ve S.Pellico (Conciliatore'nin kurucuları) ile Manzani (Nişanlılar) önemli temsilciler arasındadır.

    Büyük bir şair olan Leopardi döneme damgasını vururken Carducci de Risorgimento'nun bağımlı edebiyatına karşı çıkar.İspanyol romantizmi Rivas dükü ve José Zorrilla'nın oyunlarıyla tiyatroda etkili oldu.Ayrıca Espronceda'nın daha sonralarıyla Becaver'in şirleri önemli ürünlerdir.

    Türkiye

    Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra başlayan ve Batı edebiyatı örnek tutularak meydana getirilen Tanzimat edebiyatının (1859-1895) ilk yıllarında romantizm akımının başlıca kişilerinin başlıca yapıtları verildi.Hugo,Chateaubriand,Dumas;tiyatro alanında özellike Gothe ve Schiller anılabilir.

    Tanzimat edebiyatının pek çok yazar ve şairi (Ahmet Mithat,Namık Kemal,Şemsettin Sami,Abdulhak Hamit,Recaizade Mahmut Ekrem) romantizm akımının etkisindedirler.

    Namık Kemal'in İntibah romanı Kamelyalı Kadın'ın;Vatan yahut Silistre oyunu da Romeo ve Jülyet'in etkisindedir.Edebiyat-ı Cedide döneminde Halit Ziya Uşaklıgil'nın Mai ve Siyah adlı romanındaki Ahmet Celal karakteri romantik yazarları okumak için özlem duyar.[3]II.Meşruyet döneminden sonraMilli Edebiyat döneminde Yusuf Ziya Ortaç'ın Binnaz adlı oyununda Hugo'nun etkisi vardır

    Rusya

    Ulusal edebiyatın hızla gelişmesi karşısında romantizm,Rusya'da gölged kaldı.Puşkin,Gogol,Lermontov ulusal edebiyatın ilk örneklerini verdiler.

    Sanatta Romantizm

    Goya'nın Reading adlı tablosu.1820-1821. Museo del Prado, MadridRomantizm,resimde de kendini gösterdi ancak ifadesini biçimden çok düşüncede bulduğundan belirli bir üslup benimsemedi.Goya,Turner,Delacroix'in coşkunluğu kadar Blake'in yeniklasikçiliğiya da Delaruche'nin kurallara bağlı tarzı,Füssli'nin düşselliği,Biedermeier'in burjuva dünyası romantizm hareketinden kaynaklanır.

    Romantizm,klasikçilik kuramının önderi Ingrer'i de etkilemiştir.Doğa duygusuna metafizik bir anlam kattı,kimilerine bir renk zevki aşıladı,özneliği,melankoliyi,kaygıyı doruk noktasına çıkardı;akıldışı olanı savundu,gotik hayranlığını kamçıladı;doğuculuğu yüceltti;şövalye romanları,İskandinav sagaları ve Ossian'ın düzmece şarkılarında kendine konular aradı.Plutarkhos'un kişilerinin yerini,Shakspeare'in,W.Scott,Bryon,Goethe,Hugo'nunkiler aldı.Fırtınalar,gün batımları,uçurumlar,baykuşlar,kurukafalar,ürkmüş atlar,ikonografide önemli bir yer tutmaya başladı.

    İngiltere'de Edmun Burke'ün "A Philosophical Enquiry into the origine of our ideas of the sublime and Beautiful" adlı kitabıyla başlayan romantizm,Gainsbrarough'u son yapıtlarında ve bir ölçüde Reynolds,Reaburn,Lawrence 'in büyük portrelerinde kendini gösterdi.Füssli (Kabus,1782,Goethe museum,Frankfurt),Blake,J.Martin,S.Palmer'in yapıtlarında da hayal gücü önemli bir yuer tuttu.Cozens,Cotman,Constabla gibi manzaracıların şiirsel anlatımı,Turner'da biçimlenip parçalanmasıyla kendini gösteren bir yoğunluk kazandı.İspanya'da romantizm Goya tarafından yüceltildi.

    Fransa'da Oors (Nasıra Savaşı,1801,Nantes Müzesi) ile başlayan romantizm Gericalt (Madusa'nın şalı,1819,Louvre) ve İngiliz Bonington ile devam etti.Amerika'da da A.B.Durand ve şair Caleridge'in dostu W.Allston'un adları sayılabilir.

    Felsefe ve Romantizm
    XVIII.yy.da Alman düşünürler felsefeyi bir doğa felsefesi ve sanat felsefesi olarak tanımlar.Romantizm,akılcı eleştiriden çok,canlı hatta bilinçdışı yaratma adı verilen öncelikle dikkat çeken felsefi bir uyralılığı dile getirir.

    Önemli ya da önemsiz bir çok düşünür romantik olarak kabul edilebilir;ama felsefede romantik olguyu en yetkin biçimde Novalis ve Schelling dile getirmiştir;şair yanı daha ağır basan Novalis, eserlerini tamamlyamadan genç yaşta ölmüştür; Schelling ise metafizikçi ve sistematiktir. Dipnotlar ve Kaynakça Axis 2000,Romantizm maddesi,cilt X,sf.180 ^ Lord Byron,Childe Harold's Pilgrimage,1812 ^ Halit Ziya Uşaklıgil,Mai ve Siyah



#05.06.2009 12:54 0 0 0
  • Fransa'da XVIII. yüzyılın sonlarında başlayan ve klasik edebiyat akımına tepki olan, duygu, imge ve fantaziye ağırlık veren sanat akımı. Bu akım Victor Hugo ile bir edebiyat okulu (1827) kimliğini kazanmıştır. Her sanat ve edebiyat akımı gibi Romantizm akımını da doğuran değişik etkenler vardır. Bunlar ana yönleriyle şöylece özetlenebilir: Aydınlanma çağı dediğimiz XVIII. yüzyılın belirleyici özelliği, feodal ve monarşik düzenin yapısını değiştirmek, özgürlüğü, kardeşliği, eşitliği egemen kılmak diye belirtilebilir. Nitekim bu yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşen Fransız İhtilali bu ana düşünceden beslenir. Bu ihtilal, sanat ve ede biyatı da etkiler. Edebiyat ve sanat alanında daha önceki akıma, Klasisizme bir tepki başlar. Bu tepkinin kökenindeyse temelde şu etkenler yatar: Fransız İhtilali'yle ortaya atılıp yaygınlık kazanan «özgürlük, eşitlik kardeşlik» kavramları sanatçıları derinden etkilemişti. Öte yandan, kentsoylu (burjuva) sınıfın yükselişi, bu sınıfın yaşamında oluşan büyük değişmeler, tecimsel ilişkilerin artışı, yeni yeni fabrikaların kuruluşu, paranın tek güç durumuna gelişi de yine sanatçıların dünyasını sarsmıştı.Ayrıca sanatçılar kapitalist, yani anamalcı düzenin çelişkilerini gözlemliyor ama nedenlerini anlayamıyorlardı. Kısaca bir bunalım içine düşmüşlerdi.Ne işçi sınıfının yanında yer alabiliyor, ne sermaye sınıfının. Boşlukta, yanlızlıkta duyuyorlardı kendilerini. İşte bu etkenlerle anamalcı düzenin çelişkilerine başkaldıran bir yol seçtiler. Kentlerden, süslü cilalı salonlardan kaçma; özgürlüğü doğada, kendi iç dünyalarında arama yolunu seçtiler. Seçkin sınıfların klasik ölçülerini, onların saptadıkları kuralların tümünü bir yana attılar. Bunları insanın yaratma özgürlüğünü engelleyen birer bağ gibi gördüler. En iyi kural, kuralsızlıktı Romantikler için. Bunun için Yunan mitolojisine değil, Hıristiyanlığın mucizelerine, ulusal değerlere ve söylencelere eğilmenin, halka ve doğanın kucağına dönmenin gerekliliğini savundular. Salt aklıyla davranan, düşünen insan «yozlaşmış bir hayvan» dır görüşünden yola çıkarak insanların duygularını, düş ve güçlerini geliştirmeyi amaçladılar. İnsanı toplumsal çevresiyle birlikte algılamaya çalıştılar. İnsanı düzeltmenin, toplumu düzeltmekle gerçekleşebileceğine inandılar.

    Romantizmin en belirleyici özelliği, «sanatçının kendi yerini bulamadığı bir dünyadaki iç tedirginliğini, yeni bir toplumun özlemini yaratan güvensizlik ve kopmuşluk»tur. Bunu, bu akımın belirleyici özelliklerini Heinrich Heine'nin ünlü Harz Dağları adlı şiirinde görebiliriz:

    Siyah setreler, ipekli çoraplar,
    Beyaz, kibar kolluklar,
    Nazik konuşmalar, kucaklaşmalar...
    Ama ne olurdu biraz da kalpleri olsaydı!
    Göğüslerinde kalpleri, kalplerinin içinde de
    Sevgi, sıcak bir sevgi olsaydı...
    Onların yalancı aşk acılarından söz açan dilleri
    Beni kahrediyor.
    Ben dağlara çıkmak istiyorum:
    İyi kalpli insanları barındıran kulübelerin bulunduğu
    İnsan göğsünün özgürce soluk aldığı,
    Özgür rüzgârların estiği dağlara...
    Bendağlara çıkmak istiyorum:
    Koyu çamların boy gösterdiği,
    Derelerin çağladığı, kuşların öttüğü,
    Mağrur bulutların akıştığı dağlara...
    Hoşça kalın ey cilalı, parlak salonlar
    Ve onlar kadar dümdüz baylar, dümdüz bayanlar;
    Ben dağlara çıkmak, yükseklerden
    Sizlere bakıp gülmek istiyorum.

    Şair, kentsoylu (burjuva) yaşamının boğuntulu havasından kurtulmak, doğanın sessizliğine ve güzelliğine sığınmak istiyor.

    Kentsoyluların acıma duygusundan, yoksunluklarını,ikiyüzlülüklerini,yabancılaşmışlıklarını vurguluyor.Salonlara olan tiksintisini, kulübelere duyduğu sevgiyi belirliyor. Özgürlüğü doğada, kulübeleri barındıran dağlarda bulacağına inanıyor. «Salonlar ve saraylarla savaş, kulübelerle barış»bütün Romantikler gibi Heine'nin de yaslandığı görüş oluyor. Şiir böylesine bir yönelimin ürünüdür bir bakıma. Bu şiirdeki yönelimler Romantiklerin tümünde görülebilir.

    Romantizm akımı değişik ülkelerde değişik biçimlerde çıkmıştır ortaya. Ancak belirttiğimiz bu özellikler değişmez genellikle. Nitekim Alman edebiyatına baktığımız zaman Romantizm akımının ilk izlerine XVIII. yüzyılın ikinci yarısında oluşan «coşkunluk» sözcüğüyle karşılayabileceğimiz Strum und Drang deviniminde rastlayabiliriz. Bu devinimin öncüleri olan Klopstock (1724-1803), Herder (1744-1803) Romantizmin müjdesini verirler.Ancak Romantizme giden kapıyı Dünya edebiyatının büyük adlarından biri olan Johann Wolfgang Goethe (1749-1832) olmuştur. Genç Werther'in Acıları adlı romanında döneminin acılarını, duygularını, duygusal bir dille sergilemiştir. VJilhelm Meister ve Wilhelm Meister'in Seyahat Yılları romanlarında da toplumun yeniden düzenlenmesi sorununa dokunur.

#08.08.2009 19:25 0 0 0
  • Konular birleştirildi..
#17.08.2009 13:24 0 0 0

  • SaoLun
#25.11.2009 13:40 0 0 0
  • >> ROMANTİZM SANAT AKIMI <<

    18.yüzyıl ise bir aydınlanma çağıdır .Rasyonalizm ve naturalizm gibi
    akımlar ön plana çıkmıştır. İnsan beyni boş bir levhadır,önemli olan,eğitimin
    buna yazdıklarıdır.İnsan doğadan iyi olarak gelir, eğer bozulmuşsa bunun nedeni
    içinde yaşadığı kültür ve toplumdur. Aydınlanma çağı eğitimi kısaca akılcı,
    realist, yararcı ve mesleksel yetiştirme esaslarına dayanmaktadır.18.yüzyılın
    son çeyreği ile 19. yüzyılın ilk yarısında Alman klasik ve idealistlerinde eğitim,farklı
    şekilde görülür. Kişi maddi doğa üzerinde egemenlik kurmalı ve otonom bir kişiliğe
    erişmelidir. Kant'a göre bireysel eğitimin amaçları disiplinleştirme ,uygarlaştırma
    ,kültürleştirme ve ahlakileştirmedir. 18. yüzyılın ikinci yarısı ile 19.yüzyıl
    , Sanayi Çağı'dır.Bu çağdaki eğitim akımları Batı 'da ki sanayi devriminin yarattığı
    toplumsal yapı ve onun sorunlarıyla paralellik gösterir. 1840'lı yıllarda ve
    özellikle buhar gücünün iş ortamında kullanılmasıyla başlayan sanayi devrimi
    yeni bir toplumsal hayat biçimin de beraberinde getirmiştir.Buhar gücü ile çalışan
    lokomotifler ve gemiler ,üretilen ürünlerin yeni dünyalara ulaştırılmasını sağlamıştır.
    İşçi sınıfının doğuşu, hızlı kentleşme ve makineleşmenin yer aldığı ve sanayi
    toplumu olarak adlandırılan bu dönemde insanlığın ilgisi sanayi ve makinelere
    yönelmiştir.

    KLASİZM

    Edebiyatta eski Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım
    ve estetik tutumdur. Yeniden doğuş diye adlandırılan Rönesans döneminde gelişmiştir.
    Bu akamın izleri bir önceki dönemde Rebelais ve Montaigne de hatta Aristoteles'tedir.
    Klasizmin temel öğeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık,
    evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir
    eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir.
    Kısaca klasik bir eser, bir üslubun en yetkin ve en uyumlu ifadesini bulduğu
    eserdir. Klasizm temellerini Rönesans aristokrasisinden alır. Klasizm bir bakıma
    aristokrasinin akımıdır.

    ROMANTİZM

    18. yüzyılın sonunda ortaya çıkan ve 19. yüzyılın ortalarına kadar
    uzanan akımdır. Kendisinden önceki klasizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
    Önce bir ön-romantizm dönemi denilen gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin
    en önemlisi, halkın beğenisinin klasizmin görkemli, katı, soylu, idealize edilmiş
    ve yüce anlatım biçiminden, daha yalın ve içten ve doğal anlatım biçimlerine
    kaymış olmasıydı. Romantizm, klasizmin düzenlilik, uyumluluk, dengelilik, akılcılık
    ve idealleştirme gibi özelliklerine bir başkaldırı niteliğindedir. Romantizm,
    doğduğu çağın akılcılığı ve maddeciliğine tepki olarak bireye, öznelliğe, akıl
    dışılığa, düş gücüne, kişiselliğe, kendiliğindenciliğe ve aşkınlığa, yani sınırları
    zorlayıp geçmeye önem verir. Tarihsel olarak bu dönemde gelişen orta soylu sınıfın,
    yani burjuvazinin duygu, düşünce ve yaşam tarzını ön plana çıkarır. Zaten Fransız
    devrimini hazırlayan görüşlerle aynı temellere sahiptir.

    Soyluların zarif sanat biçimlerini yapay ve aşırı incelikli bulan bu yeni sınıf,
    duygusal açıdan kendisine yakın hissettiği daha gerçekçi sanat biçimlerinden
    yanaydı. Böylece romantizm gelişme ve yaygılaşma şansı buldu. Farklı türlerin
    yan yana olduğunu görüyoruz bu dönemde. Güzel-çirkin,iyi-kötü gibi.. umutlu
    ileriye dönük bir yaklaşım söz konusu olmuştur. Bilimin etkisi yer yer tarzda
    etkili olmuştur. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin temel sebepleri incelenmiştir.
    Ulusalcılığın benimsendiği bir akımdır. Bu dönemde eleştirmenler tiyatro yaşantısından
    uzak estetik kaygılara sahiptir. Klasik sanatla romantizm kıyaslandığında iki
    akım ve dönem arasındaki farkı daha iyi anlayabiliyoruz. Klasik sanat 17. ve
    18. yüzyıllarda egemen olmuş bir sanattır. Tiyatronun yararlı ve zevkli olması
    ilkesi vardır. Anlatım incelikli ve sanatsal olmalıdır. Klasikler Shakespeare'i
    üstün bir deha olarak takdir edip değerlendirirken eleştirel bir tutumda da
    bulunmuşlardır. Shakaespeare'in üç birilik kuralına uymazlığı,bilgisizliği,mantık
    hataları yaptığı ve edebe,ahlaka çok bağlı kalmadığı düşünülerek eleştirilmiştir.
    Klasikçiler doğayı mantıklı bir düzen olarak görürler, ona akılcı yöntemlerle
    yaklaşırlar. Romantikler doğanın gizemli bir özü ,organik bir biçimi olduğuna
    inanırlar ve ülküsel olana doğru evrimleştiğini iddia ederler. Romantikler bu
    öze akıla değil,esin yoluyla ulaşacaklarına inanırlar. Dolaylı anlatım yolunu
    benimsemişlerdir. Klasik düşüncede sanatın tipik ve evrensel gerçeği yansıttığı,
    romantikteyse asal ve tanrısal gerçeği yansıttığı söylenir.

    Klasik sanat nesnel bakarken,romantik sanat öznel bakar. Klasikte inandırıcılık
    önemliyken ,romantikte illüzyon yani yanılsama söz konusudur. Klasik sanat akla
    sağ duyuya yönelmekteyken romantik sanat duygular bu duyguların verdiği coşkulara
    yönelmektedir. Klasik sanat akılcı,ahlakçı,eğitici iken romantik sanatta bütünle
    uzlaşma aklın yalnız yeterli olamayacağı hakimdir. Romantizmde tiyatro seyircisi
    duygulanmalıdır. Duygulanma,acı çekme seyirciye zevk verir ilkesi hakimdir.
    Klasiklerin yanı sıra romantik yazarlar Shakespeare 'e hayrandırlar. Romantik
    akım birey vicdanına ışık tutmuş insanı uygarlaştırmıştır. Biçimsel kısıtlamaları
    aşma ve düş gücüne özgürlük verir.

    Ülkemizde Namık Kemal 'in Celalleddin Harzemşah adlı oyunu ilk romantik tiyatro
    oyunumuzdur. Romantizmin en önemli habercisi Fransız filozof ve yazar Jean Jacques
    Rousseau'dur. Ama İngiliz yazarlar William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge'nin
    1790 yılında birlikte yayınladığı Lirik Balatlar adlı eser romantizmin bildirgesi
    sayılır. Yine İngiltere'de William Blake, Almanya'da Friedrich Hölderlin, Johann
    Wolfgang von Goethe, Jea Paul, Novalis, Fransa'da Chateaubriand ve Madame de
    Stael ilk romantizm temsilcileridir. Victor Hugo, Alphonse de Lamartine, Alfred
    de Vigny, Nodier, Soumet, Deschamp, Alfred de Musset, büyük romantik yazarlardır.

    REALİZM:

    Resim ve heykel sanatlarında,günlük yaşamı ve sorunlarını olduğu gibi ve ayrıntılarıyla
    biçimlemeyi amaçlayan anlayıştır. Bu akımı en iyi şekilde tanımlayan ressam
    Gustave Courbet "Ben hiç melek resmi yapmadım,çünkü hiç melek görmedim." demiştir.
    Gerçekçilik 19. yy.'ın ikinci yarısında çıkmış olan popüler tiyatro ve romantik
    tiyatroya karşı bir akımdır. Nasıl ki romantizm klasizme bir başkaldırı niteliğinde
    ise gerçekçilik yani realizm ise, hem klasizme hem de romantizme bir başkaldırıdır.
    Romantizmin dramatik biçimlere,kalıplara karşı olan tutumu elbette realizmin
    yolunu açmıştır Bu akım 19 yy. Avrupası'nda görülen toplumsal,ekonomik değişimlerden
    oldukça etkilenmiştir Amaç, sanatı klasik ve romantik akımların yapaylığından
    kurtarmak, çağdaş eserler üretmek ve konularını öncelikle yüksek sınıflar ve
    temalarla ilgili değil, toplumsal sınıflar ve temalar arasından seçmekti. Realizmin
    amacı, günlük yaşamın önyargısız, bilimsel bir tutumla incelenmesi ve bir bilim
    adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya konmasıdır
    . Fizik kuralları artık hakimdir. Örneğin Darwin'in türlerin kökeni,insan evrimi
    ,doğal seleksiyom yazarların esin konusu olmuştur. Fizyoloji'de Claude Bernard
    , psikoloji'de Sigmund Freud isim yapmıştır. Tiyatro yazarları arasında İbsen,
    Hauptmann ,George Bernard Shaw ve Çehov'u sayabiliriz. Realizmde dramatik olan
    insanın yaşamını sürdürebilmesi için verdiği savaştır. İnsan varlığını sürdürmek
    ve onurunu korumak için çetin bir savaş vermek zorundadır ve ne kadar gözü pek
    olursa olsun o savaşa yenik düşecektir.

    Realizmle romantizmde var olan yaşamdan kopukluk,toplumsal sorunlara ilgisizlik
    ,hastalıklı duygusallık,yapaylığa karşı çıkılıp;toplumsal sorunlara özellikle
    eğilerek çağdaş tiyatronun temelleri atılmıştır. . Endüstrileşmenin ve güçlenen
    kapitalizmin sonuçlarıyla beslenmiştir. Bu dönemde köyden kente göç , sendika
    ,işçi hakları ,yoksulluk vb. gibi insana dair toplumsal sorunlar varken romantizmin
    deyim uygunsa suyu çıkmıştır. İdealist felsefeden materyalist felsefeye geçilmiştir
    artık. Romantizm düşsel olanı,gerçekçilik ise somut olanı tüm gerçekçiliğiyle
    göstermektedir. Ayrıca bu gerçekleri gösterirken realistler tüm acılığıyla çirkinliğiyle
    göstermekten hiç çekinmemişleridir. Gerçekçilikte kolay çözümlemelerden kaçınılır
    ve bir durum her yönü ile tartışılır. Tiyatro yazarlarının seyircisinden beklentisi
    oyundan gerçekmiş gibi etkilenmesi bunu yaparken de bir oyun izlediğinin bilincine
    varmasıdır. Sahnede illüzyon önemli bir yer taşımaktadır. Seyirci gördüklerine
    inanmazsa olayı bilimsel olarak alamaz.

    Bu dönemin kendi uygulamalarıyla gerçekçi tiyatronun kuramını yaratan Sranislavsky
    her şeyden önce yapay oyunculuğa,tiyatrosallığa dış kalıpların ezberlenerek
    yinelenmesine karşıdır. Modern tiyatro bize ne kazandırmalıdır? Stanislavsky'e
    göre yaşamın yalnızca yansıması verilmemeli;korkunç,gizli bir gerilim içinde
    yaşamda var olan her şey yansıtmalı;sanki günlük yaşammışçasına yalın ama gerçekte
    tüm coşkuların soyutlaştırıldığı ve canlı tutulduğu kesin ,ışıklı imgelerle
    canlandırılmalıdır. Bilinçaltı yaratıcılığını harekete geçirmek için sihirli
    eğer formülü geliştirmiştir. Çok önemli olan bir nokta var ki " deneme yanılma
    yöntemi ile geliştirilen bu sihirli eğer çalışmasında oyuncu kendi iç gerçeği
    ile dış hareket arasındaki bağıntıyı önce kendinde inceliyor sonra canlandırdığı
    oyun kişisinde görmeye çalışır." Çalışmalar sırasında akıl uyanık! Sıradan günlük
    bir olayı sahnede yapmak: Othello'nun kendini öldürdüğü hançerin kartondan olması
    önemli değil;kendisini öldürmeye iten duyguları haklı gösterebilmesi önemlidir.
    İçten dışa aksiyon söz konusudur. İnanç gerçeklikten ayrılamaz.

    Bu akımın iki güçlü temsilcisi Gustave Flaubert'in Madame Bovary adlı romanı
    ile Emile Zola'nın Nana adlı romanında cinsellik ve şiddet edebi bir mikroskop
    altında incelenerek olanca çıplaklığıyla ortaya konulmuştur. Realizm felsefesinin
    altında güçlü bir felsefi belirlenimcilik yatar. Fransız edebiyatında Flaubert,
    Zola'nın yanısıra Honore de Balzac, Stendhal, Rusya'da Lev Tolstoy, İvan Turgenyev,
    Fyodor Dostoyevski, İngiltere'de Charles Dickens ve Anthony Trollope, Amerika'da
    Theodore Dreiser, İrlanda'da James Joyce realizmin önemli temsilcileridir. Realizm,
    20. yüzyıl romanının gelişimini de önemli ölçüde etkilemiştir.

    PARNASİZM

    Klasizm, romantizm ve realizmin bütününe tepkili bir akımdır. Temel kuralı "sanat
    sanat içindir" diye özetlenebilir. Aslında realizmin katı toplumculuğu
    ve gerçekçiliğine bir karşı çıkıştır. Daha çok şiirde kendini gösterir. Sanatsal
    biçim ve sanatsal içerik kaygısı ön plandadır. Ölçülü ve nesnel bir anlatım,
    teknik kusursuzluk ve kesin betimlemeler kullanılır. Parnas şiir için "biçimciliği
    amaçlayan" şiir tanımı da kullanılabilir. Parnasizm, bir yönüyle kendisinden
    sonraki doğalcılığa da kaynaklık yapmıştır. Zengin bir dil, zengin bir biçim,
    zengin ve yoğun bir duygusallık işlenir. 1830'lu yıllarda ortaya çıkmıştır.
    Theophile Gautier'in şiirlerini, Theodore de Banville, Leconte de Lisle izlemiştir.
    Parnasizm, edebiyat tarihinde Leconte de Lisle ile özdeşleştirilir. Adarını
    Louis Xavier de Richard ile Catulle Mendes'in hazırlayıp Alphonse Lemerre'in
    bastığı Le Parnasse Contemporain (Çağdaş Parnasçılık) adlı eserden almıştır.

    DOĞALCILIK

    19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında etkili olmuştur. Doğa bilimlerinin, özellikle
    de Darwinci doğa anlayışının ilke ve yöntemlerinin edebiyata uyarlanmasıyla
    gelişmiştir. Edebiyatta gerçekçilik geleneğini daha da ileri götüren doğalcılar,
    gerçekleri ahlaksal yargılardan, seçici bir bakıştan uzak bir anlatımla ve tam
    bir bağlılıkla anlatmayı amaçlar. Doğalcılık, bilimsel belirlenimciliği benimsemesiyle
    gerçekçilikten ayrılır. Doğalcı yazarlar, insanı ahlaksal ve akılsal nitelikleriyle
    değil, rastlantısal ve fizyolojik özellileriyle ele alır. Doğalcı yaklaşıma
    göre, çevrenin ve kalıtımın ürünü olan bireyler, dıştan gelen toplumsal ve ekonomik
    baskılar altında ezilir, içten gelen güçlü içgüdüsel dürtülerle davranırlar.
    Yazgılarını belirleyebilme gücünden yoksun oldukları için yaptıklarından sorumlu
    değillerdir.

    Doğalcılığın kuramsal temelini Hippolyte Taine'in Historei de la Litterature
    Anglaise (İngiliz edebiyatı tarihi) adlı eseri oluşturur. İlk doğalcı roman
    Goncourt kardeşlerin bi hizmetçi kızın yaşamını inceleyen Germinie Lacarteux
    adlı yapıtıdır. Ama Emile Zola'nın Le Roman Experimental (Deneysel Roman) adlı
    eseri akımın edebi bildirgesi sayılır. Zola'nın yanısıra Guy de Maupassant,
    J. K. Huysmans , Leon Hennique, Henry Ceard, Paul Alexis, Alphonse Daudet doğalcı
    yapıda eserler veren yazarlardır.

    SEMBOLİZM

    19. yüzyılın sonlarında Fransa'da ortaya çıkmış ve 20. yüzyıl edebiyatını önemli
    ölçüde etkilemiştir. Bireyin duygusal yaşantısını dolaysız bir anlatım yerine
    simgelerle yüklü ve örtük bir dille anlatmayı amaçlar. Simgecilik, geleneksel
    Fransız şiirini hem teknik hem de tema açısından belirleyen katı kurallara bir
    tepki olarak başladı. Simgeciler, şiiri açıklayıcı işlevinden ve kalıplaşmış
    bir hitabetten kurtarmayı, insanın yaşantısındaki anlık ve geçici duyguları
    betimlemeyi amaçladı. Simgeciler, dile getirilmesi güç sezgi ve izlenimleri
    canlandırmaya, şairin ruhsal durumunu ve gerçekliğin belirsiz ve karmaşık birliğini
    dolaylı biçimde yansıtacak özgür ve kişisel eğretileme ve imgeler aracılığıyla
    varoluşun gizemini aktarmaya çalıştılar. Simgeci şiirin başlıca temsilcileri
    Charles Baudelaire 'nin şiir ve görüşlerinden fazlaca etkilenen Fransız Stephane
    Mallarme, Paul Verlaine, Arthur Rimbaud'dur. Diğer temsilcileri ise Jules Laforgue.
    Henry de Regnier, Rene Ghil, Gustave Kahn, Belçikalı Emile Verhaeren, ABD'li
    Stuart Merrill, Francis Viele Griffin'dir.

    İDEALİZM

    Dünyayı ve varoluşu bilinç ve düşünceye öncelik vererek açıklama öğretisinin
    temel olduğu felsefi akımın edebiyattaki uzantısıdır. İdealist felsefenin tüm
    özellikleri edebi eserlerde yer alır. 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır.
    Bireyci dünya görüşü ve simgecilik akımına bir tepki olarak doğmuştur. Çağcıl
    yaşamın artık makineleşen toplumları ve alabildiğine serpilip gelişen kentleriyle
    bireyi topluluk içinde yaşamaya zorladığını vurgulayan idealizm, bir arada yaşamanın
    yarattığı ortak kanı ve duyguları dile getirmeyi amaçlamaktadır. Topluluk bilincini
    ve bu bilince göre bireyin varoluşunu, yaşamı belli belirsiz yönlendiren kimi
    tinsel gerçekleri betimlemeyi ön planda tutar. En büyük temsilcisi Fransız yazar
    Jules Romains'tir. Bu akımın temelleri Romains'le Chenneviere'nin yazdığı Petit
    Traite de Versification (Şiir üzerine küçük inceleme) ve Georges Duhamel'le
    Charles Vildrac'ın kaleme aldığı Notes su la technique poetique (Şiir tekniği
    üzerine notlar) adlı eserlerde ortaya konulmuştur.

    GELECEKÇİLİK

    20. yüzyılın başlarında İtalya'da ortaya çıkmıştır. Edebiyatta devrim ve dinamizmi
    vurgulayan akım olarak değerlendirilir. İtalyan şair, romancı, oyun yazarı ve
    yayın yönetmeni Filippo Tommaso Marinetti'nin 1909'de Paris'te Le Figaro gazetesinde
    yayınladığı bildiri ile ortaya çıktı. Bildiride, "Bizler müzeleri, kütüphaneleri
    yerle bir edip ahlakçılık, feminizm ve bütün yararcı korkaklıklarla savaşacağız"
    deniyordu. Bu geçmişin bütünüyle reddi demekti. Aynı bildiride, "Biz dünyadaki
    gerçekten sağlıklı tek şeyi, yani savaşcı ve ölüme götüren güzel düşünceleri
    yüceltiyoruz" sözleri, siyasal alanda o dönemde gelişen faşizm'den yana
    bir tavrın da açık göstergesiydi.

    Gelecekçiliğin kurucusu Marinette Avrupa'dan birçok yazarı etkilerdi. Rusya'da
    Velemir Hlebinikov ve Mayakovski gelecekçiliğe yöneldi. Rus gelecekçiler kendi
    bildirgelerini yayınladı. Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski reddedildi. Şiirde sokak
    dilinin kullanılması istendi. 1917 Ekim devriminden sonra da gelecekçi akım
    güçlendi. Mayakovski'nin ölümüne kadar etkisini sürdürdü. İtalya'daki gelecekçiler
    ilk şiir antolojisini 1912'de yayınladı. İtalya'nın 1. Dünya Savaşı'na girmesini
    ve Mussolini'yi savunuyorlardı. Onunla birlikte hapsedildiler. Gelecekçilik
    faşizm ile özdeşleşti. Ve 1920'lerin ortalarına doğru etkisini yitirdi. Eserlerinde
    mantıklı cümleler kurmayı reddeden gelecekçilerin parolası, "sozcüklere
    özgürlük"tü. Ezra Pound, D. H. Lawrence ve Giovanni Papini bu akımdan etkilenin
    yazar olarak sayılabilir.

    DADAİZM

    Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Marcel Janco ve Emmy Hennings'in
    aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih'te
    Hugo Ball'in açtığı cafe'de toplandı. Fransızca'da oyuncak tahta at anlamına
    gelen "Dada" akımın ismi olarak seçildi. Bildirisi de burada açıklandı.
    Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin
    sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. 1. Dünya
    Savaşı'nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Kamuoyunu şaşkınlığa
    düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe karşı
    çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini vurguluyorlardı.

    Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde
    yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi
    1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupauld,
    Paul Eluard ve Georges Ribemont-Dessaignes'in yazılarının yer aldığı Litterature'dü.
    Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe
    yöneldi.

    VAROLUŞÇULUK

    Yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru Fransa'da ortaya çıktı. Öncelikle
    bir felsefi akımdır. En önemli temsilcileri Martin Heidegger, Karl Jaspers,
    Jean-Paul Sartre, Gabriel Marcel ve Maurice Merleau-Ponty olmuştur. Felsefi
    bakımdan temelleri ise bunlardan önce Nietzsche, Kierkegaard, ve Husserl gibi
    düşünürler tarafından atılmıştır. Varoluşçuluk 4 temel fikri savunur: 1) Varoluş
    her zaman tek ve bireyseldir. Bu görüş bilinç, tin, us ve düşünceye öncelik
    veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır.

    2) Varoluş, öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla varlık'ın
    anlamının araştırılmasını da içerir.

    3) Varoluş insanın içinden bir tanesini seçebileceği bir olanaklar bütünüdür.
    Bu görüşher türlü gerekirciliğin karşıtıdır.

    4) İnsanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden
    oluştuğundan varoluş her zaman bir "dünyada var olma"dır. Bir başka
    deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarihsel
    bir durum içindedir.

    Varoluşçuluğun etkileri çağdaş kültürün çeşitli alanlarında görüldü. Kierkegaard'ı
    izleyen Franz Kafka, Das Schools, Şato, Der Prozess, Dava adlı eserlerinde insanın
    varoluşunu bir türlü ulaşamadığı istikrarlı, güvenli ve parlak bir gerçeklik
    arayışı olarak betimledi. Çağdaş varoluşçuluğun özgün temaları, Sartre'ın oyunları
    ve romanlarında, Simone de Beauvoir'in yapıtlarında, Albert Camus'nün roman
    ve oyunlarında, özellikle de L'Homme revolte (Başkaldıran İnsan) adlı denemesinde
    işlendi.

    -------------------------------------------------------------------------------------------------

    Batı tiyatrosu bugün de genel olarak Stanislavski'nin sahne düzeni ve oyunculuk
    anlayışına dayalı bir gerçekciliği sürdürmekle birlikte, 20. yüzyılın ilk yarısında
    dışavurumculuk, gelecekçilik ve Bertolt Brecht'in epik tiyatrosu gibi gerçekçilik
    karşıtı akımlar da etkili oldu. Bu akımların hepsi farklı amaçlar ve yöntemlerle
    de olsa, sanatın gerçeği yansıttığı düşüncesine karşı çıktılar; doğallık yanılsamasını
    kırarak sanatın doğal değil yapılmış bir şey olduğunu savundular. Geliştirdikleri
    deneysel teknikler tiyatroyu bir vakit geçirme ve eğlenme aracı olmaktan çıkardığı
    için de çoğu zaman seyirci çekemedi, hatta skandallara yol açtı. Bu yeni akımların
    bir başka özelliği de, oyun yazarları kadar sahne tasarımcıları ve yönetmenlerin
    de öne çıkması, kuramcı kimliğini kazanmalarıydı.
#25.11.2009 13:45 0 0 0