Deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik.Öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu.Karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri .Deniz fenerinin ışığında yıkanırdık.Köpükten bir çalkantıydı içimizde zaman.Ne yana baksak denizdi maviydi ışıktı.Sonra bir çaresizlikti zifir.Akıntıya kapılmış gemiler gibiydik ..
Bir org çalınır gibi yanıbaşımızda.Öyle kendinden geçmiş öyle başıboş.Öyle derin duygular içindeydik anlatılmaz.Sarhoş rüzgarlara bıraktık kendimizi.Aldığını geri vermez dalgalara.Görmediğimiz ülkeler gördük gün doğusunda.Tatmadığımız yemişlerden tattık günahkar olduk.Alevden bir tasta eridi günler.Bir cehennem ateşiydi aşk içimizde.Hiç sönmeyecekmiş gibi yanıyorduk..
Tutsaklığımız nasıl başladı bilinmez.Paslı demir kapılar kapandı üstümüze.Taş duvarlarda kayboldu boğuk seslerimiz.Çaresizliğimizi bize aynalar söyledi inanmadık.Kuşatıldık ansızın kederle ayrılıkla.Aman vermez karanlıklar sardı dört yanımızı.Yalnızlık bir ağrı gibi çöktü başımıza.Uyuduk bir daha uyanamadık.
Şimdi bir kutup var sana çeker beni.Bir kutup var senden öteye.Ben onun için böyle ortalıklarda kaldım.Dağ yollarında caddelerde sokaklarda.Onun için bulup bulup yitirdim seni.Hangi kapıyı çaldıysam sen açtın bana.Hangi gözümü yumduysam seni gördüm.Zamandın zamandan öte bir şeydin.Yıllarca bir meşale gibi yandın uzaklarda
Bu manyetik alanda boğulmam senin yüzünden.Bu zincirleri sen vurdun ellerime.Sen getirdin bunca karanlıkları.
Al şunu mum yak
Korkuyorum
Bir taş aldım attım denize
Günahlarımdan kurtuldum
Alfabenin yirmisekizinci harfindeyim
Öteye gidemem
İtme beni
Benim de bir insan tarafım vardı.Bakma böyle kötü olduğuma.Benim de dileklerim vardı.Benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan.Yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi.Hergün bir kadın ağlar benim yüzümde.Büyük dertler için benim ellerim.
Anlamıyor musun
Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar
Ben sevilmediğimden böyle çirkinim
Bütün kötü yerlerde ben korkarım.Biliyorum.Bir hayvan leşiyim öleli kırk gün olmuş.Fabrika bacalarında bir kara dumanım.Zehirim akrep kuyruklarında.Kötüyüm sevemediğin kadar.Öyle fenayım.Kapanmış bıçak yaralarında.Bu pis çöp tenekelerinde unut beni.Unut artık.
Bayat bir ekmek gibi
Çürümüş bir elma gibi
Sarı badanalı evlerde kazanlar kaynar
Sarı badanalı evlerde günahlar işlenir her gece
Sarı badanalı evlerde ölüler yıkanır
Sarı badanalı evleri sev biraz
Bu evlerde zaman benim akşamlarımdır yitirilmiş
Bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan
Bu sarılarda benim yüreğim bir ölür bir dirilir
Anladım
Bu dünyada benden başka kimse yok beni anlayan
Kalbimi yardım
Bir damla kan aktı
Kutuplara kar yağıyordu
Üşüdüm
Dur gitme
Beş kuruşum vardı kaybettim
Dur gitme
Isırgan otlarından kurtar beni
Deniz analarının gözlerini çaldım.Sana bakmak için.Güneşi üçe böldüm.Al biri senin olsun.Yüzümde beş bıçak yarası var.Bir de sen vur.Barut kokusunu severim.Bir portakalı dilim dilim soy..
Acıktım
Tut ki ben yoğum artık yeryüzünde
Tut ki bir marul yaprağıydım
Öldüm
Al şu serçe parmağım sende kalsın.Ben kötüyüm.Korkunç çirkinim.Ben seksensekizinci tul dairesiyim.Sağ gözümün üç kirpiğini kestim.
Al
Ben lanetlendim
Cenaze marşı çalınıyor.Ölüler ayağa kalktı.Görüyor musun.Şu soldan ikinci benim.Senin yüzünden öldüm.Şimdi seni getiriyorlar karanlığıma.
Ağlıyorum
Biraz sev beni
Gül biraz
Yaklaş biraz
Seni affediyorum
Kuşkonmaz dallarına astım kendimi.Sedir ağaçlarına gül yapraklarına.Başımı taşlara vurdum.Gözbebeklerimde büyük camlar parçalandı.Tanrısal duygular içindeydim.Bütün tanrısızlığımdan uzakta.Bir kemiklerinin sertliğini aldım.Bir teninin aklığını.Sonra sıcaklığını dudaklarının..
Gel bak
SANA BİR TANRI GETİRDİM
Gel bak
BİR TANRI YARATTIM SENDEN.
Şurada bir kapı olmalı senin ölümsüzlüğüne açılan.Bir kapı olmalı şurada bulabilsem.Kollarımın bütün gücüyle vuracağım.Er geç sesimi duyuracağım sana.Başımı soğuk demirlere dayayıp adını söyleyeceğim mahşer gününe kadar.Dağlara taşlara güzelliğini haykıracağım.Ve bütün yaratıklara rüzgarın söylediği bir masal gibi seni anlatacağım.
Dünyaya ilk gelişimiz değil bu.Birde taş devrinde gelmiştik.Senin için vahşi hayvanlar vurmuştum o zaman.Pars dişlerinden bir gergedanlık yapmıştım boynuna.Nice mağara duvarlarına güzelliğini kazımıştım.Nasıl hatırlamazsın nasıl?O zamanda gökyüzü bu kadar mavi ormanlar yemyeşildi.O zamanda yalnız karanlıktan korkar güneşi tanrı bilirdik.Bunca yüzyıldır inan hiç bir şey değişmedi yeryüzünde.Belki biz değiştik.Sevgilerimizi söyleyemez olduk göremez olduk nice güzellikleri.Yalanı öğrendik,unutmayı öğrendik.İnandık sonraları bütün yaratıklardan üstün oldugumuza.Büyük zekamız önce kafesi,zinciri,zulmü icat etti.İyilik güzellik ve doğruluk adına hiç bir şey kalmadı inandıgımız.Aradan bin yıllar geçip atom parçalanıncaya kadar,.zaten paramparça olmuştu insanlığımız.
Böylece bir karanlığa düştük.Karanlık bizi bir başka karanlığa götürdü.Sarnıçlardan dehlizlerden girdaplardan geçtik.Dallarından gün ışığı geçmeyen ormanlara düştük.Aramızda demir kapı hiç açılmayacak belki..Senin ışıgını görmeden kapanacak gözlerim.Karanlık aman vermiyor.
Hangi kapıyı aralasak gece.
Hangi kapıyı aralasak çaresizlik.
Kokunu getiren rüzgarda olmasa bir manası kalmayacak yaşamanın.
Şimdi hiç değilse hayaliyle avunmadayız.Zaman içinde bir başka zamanı...
İnsan çırındıkça bir bataklığa saplanıyor,yaşadıkça ölüme.Çaresiz kalmak bir şey değilde çaresizliğini kabullenmek zor geliyor insana.
Aynaya bakıyorum bir boşluk.Hani benim yüzüm hani?dudaklarım ellerim hani?Halbuki gözlerimde görüyor kör değilim.Fakat sen varsın içimde.Yakan,kör eden bir karanlığın var senin.Kahrolası zamanın ortasında büyük bir fırın yanıyor besbelli.Alevler asırlık çınarlar gibi.Büyük bir fırın yanıyor görüyormusun?
Şimdi bütün ihtirasların sustugu saatteyiz.Elini sürdüğün herşey yok olabilir.Herşey eriyebilir şu anda.Bu varlığın yokluğa yaklaştıgı andır.Senin ellerin bu anda bütün yaratıklardan daha güçlü.Şu anda senin gözlerinde her şey yüce.
Ne insanlar fani
Nede dünya ölümlü..
Al beni de erit ateşinde gözbebeklerin.
Erit beni.Ruhumu aşkının potasında yak.
Kahrolsun bu karanlıklar bu mesafeler bu zaman..
Ben seni istiyorum..
Ya seninle yaşamak.
Yada sende yok olmak..
İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık
gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden
failidir' denmeseydi eğer.
Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle
avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...
Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!
_________________
Ne seni unutabiliyorum, ne senden kalanları. Başımın içinde bir kanser tümörü gibi büyüyor büyüyorsun... Seni unutamamanın verdiği acılara dayanamıyorum artık. Unutamamanın bu kadar kahredici, çıldırtıcı olduğunu bilmezdim. Her yerde, her zaman benimle birliktesin, işin kötüsü her şey seni hatırlatıyor. Kalabalıkta gelişi güzel söylenmış bir söz bile yetiyor seni düşünmeme. Yalnızlığımda ise sesin kulaklarımda çınlıyor. avuçlarının serinliğini hissediyorum alnımda. Yaşanmış zamanlar bir film şeridi gibi geçiyor hafızamdan. Anılarımızı en küçük noktasına kadar birer birer hatırlıyorum. İşte o zaman; bu seni unutamayan başı, duvarlara vura vura parçalamak geliyor içimden.
Renklerin, kokuların, seslerin ve ışığın bile seni hatırlattığı bir dünyada yaşamak, harikulade bir şey olurdu belki. Ama sen de unutmasaydın... Beni unutmadığını sevdiğini bilsem her şeye katlanırdım. Unutamamamın biriktirdiği o dayanılmaz acılar, unutulmamanın vereceği eşsiz mutluluğun içinde erir, kaybolurdu.
Sevmek bir bakıma unutamamaya mahkum olmaktır. Sevilmemişsek; bir de unutulmaya mahkum oluşumuz var en hazini. İnsan, unutabildiği kadar güçlüyse, unutamadığı ölçüde yıkık ve ezik kalıyor.
Beni sev demeyeceğim, ama onu da sevmemeliydin. İkimiz de olduğun yerden çok uzağız. Güzelliğinin, büyüklüğünün yanında biz neyiz ki? Unutulmak; ikimize de aynı kadehlerden tattıracağın bir içki olmalıydı. O içkinin sefil sarhoşluğu içinde seni düşünmeli, hep seni özlemeliydik. Gitgide işleyen, büyüyen bir yara olmalıydı tenimizde. Unuttuğunu her ikimizde bilmeli, fakat seni hiç unutmamalıydık. Oysa şimdi unutulan da benim, unutamayan da...
Ancak, bir kurşun atımı uzaktasın benden, biliyorum ve ciğerlerime saplanmış bir kurşun gibisin hala. Seni çıkarıp atmak da elimde değil, sana gelmek de... Gelebilsem ne değişecekti ki? Beni hatırlacak mıydın? Hatırlasan da sevinecek miydin gelişimden? Gözlerinin içi gülcek miydi? Hiç konuşmadan "Ben de seni özledim" diyebilecek miydi ellerin? Hayir, değil mi? Öyleyse hiç gelmeyeceğim sana. Böylesi daha iyi.
Gün oluyor: seni unutabilmek için bu şehirden çok uzaklara gitmek istiyorum. Sokaklar, evler, caddeler, vitrinler seni hatırlatmasın diye.
Gün oluyor; anlıyorum senden ve bu şehirden kaçmanın faydasızlığını... Çünkü; biliyorum nereye gitsem benimle geleceksin, ya da gittiğim her yerde senden bir şey olacak.
Sen unuttun fakat unutulmadın. Bense unutulduğumu biliyor, fakat unutamıyorum. İnan, unutabildiğim gün seni yeniden ve daha çok sevmeye başlayacağım...
Seni kıskanıyorum.
İçimde gururdan eser yok artık. Kıskançlığımın başladığı yerde yüreğim tertemiz oldu, aydınlandı, pırıl pırıl şimdi. Gururum, zaman zaman benliğimi saran kendini beğenmişliğim, güvenim ve inançlarım; hep seninle yaptığım savaşta yenildiler. Bir kıskançlık hissi kaldı içimde dipdiri ve her zamankinden daha güçlü. Kazandığın savaş onu da yenebildiğin anda bir zafer olacak, ancak o zaman "Kazandım" diyebileceksin.
Fakat ben o duygunun, bende fethedemediği son kalenin o son kalenin asla düşmeyeceğine inanıyorum. Bütün çabaların boşa gidecek, seni sevdikçe kıskanacağım. Bir gün beni sevmemen bile bu savaşa tesir etmeyecek. O zaman asıl büyük yenilgiye doğru sen gideceksin. Sevgimi karşılıksız bırakman bana attığın son kurşun olacak. Açacağın büyük yaraya rağmen yıkılmayacağım, ölmeyeceğim anlıyor musun? Yine seni sevmeye, yine seni kıskanmaya devam edeceğim.
Beni tanımadan önce yaşadığın yıllar var ya; onları da kıskanıyorum. Düşün bensiz yaşayacağın bir dakikaya bile tahammülüm yok artık. Bir gün güzel bileğindeki küçük saati parçalayabilirim, bensiz bir zamanı sana bildirdiği için. Mümkün olsa bütün o dakikaları, o günleri sana yeniden yaşatmak isterdim.
Sana kıskanılmış zamanlar, mesafeler ötesinden seslenmek ne acı bilemezsin. Seni gören, güzelliğini arzulu bakışlarla seyreden insanların da bu dünyada yaşadığını düşünmek ne korkunç bir şey anlayamazsın. Hele seni başkalarının da sevdiğini ve seveceğini bilmek ne türlü bir ölümdür düşünemezsin.
Kıskançlığım bir hayvanın dişisini kıskanması değil. Mayamızda olan arzunun ötesinde bir şey bu. Ebediyyen sahip olmak hissinin çok üzerinde bir ölümsüzlük çabası, bir sonsuzluk duygusu...
Seni kıskanıyorum. Verdiğin huzursuzluğa rağmen bir kadını kıskanmanın büyük huzuru içindeyim. Oysa ben seni tanıyıncaya kadar kıskançlığı daima ilkel bir duygu olarak düşünür, reddederdim. Bu davranış belki de o güne kadar kıskanılmaya senin kadar değer bir insanı tanımamış olmanın verdiği eziklikten gelirdi.
Şimdi o ezikliğin yerine bir kabına sığamamak var içimde, taşmak var. Sevginle tamamlandımsa verdiğin kıskançlıkla bütünlendim.
Hep böyle kıskançlığımı besleyecek kadar güzel kal...