Dört Kimlikli Kadının Gözyaşları

Son güncelleme: 13.02.2012 14:31
  • kadınlar hakkında yazılar - Kadınlarla ilgili yaşam hikayeleri - bir kadının gözyaşları
    noimage

    Türkuaz dalgaların kayalarla sohbet ettiği bir günde, boyaları silinmiş bir bankın üstünde duran kitap rüzgârın marifetiyle uyandı uykusundan. Esneyerek sayfalarını savurdu. Kapağındaki mavi gözler, gözyaşlarının tuzundan solmuştu, belirginliği azalmıştı. Kum taneleri ve güneşin ışıkları dolaşıyordu yüzünde. Uzaklara dalmıştı eski günleri geri getirircesine. O bir kadına aitti, dört kimlikli bir kadına.

    Hüzün mevsimlerinin hüküm sürdüğü bir kentte gözlerini açmıştı doğaya, kardelenler gibi, karları yararak. Sinmişti, hep sindirilmişti. İsyanları göğsündeki kafese gömmeyi o zaman öğrenmişti. Batık gemilerden kalan nice cevherler gizliydi içinde. Acılarla yaşamayı da biliyordu artık. Gülmek yasaklanmıştı, ağlamak da. At beni diyen heceler inleyerek yalvarsa da düşlerine haciz konmuştu bir defa, atamıyordu, azat edemiyordu. Aydan öpücük çalan yıldızlara ulaşmaktı amacı, ulaşamıyordu. İlk kimlik savaşını 18 yılda bitirmek zorunda kalmıştı, büyük bir bozgun ile.

    Ömrünün arka sayfalarını okuyarak başladı ikinci hayatına. Zamanın zehrini yudumlarken sağanaklar boşalıyordu kirpiklerinden. Susuşlarının öznesiydi küfürlü sözler. Namluya sürülmüş bir hayatı gizliyordu yüreğinde. Ha patladı ha patlayacak. Sabrın dikenlerine sarıldı canı yansa da. Bir günün başlangıcında ölümle tanıştı, en yalnız zamanında. Sırtında tonlarca yükle kalakalmıştı şehrin orta yerinde.

    Sımsıkı sarıldı toprağına, dalları kurumamalıydı, dökülmemeliydi yaprakları. Nice fırtınalar gördü, eğilmedi. Toprağa en yakınken bile dik tuttu başını. Yıldızlara ulaşamayacağını bilse de göğe yükselmeyi amaçladı hep. Şefkat dokunuşlarını hissettirdi dallarına, gücünün yettiğince. Hüzün vardı alnının en okunaklı yerinde. Aldırmadı zorluklara sabretti. Yokluğa bandırsa da bir lokmasını paylaştı sevdikleriyle, hayatını adadıklarıyla.

    Dili saklı şehirde sessizliğe büründü, kapanıp odasına. Dulluk karabasanının verdiği zayıflıkla sakladı kendisini. Gömdü yüreğine duygularını. Yıllar geçmişti, dolmuştu artık, patlamak üzereydi. Heceler sızıyordu damarlarından. Martıların kanadına yükleyerek suskunluğunu salıvermişti mavi göklere. Başlamıştı, duramazdı artık. Yetmiyordu kendisini anlatmak, yetmiyordu çaresizliğinden söz etmek. İzleyerek hayatı, acılarını, kendi acıları gibi görerek başlamıştı yazmaya. Şiirin ipek tenine dokunmuştu bir defa, kendisine üç beden büyük gelse de. Ömrünün özetini çivileyip arka kapağına bırakmıştı geleceğin kapısına.

    Güneşin yanık nefesini koklayabiliyordu artık. Tebessüm etti ilk defa içten. Hissedebilmek aydınlığı ne güzelmiş meğerse. Ne güzelmiş yaşayabilmek, anıları yaşatabilmek. Unutulmak istenenler bile zaman geçince tatlı bir lezzet bırakıyormuş insanın damağında.

    Esmekten yoruldu rüzgâr, güneş ufku kızıllaştırmaya başladı. Kapak kapandı. Yeni öykülere gebe bir kalem bırakarak bankın üstünde uykuya daldı kitap.

    Kayaları döverken denizin gözyaşları
    Sürükledi acıyla kuma dönen taşları.

    Afet İnce Kırat

#13.02.2012 14:31 0 0 0