Yılmaz Güney - Oğluma Hikayeler

Son güncelleme: 20.08.2010 16:10
  • Yılmaz Güney - Oğluma Hikayeler - Yılmaz Güney Hikayeleri - Yılmaz Güney Sözleri - Yılmaz Güney Yazıları



    Küçük çocuk, şeftali çekirdeğini dişiyle kırmak için zorlanıyordu.
    Babası ona dedi ki:
    ''Oğlum!... Şeftali çekirdeğini dişinle kıramazsın!''
    Çocuk, şeftali dişiyle yeniden zorladı. Şeftali çekirdeğinin traktör lastiklerini anımsatan pütürlü sert kabuğu dişlerinin yüzeyini eriterek çıtırdattı... elini acıyan dişine götürdü çocuk. Dişi sallanıyordu.
    ''Oğlum''dedi babası yeniden.''Şeftalinin çekirdeği serttir,yazık edersin dişlerine.''
    Çocuk inat ediyordu. İlle kıracaktı bu sert çekirdeği.Yere koydu ve ayakkabasının topuğuyla üzerine bastırdı.
    Kırılmıyordu çekirdek.
    ''Sen inatçıysan,ben senden daha inatçıyım''dedi çocuk.
    Bu kez bir taş aldı eline;taşla kırmayı denedi. Her vuruşta bir yana fırlıyordu çekirdek.
    ''Şeftali çekirdeği çok serttir oğlum''dedi babası.
    ''O küçük taşla kıramazsın!''
    Çocuk öfkeyle çekirdeği tekmeledi. Çekirdek, tulumbanın yanındaki toprağa düştü. Çocuk öfkeyle bastı üzerine, iyice toprağa gömdü.
    Aradan günler geçti.
    Çocuk şeftali çeirdeğini unutmuştu. Gecekondu mahallesinin çocuklarıyla oynuyordu. Babası çağırdı onu.
    ''Bu ne oğlum?''dedi.
    Çocuk babasının parmağıyla gösterdiği yana baktı. Küçük, iki yeşil yapraklı bir ot gördü.
    ''Ot''dedi.
    ''Ot değil''dedi baba.''Dişlerinle ve taşla kıramadığın şeftali çekirdeğinden çıkan şeftali ağacının fidanı.''
    Çocuk, inatçı sert çekirdeği anımsadı. Dişiyle kıramadığı, taşla kıramadığı, tekmeyle kıramadığı çekirdek fidana dönüşmüştü işte. Bu fidan büyüyecek ve ağaç olacaktı; çiçek açacaktı...şeftali verecekti. Şaşırdı...
    Babası ona dedi ki:
    ''Oğlum...ne zaman, hangi koşullarda olursan ol, dara düştüğünde şeftali çekirdeğini anımsa. Dişinle kıramadın o çekirdeği, taşla kıramadın. Ama uygun toprağa düşen çekirdek, günü gelince o sert kabuğu parçalar, toprağı deler ve yeşerir. Nedir o çekirdeğe bu gücü veren, güzel oğlum?
    Çekirdek, kabuğunu parçalayan gücünü kendi içindeki çelişmelerden alır oğlum.Her şey kendi içinde zıtlarını taşır. Her şey kendi içinde,kendini değiştirecek,
    başkaldıracak özü taşır.''
    Çocuk dikkatle babasını dinliyordu.
    Baba gülerek dedi ki:
    ''Şeftali çekirdeğine inan
    Kendi gücüne güven!...''



    Mecburiyet Çıkmazı

    Babası bir noterde odacıydı. Beş kişilik düş kurar, iki kişilik iş yapardı. Çok düşük bir aylık alırdı. Bu parayla beş nüfusa bakmak zorundaydı. En çok kullandığı söz şuydu:
    Angarya...''
    Bir gün babasına, notere gitti çocuk. Öğle üzereydi. Noter'in oğlu da oradaydı, yemek yiyordu. O da kendisi gibi on yaşlarında bir çocuktu. Fakat öyle bir havası vardı ki, çocuktan çok olgun bir adama benzerdi. Bir çok davranışıyla emekli bir yargıç olan babasını anımsatırdı.
    ''Hilmi efendi''dedi Noter'in oğlu, başını yemekten kaldırmadan.
    ''su getir!..''
    Babası su getirdi.
    ''Buyur''dedi.
    ''Lokmamı yutmadım daha''dedi Noter'in oğlu.
    ''Lokmayı iyice çiğnemeden yutmak sindirime zararlıdır.''
    Lokmasını iyice çiğnedikten sonra,kağıt peçeteyle ağzını sildi.Suyu aldı,yarısını içti.
    ''Bardak temiz değil''dedi.''Bardakları iyi yıka!''
    Babasına tepeden bakması, emirler vermesi zoruna batıyordu çocuğun.
    Elini ve ağzını kağıt peçeteyle sildi.
    ''Toplayabilirsin!..''dedi.
    Babası, çocuğun bıraktığı artıkları topladı.
    Noter'in oğlu, pencere camına konan bir sineği parmağıyla gösterdi.
    ''Hilmi efendi''dedi,''o sineği öldür!..''
    Babası sineği öldürdü.
    Çocuğun yemek yediği masayı sildi,gitti.
    İyice kızmıştı Noter'in oğluna.
    ''Babama neden böyle davranıyorsun?''dedi.
    Noter'in oğlu tek kelimeyle yetindi.
    ''Mecbur!..''
    ''Neden mecburmuş?''
    Yine tek kelime.
    ''Mecbur!..''
    ''Neden?''
    Babası gelmişti. Elinde paspas vardı. Noter'in oğlu ayağa kalktı,dedi ki:
    ''Hilmi efendi paltomu getir...''
    ''Getirme baba''dedi çocuk. ''Kendisi alsın!''
    ''Baban mecbur''dedi Noter'in oğlu.
    Babası cecap vermeden paltoyu getirdi, tuttu.
    Noter'in oğlu büyük bir memur ciddiyetiyle giyindi. Kapıdan çıkarken dedi ki:
    ''Sen pis bir mahalle çocuğusun. Bir daha buraya gelme. Gelirsen babama söylerim.''
    ''Oğluma kızma küçük bey''dedi babası, ezilerek.
    ''Sen onun abisi sayılırsın. Onun kusuruna bakma.''
    ''Oğluna iyi terbiye vermemişsin''dedi Noter'in oğlu.
    Babasının ezikliği dokunuyordu çocuğa. Küçük bir çocuğun karşısında onu büken neydi?
    Noter'in oğlu gitmişti.
    Baba dedi ki.
    ''İyi yapmadın oğlum. Ya Noter bey burda olsaydı!?.''
    ''Niye mecbursun baba?
    Neden?''
    Baba boynunu büktü.
    ''Dediklerini yapmazsam,angaryalarını çekmezsem işten atarlar beni. İşsiz kalınca ne olacak? Aç susuz perişan olacağız. Biz mecburiyete mahkumuz oğlum.''
    ''Başka iş yok mu baba?''
    ''Başka işe girsem ne değişir ki oğlum? Bunlar birbirlerine benzerler. Ha Ali hoca ,ha hoca Ali.
    Bunların sadece adları değişik, dış görünüşleri değişik, içleri aynı.''
    Kalın kızgın bir ses bağırıyordu.
    ''Hilmi efendi!..''
    Baba yirmibeş kuruş verdi oğluna.
    ''Sen eve git oğlum''dedi.
    Çocuk sokakta, içini kaplayan acıyla yürürken''mecbur''olmayanları kalabalıkta seçmeye çalışıyordu...
#20.08.2010 14:53 0 0 0
  • "Her şey kendi içinde zıtlarını taşır. Her şey kendi içinde,kendini değiştirecek,
    başkaldıracak özü taşır."



    Eyvallah heval..
#20.08.2010 16:10 0 0 0