Kamu Bimar Ne Demek - Gazel İncelemesi

Son güncelleme: 10.10.2010 10:54
  • Kamu Bimar Nedir - Kamu Bimar - Kamu Bimar Hakkında - Fuzuli Gazel inceleme - Gazel inceleme Nedir - Candan Usandirdi Gazel


    Gazel üzerine söyleyecek elbette çok şey var. Metnin bütününden herhangi bir parçasına, redifinden vurgusuna dikkat çekici unsurların bolluğunu görüyoruz.

    Gazelin şekil ve yapı özelliklerine bakarsak musammat olarak yazılmış bu gazel, beyitlerdeki iç uyaklarının bulunduğu yerden dörtlüğe dönüştürüldüğünde uyak şeması abcb, dddb, eeeb , fffb, gggb, hhhb, ıııb oluyor. Kafiyeden bahsetmişken aynı konudan devam edelim. -maz mı yapısı gazelde redif, -an ekinin de tam uyak görevinde olduğunu görüyoruz.

    Bu gazel, mefa'îlün/ mefa'îlün/ mefa'îlün/ mefa'îlün aruz kalıbıyla yazılmış olup nazım birimi de beyittir.

    İçeriğe geçmeden önce değinilmesi gereken son şey de Fuzuli'nin gazeldeki ses kullanımı ile ilgili. Gazelde 78 ince vokale karşılık 121 kalın vokal görülmektedir. Divan edebiyatında şairlerin anlatılan konuya göre seslerin seçildiğini biliyoruz. Burada da aynı şeylere rastlıyoruz. Bir aşığın ağlamasının, yakarmasının, sitemkar haykırışlarının ince seslerle değil, kalın seslerle olması daha makuldur. Nitekim Fuzuli de böyle düşünmüş olacak ki vokallerin sayısı bakımından bariz bir fark oluşturmuş.

    Şiirin dış özelliklerinden, yapısından bahsettikten sonra anlamına ve dizelerde anlatılan konulara değinelim.

    Öncelikle gazelimizde divan edebiyatında "sen-ben-o" teması olarak da bilinen "aşık-maşuk-rakib" üçlemesi işlenmiş. Hatta gazele bakarak rakib değil, rakiblerin olduğunu da söyleyebiliriz

    Nitekim ilk beyitte de Fuzuli "beni candan usandırdı, cefadan yar usanmaz mı" diyerek gazeline de sitemiyle başlıyor. Sevdiğinin kendisine çok fazla acı çektirdiğini, bu acı nedeniyle artık elindeki tek karşılık, tek cevabı olan canından vazgeçtiğini söylüyor. Aynı beyitin devamında söylenilenler ile çok daha çarpıcı: " Ahımdan felekler yandı, muradımın mumu yanmaz mı " . Öncelikle bu dizede sorulan sorulardan dolayı, istifham sanatının yapıldığını söyleyebiliriz.

    Bu dizede ah ile çıkan ateşin feleği yakması önemli bir ifadedir. Keza zaten "ah" kelimesinin orijinal yazılışı da mumu, mumluğu ve ateşini çağrıştırmaktadır.

    Aynı şekilde "felek" kelimesi de şiir için önemli bir şifre olarak yorumlanabilir. Batlamyus'un İslam kozmogonisi ile ilgili yazdığı eserinde feleğin 9 kattan oluştuğu. İsa'nın da göğe yükseltilmesi olayında 4. feleğe kadar yükselebildiğini çünkü üzerinde dünya malı olan bir toplu iğne olduğunu kaydeder.

    Buna ek olarak, felek konusunda diğer bir görüş ise 7 felek, 7 yıldız kavramıdır. Yedi gezegenin yer aldığı yedi felek dünyanın etrafında döner. Her bir felekte sırası ile Ay, Utarid, Zühre, Şems, Mirrih, Müşterî, Zühal yıldızları bulunmaktadır.[1]

    Felek ile son olarak kaydedebileceğimiz şey ise sözü geçen yıldızların insanların hareketlerine olan etkisinden dolayı, şairlerin en çok yakındığı merci olmasıdır. Kadere isyan edemeyen divan şairleri tüm sözlerini feleğe yöneltmişlerdir.

    Tüm bu cefanın, eziyetin nedenini Fuzuli bize ikinci beyitte söylüyor:" kamu hastalarına dertlerin devasını ihsan eden sevgili bana niye derman vermez, beni hasta sanmaz mı" . Tüm bu dertlerin, tüm bu cefaların nedeninin sevgilinin kendi aşkına inanmaması olduğunu görüyoruz. Çünkü sevgili kendisine inansaydı kendine cefa etmeyecekti, ah etmesine gerek kalmayacaktı, ahlar felekleri yakmayacaktı. Tüm bunların yerine duaları kabul olmuş, muradının mumu yanmış olacaktı.

    Divan edebiyatında bimar mazmununun kullanım kapsamı çok geniştir. Aşık hasta ise maşuk için Lokman Hekim'e telmihte bulunulur. Hasta olma durumu aşık ile maşuk arasında bir buluşma nedeni de olabilir. Bimar olmanın sebebi önceden vücuttaki dört sıvı arasındaki dengenin bozulması olarak gösteriliyordu. Bu dört sıvı, göz yaşı, kan, safra ve balgam idi. Göz yaşını tetikleyen şey ise kalbin tam ortasındaki kara nokta olan süveydadır. Aşık kendisine kayıtsız kalındıkça, aşkına karşılık bulamadıkça ağlamakta, artan göz yaşı da kendisini hasta etmekteydi.

    Kamu bimarı ifadesi ile sevgiliye ilgi duyanlar anlatılır. Bu şiirde topluluk adı kullanıldığından dolayı rakibin tek olmadığını görüyoruz. Sevgili hayranlık duyulan birisidir ve ona çok kişinin ilgi duyması da böyle açıklanabilir.

    Aşık ile rakib arasındaki çekişme divan edebiyatının tüm dönemlerinde görülür. Şair bazen rakib kelimesini tersten yazar. Başı aşağı gelsin diye. Ona söylemediğini bırakmaz. Çünkü aşık ile maşuğun arasındaki en önemli engeldir. Aşık ile maşuğun ayrılması da hoş karşılanmadığı için ve hatta şair de daima aşığın tarafında yer aldığı için rakib kötü, yalancı, iftiracı, zahid kişiler olarak tanıtılır.

    Rakible ilgili bu düşüncelerden sonra görüntü bir anda değişir, karanlık ortaya çıkar ve feryatlar yükselir. Üçüncü dizede Fuzuli "ayrılık gecesi canım yanar, ağlayan gözlerim kan döker, feryatlarım halkı uyandırır da kara bahtım uyanmaz mı" diyerek bu tabloyu netleştirir.

    Üçüncü beyit imgeler ve mazmunlar açısından zengin bir beyittir. Tasavvufi öğeleri de içinde barındırır. Bu öğeleri daha sonra ele alacağım. Bunun dışında gözün ağlamaktan artık kan döker hale gelmesi önemlidir. Çünkü aşık ağlama, sitem etme, ah etme aşamalarından geçip gözlerinden kan dökme aşamasına gelmiştir.

    Öte yandan maşukların genel tasvirine bakarsak onların esmer, gamzeli, gül goncası gibi dudağı olan, kaşın ok gibi göründüğü bir sevgili buluruz. Burada Fuzuli, aşığın ile maşuğun yanakların kırmızılığını belirtiyor. Bir çeşit eşitleme yoluna gidiyor. Aşık gözünden yaş döküldüğü için yanakları kandan kızarmış, maşuğun ise gamzesi olduğundan o bölgedeki kanın yüzeye daha yakın olmasıyla ikisinin de yanaklarındaki renk eşliğini görebiliriz.

    Aşık derdinden o kadar muzdarib ki artık feryatları figanları halkı uyandırır olmuş. Ancak bu feryatların hiçbiri kara bahtını değiştirmeye, iyiye çevirmeye yetmemiş. Bu arada Fuzuli'nin platonik aşktan zaten memnun olduğunu da kaydedelim. Zira kendisi başka bir eserinde "Aşk derdine derman arayan derman bulamasın" diyerek aşk anlayışını açık biçimde ortaya koymuştur.

    "Yanağının gülüne karşı gözümden kanlı yaşlı yaşlar akar, sevgilim gülün bahşıdır, bu akarsular bulanmaz mı" diyerek dördüncü beyitinde de hem sorularına devam ediyor, hem de az önce verdiğimiz maşuk tipine uygun olarak yanağını güle, yani kırmızılığına dikkati çekiyor.

    Bir yandan da akarsuların bulanmasını da kışın yağan karın baharda eriyerek dereye, nehire karışmasıyla suların bulandığından yola çıkarak gözünden akan kanların göz yaşlarını bulandırdığını belirtiyor.

    Beşinci beyitte "Ben gamımı gizli tutardım, bana derdini yara aç dediler. O vefasıza desem bilmem ki inanır mı inanmaz mı" ifadesiyle ikinci beyite tekrar gönderme yapıyor. Orada da kendisini bimar olarak görmeyen maşuğun bu beyitte de kendi söylediklerine inanacağından kuşkulu görünüyor.

    Sevgilinin kuşkulu olması daha da ıztırap çektireceğinin habercisidir. Çünkü aşığın sevgisinden emin değil, aşığı sınıyor ve büyük ihtimalle kendisine karşılık vermeyecek. Karşılıksız aşk da bu yüzden bu kadar acı ve ızdırap vericidir. Fuzuli içinse bu acının ayrı bir önemi ve güzelliği vardır.

    Sevgili kuşkulu ki, aşığına ilgi göstermiyor, vefa göstermiyor. Kendisiyle ilgili olduğu ve hatta aşığının varlığından bile haberi yok. Bu da durumu elbette biraz da zorlaştırıyor.

    "Ben sana meyilli değildim, sen aklımı yok ettin, bana söven gafiller seni görse sövdüklerinden dolayı utanmaz mı" ifadesi ile doğrudan Yusuf ve Züleyha kıssasına telmih yapılıyor.

    O kıssada da Züleyha kendi çalışanı ve kölesi olan Yusuf'a aşıktır. Züleyha'nın çevresindekiler de bir köleye aşık olduğu için Züleyha'yı eleştirirler. Bir gün Züleyha aşkının büyüklüğünü ve Yusuf'un güzelliğini kanıtlamak için onu eleştiren bayanları davet eder. Hepsine birer bıçak ve portakal verir. Misafirler portakalları soyarken Yusuf'un içeri alınmasını ister. Yusuf' u gören misafirler onun güzelliği karşısında şaşkınlıktan hepsi bıçakla ellerini keserler. O zaman anlarlar ki Züleyha Yusuf'a aşık olmakta haklıdır. Bu güzellik karşısında kayıtsız kalmak mümkün değildir.

    Ayrıca üzerinde durduğumuz altıncı beyitin ilk dizesinde şairin "ben sana meyilli değildim, sen aklımı yok ettin (aklımı başımdan aldın)" demesiyle aşığın maşuğunun güzelliğini görmesiyle aklının başından gittiğini, ondan sonra maşuğuna meylettiğini belirtiyor.

    Gazelin son beyiti olan makta beyitinde ise " Fuzuli çılgın bir rinddir, halka da rüsvadır. Sorun bu ne sevdadır, bu sevdadan usanmaz mı" diyerek sevdasının aklını başından aldığını, bu uğurda halka rezil olduğunu belirtiyor.

    Ama daha çarpıcı bir şey var ki, Fuzuli, aşığı "aşkından çıldırmış bir rind" olarak tanımlıyor. Daha önceki beyitte de aynı konuya değinmişti şair. Ancak yeni bir şey ekliyor. O da aşığın rind olmasıdır. Bilinir ki maşuğun çevresinde daima bir rind ve zahid kavgası vardır. Rind ve zahidler bir çekişme halindedir. Şairler de bu çekişmenin istisnasız olarak rind tarafını tutarlar. O yüzden zahidlerle dalga geçerler, onları küçük düşürürler.

    Divan şiirinde aşık rind, rakip zahiddir. Ortada bir maşuk olduğundan zaten rekabet içindedirler. Ancak rekabettin dallanıp budaklanması içinde bulunulan durumu iyice acımasızlaştırır.

    Son dizede ise aşığın aşkından rezil olmasına karşılık bu aşkın ne kadar büyük olduğunu söylüyor ve bu aşktan usanmaz mı diyerek soruyor.

    Fuzuli'nin bu gazeli mecaz aşktan ilahi aşka uzanan bir köprü gibidir. İçinde hem tasavvufi öğeler bulundurur hem de mecazi aşkı anlatır. Bu zamana kadar ele aldığımız bakış açısı, mecaz aşk üzerineydi. Ancak şiirin belirli noktalarda tasavvufi bir bakış açısıyla da yorumlanması gereklidir.

    Örneğin "şeb-i hicran" olarak söylenilen ayrılık gecesi ifadesi bizi doğrudan bezm-i elest'e götürür. Burada Elest bezminde toplanan ruhlara "Ben Tanrınız değil miyim?" diye sormuş, karşılığında "Evet, sen bizim Tanrımızsın" yanıtını almıştır. Bu olaya Kalu Bela da denmektedir. Bu ruhların kavlleşmesi yani yeminleşmesi olarak da bilinir. Elest bezminden sonra herkes Tanrının varlığını, birliğini bilmiş ve cevaplarıyla sözlerini bozmayacaklarını söylemişlerdir. Oradaki coşkun ruh haline karşılık dünyaya inince buranın karanlık olduğunu, gerçek aşkı olan tanrıdan ayrı uzakta olan şaire hayat ayrılık gecesi olarak görünmektedir.

    Yine beşinci beyitteki fas-ı gül ifadesi ile de peygambere telmih vardır. Çünkü peygamberimiz Hz.Muhammed(S.A.V.) 'in sembolü de güldür. Burada şair peygamberine olan sevgisini ve bağlılığını göstermektedir.

    Aynı şekilde altıncı beyitte de Yusuf kıssasına telmihi açıklamıştım.

    Yine son beyitte şairin bir rind olması da Allah'a korku ve çıkarla bağlı değil, sevgiyle, aşkla bağlı olduğunu gösterir.

    Görüldüğü üzere, Fuzuli'nin bu gazeli hem estetik güzelliklerle doludur hem de geniş bir anlatım yelpazesine sahiptir. Çokça mazmunun böylesine şifre misali kullanılması çok önemlidir.



    GAZEL-FUZULÎ




    Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı

    Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı


    Kamu bîmârına cânân devâ-yi derd ider ihsân

    Niçin kılmaz mana dermân meni bîmâr[ı] sanmaz mı


    Gamım pinhân dutardum ben dediler yâre kıl rûşen

    Desem ol bî-vefâ bilmen inanur mı inanmaz mı



    Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım

    Uyayır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı


    Gül-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su

    Habîbüm fasl-ı güldür bu akarsular bulanmaz mı


    Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil

    Mana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı


    Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır

    Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

    FUZÛLÎ

    Mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün

    Ölçünün bulunması hakkında ayrıntılı bilgi için ARUZ ÖLÇÜSÜ'ne bakınız.

    Kelimeler

    atıf: Yöneltme, çevirme; ilişkili bulma.

    bîmâr: Hasta.

    bî-vefâ: Vefasız, sözünde durmayan. "bî-" Farsça bir ön ektir. Başına geldiği kelimenin anlamını olumsuz yapar.

    cânân: Sevgili.

    cefâ: Eziyet.

    çeşm-i giryân: Ağlayan göz.

    devâ: Derman, çare.

    efgân: Feryat, figan, çığlık.

    fasl-ı gül: Gül mevsimi, ilk bahar.

    felek: Gök yüzü. Edebiyatta felek daha çok şikâyet yerine kullanılır. Divan şairleri tarafından daha çok yükseklik, yücelik, genişlik, sonsuzluk ve parlaklık gibi özellikleriyle anılmıştır. Âşığın çektiği acı ve ızdıraplardan dolayı ettiği âh ve figanlar de felekler kadar sonsuzdur. Felek ihtiyarlığı, dönekliği, kimseye yâr olmaması, kahpeliği gibi özelikleriyle şikâyetlere sebep olur.

    gâfil: Herhangi bir konuda haberi ve bilgisi olmayan.

    gam: Keder, üzüntü.

    giryân: Ağlayan.

    görgeç: Görünce, gördüğünde.

    habîb: Sevgili.

    hemîşe: Sürekli, her zaman.

    hicrân: Ayrılık.

    ihsân: Bağış, yardım.

    kamu: Bütün, hep, tamam.

    mâil: Meyletmiş, gönül vermiş.

    murâd: İstek, arzu.

    pinhân: Gizli.

    rind: Dünya işlerine önem vermeyen kişi, kalender.

    ruhsâr: Yanak.

    rûşen kılmak: Açıklamak, aydınlatmak, anlatmak.

    rüsvâ: Rezil.

    şeb: Gece.

    şeb-i hicrân: Ayrılık gecesi.

    şem': Mum.

    şeydâ: Çılgın, deli, şaşkın.

    ta'n eylemek: Ayıplamak.

    zâil etmek: Sona erdirmek, ortadan kaldırmak.



    Metin Üzerinde Araştırmalar

    1- Şiirin teması nedir?

    Şiirin teması, sevgiliye olan aşk ve ona kavuşamamanın verdiği acıdır.

    2- Şiirde âşık ve sevgili tiplerinin hangi özelliklerinden söz edilmektedir?

    Şiirde anlatılan sevgili, klâsik Türk edebiyatındaki sevgili tiplemesi ile uygunluk göstermektedir. Âşık canından usandığı hâlde sevgili eziyet etmekten vazgeçmez. Sevgili bütün hastaların dertlerine çare bulur, ama âşığın derdiyle ilgilenmez, âşık da ona duyduğu sevgiyi gizlemektedir; çünkü açığa vurduğu zaman sevgilinin ona inanacağından emin değildir. Ayrılık gecesinde sabaha kadar kanlı göz yaşı döker, feryat eder. Yine de kara bahtı uyanmaz. Sevgilinin güzelliği onun aklını başından almıştır. Durumu bilmeyip de bu yüzden âşığı ayıplayanlar, sevgilinin güzelliğini gördüklerinde mahcup olacaklardır.

    3- "Felekler yandı âhımdan" sözünden ne anlıyorsunuz?

    Şair sevgilinin kendisine çektirdiği cefa yüzünden ah çekmekte ve yüreği yanmaktadır. Ah çekerken yanmış yüreğinden çıkan ah ateşi gökleri yakmaktadır. Burada mübalağa sanatından söz edilebilir. Şairin asıl anlatmak istediği ah sesinin göklere kadar ulaştığı ve oraları dahi yaktığı, ama muradının mumunun yanmadığı yani sevgilisinin onun sevgisini görmezlikten geldiğidir.
    Burada murat mumunun yanması toplumdaki bir geleneği hatırlatır. Bir isteği olanlar evliya türbelerine veya efsaneleşmiş ağaç vb. yerlerde adak adar. Kişinin dileği gerçekleşince oraya mum yakar. Aslında batıl inanç olan bu gelenek az da olsa halk arasında yaşamaktadır. Burada bu geleneğe de atıf vardır.
    4- Sevgili kimlere ilgi gösteriyor? Âşığa nasıl davranıyor?

    Sevgili kendisine âşık olan herkesle konuşarak onlara ilgi gösteriyor. Dolayısıyla onunla konuşma isteğinde olan âşıklarının derdine derman oluyor. Burada âşık sevgiliyi başkalarından kıskanmaktadır. Hasta kelimesini mecazi olarak âşık anlamında kullanıyor. Sevgilinin konuştuğu insanlar onun akrabaları da olabilir. Şair onu kıskandığı için onları âşıkları zannedebilir. Fakat sevgilinin âşığa yüz vermemesi onunla hiç ilgilenmemesi buna sebep olmaktadır.

    5- Âşık sevgiliden neyi gizliyor, kimler ne tavsiye ediyor?

    Âşık sevgiliye duyduğu aşk yüzünden çektiği acıyı sevgilisine açıklamaktan çekiniyor. Arkadaşları ona karşı duyduğu sevgiyi açıklamasını tavsiye ediyorlar. Âşığın çekinmesinin sebebi sevgilinin kendisine inanmayabileceği endişesidir. Eski toplumların kapalı oluşu, insanların karşı cinse duygularını günümüzdeki kadar açıkça söyleme imkânı bulamamaları, âşığın içe dönük bir karaktere sahip oluşu da etkili olabilir.

    6- Âşığın sevgiliye olan bağlılığı çevresi tarafından nasıl karşılanıyor?

    Sevgili çok güzel olduğu için, onu görür görmez âşık olan şair zamanla aklıyla değil hisleriyle hareket ediyor. Yani hareketlerini kontrol edemiyor. Bu sebeple çevresindekiler onu ayıplıyor ve herkesin diline düşüyor. Çevresindekiler, bir kadın için bu kadar gözyaşı dökmesini, feryat etmesini doğru bulmuyorlar. Ama o bu sevdadan memnun olduğunu ve usanmadığını belirtiyor.

    Fuzûlî âşık olmayı ve aşk derdini çekmeyi, sevgiliye kavuşmaya tercih eder. Çünkü bu mecazi aşk onu olgunlaştıracak ve hakiki aşka yükselmesini sağlayacaktır. Oysa sevgiliye kavuşması onu bu ruh olgunluğuna kavuşmaktan mahrum edecektir. O sevgilinin aşkıyla ıstırap çekmekten, acıyla yoğrulmaktan ve acılarını terennüm etmekten memnundur. Bunu bir başka beytinde şöyle dile getirir:

    "Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
    Kılma derman kim helakim, zehr-i dermânındadır."
    (Aşk derdiyle hoşnudum, ey doktor! Bana ilaç verme ki benim helâk olmam senin derman olsun diye vereceğin zehrindedir).

    7- Âşık, sevgilinin gül yanağına karşı kanlı göz yaşı dökmesinin sebebini nasıl açıklıyor?

    Âşık sevgilinin kendisine çektirdiği acı yüzünden çok ağlıyor ve artık göz yaşları bulanık yani kanlı akmaya başlıyor. Çok ağlayan insan için "gözleri kan çanağına döndü" denildiğini hatırlarsak sevginin derecesine göre buradaki anlatımın gerçek olabileceğini düşünürüz. Şair kanlı göz yaşlarını ilk baharda bulanık akan sulara benzetiyor. Fakat gözlerinden akan yaşların kanlı olmasının bilinen sebebi dışında gül mevsiminde bulanık akan sular gibi kendi gözyaşlarının da sevgilinin gül yanağının sebebiyle kanlı aktığını anlatıyor. Bir olayı bilinen sebebin dışında daha güzel bir sebebe bağlama sanatını hüsn-i talil denir. Bu beyitte şair sevgilinin yanağını güzelliği ve kırmızılığı sebebiyle güle benzetiyor. Burada gözyaşının kanlı olmasında sevgilinin gül yanağının kırmızı renginin gözyaşı damlacıklarına aksetmiş olduğu düşüncesi de gizlidir.

    Şair, şiirin bütününde düşüncelerini, anlatımı etkili kılmak için soru sorarak ifade ediyor. Edebiyatta bu sanata istifham (soru sorma) sanatı denir. Bu sanatta okuyucunun sorulan soruya farklı cevap verme ihtimali yoktur, yani soruda cevabı verilmiştir. Fakat cevabını okuyucu verince şairin savunduğu düşünceyi kendi düşüncesi zannederek, buna katılma ihtimali artar.

    8- Beşinci beyitte yer alan "akar su" kelimeleri arasında nasıl bir anlam ilişkisi vardır?

    Beşinci beyitte olan ahar su kelimelerinin yazılışları aynı anlamları ayrı olduğu için bunlar arasında cinas sanatı söz konusudur. Birinci mısrada suların akacağını söylüyor. İkinci mısrada ise "akarsu" anlamında kullanıyor.

    9- Bu gazelde hangi edebî sanatlar yapılmıştır?

    Birinci beyitte "Felekler yandı ahımdan.." derken ahının ateşiyle göklerin tutuştuğunu söylüyor. Bu gerçekte mümkün olamayacağı için mübalağa sanatı olarak nitelendirilebilir.

    İkinci beyitte bimar (hasta), derd, derman, deva kelimeleri anlamca birbirine uygun kelimelerdir. Dolayısıyla bu beyitte tenasüp sanatı vardır. Şair, "Niçün kılmaz mana derman.." derken, cevabını bildiği bir konuyu bilmez göründüğü için tecahül-i arif; ayrıca bimar kelimesi hasta anlamı yanında "aşk derdine düşen" anlamında kullandığı için mecaz sanatı yapmıştır.

    Üçüncü beyitte pinhan tut- (gizlemek); ruşen kıl- (açıklamak) kelimeleri arasında tezat sanatı vardır.

    Dördüncü beyitte çeşm, giryan, efgan, dökmek arasında ve çeşm, şeb, uyandırmak arasında tenasüp sanatı vardır. "Kara bahtım uyanmaz mı?" sorusu ile cansız bir kavrama insana mahsus bir özelliği yüklediği için teşhis sanatı vardır.

    Beşinci beyitte sevgilinin gül yanağı yüzünden gözünden kanlı yaş gelmesinin sebebini bir başka olaya gül mevsiminin gelmesine ve bu mevsimde suların akmasına bağlanarak hüsn-i talil sanatı yapılmıştır. Gül, su, ruhsar, fasl-ı gül (ilkbahar) kelimeleri arasında tenasüp; akar su ve akarsu arasında cinas sanatı yapılmıştır.

    Altıncı beyitte şair kendisini arkadaşlarının ayıplaması üzerine Yusuf ile Züleyha hikâyesindeki şu olayı örnek gösteriyor: "Züleyha'nın Hz. Yusuf'a (a.s) âşık olması üzerine arkadaşları kendisini ayıplıyorlar ve bir erkek için bir vezir eşinin böyle durumlara düşmesini eleştiriyorlar. Bunun üzerine Züleyha da arkadaşlarını saraya davet ediyor, onlara meyve ikram ediyor. Kadınlar meyvelerini yerken sarayda çalışan Yusuf'u bir bahaneyle oraya çağırıyor. Kadınlar Yusuf'un güzelliği karşısında kendilerinden geçiyor ve farkında olmadan elmalarını kesecek yerde ellerini kesiyorlar. Bu olaydan sonra Züleyha'yı ayıplamakta haksız davrandıklarını anlıyorlar." Herkesçe bilinen bu olay hatırlatıldığı için telmih sanatı yapılıyor.

    Yedinci beyitte "rind-i şeyda" tamlaması ile asıl kastedilen Mecnun'dur. Bu beytin içinde Leyla ve Mecnun mazmunu vardır.

    Ayrıca bütün beyitlerde anlamı kuvvetlendirmek için soru sorularak istifham sanatı yapılmıştır.

    10- Şiirin kafiye ve rediflerini gösteriniz, şekil özelliklerini belirtiniz.

    Bu şiir bir musammat gazeldir.
    Musammat gazellerin ortasında iç kafiye bulunur ve gazel ortadan ikiye bölünüp dörtlük haline getirildiği zaman kafiye şeması abcb, dddb, eeeb, fffb, gggb, hhhb, ıııb şekline dönüşür.

    Beni cândan usandırdı a
    cefâdan yâr usanmaz mı b
    Felekler yandı âhımdan c
    murâdım şem'i yanmaz mı b


    Kamu bîmârına cânân d
    devâ-yi derd ider ihsân d
    Niçin kılmaz mana dermân d
    meni bîmâr[ı] sanmaz mı b


    Gamım pinhân dutardum ben
    dediler yâre kıl rûşen
    Desem ol bî-vefâ bilmen
    inanur mı inanmaz mı

    Şeb-i hicrân yanar cânım
    döker kan çeşm-i giryânım
    Uyayır halkı efgânım
    kara bahtım uyanmaz mı

    Gül-i ruhsârına karşu
    gözümden kanlu akar su
    Habîbüm fasl-ı güldür bu
    akarsular bulanmaz mı

    Değildim ben sana mâil
    sen ettin aklımı zâil
    Mana ta'n eyleyen gâfil
    seni görgeç utanmaz mı


    Fuzûlî rind-i şeydâdır
    hemîşe halka rüsvâdır
    Sorun kim bu ne sevdâdır
    bu sevdâdan usanmaz mı


    Buna göre usanmaz mı, yanmaz mı, sanmaz mı, inanmaz mı, uyanmaz mı, bulanmaz mı, utanmaz mı kelimelerinde -an hecesi tam kafiye, -maz mı ekleri ise aynı görevde olduğu için rediftir.
    Canan, ihsan, derman, kelimelerindeki -an sesi zengin kafiye (bir uzun sesli ve bir sessiz harften oluşan kafiye zengin sayılır);
    men, ruşen, bilmen kelimelerindeki -en sesi tam kafiye;
    canım, giryanım, efganım, kelimelerindeki -an zengin kafiye; -ım'lar redif;
    karşu, su, bu kelimelerindeki -u sesi yarım kafiye;
    mail, zail, gafil kelimelerindeki -il sesi tam kafiyedir.
    Şeydadır, rüsvadır, sevdadır kelimelerindeki -a tam kafiye (uzun olduğu için), -dur hecesi rediftir.

    Divan şiirinde genellikle tam ve zengin kafiye kullanılır. Bu şiirin son derece ahenkli olmasında iç kafiyenin de etkisi vardır.

    Bu gazel; aruzun mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün kalıbıyla yazılmış
    aa, ba, ca, da, ea, fa, ga şeklinde kafiyelenmiştir.
    Nazım birimi beyittir ve konusu aşktır.
    "Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı / Felekler yandı âhumdan murâdım şem'i yanmaz mı" matla beytidir. Bu beyit şiirin doğduğu beyittir. Şairin, şiirin kafiyesine ve ölçüsüne karar verdiği beyittir. Diğer beyitler buna bağlı olarak yazıldığı için matla beyti önemlidir.
    Konu bütünlüğü olduğu için yek-ahenk gazeldir;
    bütün beyitlerinde söyleyiş güzelliği olduğu için yek-âvâz olduğu da söylenebilir.
    Şiirin hüsn-i talil yapılan "Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım / Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı" şeklindeki beyti beytü'l-gazel olarak kabul edilebilir. Şair son beyitte mahlasını söylemiştir ve artık şiirini bitirmiştir. Bunun için bu beyte makta beyti denir.


    ALINTIDIR..
#10.10.2010 10:54 0 0 0