Antolojinin Öyküsü - Erol Balcı - Antolojinin Öyküsü Hikayesi - Hikayeler
Bir güz mevsiminde tanıştım antolojiyle... Hava koyu karanlık, bulutlar öfkeli ve duygularım uçarıydı...
Kaç insan tanıdınız, kaç limana demir attınız burada... Ve kaç insanın gizli dünyalarında yolculuk yaptınız... Hiç düşündünüz mü...
Kimi gerçekler yalan, kimi yalanlar gerçek olmadı mı zamanla... Ve zaman, gerçeklerin girdabında kaybolmadı mı sizce...
Perdeyi araladım usulca... Gözlerim bulutlardaydı... Bir süre seyrettim etrafı... Sanki gökyüzü de kararsız, öfkeli ve uçarıydı benim gibi... Duygularım gözlerimde yol bulmakta zorlanıyordu... Gökte de yağmur tanecikleri...
Biliyorum elbet; her insan keşfedilmeyi bekleyen bir dünyadır... Böyle anlarda, hangi bilinmezlere uzanabilir ve kaç parçaya bölünebilir ki insan... Her yürek bir evren... Ve yeter mi bir ömür, soluksuz kalmaz mı bu beden...
Gerçekler; ektikçe yaralarımıza tuz biber, siz de sığınmadınız mı anlara... Ve lime lime olmadı mı yaralarınız... Kanamadı mı duygularınız sizce...
Bir sevgiliyi sever gibi seviyordum yağmuru... Yağarsa yağmur, sığınacak bir dalda da bulabilirdim elbet... Ama istemiyordum ki saklanmayı. Ve hangi dal gözyaşlarımı saklayabilirdi ki... Çıktım dışarıya usulca... Özlemiştim toprağın yağmur sonrası kokusunu da...
Hiç düşündünüz mü... Gecenin en sessiz anlarında... Bir gündüz vakti, ya da bir alacakaranlık zaman dilimi de olabilir... Hangi duygularla sokulur ki insan pc başına... Bir yazı, bir şiir yazmıştır da ona gelen eleştirilere ve yorumlara bakmak için midir sizce... Yoksa, gece bilinmez limanlara mı çağırır insanı... Bilinmez bir sesin peşinde mi gider yoksa insan... Ya da tüm bunların dışında bir şey midir aranan...
Bir süre yürüdüm öylece... Gökyüzü de anlamış olmalıydı, duymuştu sesimi işte... Dışarıda yağmur başlamıştı... İnsanlar sağa sola kaçıyor... Duygularım salınıyor, yağmur yağıyor ve ben yağıyordum... Gözyaşlarımız buluşuyordu işte... İçimin yağmuruna gökten süzülen yağmurlar eşlik ediyor, yüreğim bir kirman misali dönüyor; dönüyordu... Oturmuştum yere... Üzerimin batmasına aldırmadı bile...
Aslında yaşam ne kadar da tek düze değil mi... ne kadar da küçük yarıçaplarımız... Bir çemberin içinde, dönme dolap misali dolanıp duruyoruz... Çıkmak istiyoruz aslında düze... Ama sınırlara çarpıyor kafamız ve çoğu zaman da kırılıyor kolumuz kanadımız... Ah o sınırlar... Ve sözcükler; iyi ki de sizler varsınız...
Duygularım siyah beyazdı şimdi... Dizlerimi yukarıya çekip, başımı aldım ellerimin arasına... Islandım... Avuçlarımla topladım yağmuru bir bir... Yüreğime taşıdım taneleri... Kokladım; yağmur kokar mı sizce... Ve sonra yüzükoyun uzandım yere... Bir dosta sarılır gibi sarılıp, kaldık öylece...
Denizin dev dalgaları arasında, ya da sakin sularda uzaklaşıp giden bir geminin ardından bakakalır ya insan... Mavi sular tüm güzellikleriyle çeker ya insanı... Ve gitmek cesarettir ya hani... Ayaklarımız geri geri çekerken bedenimizi, yüreklerimiz atılır ya ileri... Ve bilinmez dağların ardından, bir ses çağırır ya bizleri... İşte o zaman bineriz sözcüklerin kanatlarına... Ve o an içi boşaltılmış bir beden kalmaz mı geriye...
Herkesin bir dünyası var ve herkes bir dünya sonuçta değil mi... Kimi güzel olan dünyasına yeni renkler katma, kimisi de gündelik yaşamın girdabından kurtulma peşinde... Bir giz perdesinin altında hapsediliyor insanlık... Ve anlık zaman dilimlerinde tutsaklık... Kişilikler karışmış birbirine... Doğrular ve yanlışlar karışıyor zamanla... Tek yüzlü, ikiyüzlü ve çok yüzlü bir edebiyatımız gelişiyor bizim de...
Tüm renkler karışıyor birbirine... Ortak payda edebiyat elbet... Bu perdede buluşuyor insanlar... Hiç bilmeden, tanımadan birbirlerini... Kırgınlıklar, öfkeler de oluyor... İnsanlığa yakışmayan düzeysizlikler de... Ya emeğe saygısızlığa ne demeli... Ama güzel insanlar da var... Ah o güzel insanlar...
Kaçıyordum aslında her şeyden... Yağmur dinmiş yerini bırakmıştı rüzgâra... Kalktım ayağa... Akşam da olmak üzereydi... Gitmeyecektim eve... Kendimi rüzgârın kanatlarına bırakacaktım... Hangi limanda dinecekti bu rüzgâr ve nereye gidecektim bilmiyordum... Demek sığınacak bir liman arıyordum kendime... Yeni ülkeler ve yenidünyalar keşfetmeliydim... Yolculuğumun öyküsü böyle başladı işte...
Kimi zaman fırtınalara yoldaşlık etti duygularım... Bir rüzgârın terkine binerek kaçıp gittim bazan... Koştum yitip giden sevgilinin ardından, soluksuz kaldım... Kâh sözcüklerden şatolar yaptım, sığındım kollarına, saklandım... Yanık türkülerde buluştum ve yandım... Ve yazdım... Ve yazdılar... Neden yazmak ister, bunca acılı, sancılı yolculuklara neden çıkmak ister ki insan...
Tüm renklerin içinde çiçekler gibi açan, güneş gibi ışıklar saçan insanlar da var... Arkadaşlıklar, dostluklar kurdum onlarla... Tanımadım çoklarının yüzlerini inanın... İnsan nefeslerini hissettim yüreğimde işte... Dokunuşlarına, gözlerindeki sevgilere tanıklık ettiğim anlar da oldu... Kimi zaman gözyaşları karıştı gözlerime... Kahkahalarda buluştuk bazan... Bir şarkı, bir şiirin mısralarına ortak oldu duygularımız... Gece gündüz demedik, yaslandık birbirimize...
Kimi zaman ellerimiz dostça sardı bedenlerimizi... Ve kimi zaman da rüzgârda dalgalanan saçlarımızı okşadık birlikte... Kıvrımlarda yitip gittik bazen... Karşılıklı bir sıcak çayı ya da kahveyi yudumladık kilometrelerce uzaktan... Çağırdılar gittim, çağırdım geldiler yürekten... Yazdık, yazdılar ve kocaman mutluluklar yaşadık içten...
Kimi zaman gökyüzünü boyadım... Renk renk ve desen desen çizdim bulutları... bazan bir yağmurun tanelerine gizlendim, aktım yeryüzüne... Kucaklaştım toprakla... Ve kaç kez hasretle sarıldık birbirimize... Ve kaç kez gömdüm yüzümü toprağa sizce.
Ortak payda insan dedik çoğu zaman... Keskin kılıçlar üzerinde koştuk soluksuzca... Sırat köprüsünün üzerinde gezdiğimiz anlar da oldu... Ötekiler demedik kuşkusuz, ötekileşmeden... Açtık gönül kapılarımızı sonuna kadar... İnsan değişip dönüşebilir dedik... Rengin, görüşlerin de önemi var elbet... İdeolojilerin de ortak paydaları olmalı... Kendini silen, tek pencereden hayata bakanları gördük elbet... Durdukları yerde onurluca duranları da... Kazanç bildik onları... Nerde duruyorsa insan, onurluca durmalı dedik... Onursuzluk kaybımızdır; bunu böyle bildik...
Döndük dolaştık ve indik yeryüzüne... Umutlarımız oldu elbet hiç gerçekleşmeyen... Bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda yürekler kaldı geriye... Hayat her yerde hayattı işte... Antolojide bile... Güzel insanlara... Herkese... Saygılarımla...