Gelincik Ve Serce 7 Son

Son güncelleme: 21.07.2004 01:10
  • 17 Ağustos 2000 ,Ayşenur ailesi Nihat Oğuz Metin Filizin annesi Emine hepsi gene aynı yerde buluşmuşlardı.Tüm yıkıntılar kaldırılmış düm düz bir alan olmuştu etraf.Sadece Ayşenurların evinin olduğu blok bırakılmıştı geleceğe ibret olsun diye.Duvarında da bu görünen kat binanın dördüncü katıdır 17 8 1999

    Yaşayabilen güller çiçek açmışlardı gelenlere merhaba dercesine. Nihat bir sene boyunca gelmişti buraya.Dörder katlı 6 bloktan sadece bir tanesi kalmıştı.Her blok da 20 daire vardı.Demek ki yıkılan yirmi blok da yüz daire bulunuyordu.Bahçıvan ve apartman görevlisi evlerini de katarsak 102 daire.Yoktu. Sitede yaptıkları araştırmalar göre yaklaşık dörtyüzellisekiz kişi mevcuttu.Bu da yaz konukları hiç düşünülmeden yapılan bir hesaptı.Tamamen yıkılan üç bloktan kurtulabilen yalnızca oniki kişiydi. Bunlardan tam yedi tanesinin bedeninde ağır hasar yoktu. Katları tamamen kaybolan iki bloktan ise en üst katlardaki aileler kayıp vermemiş üçüncü katlarda oturanlardan dört adet vefat eden vardı.Diğerleri ise ufak tefek yaralanmalar (kol bacak kırılması gibi) Bunlarda ufak yaralar olarak kabul edilmekteydi.İyimser bir hesapla yaklaşık yüzden fazla kişinin cesetlerine dahi ulaşılamamıştı. Yani hiç yaşamamış gibiydiler. Serpil onur filiz Hasan ve Ayşe gibi. Tamamen yerle bir olan bloktaki cesetlere ulaşılabilenler şanslı sayılıyorlardı. Ama diplerde ve orta katlarda oturanlar ancak dozer yardımı ile ya parçalanmış yada tanınmayacak kadar kötü durumda olduklarından kimliklerinin tespitine imkan yoktu. İlk günler öyle karmaşa vardı ki Zaten bazı cenazeler kayıt dahi edilmeden defnedilmişlerdi. Muhtarlık gibi devlete ait binalarda ne yazık ki depremde nasibini aldığı için doğru kayıtların kayıp oluşu,ayrıca ne yazık ki çoğu elle tutulan kayıtlar olduğundan ikibine bir kala otomasyon eksikliğinden bulunan kayıtlarınlarında ne kadar doğruyu gösterdiğine inanmak saflıktı. Sadece bilinen bir şey vardı ki gösterilen kayıplarla kaybedilen dostlar arasındaki farklılık. Ayrıca burası yazlık yöre olduğundan evleri yıkılıp da hayat da kalan aileler kışlık evlerine geçmiş yada yarı hasarlı evleri ilk fırsat da ellerinden çıkardıkları içinde ayakla kalabilen evler deprem sonrası göç aldığından kesin ve net bir sayıya ulaşabilmek imkansızlaşmıştı. Bir kücük sitede kayıplar bu kadar olabildiğine göre ne yazık ki ilan edilen onyedibin kişilik kayıp sadece tarihe kaydedilen ve doğru sayılması gereken bir izden başka hiçbir şeyi ifade edemeyecekti.Resmi kuruluşlar da bir yerde haklıydı.Çünkü ortada ceset yok ise ölüm de yoktu.Sadece Gölcük te denizin geri aldığı toprak neredeyse bir mahalleydi.Bir mahalle halkide sekiz bini bulurdu. Gerçek ortadaydı ceset yoksa ölende yoktu. Bu nedenle eşini kaybeden anasını babasını kaybeden malını mülkünü kaybeden ne hakettiği dul yetim maaşına hak kazanabiliyordu nede atasından kalan mala sahip olabiliyordu. Ölüm ispat edilemiyorsa mirasda yoktu.

    Aralarında ilk konuştukları bunlar olmuştu.Çünkü yaklaşık 450 kişilik sitede o gün gelebilen yirmisekiz kişiydiler. Ve hepside birbirlerine diğer dostlardan kim kimi görebilmişti. Sadece bunları öğrenmek istemişlerdi.

    Oğuz ise son bir yıldır Ahmet beyle beraber buraya gelmiş, muhtara verdikleri listeler ve ellrindeki bilinen telefon numaraları ile irtibata geçmişler ve dozerler çalışırken yıkıntılar arasında bulunan resim defter örtü ve bunun gibi bazı eşyaları toplamışlardı. Bu toplananları sağlam kalan binanın birinci katına bir sergi hazırlar gibi dizmişlerdi.Bu eşyalar onlar için çok kıymetliydi.Manevi değerler,kaybettikleri canlar için unutulmayacak anılardı. Psikolojik tedavi görme pahasına bu hazırlığı yapmayı kendilerine bir görev olarak kabul etmişlerdi.

    Ah hele dozerler çalışırken yaptıkları mücadele.Hafriyat kaldırıldı tamam ama yerler dümdüz edip bırakıp giderlerken ne çok yalvarmışlardı operatörlere,

    -Ne olur derinleştirin sanki temel kazar gibi orada kayıp canlarımız var. Diye

    Verilen görev sadece hafriyatı kaldırmaktı, temel açmak değildi ne yazık ki. Bu makinalar Türkiyenin çeşitli illerinden kiralanıp getirilen makinalardı. Operatörlerde 17 ağustosu bu yoğunlukda yaşamayan illerde oturuyorlardı. Kendilerince haklıydılar anlamalarına imkan yoktu..Bir ev bataklığa batan bir insan gibi toprağın altına girebilirimiydi. Ya da koca bir mahalle yıllar önce denizden doldurularak alınan yerlerin yıkılmasına bile vakit kalmadan sahilden metrelerce uzağa ve denizin dibine hala otoparkında duran arabaların bile yerinden kıpırdamadan durabileceği akla gelebilirimiydi.Bunları bir filmde seyretseler senarist amma da uçmuş diye düşünmezler miydi.

    Ayşenurda ise buruk bir mutluluk vardı. O gün hayata dönmeleri için deliler gibi çaba sarfettiği herkes onlarla beraber oradaydı. Ve bundan gizli gizli gurur duyuyordu. İkizler ilk okula başlamışlar hem de bayağı serpilmişlerdi. Metin ise öyle olgunlaşmıştı ki sanki liseye yeni başlamış biri değil üniversiteyi bitirmiş bir genç gibiydi. İkizlerin babası bir ayağını kaybetmiş olduğu halde protezine alışmağa çalışıyor ve tüm benliğiyle ikizlere hem annelik hemde babalık görevini getirmeğe çalışıyordu.

    Emine teyzesi artık Oğuz beyin dağınıklığından neredeyse gurur bile duyuyordu. Hele babası ve oğuz bet filozof olup çıkmışlardı.Öyle acılarla kavrulmuşlardı ki Annesi kendini depremzede eşlerini kaybetmiş ve meslekleri olmıyan hanımlara adamış, onları kendilerini ve hayatta kalan yakınlarının hayatlarını sürdürebilmelerini sağlıyabilmek için el melekeri gelişmesine ve kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmelerini sağlamağa çalışıyordu.

    Ah gelenlerin arasında en perişan olan Filizin annesiydi. O 17 ağustosu yaşamadığı için ve kızının cenazesi bulunamadığı için onun hala hayatta olduğuna inanıyordu. Çünkü kızı 18 ağustosta biz hep beraberiz oğuz ve serpil teyzeyle bir şeyimiz yok diye telefon edebilmişlerdi. Sesini duymuştu yavrusunun.O kadar emindi ki iyi olduklarına . On gün sonra Nihatın onu aramasıyla öğrenmişti acı gerçeği. İnanamıyordu hala.

    Nihat ve kendisi onların hep yanlarında olduğuna inanıyordu. Kabullenmişlerdi kaybettiklerini. Çünkü Serpilin son elveda mesajına alabilmişlerdi. Nihat daha önce okumuştu. Ama Ayşenur ancak 24 ağustosta Balıkesire gittiğinde telefonun şarj ettik den sonra alabilmişti. Gelen ilk mesajlarda tebessüm etmiş ama sonra sona çok yaklaştıklarını ve son veda mesajını okuduğunda kaskatı kesilmişti. Ne yazık ki acı sonu kabul etmek zorunda kalmıştı.

    Bir yılın ayak üstü özetini yaptıktan sonra etrafa bakıyorlardı. Nihat birden yıllarca oturduğu evin bulunduğu tarafa doğru baktı. Yemyeşil otların arasında duran bir şey dikkatini çekti.

    -Ayşenur bak ben sana dememiş miydim diyerek elini tuttu ve onu gördüğü şeye doğru götürdü.

    Ayşenur bir anda şok oldu gördüğü manzara karşısında.

    -Biliyordum biliyordum onlar hep aramız dalardı diyerek gülümsedi.

    Yem yeşil otların üzerinde bir tane sadece bir tane gelincik vardı ve yanında küçücük bir serçe.







    S O N
#21.07.2004 01:10 0 0 0