İçimin sıcakLığı senin soğukluguna Diz cöktü..Kaskatı..
Keskin Bıcak gibi kesiyor Solugumu içten içe..
Beni sarmaya calışan tüm sevdalar yara alıyor senden sonra..
Sen Gelirsen BELKİ.. sen gelirsen EĞER..
Körleşen tüm Sivri sevdalarım yeşillenecek..
KanayışLarım senin adına kabuk bağLayacak..
Ama Gelirsen işte..
Takıldım Kaldım sana..Yürüyemiyorum..
Sesimi duyurmaya çalıştıkça Sen sessizliğinde boğuluyorsun.
Kim bilir belikide en Vazgeçilmez yanın buydu beni sana çeken herkesten ayrı..
İkimizin bilmediği bir sandalda tek başıma çekiyorum Kürekleri,
Yaşattığın acılar gibi..
Sen bulunduğun şehre aşık, ben senin rüzgarına kapılan Samyeli..
Hangi şehir bizim icin Bilmiyoruz..
Sürükleniyoruz..
Hesap dahi etmiyoruz..
Susuyoruz..Her zamankinden farksız bu susmalar..
Bitiyor masalımız..
Gözlerde istenmeyen elvedalarımız..
Dilimizde söylenmeyen Dualarımız..
Sen suskunluğunuda alıp gidiyorsun Hiçbirşey söylemeden..
Sen gidersen biter bu AŞK sanıyorsun..İşte burda yanılıyorsun..!
Ben sustugumda sen oluyorum, haydi bana sesini ver... ben sustugumda sevgili seni dinliyorum. Özlemin o kadar yogun ki bu odada masamin bir ucunda sevdigin o isimsiz çiçeklerin yanina koydugum resmin bana her sabah yanagima biraktigi bir öpücükle "Günaydin sevgilim! ..." diyor... rüzgarin pencerelere her dokundugunda açilan araliktan sen gelecekmissin gibi geliyor ve vücudumu soguk özlemin sariyor iste o üsüdügüm zemheri özlemlerde mektuplarina siginiyorum. Ellerimi, mektupta elinin degebilecegi heryere götürüp ellerine dokunuyorum. Kelimelere gözlerine bakar gibi bakip seni görüyorum...
"Gel ey başı karalı, bağrı dağlı, ayacığı bağlı aydınlık eseri, nadide mum!...
Yanan gönlünden ve nemli gözünden bahset, sırrının düğümünden haber ver.
Sen nasıl bir cana sahipsin ki hem ateşte; hem suda boğuluyorsun? Oysa ben bildiğim o ki, ateş senin hayat suyun...
Sırrın nedir ey mum, birazcık da bana ver! Ver ki yanmak zevke dönüşsün.
Ben hem vefada sana benzerim, hem cefada. Hatta belki bu ikisinde de senden üstünüm.
Sen yalnız geceleri yanarsın; bense gece gündüz...
Sen yaslar dökerek her mecliste sırrını açığa vurursun; bense sırrımı saklayarak yaslara boğulur; ser verir, sır vermem...
Sen başın kesildikçe canlanır, hayat bulursun; benimse hayatta olduğum her an adeta başım kılıçtan geçirilir.
Ben sırrımı sana versem ahim seni yakar, eritir.
Sen sırrını bana versen, pervana yanar yakılır.
Ya sen, a pervane!
Bilirim ki sen tastamam aşksın; hatta belki âşıksın.
Sevgilini bir kerecik görmeye can verirsin; bir vuslata iki cihan verirsin.
Sen ki mumun başındaki yalıma âşıksın ve onu kucaklamak için her daim uğraşırsın.
Senin kavuşman bir yok olmadır. Müşkül olan da bunu biliyor olusun...
Sen bir ışığa canını saçarsın; ben candan gamdan ışığını isterim.
Öyleyse de bana, ayni değil miyiz seninle geceler boyu?
Ta seherlerde dek birlikte yanmaz mıyız? Sende alev, bende Mecnun sevdası..."
Sevgili Sari Menekse, çok teşekkür ederim arkadaşım,
dostluk ve sevgi adına bende sana ayışında bir gül getirdim.
Eğer yer yüzündeki bütün elleri bir masanın üstüne koysalar, elini bulabilirim onların içinden..
Dost deniz kenarındaki taşlara benzer.Önce tek tek toplarsın sonra birer birer denize atarsın ancak bazılarına kıyamazsın.İşte sen o kıyamadıklarımdansın.
Şimdi tam vakti, ufka bakmanın ve aşka kapılmanın.
Güneş sıyrıldı karanlıklardan, sıcacık bir tebessüm düşürdü içimize. Ruhlar kanatlandı, karamsarlık yıkıldı.
Beklenen ümit, bir güvercin kanadında gelip kondu penceremize
Şimdi tam vakti, dillerden düşmeyen bir şarkıyı mırıldanmanın, her tınısında baharı anlatmanın
Güllere sarılmanın tam vakti, dikenlere aldırmadan.
Güllerin şarkısını söylemenin tam vakti.
Onlar lâyık bu sevgiye, baharı müjdeliyor, yapraklarında ümitli şebnemlerle geliyor, yüreği hüzünlü yiğitlere sesleniyor:
"Üzülmeyin, tasalanmayın
Her gecenin sabahı, her kışın baharı var. Çekilen bunca çile inanıyoruz ki, nurefşan bir baharın müjdecisidir inşaallah."
Şimdi tam vakti, kalemlere sarılmanın; bu anı mısra mısra hece hece yazmanın tam vakti
"Beklenen an geldi, bitti gece", harfler omuz omuza versin, her cümle destanlaşsın kalemlerin ucunda, kâğıtların üzerinde
Asırlardır üç noktayla yarım kalmış cümleler devam etsin ellerimizde, her cümle ilhamını ruhumuzdan alsın.
Şimdi tam vakti, koşmanın; gökkuşağına.
Dünyayı ümidin renkleriyle boyamanın tam vakti. Çocuklara gökkuşağından uçurtmalar yapmanın tam vakti.
Onlar da gülsün, sevinsin; bilsinler gül mevsimini.
Koşmanın tam vakti; güneş doğarken ufuktan, ak atlarla gurbetteki yiğide gülleri sunmanın tam vakti
Zaman şahit olsun bu manzaraya; ışık karanlığı boğuyor
Bu ne lütûf, bu ne ikram ya Rabbî! Bu ikrama; şükür gerek.
Hadi ağlayın! Gözyaşlarınız mahrum kalmasın, mühür gibi düşsün toprağa, toprak da şahit olsun.
Şimdi tam vakti, durduralım saatlerimizi.
Güzel şeyler söylemenin, dünyayı güllerle bezemenin, gül kokusunu doya doya içimize çekmenin, şimdi tam vakti.
Şimdi tam vakti, elleri açmanın semaya, şükretmenin ...
Bir açıklama ekle
Şimdi tam vakti, ufka bakmanın ve aşka kapılmanın.
Güneş sıyrıldı karanlıklardan, sıcacık bir tebessüm düşürdü içimize. Ruhlar kanatlandı, karamsarlık yıkıldı.
Beklenen ümit, bir güvercin kanadında gelip kondu penceremize
Şimdi tam vakti, dillerden düşmeyen bir şarkıyı mırıldanmanın, her tınısında baharı anlatmanın
Güllere sarılmanın tam vakti, dikenlere aldırmadan.
Güllerin şarkısını söylemenin tam vakti.
Onlar lâyık bu sevgiye, baharı müjdeliyor, yapraklarında ümitli şebnemlerle geliyor, yüreği hüzünlü yiğitlere sesleniyor:
"Üzülmeyin, tasalanmayın
Her gecenin sabahı, her kışın baharı var. Çekilen bunca çile inanıyoruz ki, nurefşan bir baharın müjdecisidir inşaallah."
Şimdi tam vakti, kalemlere sarılmanın; bu anı mısra mısra hece hece yazmanın tam vakti
"Beklenen an geldi, bitti gece", harfler omuz omuza versin, her cümle destanlaşsın kalemlerin ucunda, kâğıtların üzerinde
Asırlardır üç noktayla yarım kalmış cümleler devam etsin ellerimizde, her cümle ilhamını ruhumuzdan alsın.
Şimdi tam vakti, koşmanın; gökkuşağına.
Dünyayı ümidin renkleriyle boyamanın tam vakti. Çocuklara gökkuşağından uçurtmalar yapmanın tam vakti.
Onlar da gülsün, sevinsin; bilsinler gül mevsimini.
Koşmanın tam vakti; güneş doğarken ufuktan, ak atlarla gurbetteki yiğide gülleri sunmanın tam vakti
Zaman şahit olsun bu manzaraya; ışık karanlığı boğuyor
Bu ne lütûf, bu ne ikram ya Rabbî! Bu ikrama; şükür gerek.
Hadi ağlayın! Gözyaşlarınız mahrum kalmasın, mühür gibi düşsün toprağa, toprak da şahit olsun.
Şimdi tam vakti, durduralım saatlerimizi.
Güzel şeyler söylemenin, dünyayı güllerle bezemenin, gül kokusunu doya doya içimize çekmenin, şimdi tam vakti.
Şimdi tam vakti, elleri açmanın semaya, şükretmenin ...
Bir gün bir gezginin yolu içinde sadece gül yetişen bir bahçeye varmış. Bahçenin sahibi olan hanımın adı Sevgi eşinin adı İlim`miş. `Bahçeye Saygı` adındaki giysi ile giriliyormuş. Sevgi önde İlim ve Gezgin arkada yürümeye başlamışlar. Her gülün ayrı bir ismi varmış: mutluluk hoşgörü sabır kanaat tevekkül adalet irade şefkat akıl kudret samimiyet tevazu gibi adlandırılmışlar.
İlim bu güzel güllerin yetiştiği özel toprağı kendilerine `Vefa` isimli dostlarının getirdiğini söylemiş. Vefa bu toprakları o nitelikleri taşıyan insanlar göçünce onlardan alıp getiriyor o isimle gülün altına serpiyormuş. Gezgin bu güller arasında aşı yapılıyor mu? Diye merak edince İlim şöyle cevaplamış:
Muhteşem adalet gülüne kudret gülünü aşılamazsak adalet hemen soluyor; kudret gülüne ise adalet`i aşılamazsak toprağında zulüm böcekleri oluşuyor.
Bu aşıların çeliklerini ben hazırlıyorum. Ama aşıyı yapan eşim Sevgi`dir. Eline ilham kalemini alır aşılanacak gülün akıl perdesini aralayıp gönlüne ulaşır ve kader sicimi ile sarar. Eşim Sevgi bazı güllere daha çok özen gösterir. Hoşgörü için o benim beş duyumdur der;. Samimiyet için o benim ahlakımdır der; tevazu için edebimdir der. En çok düşkün olduğu ümit için ise kanımdır der.
Bu bahçenin bir de bekçisi vardır adına felsefe deriz elinde bir asa ile gezer adına senaaa diyor. Bahçeye hırçın sabırsız iddialı gürültülü yaklaşanları bu asa ile sevecen bir şekilde alçakgönüllülükle sükûnete davet eter. Ara sıra bir filozof çıkagelir ve bu bekçiye sevaptan nimet hatadan ibret çıkarması için bir şeyler verir.
Gezgin aldığı bilgilere teşekkür edip insanlığın bu kemal bahçesinden ayrılıp kendi özüne doğru yolculuğa devam eder.
İmdat ki seven unuttu, vefa yine sevgiliye düştü!..
Gel ey, unutma bizi!...
Seni bir seven aşkına sev hepimizi!..
Kararlıyım bu gece, bütün varlığımla seni öveceğim...
Seni sevdiğim gibi...
Aşk
Sevgilim sabahın erkenini seviyor,
ben geceyi ve esmerliğini onun,
o dorukları sevior, korkuyor bundan
ben rüzgarla buluşan tepeyi, tuhaflığı,
ona bir yeşil gülümsüyor,
ben, hayatı delice sevdiysem nasıl,
diyorum, seni de öyle.
O kendi boşluğunda oyalanan günlerde
canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor,
ben göğe bakıyorum geceden,
kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim
diyorum, yanında,
o sabahları eğilip öpüyor denizi.
Çıplağın çıplağımda, rüzgarın dağımda olsun,
esmerliğin gecemde, öyle kal.
"Bulutlara bak, gidiyorlar, hızla" diyorsun,
yağmur bir yalıyor yüzümü,
bir duruyor. Sabahları eğilip yüzüme
öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım.
Su ve rüzgar, dağ ve doruk, sonsuz hepsi,
oysa camdaki sardunya gibi üşür
bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir
bir, çıplağın çıplağımda.
Rüzgarın dağımda olsun esmerliğin gecemde
öyle kal, sana sonsuz sarıldığımda.
Birhan Keskin
üşüyen yalnızca ellerimiz değildi.
ayaza dönmüş çığlıkların vaktinde,
asfalt kokuları karışmışken soluklara,
ve sonrasında erken kırlar düşerken saçlara.
biliyor musunuz;
ben iç çekerken oldu tüm bunlar !!!
Aşk..
Yum gözünü sevgilinin/bu uzun suskunluğa...
Kelamım (Hz) Yunus'un gözaşları gibi esirken neyleyim..
Bir Yunus(Emre) olamadım ki,
ona kalem gibi kesilmiş odunlar sunabileyim..