İşte Peygamber Aşıkları - İşte Altın Silsile

Son güncelleme: 30.08.2008 00:26
  • Peygamberlerden sonra insanların en üstünü: Hz. EBÛ BEKR-İ SIDDÎK
    Adâletin timsâli ikinci büyük halîfe: Hz. ÖMER
    Meleklerin bile hayâ ettiği halîfe: Hz. OSMAN
    Allahın arslanı ve Resûlullahın dâmâdı: Hz. ALİ BİN EBÎ TÂLİB
    Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri: ABDURRAHMAN BİN AVF
    Cennetle müjdelenen ümmetin emîni: EBÛ UBEYDE BİN CERRÂH
    Resûlullahın okçusu: SA'D BİN EBÎ VAKKÂS
    İlk Müslüman olanlardan: TALHÂ BİN UBEYDULLAH
    Cennetle müjdelenenlerden: ZÜBEYR BİN AVVÂM
    Peygamberimizin amcası: ABBÂS BİN ABDÜLMUTTALİB
    Tefsîr âlimlerinin şâhı: ABDULLAH BİN ABBÂS
    Hadîs-i şerîf yazması ile meşhûr sahâbî: ABDULLAH BİN AMR BİN ÂS
    Uhud şehitlerinden: ABDULLAH BİN CAHŞ
    Hz. Ebu Bekir'in oğlu: ABDULLAH BİN EBÎ BEKR-İ SİDDÎK
    Meleklerin yıkadığı sahâbînin oğlu: ABDULLAH BİN HANZALA
    Resûlullahın elçilerinden: ABDULLAH BİN HUZÂFE
    Kur'ân-ı kerîmi açıktan okuyan ilk sahâbî: ABDULLAH BİN MES'ÛD
    En çok hadîs bilen sahâbîlerden: ABDULLAH BİN ÖMER
    Resûlullahın şâiri: ABDULLAH BİN REVÂHA
    Tevratta Resûlullahın alâmetlerini görüp Müslüman olan sahâbî: ABDULLAH BİN SELÂM
    Bedir'de babasına karşı savaşan sahâbî: ABDULLAH BİN SÜHEYL
    Sâhib-ül ezân: ABDULLAH BİN ZEYD
    Medîne'de muhâcirlerden ilk doğan sahâbî: ABDULLAH BİN ZÜBEYR
    Âilece cömert olan sahâbî: ADİ BİN HÂTİM TÂİ
    Meleklerin defnettiği sahâbî: ÂMİR BİN FÜHEYRE
    Şehîd oğlu şehîd: AMMÂR BİN YÂSER
    Meşhûr Arab dâhîlerinden: AMR BİN ÂS
    Arıların koruduğu sahâbî: ÂSIM BİN SÂBİT
    Kıblenin değiştiğini haber veren sahâbî: BERÂ BİN ÂZİB
    Hz. Ebû Bekir'e ilk bîât eden sahabî: BEŞİR BİN SA'D
    Peygamber efendimizin müezzini: BİLÂL-İ HABEŞİ
    Resûlullahın sancaktarı: BÜREYDE BİN HASİB
    Sahâbenin en çok hadîs bildirenlerinden: CÂBİR BİN ABDULLAH
    Cennete uçarak giden sahâbî: CA'FER-İ TAYYÂR
    Cebrâil aleyhisselâmın, şekline girdiği sahâbî: DIHYE-İ KELBÎ
    Peygamber efendimizin fedâisi: EBÛ DÜCÂNE
    Mihmândâr-ı Resûlullah: EBÛ EYYÛB-EL ENSÂRÎ
    En çok hadîs-i şerîf rivâyet eden sahâbî: EBÛ HÜREYRE
    Resûlullahın süvârilerinden: EBÛ KATÂDE
    Tevbesi ile meşhûr sahâbî: EBU LÜBÂBE
    Kur'ân-ı kerîmi en iyi okuyan sahâbîlerden: EBÛ MÛSEL-EŞ'ARÎ
    Çok hadîs rivâyet eden yedi sahâbîden: EBÛ SA'ÎD-İ HUDRÎ
    Tek başına hicret eden sahâbî: EBÛ SELEME
    Resulullahın fedâisi: EBÛ TALHÂ
    Gıfarî kâbilsenin reisî: EBÛ ZER GIFÂRÎ
    Kâdılık yapan sahâbîlerden: EBÜDDERDÂ
    Resûlullahın hizmetçisi: ENES BİN MÂLİK
    Evi ilk vakıf olan sahâbî: ERKAM BİN EBİ'L ERKAM
    Câhiliye devrinde de tek bir Allaha inanan sahâbî: ES'AD BİN ZÜRÂRE
    Yemenli sahâbîlerden: FEYRÛZ BİN DEYLEMÎ
    İlk Müslüman sahâbîlerden: HABBÂB BİN ERET
    İlk Müslüman olan sahâbîlerden: HÂLİD BİN SA'ÎD BİN ÂS
    Meleklerin yıkadığı sahâbî: HANZALA BİN EBÛ ÂMİR
    Darağacında ilk namaz kılan sahâbî: HUBEYB BİN ADİY
    Sevgili Peygamberimizin sırdaşı: HUZEYFE BİN YEMÂN
    Şehîdlerin efendisi: Hz. HAMZA
    Peygamber efendimizin şâirlerinden: KÂ'B BİN MÂLİK
    Resûlullahın süvârilerinden: MİKDÂD BİN ESVED
    Resûlullah efendimizin fedâîlerinden: MUHAMMED BİN MESLEME
    İslâmda ilk öğretmen: MUS'AB BİN UMEYR
    Helâl ve harâmı iyi bilen sahâbî: MU'ÂZ BİN CEBEL
    Hâşimoğullarının en yaşlısı: NEVFEL BİN HÂRİS
    Eshâb-ı kirâmın meşhûr kumandanlarından: NU'MÂN BİN MUKARRİN
    Medîne'de ilk vefât eden muhâcir sahâbî: OSMAN BİN MAZ'ÛN
    Kâbe'nin hizmetinde olan sahâbî: OSMAN BİN TALHÂ
    Peygamber efendimizin hatîblerinden: SÂBİT BİN KAYS
    Ensârın en hayırlılarından: SA'D BİN MU'ÂZ
    Şehîd olurken nasîhat eden sahâbî: SA'D BİN REBİ
    Hz. Ömer'e benzeyen vâli: SAİD BİN ÂMİR
    Kur'ân-ı kerîmi en iyi okuyanlardan: SÂLİM MEVLÂ EBÛ HUZEYFE
    Eshâb-ı kirâmın okçularından: SEHL BİN HANİF
    Medîne'de en son vefât eden sahâbî: SEHL BİN SA'D
    Piyâdelerin en hayırlısı: SELEME BİN EKVÂ
    Kardeşlerinin işkence ettiği sahâbî: SELEME BİN HİŞÂM
    Ehl-i beytten sayılan İranlı sahâbî: SELMÂN-I FÂRİSİ
    Resûlullahın hizmetçisi: SEVBÂN
    Allah yolunda malını mülkünü terkeden sahâbî: SÜHEYB-İ RUMİ
    Yemâme kabîlesi reisi: SÜMÂME BİN ÜSÂL
    Işık Saçan Sahâbî: TUFEYL BİN AMR
    Akabe bî'atlerinde kavminin temsilcisi olan sahâbî: UBÂDE BİN SÂMİT
    Eshâb-ı suffadan: UKBE BİN ÂMİR
    Kırâati ile meşhûr sahâbî: ÜBEYY BİN KÂ'B
    Resûlullahın çok sevdiği sahâbîlerden: ÜSÂME BİN ZEYD
    Eshâb-ı kirâmın sancaktarlarından: ÜSEYD BİN HUDAYR
    Kardeşleri tarafından işkence gören sahâbî: VELÎD BİN VELÎD


    Bu mübarek insanların müslümanlık adına neler yaptığını zorluklara nasıl göğüs gerdiklerini canlarını ortaya koyarak ALLAH (c.c.) gösterdiği doğru yolda ilerlemeleri hakkında az da olsa bilgiye sahip olmalıyız arkadaşlar.Bizim yapacağımız şey onların bizim için yaptıklarının yanında hiç kalır..
#26.04.2006 18:48 0 0 0
  • Paylaşımın için teşekkür ederim ellerine sağlık
#27.04.2006 15:18 0 0 0
  • Yemen, Habeşistan Krallığına bağlı bir valilikti. Kısa boylu, şekilsiz, hilekar ve ihtiraslı biri olan vali Ebrehe, eyaletinde yaşayan arapların her sene akın akın Kabe'yi ziyaret için Mekke'ye gitmelerine sinirleniyordu. Bu sebeple, bu koyu hırıstiyan, San'a şehrinde devrin en namlı mimar ve ustalarına gayet süslü gösterişli büyük bir kilise yaptırdı ve ismini "Kuleys" koydu.
    Bunun ardından da Habeş Kralı'na mektup yazarak arapların şimdiden sonra hac için ancak "Kuleys"i ziyaret edebileceklerini; Mekke'ye gitme maksadıyla hiç kimseye izin vermeyeceğni zira bu yüzden ülkesinin büyük maddi zararlara uğrıdığını bildirdi... Böylece kralın da izin ve desteğini almıştı...
    Ebrehe'nin kararı, az zamanda her tarafa yayıldı... Böyle bir engelleme niyeti Yemen'li arapları fena halde öfkelendirmişti. Nukayl isminde bir yerli, Kuleys kilisesine girerek orada ibadet ediyormuş gibi üç gün-üç gece kaldıktan sonra kimsenin olmadığı bir zamanda vurdu, kırdı, içeriyi harabeye çevirdi ve ihtiyacına yaparak kirletti ve kayıplara karıştı. Ebrehe ağır bir hakarete uğramıştı.
    Bir grup arabın kaza sonucu çıkardığı yangınla kilisenin tahta bölmeleri de yanınca vali, iyice küplere bindi.. Ebrehe'nin intikam kararı işitilmemiş cinstendi..
    Kabe'yi yıkıp yerle bir etmek, enkazı fillerle Yemen'e taşımak ve Mekkelileri esir almak için dörtbin Fil ve üçyüzbin Habeşliden kurulu ordusu ile harekete geçti.
    Düşmanın, Mukaddes Kabe'yi yıkmak üzere gelmekte olduğunu öğrenen Kureyşlilerin keyfi kaçmıştı. Bunun üzerine Mekke Emiri Abdülmuttalib, içlere su serpici şu kısa konuşmayı yaptı:
    -Ey Kureyş kabilesi; endişeye kapılıp, huzurunuzu bozmayın!... Yemen ordusu gelip Kabe'yi yıkamaz; Kabe'nin sahibi vardır. Onu koruyacağından şüpheniz olmasın. Ama ferman-ı ilahi böyle ise kim mani olabilir?
    Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib, o günlerde gördüğü bazı rüyaları kendine göre tabir ederek böyle diyordu; ama aslında O'nun da kalbi rahat değildi...
    Bir müddet sonra Mekke çevresine gelen düşman öncüleri, arapların koyun ve develerini alıp götürdüler. Götürülenler arasında Abdülmuttalib'in dörtyüz seçme devesi de bulunuyordu.
    Abdülmuttalib, düşmana elikolu bağlı teslim olmak için Kureyşli yiğitlerle beraber silahlanıp, pusatlanarak cins arap atlarına binip vakit kaybetmeden Sebir dağana çıktılar.
    Dağda insanı hayret ve hayranlığa düşüren bir olay meydana gelid.
    Adem aleyhisselam'dan beri aziz Peygamberimiz'in atalarının birinden diğerine geçe geçe en sonunda dedelerine ulaşan "Muhammed nur", Abdülmuttalib'in alnında ayın ondördü gibi parlayıp ışık saçmaya başladı. Öye ki bu parlak ışık aşağılarda gecenin karanlığana bürünen Mekke'nin üzerine kadar yayılıyordu. Nurun alnında yine bütün güzellği ile belirmesi üzerine, Abdülmuttalib, silah arkadaşlarına:
    -Dönün! dedi. Şehrimize gidiyoruz. Zafer bizimdir! Bu nur ne zaman alnımda işımışsa o dem düşmana
    galip gelmişizdir.
    Mekke önlerine gelmelerinden az zaman sonra Ebrehe, beldeyi teslim alıp, Kureyşlileri yerlerinden, yurtlarından sürüp atması için yardımcılarından biri komutasında asker gönderdi. Kureyş emiri Abdülmuttalib'le yaptığı görüşmede O'nun heybetinden komutanın aklı başından gitti, dili dolaştı ve olduğu yere yığıldı. Boğazlanan bir dana gibi böğürüyordu.
    Biraz sonra korkusu yatışan düşman komutanı, kendini toparlayınca yeri öptü ve Abdülmuttalibe:
    -Kureyş'in en üstünü olduğun besbelli. Buna bütün kalbimle inanıyor ve şahid oluyorum, dedi...
    "Mekke fatihi" olmak hayali ile gelen Ebrehe'nin adamı, muhatabının nurlu yüzü ve ciddi halinden ürkmüştü. İşte şimdi yerlere kapanmış vaziyette böyle konuşuyordu.. Hiç bir şey yapamadan askerleri ile beraber yüzgeri edip oradan savuştular...
    Abdülmuttalib, develeri istemek üzere Ebrehe'nin konakladığı Taif'e gitti. Mağrur kumandana Kureyş reisinin geldiğini haber verdiler. Ebrehe, Abdümuttalib'i görünce elinde olmayarak ayağa kalkıp baş köşeye oturttu ve ne istediğini sordu. Abdülmuttalib:
    -Adamların develerimi götürmüş; emir ver de iade etsinler!..dedi. Ebrehe:
    -Ben buraya Kabe'yi yıkmak için geldim!!! Bu mes'ele üzerinde hiç durmuyorsun da develerini istiyorsun! şeklinde konuşunca Abdülmuttalib, Valinin ne demek istediğini anlamıştı:
    -Develer benim olduğu için istiyorum; Kabe ise "Allah'ın evi"dir. Yüce Allah, O'nu düşmanın şerrinden muhafaza eder, dedi.
    Bu konuşmalar olurken Ebrehe'nin "Mahmude" ismindeki ak renkli, en gözde fili oraya getirilmişti. Diğer filler öğretildiği biçimde Ebrehe'ye bir takım bağlılık hareketleri yaptıkları halde bu hayvan böyle davranışlara hiç yanaşmadı.
    Ak fil, Abdülmuttabib'i görünce deve gibi çöküp sevgi gösterisi yapmaya başladı. Filin hareketi şaşkınlık uyandırmıştı. Bir müddet herkes konuşmayı unutmuş gibi sustu. Allahü teala, dile gelmesine izin verince fil, açık bir ifade ile, Kureyş liderinde gördüğü "Son Peygambere ait nur"a selam verdiğini söyledi...
    Ebrehe, develeri sahibine iade etti; fakat Abdülmuttalib'in "Mekke mallarının üçte birini verelim bizlerle uğraşmaktan vaz geçerek geri dönün" teklifini kabul etmedi.
    Teklifi reddedilen Mekke emiri, şehrine dönerek, Kabe'ye geldi ve kapının kulpundan tutarak yaklaşan tehlike için yana yana Allah'a yalvarmaya başladı. Düşman, Ebrehe'nin komutasında en önde meşhur ak fil olduğu halde sırtlarına süslü ve pahalı kumaşlar atılı filler, hücuma hazır askerlerle iyice Mekke'ye yaklaştı... Şehirde rahatsızlık son noktadaydı.
    Tam bu sırada hiç beklenmedik bir şey oldu. "Mahmude" Mekke üzerine yürümüyordu. Halbuki Ebrehe, her harpte olduğu gibi bu defa da büyük işler başaracağını ümid etmişti. Hayvanı döğmelerine, üstünde değnekler kırmalarına, her yolu denemelerine rağmen adım attırmadılar.
    Yemen ordusu bu mücadelede iken gökyüzü "Ebabil" denilen ve bu bölgede daha önce görülmemiş siyah renkli, yeşil boyunlu, ufak gagalı, uzun ayaklı dağ kırlangıçları ile doldu. Kuşların gagaları ile ayaklarında nohuttan küçük mercimekten büyük taşlar vardı ve her taştan bir düşmanın ismi yazılışdı.
    Kafileler halinde gelerek önce Kabe-i Şerif'in etrafında uçup tavaf yaptılar, sonra düşmanı taş yağmuruna tutmaya başladılar.
    Kuşlar, taşı yukarıdan bıraktıça isabet alan askerin tepesinden girip ayağından çıkarak onu hemen öldürüyordu. Hatta süvari olanların atları ile beraber canı çıkıyordu.
    İstilacı orduda müthiş bir bocgun başladı. Etleri lime lime dökülerek ölüyor; Ebrehe de içlerinde olduğu halde perişan bir vaziyette Yemen'e doğru kaçıyorlardı.
    Fakat, düşmanı havadan takip ederek kovalayan bu minik kuşlar, firarilerin de çoğunu öldürdü. Kaçanlardan bir kısmı yollarda telef olmuş; kurtulanlar anca yemen'de nefe alabilmişti. Mağrur Ebrehe başşehir San'a'ya varabildi ama cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Parmak uçlarından kan ve irin akıyordu. Parmakları çürüyüp düştü ve bir müddet sonra yüreği çatlayarak feci şekilde öldü.
    Ebrehe'nin yardımcısı ise kaça kaça ta Habeşistan'a gelmiş, olanları bir bir krala hikaye ediyodu. Kral:
    -Bunlar ne biçim kuşlarmış ki hep seçme askerleri öldürmüş? diye hayretini açıklarken bir kuş vali muavininin başı üstünde dönmeye başladı.
    -İşte, dedi adam, bu kuşlardan, bu kuşlardan!.. Cümleyi yeni bitirmişti ki, o da bir Ebabilin attığı taşla oracıkta öldü...
    Binlerce asker ve Mahmude'den başka bütün filler ölmüştü. Birkaç gün sonra insan ölüsü ve hayvan leşleri dayanılmaz bis bir koku yaymaya başladı. Mekke yaşanmaz olmuştu. Bunun üzerine Abdülmuttalib, Kabe'ye giderek Cenab-ı Hakka bu kokudan kurtulmak için dua etti.
    Duanın peşinden öyle müthiş bir yağmur yağdı ki ırmaklar gibi kabaran seller, ceset ve leşleri alıp götürdü.
    Kureyş kabilesi, doğumuna iki ay kadar bir zaman kala iki cihanın baş tacı Sevgili Peygamberimiz'in Allah katındaki eşsiz hatırından dolayı büyük bir düşman tehlikesini atlattığı gibi, kaçan ordunun geride bıraktığı mallara da ganimet olarak sahip olmuştu.
    Ebrehe'den sonra iki oğlu yerine valilik yapmışsa da bu saltanat, kısa sürmüş ve tacı tahtı batıp gitmiştir.
    Araplar, bu vak'anın geçtiği tarihe "Fil yılı" ismini vermiş ve Kureyş'in Allah indinde makbul olduğuna kanaat getirerek bu kabileye ilişmemeye başlamıştı.
    BÜYÜKBABA
    Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulüh
    Şeybet'l-Hamd...
    "Abdülmuttalib" diye bildiğimiz büyük babanın asıl ismi.
    Babası Haşim, O dünyaya gelmeden evvel bir yolculuk sırasında Filistin'in Gazze şehrinde vefat etmişti. Doğduğu zaman saçı bembeyaz olduğu için arapçada "ak saçlı" manasına gelen "Şeybe" kelimesinin ilavesi ile ismini Şeybetü'l Hamd koymuşlar.
    Meşhur ismi Abdülmuttalib, "Muttalib'in kölesi" demek...
    Kçük Şeybe, Medine'de annesi ile beraber dayısında kalıyor. O'nu dayısının çocukları ile ok atar, gezip oynarken görenler, alnının parlaklığını, halinin güzelliğini hemen farkeder ve başka bir sülaleye mensup olduğunu anlarlardı.
    Şeybe'nin hal ve tavrındaki üstünlük Kureyş'in lideri amcası Muttalib'e haber verildi...
    -Ah, dediler. Kardeşin Haşim'in oğlunu bir görsene! Babasına olan benzerliğine şaşarsın. Aynı emsalsiz üstünlük, aynı tarifsiz güzellik.
    Muttalib, o güne kadar yeğenini hiç görmemişti. Bir deveye binerek Medine yolunu tuttu. Medine'ye vardığında Şeybe'yi kapılarının önünde çocuklarla birlikte oynuyor buldu, kimseye sormadığı halde yeğeninin hangisi olduğunu bildi ve bir müddet yaşlı gözlerle çocuğu uzaktan seyretti. Daha sonra bu anı tasvir eden dokunnaklı şiirler de yazacaktır.
    Muttlib, Şeybe'yi yanına çağırarak kendini tanıttı. Ve O'nu sevip okşadı. Birlikte annesi selma'ya gittiler. Muttalip, Şeybey'yi yanına çağırarak kendini tanıttı. Ve onu sevip okşadı. Birlikte annesi Selma'ya gittiler. Muttalib, Şeybe'yi de Mekke'ye götürmek üzere yengesinden müsaade aldı...
    Amca-yeğen uygun bir vakitte Mekke yoluna koyuldular...
    İşte Muttalip, devesinin üstünde, arkasında da yeğeni küçük Şeybetü'l Hamd olduğu halde Mekke'ye giriyorlar. Deve, kaygısız gözlerle sağı solu tarar, ahenkli adımlarla başı dik yürürken, Muttalip tanıdıklarla selamlaşıyor. Az sonra terki deki çocuğu kasdederek:
    Bu çocuk kim ya Muttalip? deniyor.
    Merak ve samimiyet sebebi ile sorulan suale Muttalip ne demeli?...
    "Biraderimin çocuğu" dese "koca Mekke Reisi yeğenini nasıl gezdiriyor!" diye dedikodu yapılacak. Bir kaç saniyelik tereddütten sonra:
    -Kölem, diyor dostlarına.
    Şeybe bundan sonra, "Abdülmuttalip" diye tanınmaya başlandı. "Muttalibin kölesi" yani. Gerçi Muttalip, kısa zaman içinde öksüzün giyim kuşamını düzeltti; Şeybe'yi "yeğenimdir" diye takdim etti ama, O, hep "Abdülmuttalip" olarak bilindi...
    Abdülmuttalip misk kokulu.
    Evet miskler gibi kokuyor. Alnında pırıl pırıl Muhammedi nur, hayır ve bereket vesilesi. Ne zaman Mekke'de kuraklık olsa rica ediyorlar; Abdülmuttalip'le birlikte Sebir dağına çıkılıyor. Yalvarma göz yaşı ve sağnak sağnak yağmur.
    Şeybetü'l Hamd sekiz yaşınna geldiğinde Muttalip dünyasını değiştirdi ve O'nun yerine Abdülmuttalip, milletine emir oldu.
    Yüzkırküç yıllık ömründe herkes O'nu sevdi.. İnsanlar gönüllü olarak idaresine girrerdi. İran Kisrası hariç yabancı devlet başkanları O'nun fazilet ve büyüklüğünü teslim eder ve hürmet duyarlardı. Asrının en büyük devlet reisi kabul ediliyordu.
    Bütün bu misk kokuların; bu iyilik ve güzel hasletlerin sebebi Kainatın Efendisine ait nur...
    İşte peygamberimizin dedesi bu! Hayatı ve bir bir hakikat olan rüyaları ile O'nun geleceğini müjdeleyen insan...
    Daha pek genç olduğu sıralarda, bir gün Kabe yakınlarındaki evinde uyuyor; uyandığında halinde bir gariplik seziyor. Erginleşmiş, daha bir güzelleşmiş ve gözleri sürmeli. Bir anda büyük değişme!.. Bir kahinden olayın izaha kavuşturulması isteniyor:
    -Hemen evlenmelisin! Gök tanrısı böyle istiyor, diyor kahin.
    Abdülmuttalip, iki kere evlendi; ama olmayan "gö
#28.04.2006 10:32 0 0 0
  • Allah razı olsun
#12.05.2007 09:25 0 0 0
  • Sn. Fumes, Kolay bulunmayan bir liste hazırlamışsınız, Allah bunun hürmetine sizleri şefaatlerine nail eylesin.
#10.08.2008 15:59 0 0 0
  • paylasım icin tskrler kardaes
#30.08.2008 00:26 0 0 0