Seni Gördüm Ya Oğul

Son güncelleme: 03.09.2010 20:20
  • Vukuatsız geçen nöbetimin son saatleri Komutan nizamiyeden giriş yapacak, merasim mangasıyla onu bekliyorum.

    Birliğimize yakın yolda, köy minibüsü durdu. İçinden yaşlı karıkoca indi. Nizamiyeye doğru geliyorlardı. Ellerindeki küçük bir valizle, aceleci ve tedirginlerdi. Giyimlerinden yoksul oldukları belliydi. Adamın başındaki altıgen kasketi, birkaç günlük sakallı yüzü, eski bozarmış ceketiyle, bitkin ve yorgun hali hemen göze çarpıyordu. Yanındaki yaşlı teyzenin başı örtülüydü, yerlere kadar uzanan entarisinin üzerine geçirdiği kalın eski bir mantosu giyimini tamamlıyor, yürümekte de bayağı zorlanıyordu.

    Nizamiye bariyerlerine yaklaşınca, görevli askerle konuşmağa başladılar. Asker ziyaretine geldikleri belliydi. Acele yanlarına gittim:

    "Hoş geldiniz amca, hoş geldiniz teyze! Geçin içeri. Komutanı karşılayacağım. Gelmek üzere. Sonra size yardımcı olurum." dedim.

    "Sağ ol, evlat! Oğlumuzu görmeye geldik." dediler.

    "Tamam, içeri buyurun!"

    Komutanın, forsu açık siyah arabası karşıdan göründü. Manga hazır. Bariyer açıldı. Araba durdu. Komutanımız inerken ben yüksek sesle komutumu verdim:

    "Rahat! Hazır ol! Selam dur! Sağa bak!"

    "Merhaba, arkadaşlar!"

    "Sağ ol!"

    "Nasılsınız?"

    "Sağ ol!"

    Komutan, manganın sonuna doğru yürüdü. Merak ettim. Yaşlı amca, manganın sonunda, kasketi elinde, teyze de yanında hazır olda duruyorlardı. Hepimiz şaşırmıştık. Komutanımız onlarla tokalaşırken:

    "Hoş geldiniz!"

    Sesi heyecandan titrek çıkan amca:

    " Hoş bulduk, komutanım!" derken, teyze de komutanın elini tutup kendine doğru çekti, yanaklarından öperken, heyecanla:

    "Seni doğuran ana dert yüzü görmeye! Bu elbise de çok yakışmış. Ne kadar da güzel birisin! Allah uzun ömürler versin, oğul!"

    Sesi yalın ve hayranlık doluydu. Bu değişik durum, komutanın da bizim de çok hoşumuza gitmişti. Komutan, emir subayını ve mangayı görev yerlerine gönderdi. Misafirlerle kameriyede otururken, komutan:

    "Nereden geliyorsun, amca"

    "Uzundu yolumuz, komutan. Varlı Köyü'nden, traktörle Digor Kazası'na, dolmuşla Kars Vilayeti'ne, otobüsle İstanbul'a, tekrar otobüsle Lüleburgaz'a Buraya da dolmuşla geldik. Senin anlayacağın, iki gündür yoldayız." .

    "Yorgunsunuz. Geldiğiniz yer epey uzakmış." Deyince, söze teyze karıştı:

    "Aha şimdi yorgunluğumuz gitti. Sizi gördük, oğlumuzu da göreceğiz ya!"

    Bölüğünden çağırdığımız askerimiz de geldi. Tir, tir titriyor. 'Hoş geldiniz!' bile diyemedi. Hazır olda, put gibi duruyordu. Komutan ayrılırken bana döndü:

    " Tacettin, Ferhat Yüzbaşı'ya söyle, askerimize iki gün izin versin. Misafirhanede yer ayırtın, beraber kalsınlar. Otobüs biletlerini biz alalım. Garnizonu gezsinler, çocuklarının yattığı, yemek yediği yerleri görsünler. Şehiride gezdirin."

    "Baş üstüne, komutanım!"

    Baba ile oğlun, ana ile oğlun, bir sarılıp kucaklaşması vardı ki görmek gerek! Anlatılamıyor.

    "Oğul, kurban olayım! Kilo almışsın. Askerlik sana yaramış."

    "Elbet yarar hanım, orası peygamber ocağı!"

    "Ana, yemeklerimiz çok güzel! Her gün değişik yiyoruz. Baba, o kadar yolu nasıl geldiniz? Onca masraf, onca yorgunluk Değer miydi?"

    " Ne dersin, oğul! Seni görmek, her şeye değer! Yorgunluk geçer. Para yerine gelir. Biliyorsun, bizler yaşlı ve hastayız. Dünya gözüyle bir kere daha görelim, dedik."

    "Sağ ol, babam! Sağ ol, anam! Kurban olurum size! Bakın, ben çok iyiyim."

    Sevgi orada gözle görülüyor, elle tutuluyordu. Oğullarının ellerini tutan ana baba, her fırsatta ona sarılıyor, durmadan öpüyorlardı.

    Yanında getirdikleri çöreklerden, bazlamalardan ve çökelekten ikram ettiler. Komutana da gönderdim. İçim dolu dolu, oradan ayrıldığımda, üçü de birbirlerine sokulmuş, cıvıl, cıvıl konuşuyorlardı.

    İki gün beraber oldular. Şehrin her yerini gezdiler. Çok mutluydular. Otogardan yolcu ederken, vedalaşıp ellerini öptüm. Baba oğluna sarıldı. İki onluk verdi. Oğlu almak istemedi:

    "Baba, burada her şey var. Paraya ihtiyacım yok. Size daha çok lazım olur. Ben sigara içmiyorum. Para ile alacağım bir şey yok." dediyse de babası ısrar etti:

    "Al, oğlum! Yanında bulunsun, lazım olur."

    Zorla eline tutuşturulan paralarla anasına sarıldı, onları anasının eline gizlice sıkıştırıp, hızla uzaklaştı. Otobüs, otogarı terk ederken gözlerimiz nemlenmişti. Uzaklaşana kadar el salladık. Askerimi tugaya bırakıncaya kadar hiç konuşamadım.

    Aradan yedi ay geçti. Bir gün Ferhat Yüzbaşı'yla beni komutan çağırdı. Gittik:

    "Bizi emretmişsiniz, komutanım!"

    "Biliyorsunuz, olağanüstü hal bölgesinde bizim askerlerimiz var. İkiniz Kars'ın Digor İlçesi Varlı köyüne görevli gideceksiniz. Hazırlığınızı yapın. Çukurca'da şehit düşen bizim tugayın askeri Musa oğlu Yusuf köyüne defnedilecek. Cenazesinde hepimizi temsil edeceksiniz."

    "Baş üstüne, komutanım!"

    "Tacettin, hatırlıyor musun? Bir sabah, babasıyla anasıyla beni karşılamıştınız." Diyen komutanda çok üzgündü.

    Boğuldum! Nutkum tutuldu! Gözlerimin önüne anası, babası ve Yusuf belirdi. Ana ile babanın çocuklarına sarılıp öperkenki hallerini yeniden yaşadım. Yaşlı babanın:

    "Seni gördüm ya oğul, başka bir şey istemem!" sözü kulağımda çınlıyordu."

    Yolumuz uzundu. Ferhat Yüzbaşı'yla yan yana oturduğumuz halde yolculuk boyunca pek konuşmadık. İkimiz de çok üzgün ve perişandık. İçimden, yıllar önce söylenen bir yemen türküsünü mırıldanıyordum:

    "Yemen yolu çamurdandır
    .Karavanam bakırdandır
    .Zenginimiz torpil bulur
    .Şehidimiz fakırdandır."

    ***
    Tacettin Yıldırım
#03.09.2010 20:20 0 0 0