Ey sevgili

Son güncelleme: 04.04.2007 20:39
  • Yüz Yıllar Gibiydi


    Gelmediniz, ben hep sizi bekledim.
    Ey sevgili...

    Aydınlıktın. İki büyüğün çocuk gibi küçülmüş kalbiydi aşk. Başını bir kaldırıyordun, deniz dalgalanıyor, sonra hiç bir şey gibi eğiyordun başını, deniz susuyordu. Bu suskunlukların içinde tek kalabalık olan şeydin. Tektin ama mahşeri bir kalabalık içinde bırakıyordun. Seni başka görseydim, böyle büyümeyecek, bir orman gibi gür ve sessiz olmayacaktın. Böyle susmasaydın, geniş bir yayla gibi düz bir sessizliğe dönmeyecekti etraf. Yüzümüz toprak kokulu kederin burukluğunda durmayacaktı. Melâli bu denli anlayamayacak, seni, sensizlik içinde bu denli koyulaştıramayacaktık.
    Gülüyordun, gücümüz çoğalıyordu, gülmediğinde, hatları gergin yüzün, bir ikindi kederine sürüklüyor, karamsarlaştırıyordu. Şiirler kadar derin akıyordu suskunluğun, şarkılar kadar dipten vuruyordu.
    Sana yetişebileydi elim. Sana sesimi duyurabileydim bir. Korku ve aşk arası bir umut köprüsü üzerinde beni böyle sade görebileydin. Görebileydin susmayacaktın. Susuyordun kendi iç denizinde. Senin med-cezirlerinde bulanıp yıkılıyordu kayıklarımız.
    Periyodik susmakmış aşkın kanunu. Dinmek bilmez bir devinim içinde susmalıymışım. Gecenin ve gündüzün kararlığı gibi sabırla. Hayatı savaşlar içinde yaşıyorduk, en çetininin, susmaklığınız olduğunu gördüğümüzde bildik barışın en çetin savaş olduğunu. Yıllar, yüzyıllar geçti üstümüzden. Çok şey değişti. Tüketimden üretime değin çok şey. Ne konusu değişti gözlerinin, ne de teması. Sevgiydi senden serpilen. Serpilip üzerimizde boy veren, yeşeren.
    Sesin dalgalanıyordu. Göl kıyıları daha sakindi deniz kıyılarından. Suların inip kalkışı vardı. Gecenin bir ezgiyle bütünlenişi.

    Gelmediniz, ben hep sizi bekledim.
    Ey sevgili...

    İlk gördüğümden bugüne değin, ilk şaşkınlığımdan bir şey değişmiş değildi. Bütün tedbirlerini kuşanıyordun. Bütün tedbirlerden soyutlanıyordum. Adını koymadım hiçbir şeyin. Adını sen koy istedim. Ben yuvarlanır gelirdim. Ümit gönüllerin mecrasıydı. Ruhumun hiçbir zaman sahip olmadığı bir gücü buluyordum, senin bulutlu evetlerinde. Senden istediğim, ümitli ve kararlı bir söyleminin olmasıydı. Söylemini, benlik davasının kapalı güzergâhına çekiyordun. Bütün silahlarını kuşanıyordun, bütün silahlarımdan arınıyordum. Dilini çözemiyordun yüreğimin. Oysa bütün kelimelerini duyuyordum. Dolmuş durağında elinin sıcaklığını unutmuş değildim. Anılarımın içine Tnin sertliği kadar kurumuş gül yaprağı koyacaktım. Belki talihi zorlamak hatasına düştüm. Acımasızdın. Bunu biliyorsun. Uzun suskunluk içinde olduğum zaman, sesini daha çok dinliyordum. Senden uzakta bir sessizliğin içinde deliler gibiydim. Tombul kuzulardan minik serçelere değin, cama vuran yağmur tanelerinden kapanık gökyüzlerine kadar, bitmeyen şiirlerin süregiden hüzünlerinden, tamamlanmamış öykülere varıncaya dek, yaşamımın her gizinde ortak payda sendin. Sesini dinlemeyi umuyordum. Kaçırıyordun. kaçıyordun. Kaçmalı mıyım? diyordun ilk cümlelerinden birinde. Gereklilik kipiyle konuşmak sana yabancı değildi. Gereken ne ise o yapılmalıydı. Gece uyumak gerekirdi, sabah uyanmak. Ders çalışmanız gerekirdi, kerrat cetvelini bilmeniz sonra da ekonomi politik laflarını duymanız gerekirdi. Siyah giysiler, alışverişler, güzel olmasa da kokmak için parfüm gerekirdi. İşte bu yüzden, bu olanca gereklilikleriniz yüzünden, hayatınızın içinde bir anlam kayması olmuştu. Soru işaretlerinden ürküyordunuz. Ünlemli cümleler, tehlikeliydi. Virgüllü cümlelere güç yetirecek bir zihin performansı kalmamıştı. İki noktanın hiçbir önemi yoktu. Çünkü özel davranış kodlarını merak etmiyordunuz. Açıklamaları gereksiz buluyordunuz. Çünkü anlam yüklü her cümle, uzun bir yorgunluk serüveniydi, bunu biliyordunuz. Kaçmalı mıyım? sözünüz, aslında ruhunuzla yüzleşmenin ürküntüsünden başka bir şey değildi.
    Kısa bir yaşamın içinde birlikte yaşlanabilmek artık uzun ve şiirli bir hayaldi. Gözlerin gitmiyordu gözlerimden. Bugün bütün yörelerini doldurduğun boşluğumun, tekrar açıldığını, genişlediğini duyuyorum. En son telefonumu da açmadın. İyi ki açmadın. Kalbimin o hızlı atışları içinde seninle ne konuşabilirdim? Lisedeki gibi kalbim çarpmıştı. Bu beni de şaşırttı. Gürültülü bir yaşamın içinde yüreğindeki boşluk ve soğukluğu, suskunluğun mu kapatıyordu.

    yalnızca ufuklar yeniledim, gelmediniz, hep sizi bekledim.
    Ey sevgili...
    Gönlüm hoş değil demiştin. Bu yazılarından okuduğum, gönlün çemberindeki ilk cümleydi. Ruhumdan bir feveran koptu. Her ne kadar gönlün hoş mudur? sorusuna karşılık olarak söylemiş olsan da. Seni bir masadaki dalıp gitmelerinin içinden çekip almalarla uğraştım. Gözler gönlün takip edicisiydi. Gönlün, bilinmez tesirle bir sandalye üzerinden, sonsuzluğa, merihe, ta oralara, uzaklara gittiğinde, gözlerin geniş okyanuslar kadar bir boşluğa düşüyordu. Kimi zaman hüzünle dönüyordun, bazen gülümseyişle. Seni bütün bu gidiş gelişlerin içinden bulmaya çalışıyordum. Anlaşılmak sana anlamak bana kalmıştı. Kendi git-gellerinin içinde sade bir durmaktı bütün yaptığın. Yorucuydun. Senin yoruculuğunu en tatlı uğraş diye görüyordum. Hayır demiyordun, bitsin demiyordun, artık yeter demiyordun. Konuşmayışının ne ağır bir bitsin demek olduğunu çıkarıyordum. Hiçbir yaptığından ılımlı cümleler çıkartamazdım. Bütün duygularını uçlarda tanımış olanın, makul cümlelerle konuşabilmesi imkânsızdı.

    Sizden saklı eskidim, gelmediniz, ben hep sizi bekledim.
    Ey sevgili...
    Hayata karşı gücenik durduran bir söylemdin. Söylemimin meşruiyetini sorguluyordum. Kapıların kapalıydı. Telefonun yeşil tuşuna basmayacak kadar umarsızlık içinden görüyordun. Bugün, hiçbir zaman olmadığı kadar, aşkın katışıksız bir yalnızlık söylemi olduğunu duydum. Senden ne bekleyebilirdim? Gençtim ve bir gençlik ölümü saklı kaldı bende duygusuyla yöneliyordum yaşamın içine. Bu, yaşamı; sarışın bir güz yaprağı güzelliğinde yaşayabilmek demekti. Hüznü sevdiğim için banka dükkânlarını sevemiyordum. Çünkü halk aşksız kalınca, sokaklar banka dükkânlarıyla doluyordu. Zor zamanlardı. Yaşamak niyetine sabahları uyanıyor, yaşamak niyetine geceleri uyuyorduk. Ne gecenin karanlığında ne de gündüzün aydınlığında, mübarek iç sıkıntısını saklayacak bir yer vardı. Onbeşindeki sevdalar horoz şekerlerine benziyordu. Çarpıntılı yüreğimizin hasretliğini, ancak elma şekerlerinin ve horoz şekerlerinin anılarında dindirebiliyorduk. Sen ketumdun. Kaçıyordun. Horoz şekerlerini özlüyordum. Kaçıyordun, yüreğim bir tanzimat söylemi isyanıyla bütünleşiyordu. Duvarlara, dağlara değil, bir kitabımın üzerine, bu kirli çağın soylu yalnızlığını kabullenebilmek için, bu soysuz zaman aralığında şu mısraları kazımıştım: Olma kimsenin lütfûna talip / Bedeli cevher-i hürriyettir. Şu an sensiz bir hürriyetin meşruiyetini sorguluyorum. Bir an, koyu bir şaşkınlık içinde, gözlerinin kıyısında duran ben, bir huzurun eşiğinde gibiydim. Bana susmayı öğrettiğin için, onarıcı bütünlenişlerin bir hikâye olduğunu hissettirdiğin için sana borçluydum. Bana git diyordun, gidiyor ama dönüyordum, döndüğümde aynı yerdeydin, geldiğin de oluyordu sankiler içinde, kıpırdandığın an, tufanlar koparıyordun. Benim bütün tufanlarımı kapsayan kuşatıcı tufanlar...

    Geceye dayıyordum alnımı, alın ki mübarek bir şeydir.

    Sana, gitmeyen mektuplar hanesinde kalmak üzre mektuplar yazıyordum. Sensizlikte, bana yalnız seni duyuran şarkılar dinliyordum. Mektupları da, bana seni duyuran şarkıları da bilmiyordun. Sen bunları bilmediğin için büyüyordun. Ne geldiğin belliydi ne gelmediğin. Ne gülüşün senin idi ne de asık yüzlü oluş sen idin. Korkuyordun. Kararsızlığın, gelecekteki pişman olabilmenin peşin ürküntüsünü resmediyordu. Asıl pişmanlığının, kararsızlığının olabileceğinden de ürküyordun. Boşlukla çevrelenmiştin. Ben seni yaşamının en çetin dönemeçlerinden birine çağırıyordum. Güvenli aşk yoktur, bilmiyordun. Bütün güvenceleri almış olsan bile tedirgin durmak, kadınlığın en doğal iç örüntüsüydü, biliyordum. Ben dört başı mamur bir iklimden konuşmuyordum. Farkında değildin. Boşluğun çetin duvarlarını yumrukladığım günlerin birinde, senin gözlerin beni ılıman bir yumuşaklığın içinde durdurdu. Bunu bilebileydin bir.

    Beynimin seninle zonkladığı gecelerin birinde, adını rehberimden sildim. Rehberden sildiğim gibi gönlümden de silebileydim bir... Gözlerin gibi ezber biliyordum.
    Sen bilemediğin için güzeldin. Sen böyle anlamadığın için güzledin. Sustuğun ve konuşurken müthiş kıvırdığın için... Ayrı tonlarda konuşuyorduk. Kelimelerimiz gibi danslarımız da farklıydı. Ben kelimeleri seviyordum, sen çaça dansını. Ben bedenin ritmine yabancıydım sen ruhu ürperten kelimelerin ritmine.
    Ruhumu ismine dayıyordum, ki ismin, aziz bir kelimedir.
    Ey sevgili...
    Yağmur yağıyordu. Bir güz ikindisiydi. Islak güz yaprakları uçuşmuyor, kaldırım üzerinde soluk bir hatırayı yineler gibi duruyorlardı. Seni düşünüyordum. Düşünmediğini bilerek. Beni sana düşündürecek kuvvetim yoktu. Seni düşünmeyecek kuvveti kendimde bulamıyordum. Her yağmur tanesinde gözlerin büyüyordu. Camların buğusuna adını yazmak istiyordum her defasında. Bütün korkuların içinden çekip alıcıydın. Seni düşünmek bile bütün korkulardan özgürleşmekti. Önemini sana duyuramazdım. Önemin, iç isyan ve korkularımın yokluğuyla belirginleşiyor, her sensizliğin bir girdap olduğunu duyunca ürpertici bir hâl alıyordu. Sen, benim için öyle çok açılardan önemliydin ki. Bu yüzden seni sana anlatmak imkânsızlığı, beni senden uzaklaştırıyordu. Tanıdık bir yalnızlık söylemi netleşiyor, açık bir gökyüzü ile gök gürültülü bir kapanıklık arasından görüyordum seni. Sen, kıyılarına selametin lütfedildiği büyüklük idin, ben ise korkulu kıyıydım. Sana, seni bir kurtuluş umuduyla beklediğimi söylemek zelilliği ürkütücüydü. Senin duymazlığın ve anlamazlığının duvarına çarpmıştım. Yağmurlardaydım. Her ıslak tanenin tenimde kuruduğunu hissediyordum. Yokluğun, büyümüş bir yalnızlık söylemiydi. Yaşamak, seninle imkânlı bir düşünce içine çekiliyor, sensizlikle çılgın bir iklim tufanına dönüyordu. Her gece sensizlik nöbetinde ruhum bir cihân dolaşıyordu. Ne senin bir dengini bulabiliyordum ne de oyalayıcı bir ipucu görünüyordu sensizlikte. Sen benim büyümüş kentim idin, kentsizdim. Bir başına kalan gece yalnızlarıyla sensizliği paylaşıyordum. Işıksız ve uzun bir yolculuktu sen olmadan. Sen olmadan, olmuyordu. Bir gün, bir kaval sesinin geldiği dere boyunda, şehrin rengini almış bir serçe ürkekliğiyle, her şeyi, her kimseyi, sen olabilirsin ümidiyle bekliyor, bütün yakarış öykülerinde sana dair mısraları dillendiriyordum. Sen yoktun. Hiç olmamış gibi yoktun. Senin yokluğun acılı varlığımı büyütüyordu. Büyüyen varlığım, ıssız bir çöl söyleminde savruk kum taneleriydi. Yokluğunun sızısı varlığıma dokunmasaydı, sen bu denli varolmayacaktın, yokluğun bu denli büyük olmasaydı, ben sensizlikte bu denli hiçleşmeyecektim.
    Yağmur yağıyordu. Gök gürlüyor, şehrin lambaları cılızlaşıyordu. Muhayyilemin en ince kıvrımlarında dolaşıyordun. Sular akıyordu. Sensizliği duyuran bir şey oluyordu etraf. Sevinçli çocukların göz parıltılarında sen oluyordun. Teneffüs zilinde sensizlik çağrışıyordu ilkin. Okul çıkış zilinde de. Her biten eylem sonrası, sensizliğin içine çekilişti. Dizlerinde serin bir uykuyu düşlüyordum. Yorgunluk alın çizgilerinde belirginleşiyor, yüz hatları yıllanmış bir gün görmüş gibi oluyordum.
    Seni bir kez sarabileydim sanki hiç ölmeyecektim. Sana sımsıkı bir kez sarılabileydim, sanki hiç eskimeyecektim. Sırılsıklam bir kucaklayış olaydı aramızda, asfalt üzerindeki sarışın güz yapraklarını, hüznümüzün haracı niyetine seviyor olacaktım. Kâkülünü şahadet parmağıma dolayabileydim bir, beni bir deniz gibi içinde bulabilirdin. Sana bütün ayışıklarını getirebilirdim. Bir yaylaya düşerdin benim yeşilliğimden, bir geniş buluta varırdım senin o gür gözlerinden. Yüzünün hüzünlerinde bir bir dolanırdım. Yüzünün özleminde bir çocuk gülüşü olurdum. Dizlerimde uyuyan bir serçe olurdun. Saçlarını sana anlatırdım. Saçların örgülü müydü? Gün gördüm, günler gördüm, seni gördüm, şâd oldum türküsünü söyleyebilirdik. Yağmur yağıyordu. Asfalt üzerinde sarışın güz yapraklarını arşınlıyordum. Seni hatırlatmayan tek şey yoktu. Aynada yüzünün bir yanı görünüyordu. Yüzünün görünen yanı görünüyordu. Yüzünün görünmeyen yanını düşünüyordum. Gönlünü hangi uzaklıklara
    bırakmıştın? Sesini hangi uzaklıklara...?
    Gönlümün en kırılgan köşesinde oturdunuz. Yüzünüzün en acımasız yanı göründü gözlerinizde. Gelmediniz, ben hep gülen yüzünüzü bekledim. Güz hüzünlerindeydim, gözlerinizin gönlü mihnete düşüren büyüklüğünde eskidim. Sizden saklı biraz daha eskidim.
    Eskidim
    ey sevgili...


    i s m a i l


    ÇOK SEVDİGİM BİR EDEBİYATÇI ARKADAŞIM KARŞILIKSIZ OLAN SEVGİSİNİANLATMIŞ. umarım beğenirsiniz.
#10.09.2004 20:55 0 0 0
  • ellerine saglik cok güzel
#10.09.2004 21:18 0 0 0
  • ger biras uzunn ama cok gusel elerine saglık dostum
#10.09.2004 21:18 0 0 0
  • valla okumadim cünkü uzun ama yinede ellerine saglik bu kadar zahmet etmisin
#12.09.2004 19:55 0 0 0
  • tskler
#12.09.2004 20:40 0 0 0
  • ama azıcık zaman kıyıp da okumanızı tavsiye ederim. bu kadar içten yazan arkadasıma buradan tekrar tekrar teşekkürlerimi sunarım.
#12.09.2004 21:16 0 0 0
  • evet yazi cok uzundu ama hepsini okudum cok begendim elerine sagliki hamaz biraz daha okusaydim kör kalabilirdim
#17.11.2004 11:45 0 0 0
  • üfff, nefesim kesildi arkadaş yaa..! uzunluğundan değil, doluluğundan...bunu yazan rastgele bir el yada yürek olamaz...çok etkilendim, gerçekten çok etkilendim...seninde ellerine sağlık dostum...
#17.11.2004 12:55 0 0 0
  • Sizden saklı eskidim, gelmediniz, ben hep sizi bekledim.
#17.11.2004 12:58 0 0 0
  • Abi OkuYaNa KaDaR İçiM Gitti Yaww.. Eline SaĞLıK Süper Olmu$...
#17.11.2004 15:41 0 0 0
  • Ellerine Emeqine SaqLıK ArKada$iM
#12.06.2005 10:51 0 0 0
  • Derin duygulardan kaydirildi
#04.04.2007 20:39 0 0 0