Felsefenin Boyutları - Aöf Sosyoloji Dersleri

Son güncelleme: 04.06.2011 10:58
  • Felsefenin Üç Farklı BoyutuDüşünce tarihine baktığımızda felsefenin oldukça farklı amaçlarla ve farklı biçimlerde yapıldığını görüyoruz. Bu bölümde felsefenin üç farklı boyutunu sergileyeceğiz ve felsefenin nasıl bir düşünsel işlev olduğu sorusunu biraz daha açık hale getirmeye çalışacağız. Bir hatırlatma yapmakta yarar var: Bu bölümde bir kategorilendirme sunmamız, felsefenin yalnızca burada ifade edilen üç boyutu olduğu veya felsefe kapsamında gerçekleştirilen işlevlerin mutlaka bu şekilde sınıflanması gerektiği anlamına gelmez. Sunduğumuz kategoriler yalnızca felsefenin değişik yüzlerinden temel olan bazılarını yansıtma ve tartışmayı yapıcı bir yönde genişletme amacı taşımaktadır. Ayrıca bu üç alanın birbirini dışlayan veya birbirinden bağımsız zeminler olduğunu düşünmek de yanıltıcı olur. Bir felsefecinin düşünsel çabaları veya çalışmaları bu üç boyuttan ikisini veya üçünü birden içinde barındırabilir.

    Felsefenin Eleştirel BoyutuSokrates'in genel yaklaşımı felsefenin eleştirel boyutuna güzel bir örnek teşkil eder. Sokrates kafasında belli bir yanıtlar veya çözümler listesiyle insanlara yaklaşmamıştır. Onun amacı insanların zihinsel uyuşukluklarının üstüne gitmek ve insanların kavramlarını, inançlarını ve önyargılarını gözden geçirmeye zorlamaktır. Sokrates çok erdemli davrandığını sanan veya iddia eden bir kişiyle konuşmaya başladığında, karşısındakinin yargılarını ve fikirlerini hemen yanlışlayıp kendi "doğru" tanımını veya düşünce sistemini verme çabasına girmemektedir. Sokrates'in yaptığı, esas itibariyle, insanları şaşırtmak ve kafalarında soru işaretleri oluşturmaktır. İnsanların önemli bazı kavramları kullanmalarına rağmen bu kavramların içeriğini pek bilmediklerini- ve de bilmediklerinden habersiz olarak yaşadıklarını- göstermektir.

    Felsefenin eleştirel ustalarına bir başka meşhur örnek Alman düşünür Friedrich Nietzsche'dir. Nietzsche (1844- 1900) geleneksel ahlak kavramlarına yaklaşırken bu kavramların dayandığı çerçevelerin içinden konuşup açıklamalara girişmek yerine, söz konusu çerçevelerin tam da kendisini hedef almıştır. Örneğin, biz ahlaki anlamda iyi ve kötüden bahsederken bu iki kavramı genelde "verili" ve "mutlak" şeyler olarak alırız. İyinin iyi, kötünün ise kötü olduğu bellidir. Genelde insanların merak ettiği bir konu, hangi eylem türlerinin ahlaki olarak nasıl sınırlandırılabileceğidir. Nietzsche'nin ilgilendiği nokta ise çok daha farklı ve tavrı da son derece radikaldir. Onun sorduğu soru, bizim kullandığımız İyi ve kötü kavramlarının güç kavramıyla olan ilişkisinin ne olduğudur. Normalde "merhametli" olmanın iyi bir şey olduğundan şüphe duymayız. Ancak Nietzsche böylesi olumlamaların ve "iyi" kavramının toplumsal ve tarihsel köklerine iner. Zayıf olanların güçlülere karşı duyduğu haset duygularının elimizdeki ahlak anlayışını nasıl belirlediğini ve şekillendirdiğini anlatır. Var olan "iyi- kötü" ikileminin aslında zayıf karakterlerin ahlaki değerlerinin baskın çıkmasının bir sonucu olduğunu göstermeye çalışır. Nietzsche güçlü karakterlerin kendi değerlerini yaratma ve sürüden ayrılıp sıradan iyinin ve kötünün ötesinde değerler ortaya koyabilme potansiyeline büyük bir değer atfeder. Ve yeni değerler yaratabilme cesaretine herkesin sahip olamayacağını, (kendisi gibi) kökten sorgulamalarla düşünen ve yaşayanların da toplum tarafından anlaşılamayacağını iddia eder. Açıkça görüleceği gibi böyle bir çaba olumlayıcı veya yapıcı bir düşünsel eylem olmaktan ziyade, daha çok eleştirel, kurulu değerleri sorgulayan ve onların temellerini sarsan bir yaklaşıma karşılık gelmektedir. Elbette felsefe tarihinde her "eleştirel" düşünür Nietzsche kadar radikal bir tavır alıp onun kadar keskin ve iğneleyici bir dille yazmamıştır. Ancak genel kanı Nietzsche'nin yaklaşımının Sokratçı geleneğin bir devamı olduğu ve- fikirlerinin doğruluğundan veya savunulabilirliğinden bağımsız olarak- felsefenin "eleştirel" boyutuna oldukça iyi bir örnek oluşturduğu yönündedir.

    Felsefenin Çözümleyici Boyutuinsanların düşünme işlevleri sırasında zaman zaman önemli yanlışlar yapmalarının veya tartışmalarda tıkanmalarının ardında genellikle çözümleme becerileri ile ilgili eksiklikler yatar. O yüzden, felsefecinin kritik işlerinden bazıları çözümleme kategorisi kapsamında İncelenebilir: Kavramların net hale getirilmesi, kavramlar arası ilişkilerin ortaya konulması, akıl yürütmelerin mantıksal yapısının irdelenmesi ve gerekçelendirme zincirlerinin sağlamlığının sınanması. Felsefeci her tür kavramı açık hale getirme çabasına girebilir; ancak bazı kavramların irdelenip açıklanması felsefeci açısından özellikle kritik bir konudur. Nesne, varlık, bilgi, doğru, hakikat, adalet gibi bazı soyut kavramlar asırlar boyunca felsefecilerin irdelemelerinin ve çalışmalarının merkezinde yer almışlardır. Buna ek olarak, akıl yürütmelerin yapısı ve çıkarımlarımızın doğası da önemli bir çözümleyici etkinlik oluşturur. Günlük yaşamımızda bu konuda sık sık hatalar yapıldığını göstermek zor değildir.

    Basit bir örnek verelim. Diyelim bir arkadaşınız şöyle bir fikir ileri sürdü: "Dünyanın bana sunduğu maddi olanaklar iyi olsa, özgür bir insan olabilirdim. Ancak dünya bana asla iyi maddi olanaklar sunmuyor. O yüzden özgür olmam olanaksızlaşıyor." Bu cümlelerden ilk ikisine öncüller, üçüncüsüne de sonuç diyelim, ilk bakışta, bu akıl yürütmenin geçerli olduğunu ve öncüller kabul edilirse sonucun zorunlu olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünebiliriz. Ancak mantıkla uğraşanların çok iyi bildiği gibi ve "Mantık" ünitesinde de daha detaylı olarak üzerinde duracağımız (bkz. s.58) gibi, bu çıkarım yanlıştır. Öncüllerden öyle bir sonuç zorunlu olarak çıkmaz. Bu çıkarımın yapısını sembolleştirerek yazarsak:

    Eğer A olursa, B de olur:
    Ancak A olmuyor;
    O halde, B de olmaz.

    Bu çıkarımın yanlış olduğunu göstermek çok kolaydır. Örnek:

    Eğer yağmur yağarsa sokaklar ıslanır;
    Ancak yağmur yağmıyor;
    O halde, sokaklar ıslak değildir.

    Bu kötü bir çıkarımdır çünkü yağmur yağmasa da sokaklar ıslak olabilir (örneğin, eğer belediye bilinmeyen bir nedenden dolayı caddeleri ve sokakları tankerlerle sulamaya karar verdiyse).
    Çözümleyici işlev logosun kullanımının etkileyici örneklerinden biridir ve felsefenin çok önemli bir boyutuna karşılık gelir. Ancak felsefeye dair çizilecek büyük tablonun tamamlanması için "bütünleştiricilik" ekseni etrafında oluşan üçüncü boyutun iyi anlaşılması gerekmektedir.

    Felsefenin Bütünleştirici Boyutuinsan aklının işleyişine dair önemli bir özellik, zihnimizin tek tek bilgi parçalarını- yani deneyimsel verileri- birleştirme ve anlam yükleme hedefli bir çalışma düzeninin olmasıdır. Bu birleştirme işlevini olanaklı kılan şey sosyalleşmenin ve üst düzey bilişsel işlevlerin sonucunda zihnimizde oluşan arka plan şemalarıdır, insanların normal olarak kullandığı şemalar çok farklı tipte olguları anlamlandırmaya yönelik olabilir: Gözlemsel, politik, bilimsel, ahlaki, dinsel, sanatsal, felsefi, vb. Örneklemek gerekirse, geleneksel Türk ahlak ve terbiye anlayışı veya Einstein fiziğinin kuramsal çatısı zihnimizde yer alan birer açıklama ve anlamlandırma semasıdır (Bu şemalardan birincisini çocukluktan itibaren farkında olmadan, ikincisini ise eğitim ve entelektüel çaba sonucu kazanırız). Dürüst olmayan arkadaşlarımız üzerine ahlaki bir yargıda bulunabilmemiz veya yüksek hızlara çıkıldığında bir kütlenin nasıl etkileneceğini hesaplayabilmemiz ancak İlgili zihinsel şemanın uygun durumlara ve olgulara uygulanması ile mümkündür. Kısacası, şemalar veya kuramlar bize yaşama dair bütüncül yorum yapma ve dünyayı anlama olanağı sağlar. Bu bağlamda felsefe kuramlarının ve felsefecilerin sunduğu "büyük resimlerin" dünyaya dair nasıl bir anlama ve yorumlama olanağı sunduğunu inceleyebiliriz.

    Felsefe etkinliği bize yalnızca bir irdeleme ve sorgulama olanağı vermekle kalmaz, bazen hakikatin (veya hayatımızın) tümünü ya da bir yönünü anlamlandırmamıza yardımcı olacak kuramlar sağlar. "Yalnızca maddenin var olduğunu Tanrı'nın ve ruhların olmadığını" iddia eden bir kuram, "Tanrı'nın canlı veya cansız her nesnede bulunduğunu" ileri süren bir kuram, "bilginin yalnızca algılardan kaynaklanabileceği" tezi ve "ahlakın merkezinde iyi niyet ve ödev duygusunun yattığı" savı felsefecinin sunabileceği "büyük çaplı" kuramlara örnek verilebilir. Ünlü felsefecilerin çoğunun eserlerinde bu tür kuramlar ve bu kuramları desteklemek amacıyla düşünürün verdiği açıklama ve argümanlar bulunur. Batı felsefesi tarihi Eski Yunan'dan bu yana sunulmuş olan evrensel tezler ve karşı tezler ile zenginleşmiş ve çeşitlilik kazanmıştır.

    Bu noktaya kadar, batı felsefesinin tarihinden ve onun yapısından bahsettik. Logos aracılığıyla dünyaya yaklaşan batılı düşünürler yaşamın ve evrenin gizemini çözme, hayatı açıklama yolunda ilginç kuramlar üretmişlerdir. Ancak elbette felsefe yalnızca "batı"nın ürettiği bir olgu değildir. Örneğin, yukarıda andığımız üç boyutun tümü "doğu" felsefesinde de rahatlıkla bulunabilir. Bu noktada tartışmamızı daha genel ve açıklayıcı bir perspektife oturtmak için, "felsefenin bütünleştirici boyutu" adını verdiğimiz işlevin ve kuramların doğuda nasıl ortaya çıktığından üç örnek aracılığı ile çok kısaca bahsedelim:

    1- Tao felsefesine göre, evrende var olan her şey organik bir tarzda birbirine bağlıdır ve sürekli bir dönüşüm halindedir. Var olanların büyük birliğini kavramak ve doğanın akışı ile uyum içinde yaşamak aydınlanmayı ve özgürleşmeyi beraberinde getirir. Tao'nun wu-wei prensibine göre, olayların akışı ile uyum sergilemek, yaşamın gidişine "bozmadan ve zorlamadan katılmak", dingin bir kafayla içimizi ve dışımızda olanları dinlemeyi bilmek ve nesnelere hükmetmeden onlar üzerinde "yumuşak ve görünmez bir güç uygulamak" önemli bir erdem ve hedeftir.

    2-Bir Japon inancı olan ancak kökleri Hindistan'a dayanan Zen Budizmine göre, "anlama" eylemi son derece yalın ve doğrudan gerçekleşmelidir ('Zen' deyimi "oturarak yapılan meditasyon" anlamına gelir). Meditasyon sırasında zihin düşüncelerin ve kavramların peşinde koşmak yerine dingin ve boş bir konuma gelir. Bir anlamda "Zen ustaları batı felsefesinde logos aracılığıyla gerçekleştirilenin tam tersini hedefler" diyebiliriz. Aydınlanmaya ulaşmada (batılı anlamda) akıl yürütme ve mantığın yaran olamaz. Zen'de amaç içimiz ile dışımız arasında var gibi görülen ikiliğin aşılmasıdır. Budistler bu amaçla bazen "boş- zihin" veya "yok- zihin" gibi kavramlar kullanmışlardır. Bu öğretiye göre, gerçek aydınlanma ve ustalık kafamızı kavramlarla, inançlarla ve yargılarla doldurmakla değil, çevremize bir kuş veya bir çocuğun baktığı gibi "boş" ve "duru" bir gözle bakabilme düzeyine gelmekle mümkündür.

    3- 9. yüzyılda yaşayan büyük sûfi Hallac-ı Mansur insan- evren- Tanrı bağlamında Varlığın bir olduğunu ancak değişik şekillerde yansıdığını dile getirmiştir. Bir tür tümtanrıcıhk olan bu görüşe göre, insan Tanrı'nın dışında değildir. İnsanın varlığı Tanrı'nın varlığındadır ve tersi de aynı şekilde geçerlidir. Bu durumda normalde anladığımız haliyle "yaratılış" kavramı hatalı ve yanıltıcıdır. Tek varlık Tanrı olduğu için onun dışında olan bir varlıktan bahsedilemez. Bu felsefi düşüncelerin temel bir sonucu, içice girmiş Tanrı sevgisi ve insan sevgisi kavramlarıyla yoğrulmuş olan bir ahlak anlayışı ve kozmolojik görüştür.

    Gerek batı gerekse doğu felsefesinde görülen felsefi kuramların- bütünleştiricilik bağlamında- ortak bir yönü vardır. Bu kuramlar veya öğretiler karşımıza renklerle, seslerle ve kokularla çıkan dünyanın büyük gizemine veya işleyiş mantığına yönelik açıklayıcı şemalar sunarlar. Dünyamızın tek tek unsurlarını veya parçalarını birleştiren bir öykü anlatırlar. Ahlakın ödev duygusundan kaynaklandığını söyleyen bir etik kuram veya Tanrı ile insanın kozmik birlikteliğini savunan bir tez gözümüze görünen dünyanın derin yapısına dair temel bir açıklama getirir. Bu açıklamalar elbette bilimsel tarzda yapılan açıklamalardan oldukça farklıdır. Ancak bu durum bütünleştirici felsefe kuramlarının değersiz veya gereksiz olduğunu göstermez. Bilim kuramları, dinsel inançlar, sanatsal yaratılar ve felsefi görüşler dünyanın her yerinde ve tarihin her döneminde ortaya çıkmış olan, insana ait- ve onu tanımlayan- gerçeklerdir. Yaşayan ve düşünen insanın bir noktada felsefe ile tanışması ve felsefi boyutta olaylara yaklaşmaya başlaması kaçınılmazdır.

    Büyük Alman felsefeci Immanuel Kant'ın dediği gibi, felsefeye ait "büyük sorulan" sormak ve görünenin ardındaki sırrı merak etmek insanların tarih boyunca doğal olarak gerçekleştirdiği ve aslında yapmaktan da kendilerini pek alamadığı bir düşünsel eylem olmuştur.


    alıntı
#04.06.2011 10:58 0 0 0